Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Kâbe Hikâyeleri
Kâbe Hikâyeleri
Kâbe Hikâyeleri
Ebook187 pages3 hours

Kâbe Hikâyeleri

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Kâbe Hikayeleri adı bile içimizi ısıtmaya yetiyor. Kâbe’nin bulunduğu mübarek mekân Bekke, zamanla tüm harem bölgesinin, bir anlamda şehrin de adı olmuş. Mescid-i Aksa mı daha faziletli Kâbe mi diye konuşmalar olunca, Allah Teala “İbadet yeri olarak yeryüzünde yapılan ilk bina Bekke'deki Kâbe olup, pek feyizlidir, insanlar için hidâyet rehberidir.” (Al-i İmran, 96) buyurarak, Kâbe’nin yerini şehirle özdeşleştirmiş.
Kâbe’nin kadim tarihi Hz. Âdem ile başlasa da insanlık tarihinin bilinen en eski kutsal mekânı olarak Kâbe’nin hikayesi Hz. İbrahim’le başlar: “Biz Beytullah’ı insanlara sevap kazanmaları için toplantı ve güven yeri kıldık. Siz de Makam-ı İbrahim’i namazgâh edininiz! İbrâhim ile İsmail’e de: ‘Tavaf edenler, itikâfa girenler, rükû ve secde edenler için bu Evimi tertemiz bulundurun!’ diye emretmiştik.” (Bakara, 125)
Hz. İsmail’in çocukları ve Kâbe’nin etrafında şekillenir Mekke şehri. Bir peygamberler şehridir Mekke. Bundan dolayı Allah Teâlâ ‘Anakent (ümmü'l-kurâ)’ olarak adlandırır: "İşte bu da bir feyiz kaynağı ve daha önceki kitapları tasdik edici olarak, bir de hem Anakenti (ümmü'l-kurâ), hem de bütün çevresindeki insanları uyarman için indirdiğimiz bir kitap! Âhirete iman edenler, buna da inanırlar ve onlar namazlarını hakkıyla kılmaya devam ederler." (En'am, 92)

LanguageTürkçe
Release dateMay 2, 2021
ISBN9781005462239
Kâbe Hikâyeleri
Author

Emin Osman Uygur

EMİN OSMAN UYGUR1966’da, bir Temmuz günü gelmişim dünyaya. Meyve ağaçlarının ve ormanların yemyeşil dünyası ile az ötede sanki ebede uzanmış masmavi bir deniz iklimi arasında geçti kimliksiz yıllarım... Yıldızlara bakarak uyudum yaz gecelerinde... Kâinat ve etrafımdaki varlıklar müthiş bir laboratuvar gibiydi benim için... Ne yazık ki çocukluk yıllarımın o heyecan ve gözlem aşkı, uzun süre bir yerlerde bekleyecekti. Ve ben kaderin çizdiği yolda eğitim dünyasında buldum kendimi. Belki de okumanın, tefekkürün verdiği ilhamlar, beni zihinsel keşifler yapmaya yönlendirdi. Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliğini bitirdikten sonra özel ve resmi kurumlarda 25 yıl görev yaptım. Bu arada Sızıntı dergisi ile tanıştım ve bu dergide yazma imkânı buldum; Çağlayan’a evrildiğinden beri de yazmaya devam ediyorum. Ve yazmayı her zaman konuşmaya tercih ediyorum.Crab Publishing’den çıkan diğer kitaplarım:1.Meriç’e Düşen Dua2.Çekirdekte Tefekkür Deneyi3.Gece Yağıyordu Üstümüze4.Cennetin Son Yolcusu5.Bu Yol Uzundur

Read more from Emin Osman Uygur

Related to Kâbe Hikâyeleri

Related ebooks

Related categories

Reviews for Kâbe Hikâyeleri

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Kâbe Hikâyeleri - Emin Osman Uygur

    KÂBE HİKÂYELERİ YA DA BİZİM HİKAYEMİZ

    Kâbe Hikayeleri adı bile içimizi ısıtmaya yetiyor. Kâbe’nin bulunduğu mübarek mekân Bekke, zamanla tüm harem bölgesinin, bir anlamda şehrin de adı olmuş. Mescid-i Aksa mı daha faziletli Kâbe mi diye konuşmalar olunca, Allah Teala İbadet yeri olarak yeryüzünde yapılan ilk bina Bekke'deki Kâbe olup, pek feyizlidir, insanlar için hidâyet rehberidir. (Al-i İmran, 96) buyurarak, Kâbe’nin yerini şehirle özdeşleştirmiş.

