Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Rüya Gibi Geçti Ömür (Harun Tokak Külliyatı -6)
Rüya Gibi Geçti Ömür (Harun Tokak Külliyatı -6)
Rüya Gibi Geçti Ömür (Harun Tokak Külliyatı -6)
Ebook202 pages1 hour

Rüya Gibi Geçti Ömür (Harun Tokak Külliyatı -6)

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Rüya Gibi Geçti Ömür (Harun Tokak Külliyatı -6)
İÇİNDEKİLER
Rüya Gibi Geçti Ömür
Harun Tokak Külliyatı -6
Ön Bilgi
1- SAHİBİNİ ARAYAN ANAHTAR
2- UYANIP ANNEMİN YÜZÜNÜ SEVDİĞİMDE BAŞLADI HAYAT
3- KARLI DAĞDA SÖNEN IŞIK
4- BİR RÜYA GİBİ GEÇTİ ÖMÜR
5- GÜLLERİN EFENDİSİ ÇANAKKALE'DE
6- BEKİR ÇAVUŞ
7- SÜLEYMANİYE'DE BİR BAYRAM SABAHI
8- ONLAR DA İNSANDI
9- KAVŞAKTAKİ ATEŞ
10- SANA SECDE ETMEK İSTİYORUM ALLAH’IM!
11- SON TREN
12- SAÇLARIMI YİNE YIKAR MISIN ANNECİĞİM!
13-İNCİR AĞACI
14-ACININ TARİHİ
15-KOMİSER YAKUP
16- GÜN OLUR EVLATLAR DA DÖNER
17- BENİ DE ÖPEBİLİRSİN
18- BAHAR PINARLARI
19- SANA SEVDİĞİMİ SÖYLEYEMEDİM
20- SON SULTAN
21- SANA BİR EMANETİM VAR OĞUL!
22- TOKATLI HÜSEYİN’İN HEDİYE’Sİ
23- ÇOBAN ÇANTASI...
24- POTAMKİN MERDİVENLERİ
25- MAVİ GÖZLÜ KIZ
26- YEDİ ÇINARLI ŞEHİR...
27- MABEDİN MÜDAVİMLERİ
YAZARI ve KİTAPLARI HAKKINDA

LanguageTürkçe
PublisherRoh Nordic AB
Release dateJan 21, 2023
ISBN9798215793213
Rüya Gibi Geçti Ömür (Harun Tokak Külliyatı -6)
Author

Harun Tokak

1955 yılında, Uşak’ın Kırka Köyünde doğdu. İlk öğrenimini bu köyde tamamladı. İmam-Hatip Lisesini Uşak’ta okudu. 1979 da İzmir Yüksek İslam Enstitüsü’nden mezun oldu.Anadolu’nun değişik şehirlerinde öğretmenlik yaptı. Bu yıllarda mahalli gazetelerde köşe yazıları yazdı, televizyonlarda programlar yaptı. Yerel gazete ve televizyonların kurulmasına öncülük etti. Başta eğitim olmak üzere değişik alanlarda faaliyet gösteren pek çok sivil toplum kuruluşlarında inisiyatifler aldı. MEB’de eğitim uzmanlığı ve başbakanlıkta müşavirlik yaptı.1997-2008 yılları arasında Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkanlığını yürüttü. Aydınların bilgi ve birikimlerini paylaştığı Abant Toplantılarına öncülük etti. Ünlü Kırgız yazar Cengiz Aytmatov, İlber Ortaylı, Azeri yazar Anar gibi Avrasya’nın ileri gelen yazar ve aydınları ile Diyalog Avrasya Platformu’nu kurdu.Uzun süredir ülkesine yasaklı olan Tokak, insanlara faydalı olma hedefiyle yazılar kaleme alıyor, Youtube üzerinden programlar yapıyor.

Read more from Harun Tokak

Related to Rüya Gibi Geçti Ömür (Harun Tokak Külliyatı -6)

Related ebooks

Reviews for Rüya Gibi Geçti Ömür (Harun Tokak Külliyatı -6)

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Rüya Gibi Geçti Ömür (Harun Tokak Külliyatı -6) - Harun Tokak

    1- SAHİBİNİ ARAYAN ANAHTAR

    Antalya'da görev yaptığım yıllarda memleketim Uşak'a gitmek için Dinar-Çivril hattını kullanırdım.

