Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Rabana 6
Rabana 6
Rabana 6
Ebook159 pages1 hour

Rabana 6

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Kamptaki görevliler çok nazik davranıyorlardı biz mültecilere. Renk ve din ayrımı yoktu onların gözlerinde. Bizim geldiğimiz topraklarda, nezaket, saygı ve sevgi bu derece sevilen ve rağbet gören değerler değildi. Demek ki değerler de hicret ediyordu. Nerede kıymet ve itibar görürse oraya göç ediyordu. Bir zamanlar bizim topraklarımızda olan ve batılıların hayranlıkla bahsettiği bu güzellikler, şimdi buraları mesken tutmuştu.
Görevliler her gün düzenli olarak odaları dolaşıyorlardı. Bir sorun olup olmadığını kontrol ediyorlardı. Temizlik görevlileri de ayrıca sabahları bütün odalardan çöpleri topluyorlar, gerekli temizlik işlemlerini yapıyorlardı. Kiminle karşılaşsak yüzümüze tebessüm ederek 'hallo' demeyi ihmal etmiyordu. Kitabımız Kur’an'ın selam emri ve Efendimiz’in (sav) selamı yayma işini bu şekilde yapıyorlar ve kampta kalanlarla arada ciddi bir sıcak hava esmesini sağlıyorlardı. Bu bizim psikolojimizi de olumlu yönde etkiliyordu.
Hiç yaşamadığımız bir hayata girmiştik. Belli bir yaştan sonra zordu ama gençler ve çocuklar için belki avantaj olacaktı. Üç oda bir salon evlerden tek odalara gelmiştik. Tek oda yetiyordu şimdi. İki çanta ve tek oda. Ülkemizin şartları öyle idi belki ama ev konusunda abartmadık desek de yalan olurdu.

LanguageTürkçe
Release dateMar 1, 2022
ISBN9781005107925
Rabana 6
Author

Emin Osman Uygur

EMİN OSMAN UYGUR1966’da, bir Temmuz günü gelmişim dünyaya. Meyve ağaçlarının ve ormanların yemyeşil dünyası ile az ötede sanki ebede uzanmış masmavi bir deniz iklimi arasında geçti kimliksiz yıllarım... Yıldızlara bakarak uyudum yaz gecelerinde... Kâinat ve etrafımdaki varlıklar müthiş bir laboratuvar gibiydi benim için... Ne yazık ki çocukluk yıllarımın o heyecan ve gözlem aşkı, uzun süre bir yerlerde bekleyecekti. Ve ben kaderin çizdiği yolda eğitim dünyasında buldum kendimi. Belki de okumanın, tefekkürün verdiği ilhamlar, beni zihinsel keşifler yapmaya yönlendirdi. Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliğini bitirdikten sonra özel ve resmi kurumlarda 25 yıl görev yaptım. Bu arada Sızıntı dergisi ile tanıştım ve bu dergide yazma imkânı buldum; Çağlayan’a evrildiğinden beri de yazmaya devam ediyorum. Ve yazmayı her zaman konuşmaya tercih ediyorum.Crab Publishing’den çıkan diğer kitaplarım:1.Meriç’e Düşen Dua2.Çekirdekte Tefekkür Deneyi3.Gece Yağıyordu Üstümüze4.Cennetin Son Yolcusu5.Bu Yol Uzundur

Read more from Emin Osman Uygur

Related to Rabana 6

Related ebooks

Reviews for Rabana 6

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Rabana 6 - Emin Osman Uygur

    Birinci bölüm

    ANKARA

    Yaz tatili ve Ramazan Bayramı vesilesi ile memlekette idik. Yurt dışı görev yerim olan Komotini'den arabayla gelmiştik. Çok güzel bir on gün geçirdik Akdeniz esintilerinin hâkim olduğu şehirde… Portakal çiçeği kokulu şehirde. Dağlarla deniz arasında yeşile boyanmış sakin şehirde...

    Bu ziyaretin esas amacı annem idi. Aylar süren ayrılıktan sonra tatil günlerimi annemin yanında geçirmek istiyordum. Annem benim yurt dışında çalışmama hiç razı olmuyordu. Daha önce de yurt dışında Hizmet kurumlarında görev almak istemiştim. Bu konuda adım da atmıştım ama nasip olmamıştı. Hatta bir defasında işlemleri yapmak üzere ilgili yere gidecektim ki yürürken aniden ayağım burkulmuştu. Sonra bir ay boyunca evden çıkamamıştım.