    Kâbe’nin kadim tarihi Hz. Âdem ile başlasa da insanlık tarihinin bilinen en eski kutsal mekânı olarak Kâbe’nin hikayesi Hz. İbrahim’le başlar: Biz Beytullah’ı insanlara sevap kazanmaları için toplantı ve güven yeri kıldık. Siz de Makam-ı İbrahim’i namazgâh edininiz! İbrâhim ile İsmail’e de: ‘Tavaf edenler, itikâfa girenler, rükû ve secde edenler için bu Evimi tertemiz bulundurun!’ diye emretmiştik. (Bakara, 125)

    Hz. İsmail’in çocukları ve Kâbe’nin etrafında şekillenir Mekke şehri. Bir peygamberler şehridir Mekke. Bundan dolayı Allah Teâlâ ‘Anakent (ümmü'l-kurâ)’ olarak adlandırır: İşte bu da bir feyiz kaynağı ve daha önceki kitapları tasdik edici olarak, bir de hem Anakenti (ümmü'l-kurâ), hem de bütün çevresindeki insanları uyarman için indirdiğimiz bir kitap! Âhirete iman edenler, buna da inanırlar ve onlar namazlarını hakkıyla kılmaya devam ederler. (En'am, 92)

    Kurâ kelimesi evler ya da mesken anlamına gelen ‘karye’nin çoğuludur. Mekke’nin ‘beldelerin anası’ yani Ümmü'l-kurâ diye nitelenmesi Kabe’nin Mekke’de olması ve bütün beldelerdeki insanların Kabe’ye yönelerek ibadet yapmalarından ya da Hac için dünyanın dört bir yanından akın akın Mekke’ye gelmelerinden dolayı olabilir.

    Ümmü'l-kurâ ilklerin şehridir. Ümmü'l-kurâ, şehirlerin anası, medeniyetin beşiği Efendimiz'in (sav) Medine'sine mukabil karyelerin, yani insanların toplu yaşadığı bütün mekânların ana kucağıdır. Hz. Âdem ile Hz. Havva’nın buluşma mekânı; Yeryüzünde aile yuvasının kurulduğu ilk belde, Allah için ilk inşa edilen ev, Beytullah’ın şehridir.

    Bazı kavimlerin etrafında tarih şekillenir; kimi beldeler de vardır ki tarih onların etrafında şekillenir. Bundan dolayı Kur'an, halklar yerine kimi yerde karye/belde kelimesini zikreder. Nitekim bir ayet-i kerimede şöyle buyrulmuştur: İşte o ülkelerin (kurâ) haberlerinden bir kısmını sana böylece anlatıyoruz. Oraların halklarına peygamberlerimiz açık deliller, mucizeler getirdiler. (A'raf, 101) Ancak o, münekker bilinmeyen bir belde değildir, belde denilince akla ilk Mekke gelir: Onlar Bu Kur'ân, bu iki şehirden büyük bir adama indirilseydi ya! (Zuhruf, 31) demişlerdi. Arap yarımadasının iki şehri o zaman Mekke ve Taif’tir. Taif yeşillik bağları, bahçeleri ile adeta bir mesire beldesidir. Ancak Mekke, çok daha kıymetli bir hazineye sahiptir: Kâbe

    Kâbe, yaratılış ağacının çekirdeği; evrenin özüdür. Fizik âlemin ilk başlangıç noktası ve Hakikat-i Ahmediyye’nin ikizidir. Birisi zaman ve metafizik buudlu, diğeri ise fizik âlem buudlu bir bütünün iki yarım küresidirler. Bundan dolayı Kâbe, Allah Resûlü’nün (sav) hem hayat-ı seniyyeleri ile hem de misyonuyla yakından alakalıdır. Bazı yerbilimcilere göre yerkürede magmanın ilk katılaştığı bölge Kâbe’dir. Yeryüzünde insanların ilk sığınağı olduğu gibi mü’minlerin de belki kıyametten önceki son sığınağı olacaktır.