    Göz alabildiğine uzayan Çivril Ovası'nın gökyüzüne bakan güzel gözü Işıklı Göl'den geçişlerim çoğunlukla nilüfer mevsimine denk gelirdi. Seyri doyumsuz olan pırıl pırıl nilüferler nazlı nazlı salınırlardı. Hele gün batımında; güneşin yangın kızılında, yeşilin parlayışında, lacivert suların yanışında rengârenk olan eşyanın üzerine kızıl bir şal örtülür ve göl orkestrası bu sefer bizim için hüzünlü bir melodi çalardı.

    Uzun yıllar olmuştu bu büyülü göle uğramayalı.

    Bu yaz yolum yine o efsanevi göle düştü.

    Kuşluk güneşinin aydınlığındaki gölün lacivert sularının, yeni doğmuş bir bebek yüzü gibi tebessüm eden beyaz-pembe nilüferlerin ve yemyeşil yapraklarının oluşturdukları muhteşem manzaranın kıyısında, Kırgızistan Bozkırlarında koşturan iki kınalı küheylanımız Elif'le Hüseyin'in nikâh törenleri vardı.

    Ömürlerinin baharında ideallerinin ufkuna koşan genç öğretmenlerin nikâh merasimi Ahmet Özel Öğrenci Yurdunun mütevazı salonunda yapıldı.

    Ak alnı, ak duvağı ile beyaz bir nilüfer çiçeğini andıran güzel gelin hem etrafına mutluluk saçarak, hem de ananın en kıymetli hediyesi ayrılık gözyaşlarını yüreğinin yangınlarına dökerek gitti.

    Beyaz yaşmağının omuzuna sarkan ucuyla zavallı ana, sık sık gözlerini sildi durdu.

    Son ana kadar metanetini korumaya çalışan baba ise; kalabalığın içinde beyaz bir kuğu gibi duran kızının gelip de kendisine sarıldığında; Babacığım! Allaha ısmarladık, ne olur hakkını helal et sözleri karşısında daha fazla dayanamadı ve bahane arayan bulutlar gibi bıraktı kendini.

    Ömürlerinin baharında ideallerinin ufkuna yürüyen genç çifti yine Tanrı Dağlarının eteklerindeki koşmalarına uğurladıktan sonra fedakâr dostların samimi arzuları bizi bahçedeki kamelyanın koyu gölgesine çekti.

    Yüreklerinden başkaları için yaşıyor olmanın mutluluğu taşan Çivril’in çilekeş insanlarıyla konuşurken;

    Burada, sahibini arayan bir anahtar hikâyesi vardı. O hikâyenin kahramanı olan zât yaşıyor mu hâlâ dedim.

    Yaşıyor, az önce burada nikâhtaydı. Belki daha buralardadır dediler.

    Birisi işte Hacı Ahmet gidiyor dedi.

    Yaşlı bir adam eski bir bisiklete binmiş, sarı sıcağın altında pedal çeviriyordu.

    Ardından seslendiler.

    Bir ayağını yere koyarak, durdu. Geri döndü, baktı. Kalabalığı gördü. Bisikletini bırakarak yanımıza geldi.

    Hepimiz ayağa kalkarak karşıladık onu.

    Sırtındaki elbise eski-püsküydü. Başında soluk bir örme fesi vardı. İyice solmuş olduğu için gerçek rengini kestirmek bir hayli zordu. Nurani yüzüne yüzlerce çizgi yerleşmişti.

    Yanımdan yer açtılar.

    Oturdu.

    Hacı Ahmet Ağabey şu anahtar hikâyesini bir de senden dinleyelim. dedim.

    Derin bir oh çekti. Anlatmak istemeyen bir hali vardı. Başını düşünceli bir kumru gibi önüne eğdi. Yaptıklarını ve yaşadıklarını anlatmaktan hoşlanmayan bir soyluluk vardı yüzünde.