    2014 yılında yurt dışı sınavına girip şansımı bir kez daha denemek istedim. Hedefte Yunanistan vardı. Sınavı kazandım. 2015'te yurt dışı seminerine katıldım. Ama annemi ikna etmem gerekiyordu yine.

    Annem 2005 yılında dayımla hacca gitmişti. Döndükten sonra hep 'bir defa da umreye gideyim' deyip dururdu. Ben de hem onun bu isteğini yerine getirmek hem de yurt dışına çıkmak için 'yurtdışına gidersem ilk işim seni umreye göndermek' dedim. Annem bu şartla razı oldu benim yurt dışı görevime.

    Bayram bitince kızım Büşra'nın üniversite mezuniyet töreni için Ankara'ya geçtik. Günlerden cuma idi. O gün törene katılıp diplomayı alacaktık. Ertesi gün de İstanbul'a gidip bir kaç ziyaret yaptıktan sonra tekrar Komotini'ye dönecektik.

    Ankara'da ilk durağımız Büşra'nın sınıf arkadaşı Hacerler oldu. Bir plan yaptık. İlk önce diploma töreninin yapılacağı yere gittik. Üniversitenin Çubuk yerleşkesinde bir meydanı hazırlamışlardı tören için. Bir stant kurulmuştu. Üç tarafa da sandalyeler koymuşlardı. Erken gitmiştik. Biraz bekledik. Sonra protokol geldi. Konuşmalar yapıldı. Siyasiler kendilerini anlattılar. Sonra da sırayla diplomalar verildi mezunlara. Vakit ikindi sonrası idi.

    Diplomaları almanın sevinci ile Hacerlerin evine tekrar geldik. Ev, Dışkapı'da beşinci katta idi. Balkondan Ankara'ya kuş bakışı bakabiliyorduk. Akşam yemeğinden sonra namazımızı kıldık. Çay içmek için balkona çıktık. Ali Bey çok dikkatli ve nezaketli bir insandı. İşini yarım bırakmaktan, savsaklamaktan hiç hoşlanmıyordu. Bunu konuşmalarından, hatıralarından anlıyorduk. Ankara'da gezilecek, görülecek yerleri tüm özellikleriyle tam adres biliyordu. Bu yüzden kendilerine ziyarete gelen misafirlerine çok rahat rehberlik yapabiliyordu. Bu gezilerden bazı notlar anlatıyordu. Bunları anlatırken özellikle on beş yaşındaki oğlumun dikkatini çekmeye çalışıyordu.

    Eline haritayı al veya telefondan sisteme bak. Önce sen bir gez. Neler var neler yok gör. Notlar al. Hem genel kültürün artar hem de açılırsın. Gelen olursa hiç düşünmeden gezdirirsin.

    Bu arada havadan gelen şiddetli bir ses ile irkildik. Bir jet gayet alçaktan uçuş yapıyordu. Ali Bey hemen tepki verdi:

    Bu normal değil. Jetler bu vakitte uçmaz. Hem de koca şehirde bu kadar alçaktan hiç uçmaz.

    Az sonra ikinci bir jet daha göründü. Evde sekiz on kişi vardık. Herkeste bir telaş oldu. İçeridekiler de balkona geldi. Ali Bey:

    Televizyonu açın bakalım, bir şey var mı?

    Hep beraber televizyona baktık. Bir gariplik vardı. Devlet televizyonunda konuşan bir spiker vardı. Diğer kanallar da yayınlarına devam ediyordu. Ama anlaşılmaz bir durum vardı.

    Hacer, elinde telefon babasına yaklaştı.

    Baba bir gariplik var. Darbe gibi bir şeyler oluyor sanki…

    Ali Bey, telefona kısa bir göz attı.

    Neler oluyor sen anladın mı?

    Hacer:

    Darbeden bahsediyorlar. Ama kim ne yapıyor henüz bilgi yok. Boğaz köprüsünde bir hareketlilik var.

    Ali Bey:

    Allahım sen bizi ülkemizi kötülerin şerrinden koru.

    Kalkışma diyor başbakan.

    Ne demek kalkışma?

    Ne bileyim.

    Bu iyi bir şey değil. Darbeyi kim yaparsa yapsın hem ülke için hem bizim için kötü olur.

    Jetler korku salmaya devam ediyordu. Ben tekrar balkona geçtim. Ali Bey de geldi. O sırada şehrin üstünde bir helikopter belirdi. Helikopterden açılan ateş çok net görünüyordu.

    Ali Bey:

    Çok kötü şeyler oluyor, bir kaç yıldan beri devam eden sıkıntılar patladı sanırım.