    Hanif dininin temsilcisi Hz. İbrahim'in oğlunu ve hanımını emanet ettiği güvenli bölgedir Kâbe. Kavimleri helak edilen peygamberlerin son durağı. Büyük sûfi Fudayl b. Iyaz gibi tövbekârların sığındıkları ana kucağıdır. İlmi tartışmalardan canı yanan mütekellim ve usûlcü Cüveynî Kâbe’ye sığınıp İmamu'l-Haremeyn unvanını alan âlimlerdendir. Büyük dil bilgini ve müfessir Zemahşerî de Kabe’ye yakın ikamet ettiğinden dolayı ‘Allah'ın komşusu’ (Câru'Allah) şerefiyle şereflenenlerdendir.

    Vahyin nüzulüne şahitlik eden bu kutlu belde, ilhama açık ruhlara her zaman yeni ilham kapıları aralamıştır. İbn Arabî, Mekke'nin fütûhatından feyz alabilmek için, Mekke'de konaklamıştır. Sufiler her zaman Mekke’ye özel önem vermişler; orada yaşamayı Hakk’a yakınlık vesilesi bilmişlerdir. Bundan dolayı hiç eksik olmamış Kâbe etrafında Hak dostları.

    Kimi âlimler de vardır ki büyük bir aşkla geldiği her Hac ziyaretinde, Bu kadar sevdiğinize göre gelip bu kutsi beldeye yerleşseniz diyenlere, Yakında olup saygıda kusur etmektense, uzakta yaşayıp özlemeyi tercih ederim diye cevap vermiştir.

    Tarihin etrafında şekillendiği Anakent'in hikayesini kaleme almış değerli şair Emin Osman Uygur Bey, Kâbe’nin hikayesi üzerinden insanlık tarihinin kısa bir hikayesini sunmuş bizlere. Hayali bilgi ve tasvirlerle süslenmiş bir edebiyat kitabı ya da dışardan bakışla kaleme alınmış bir tarih kitabı gibi değil, Kâbe Hikayeleri. Gerçek bilgileri kısa, ama edebi bir üslupla şiir tadında anlatmış, yazar.

    Değerli müellif, olaylar arasında kurduğu ilişkiler ve benzetmelerle, zaman içinde adeta kısa yolculuklar yaptırarak, zihinlerimizin kronolojik takibin kolaycılığına kapılmasına izin vermemiş:

    Nereye gidiyorsun, bizi bu ıssız vadide kime bırakıyorsun? dedi. Bu mahzun ses, bundan asırlar sonra gelecek yetimler yetimi aleyhisselatü vesselamın, amcası Ebu Talip’e, Şam’a giderken söylediği; Beni kime bırakıyorsun? sözüne benziyordu.

    Yazar, Kabe’nin kültür tarihimizi nasıl şekillendirdiğinin ip uçlarını ilgi çekici karşılaştırmalarla yakalamaya çalışmış:

    Kâbe’nin doğu köşesine Rüknü’l Hacer, batı köşesine Rüknü’ş Şami, kuzey köşesine Rüknü’l Irakî, güney köşesine ise Rüknü’l Yemânî isimleri verilmiştir. Bu ad verme, daha sonraları İslam dünyasında güzel bir gelenek olarak, şehirlerin girişleri için de kullanılmıştır.

    Kabe’nin Efendimiz’le alakasını sade bir üslupla, tasvir eder, yazar. Bir vaiz edasıyla değil, şairane bir üslupla:

    Kâbe, kim bilir ne kadar memnun olmuştur, Allah’ın son elçisi, o kutlu taşı elleriyle köşesine yerleştirdi diye. Onun dokunduğu bir taş olmak ne saadet! Onun öptüğü bir taş olmak ne büyük bir mutluluk! Onu gören bir Kâbe olmak ne hoş bir bahtiyarlık!