    Az sonra derin bir uykudan uyanıyormuş gibi başını kaldırdı ve başladı anlatmaya;

    "Burada yurt ve okul hizmetlerini aynı adı taşımakla gurur duyduğum merhum Hacı Ahmet Özel başlattı. 1980'li yıllarda köylerden kasabalardan gelen öğrencilerin barınması için sıcak bir yuva yoktu. O günlerde Hacı Ahmet Özel, Turgutlu eşrafından Mustafa Türk’den Bornova'da bir ev satın almış.

    Bu vesile ile dost olmuşlar. Bir sohbet sırasında Hacı Ahmet Özel, Çivril'e bir cami yaptıracağını söylemiş.

    Mustafa Türk, ona İzmir’in Bozyaka semtindeki bir öğrenci yurdunu ve öğrencilerin barındığı birkaç talebe evini gösterdikten sonra;

    Caminin altını mutlaka öğrenci yurdu yap! demiş.

    Bu güzel düşünce Hacı Ahmet Özel'in aklına yatmış olmalı ki Çivril’e gelince hemen kolları sıvadı.

    Evlerimiz yan yanaydı.

    Ara sıra beni de yurt inşaatına davet ederdi. Ama benim o zamanlar talebeyle, yurtla falan hiç ilgim yoktu.

    1980 kışıydı. Bir gün beni sokakta gördü.

    Balyoz lazım. dedi.

    Bizde var. dedim. Verdim, aldı götürdü.

    Aradan birkaç gün geçmişti.

    Soğuk bir Mart günüydü. Poyraz çelik gibi her bir şeyi kesiyordu.

    İkindi namazı sonrası cemaat birer ikişer dağılıyordu.

    Hemen her namazda camiden en son o çıkardı. Avluda onun çıkmasını bekledim.

    Az sonra kapıda göründü. Ağır adımlarla yanıma geldi;

    Hacı Ağabey balyozun işi bitti mi, lazım oldu da… dedim.

    Mütevazı bir insandı,

    Yurtta, gidip getireyim dedi.

    Olmaz dedim. Bu soğukta seni oralara kadar göndermeye gönlüm razı olmaz.

    Eh böylesi daha münasip galiba, al öyleyse şu anahtarı, hem balyozu al, hem de muslukların birini azıcık açıver de sular donmasın. dedi. Gittim.

    Cami hemen hemen ibadete hazır haldeydi. Her bir eşyası yerli yerinde olan yurt da şefkatli bir ana gibi evlatlarını bağrına basmaya hazırdı. Her ne hikmetse balyozu bulamadım. Muslukların birini biraz açarak, geri döndüm.

    Akşam ve yatsı namazlarına ben mi gidemedim, o mu gelmedi hatırlamıyorum. Ne de olsa aradan otuz yıl geçti; serde yaşlılık da var.

    Sabah namazında da yine buluşamadık.

    Kuşluk güneşinin taze ışıkları ovayı-obayı ısıtmaya başlarken Hacı Ahmet Özel'in kapısını çaldım.

    Kapıya hanımı çıktı.

    Hacı Anne! Anahtarı buraya bırakıyorum, Hacı Ağabey'e veriver dedim.

    Ahmet Efendi gir içeri evladım da kendin ver! dedi.

    Girmeyeceğim! Çarşıya gidiyorum, işim acele! dedim.

    Biraz sert bir şekilde;

    Gir de kendin ver diyorum sana! dedi.

    O melek gibi mülayim kadının bu tavrına hiçbir mana veremedim, şaşırmıştım.

    Onun bu kararlı tavrı beni yukarı çekti. Merdivenlerden çıktım.

    Anahtarı verip hemen ayrılmaktı muradım.

    Az önce azarlar gibi konuşan hacı anne holde karşıladı beni. Hüzünlü bir hali vardı.

    Annesinden azar yemiş duygulu bir çocuk gibi, Neden bana böyle davrandın? dercesine yüzüne baktım.

    O an, beyaz örtünün içinde nur yüzlü bir melek gibi duran kadının yanaklarından sızan yaşları fark etti gözlerim. Kalbim kötü bir şeyler olduğunu hissetti. Her halde Hacı Ağabey rahatsızlandı, diye düşündüm.

    İşte şu odada! dedi.

    Kapıyı açtım. Bir de ne göreyim? Benim o nur yüzlü, hayırsever insan Hacı Ağabeyimin üzerine boylu boyunca kar gibi beyaz bir bez örtülü.