    Ben o andan itibaren zihnimde gitme planları yapmaya başladım.

    Biz İstanbul'a gidemeyiz, yarın sabah erkenden Çanakkale üzerinden gidelim. dedim.

    Ali Bey:

    Haklısın, İstanbul yolu kapalı zaten.

    Jetlerden biri yine alçak uçuş yaparak, ses patlaması yaptı. Kızlar ciddi şekilde korktular. En küçük kız Serra ağlamaya başladı. Ben de önce bomba atıldı zannettim. İlk defa ses bombası olayı yaşıyordum. O an aklıma Halep geldi. Anlamsız bir savaşın ortasında bir kaç gün içinde yerle bir olan Halep. Acaba sıra buraya mı gelmişti?

    Bu düşünce mekân duygumu alt üst etmeye yetti. Ali Bey’in mesleğinden dolayı tecrübesi vardı bu konularda. Bu yüzden sükunetini bozmadı. Bir saat sonra televizyondan cumhurbaşkanı insanlara sokağa çıkma çağrısı yaptı. Görüntü çok ilginçti. Karanlık bir yerde bir bodrumdaymış gibi bir çekim yapmışlardı.

    Biz silahsız, mermisiz erlerin ve askeri öğrencilerin de sokağa tatbikat diye gönderildiğini sonradan öğrendik. Bu arada kim olduğu bilinmeyen bazı eli silahlı veya bıçaklı kişiler de sokakta yerlerini almışlar meğerse. Sokağa gönderilen ve hiç bir şeyden habersiz askerler, o bilinmeyen karanlık kişiler tarafından linç edilmiş, katledilmişti.

    Ama sanırım bazı şeylerden haberdar olan ve gelecek emirler için hazır bekleyen insanlar, sokaklara çağrıyı duyunca, her yerden arabalarla şehir meydanlarına akın ettiler. Darbeye karşı direniş göstereceklerine inanıyorlardı belki de. Ama daha gerçekçi olursak birileri halkı; tanklara, askerlere karşı sokaklara indirip darbeyi önlemişler gibi yapıp sonra da kahraman ilan etmek için plan hazırlanmışlardı sanki.

    Şehirde hiç bir şeyden habersiz tank süren askerler, kalabalıklar tarafında tartaklanmış, linç edilmişti o hengamede. Plan iyi işliyordu. Askerler, insanlara hiç bir şey yapmamışlardı. Çünkü zaten onların darbe yapmak, insanlara zarar vermek gibi bir düşünceleri yoktu.

    Gece yarısı her taraftan korna sesleri gelmeye devam ediyordu. Biz balkonda endişe ile Ankara’yı izliyorduk. Haberlerden Ankara emniyet binasına ateş açıldığını ve meclis binasının bombalandığını öğrendik. İlerleyen saatlerde halkın, darbeyi püskürttüğüne dair haberlere geçildi.

    Genelkurmay başkanı ve diğer kuvvet komutanlarından ses yoktu. Çok kısa süren bu darbe senaryosunda iktidar kanadından kimseye bir zarar gelmemişti. Darbenin çok acemice bir kalkışma olarak lanse edilmeye çalışılması da bundandı belki de.

    Saat gece yarısını geçtiğinde ev sahibi Ali Bey kendi odasına çekildi. Ben balkondan ayrılamıyordum. Yatsam da gözüme uyku girmezdi zaten. Biraz sonra minarelerden sala okunmaya başladı. O an daha bir korktum. ‘Artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacak’ diye düşündüm. Sanki bir şeyler gümbür gümbür yıkılıyordu. Bir set vardı, bir şeylerin önünde engeldi. Ülke bu setle korunuyordu. Ama set daha fazla dayanamamış ve yıkılmıştı. Bu set belki de yüzyıllardır bu topraklardaki toplumları ayakta tutan, birbirine bağlayan; saygı, ahlak ve inanç seti idi. Zülkarneyn seddi gibi sağlam olan bu set sonunda yıkılmıştı. Sala da bu topraklardaki saygının, ahlakın ölümü üzerine okunmuştu aslında.

    Ayakta tek ben kalmıştım. Sabah için planlar yapmaya başladım. Sabah namazını kılıp yola çıkmamız gerekiyordu. En azından Ankara'dan çıkmalıydık. Yol açık olursa istikamet Çanakkale olacaktı.