    Tarihi metinlerin nasıl yazılması gerektiğini gösteren güzel bir örnek; abartısız, sade ve duygu dolu bir metin. Emin Osman Bey’in bu kitabı umarım gerçek okuyucularını bulur.

    Edebiyatçılardan bütün bütün ümidimi kestiğim bir dönemde, böylesine kıymetli bir çalışmayı bizlere hediye edip kaliteli edebiyat adına yeniden ümitlendirdiği için Emin Osman Bey’e ayrıca teşekkür etmek isterim. Allah sa’yini meşkur eylesin.

    Ayhan Tekineş

    1 Mayıs 2021

    BİRİNCİ BÖLÜM

    HZ. ÂDEM’DEN (as) SON NEBİ’YE (sav)

    KÂBE’NİN YANI BAŞINDA İLK AYAK SESLERİ

    Yeryüzüne ilk ayak basan iki insan.

    Ama birbirlerinden ayrı yerlerde.

    Yıllardır birbirlerini arıyorlar.

    Cennetten ayrılalı epey bir zaman geçmişti. Yapılan bir hata, dünya hayatına başlangıç olmuştu. Yeryüzünde pişmanlığı, tevbeyi ilk yaşayan da Âdem aleyhisselam olmuştu. Uzun yıllar pişmanlık içinde başını yukarı kaldırmadan yaşadı fani dünyada.

    Yasak meyve de sebepler planında, ilk insanın dünyaya iniş merdivenidir aslında.

    Aslında bizler, hata yaparak, Allah’ın yasak ettiği meyvelerden tadarak, günahlar işliyoruz. Her hata ve günah bizi de dünyaya salıyor. İç dünyamızda manevi boşluklar meydana geliyor. Fakat Hz. Âdem aleyhisselam gibi pişmanlık duyan ve gözyaşıyla günahını yıkayan ne kadar az insan var!

    Adımlar, Mekke’ye yöneliyor yavaş yavaş.

    Allah, ilk peygamberini, son peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin şehrine davet ediyor. Bir vadiden Havva annemiz, diğer vadiden ise Âdem aleyhisselam geliyor. Artık hasret sona eriyor.

    Âdem aleyhisselam Arafat tepesine çıktı. Havva annemiz de oraya geliyordu. Arafat tepesinde Âdem aleyhisselamı görünce heyecanla yukarı koştu. Yalnızlık sona ermişti, hasret sona ermişti. Ancak çetin imtihanlar bundan sonra başlıyordu.

    Arafat, yağmur sularından sonra ilk defa gözyaşlarıyla ıslanıyordu.

    Arafat, üzerindeki ilk misafirlerden dolayı çok mutluydu.

    Artık dünya hayatı başlıyordu, milyarlarca insan için.

    Ve henüz Kâbe yoktu.

    HZ. İBRAHİM ve HZ. İSMAİL (as)

    Yalnızlık

    İbrahim aleyhisselam, Hacer validemizi ve oğlu İsmail aleyhisselamı Kâbe yakınına bir yere bırakmıştı. Burası daha sonra Mescid-i Haram mahalli olacaktı. Dört bir yanı kayalık tepelerle çevrili bu yer, âdeta tabi bir sığınaktı. Bu iş, Allah’ın emriydi. İsmail aleyhisselam daha çok küçüktü. Süt emmekteydi.

    İbrahim aleyhisselam Kâbe’nin şimdi bulunduğu yerin hemen yanında bir ağacın altına bıraktı Hacer validemizi ve yavrusunu. Sonra o ağaç çürüdü gitti ama Mescid-i Haram’a öyle bir ağacın tohumu düştü ki, o tohum kıyamete kadar parlayacak bir nur oldu.

    İbrahim aleyhisselam, Hacer validemize biraz hurma ve biraz su bıraktı. Fazla konuşmadı onunla ve gitmek üzere kalktı. Giderken ardından Hacer validemiz kaç defa:

    Nereye gidiyorsun, bizi bu ıssız vadide kime bırakıyorsun? dedi. Bu mahzun ses, bundan asılar sonra gelecek yetimler yetimi aleyhisselatü vesselamın, amcası Ebu Talip’e, Şam’a giderken söylediği; Beni kime bırakıyorsun? sözüne benziyordu.

    İbrahim aleyhisselam ona bir müddet cevap vermedi. Hacer validemiz sonra: Bunu yapmanı Allah mı emrediyor? deyince, İbrahim aleyhisselam, Evet dedi.

    O zaman Hacer validemiz rahatladı ve: Öyleyse, Allah bizi zayi etmez. dedi.

    İbrahim aleyhisselam gidiyordu ama bir yanı da hanımı ve çocuğunda kalmıştı. Dilinde ise dualar vardı: Ey Rabbimiz, namazı dosdoğru kılmaları için ben, çocuklarımdan bir kısmını senin Beyt-i Hareminin yanında ekinsiz bir vadiye yerleştirdim. Artık sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meyilli kıl ve meyvelerden onlara rızk ver. Umulur ki bu nimetlere şükrederler.

    Kâbe, o zaman inşa edilmemişti henüz.

    Aradan günler geçti. Kâbe’nin misafirlerinin suları ve hurmalar bitmişti. Etrafta kimseler yoktu, bebek susuzluktan ağlıyordu. Hacer validemiz, elini Allah’a açıyor ve yardım istiyordu. Bizi bu dünya çöllerinde zayi etme diyordu. Allah da zaten onları zayi edecek değildi. Çünkü onun oğlu İsmail’in soyundan Âlemlere Rahmet sallallahu aleyhi ve sellem gelecekti.

    Susuzluk

    Hacer validemiz, su aramaya başladı. Safa tepesine çıktı, etrafa baktı kimseyi göremedi. İndi; koşarak Merve'ye geldi, etrafına bakındı, kimseyi göremedi. Bir yudum su bulmak için Safa ile Merve arasındaki bu gidiş gelişi yedi defa tekrar etti. Yedinci defa Merve'ye çıktığında şimdiki Zemzem kuyusunun bulunduğu yerde bir melek gördü. Ayağının ökçesiyle yeri eşiyordu. Oradan su çıkmıştı. Diğer bir rivayete göre İsmail aleyhisselam ayağı ile veya eli ile kumları eşelemeye başlamış ve oradan bir su çıkmıştı. Hacer validemiz geldi, suyu görünce Allah’a şükretti. Hemen oğluna su içirdi ve sonra da kendisi içti kana kana bu mübarek sudan.

    Zemzem’den ilk içenler işte bu gariplerdi. Asırlar sonra en garip insan sallallahu aleyhi ve sellem de bu sudan içecekti. Sonra da Ahir zaman gariplerinden gelecekler ve bu sudan içeceklerdi.

    Hz. Hacer validemiz, su boşa akmasın diye gölet yapıp suyu muhafaza etmeye çalışıyor, zem zem diyordu. Bir yandan da avuçlarıyla kırbasını dolduruyordu. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:

    Allah İsmail'in annesi Hacer'e rahmet eylesin! Eğer o Zemzem'i kendi haline bıraksaydı da suyu avuçlamasaydı, muhakkak ki Zemzem akar bir kaynak olurdu (Buhârî, Enbiyâ, 9) buyurmuşlardır.

    Küçük İsmail

    Hz. İsmail Arap dilini çok güzel, fasih konuşan bir insandı.

    Hz. İsmail aleyhisselam daha sonraları Mekke'ye yerleşen Cürhümîlerin çocukları ile büyümüş ve onlardan atıcılık ve binicilik öğrenmişti.

    Eslem kabilesinden bir grup, yarış için ok atışırken, Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem onlara şöyle demişti: Ey İsmail oğulları! Ok atınız, sizin atanız da mahir bir ok atıcı idi (Buhâri, Enbiyâ, 12).

    Hz. İsmail iyi bir atıcı ve avcıydı. Mekke'nin Harem bölgesinin dışına çıkarak avlanır ve avlanmayı, ata binmeyi, yabani atları ehlileştirip binmeyi çok severdi. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem de bu olaya işret ederek şöyle buyurmuştur: At edininiz! Onu miras olarak alın ve miras olarak bırakınız! Çünkü bu size babanız İsmail'in mirasıdır (Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-Nihâye, I, 192) buyurmuştur.

    Kâbe İnşa Ediliyor

    İbrahim

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1