    Sabah namazı vakti girince ben hemen namazı kıldım. Ama hayatımda ilk defa böyle bir namaz kılıyordum. Kalbim yerinden fırlayacak gibiydi. Çok kötü şeylerin kapılara dayandığını hissediyorum. Bir an önce ülke sınırlarının dışına çıkmalıydık. Eşim, kızım ve oğlum da kalktılar. Çantaları aldık. Ali Beylere seslenmedik. Uyuyor olabilirler diye düşündük. Sessizce açtık kapıyı ve süzüldük asansöre. Arabanın deposunu ilk istasyonda doldurdum. Yolların kapanmış olması ihtimalinden korkuyordum.

    Şehirden çıkmıştık ki Ali Bey aradı. Özür diledim. O da anlamıştı zaten durumu. Görüşme ümidi ile kapattık telefonu. Yollarda bir sorun olmaması içimizi rahatlatmıştı. O gün Ankara'ya gidiş yönlerinde ciddi kontrol ve tıkanmaların olduğunu sonradan öğrendik.

    Yolda çok durmadık. Hemen sınıra varmak istiyorduk. Filmlerde olduğu gibi müthiş bir deprem olmuştu da arkadan her tarafı yıkarak bize doğru ilerliyor gibiydi. Hissediyordum.

    Nihayet Çanakkale sınırlarına idik. Vakit ikindi idi. Yolumuz, boğazdan karşıya geçmek için araba vapurlarının yanaştığı liman yolu ile birleşti. Uzunca bir kuyruk vardı. İstanbul yolu kapanınca büyük araçların bir kısmı buraya yönelmişti. Üç saat bekledikten sonra sıra bize geldi. Vapuruna sürdüm arabayı yavaşça. Arabadan indik. Yukarı kata çıktık. Hava serindi ama üşümüyorduk. Çanakkale Boğazını izlemeye başladık.

    Bilal ve Büşra alt kata indiler. Sıcak bir şeyler alıp geldiler. Çok iyi geldi bu bana. Eşim bana göre daha sakin durabiliyordu. Benim aklım şimdiden gümrük kapısında idi. Akşam üzeri oraya vardığımıza aksilik çıkarsa diye düşünmekten kendimi alamıyordum.

    Bilal bir kaç kare fotoğraf çekti. Normal zamanda olsa bu boğaz hakkında bir sürü konu düşünebilirdik. Belki oturduğum yerden bir şiir de yazardım. Ama şimdi durum farklı idi. Ben bir an önce ülke sınırlarını terk etmek zorunda idim. Yıkılan seddin altında kalacakmışım gibi bir his hep içimde beni ikaz ediyordu. 15 Temmuz akşamı yaşanan olayın ciddi bir komplo olduğunu adım gibi biliyordum.

    Bu günlerin geleceğini 2013'te bir arkadaşıma söylemiştim. Devranın Hizmet Hareketi aleyhine döndüğü günlerdi. O zamanlar üst akıl veya yöneticiler gibi laflar dolaşıyordu. Kurumlara el konurken, Hizmet Hareketi düşman ilan edilirken alttaki insanların masum olduğunu söyleyenler vardı. Ve bu söylemleri halkın arasındaki siyasiler de çok iyi anlatıyorlardı. Ama ben buna ilk anda tepki vermiştim. Öğretmen olan arkadaşım bana Sizinle ilgili bir şey yok, bu işler ülkeyi hatta sizi satanlarla ilgili… dediğinde ben ona Yanılıyorsun, bu işin altı üstü olmaz, bana kadar gelecek bu ama sen muhtemelen o zaman da anlamayacaksın. demiştim.

    Vapur Avrupa yakasında demir aldığında biz de hemen arabaya bindik. Bu sefer yavaşça karaya çıktık. İlk defa geçiyorduk bu topraklardan.

    Keşan'dan geçtikten sonra akşam üzeri sınır kapısına vardık. Orada da biraz yoğunluk vardı. Bir saat kadar bekledikten sonra sıra bize geldi. Kapıda görevliler değişmişti. Sivil memurlar gitmiş, polisler gelmişti. Pasaportları uzattım. Polis bana baktı. Ben endişemi gizleyemiyordum. Ne kadar rahat görünsem de ismimin bir şekilde buraya ulaştırılmış olabileceği düşüncesi beni endişelendiriyordu. Polis arabayı ön tarafa park etmemi istedi. Korktuğum başıma gelmişti. Arabayı az ilerideki boşluğa park ettim. Başka bir polis beni arka taraftaki güvenlik binasına götürdü. Ben oturdum. Onlar pasaportlara baktılar bir süre. Aralarında konuşmalar oldu. Ben sakin

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1