    Meğer az önce son nefesini vermiş, evin ortasına uzatıvermişler.

    Aklım beynimden gitti.

    Başına oturup ağlamaya başladım.

    Odada ağır bir sükût vardı. Benim hıçkırıklarımdan başka bir ses duyulmuyordu.

    Hacı Ağabey! Anahtarı getirdim. dedim, ses vermedi.

    Anahtar bir kutsal emanet gibi elimde kalakaldı. O güne kadar talebeyle yurtla hiçbir ilgisi olmayan ben şaşırıp kalmıştım.

    Kararsız ve çaresizdim. Bir ara anahtarı başucuna bırakıp gideyim, diye düşündümse de bu kararımdan vazgeçtim. Daha dün birlikte ikindi namazı kıldığım kapı komşumun apansız aramızdan ayrılışı beynimde şimşek etkisi yapmıştı.

    Hayatta en gerçek şeyin ölüm olduğunu o gün fark ettim. Hacı Ağabeyin ani ölümü hayatımın akışını değiştirdi. Anladım ki o anahtar bir emanetti. Emanet yerde kalmamalı, taşınmalıydı. Emaneti ölüler değil, diriler taşırdı.

    O gün İş başa düştü! dedim ve kolları sıvadım.

    Önce, cami ve yurdun eksiklerini tamamlayarak hizmete açtık.

    Ama Çivril için bir yurt yeterli değildi.

    Her yıl köylerden kasabalardan okumak için gelen öğrencilerin sıcak yuva bulması için elimizden geleni yapıyorduk. Fedakâr insanlarla birlikte Allah çok güzel hizmetler yaptırdı. Allah neler lütfetti. Yurtlar arka arkaya geldi. Bu gün Çivril nüfus oranına göre Türkiye'nin en çok öğrenci barındıran ilçesi durumunda.

    Bu içinde bulunduğumuz yurt inşaatı yeni bitmişti. Denizli'ye Fethullah Gülen Hoca Efendi’nin geldiğini duydum.

    Ben de gittim.

    Hoca efendiye;

    Hocam, yeni bir yurt yaptık adını, Hacı Ahmet Özel koymak istiyoruz. dedim.

    Şu bizim belediye başkanı olan Servet Özel Bey'in babası Hacı Ahmet mi? dedi.

    Evet! dedim.

    Çok iyi olur! dedi.

    Bir gün şu az ilerdeki Kıralan Kasabası’ndan biri geldi.

    ‘Rüyamda Hacı Ahmet Ağabey'i gördüm. Bir elinde bir öğrenci, diğer elinde bir öğrenci bir ayağına bir öğrenci tutunmuş, diğer ayağına da bir öğrenci sonsuz ufuklarda uçup gidiyordu.’ dedi.

    Bir gün bu yurttan bir öğrenci, Hacı Ağabeyin yaptırdığı caminin altındaki yurda öğretmenlerinden birini görmeye gitmiş.

    Her yer karanlık. Yurtta ışıklar yanmıyormuş. Kapıyı çalmış. Bir nur denizine açılan kapıda nur yüzüyle Hacı Ahmet Ağabey görünmüş. Öğrenci şaşırmış bir halde; ‘Adem Hocamızı soracaktım!’ demiş.

    Hacı Ahmet yine her zaman ki o mütebessim haliyle; ‘Âdem Öğretmen yok evladım!’ demiş.

    O öğrencinin bugün burada düğünü vardı.

    Her bir zaferden sonra konulan çiziklerden dolayı yüzünde yüzlerce kırışıklıklar oluşmuş muzaffer bir kumandan gibi konuşan bu nurani insan; İşte böyle… Hacı Ahmet Ağabeyimiz hep buralarda dolaşıp duruyor. Diyerek tamamladı sözlerini.

    Haziran güneşinin altında sükûttan bir kale kesilen kamelyanın peykelerinde oturan kalabalık, harp meydanlarında büyük işler başarmış bir yiğidi dinler gibi dinliyorlardı.

    Bu soylu ve bilge insan bazen gözyaşlarını tutamıyor, hıçkırıklara boğuluyordu.

    Hepimiz, haziran güneşinin altındaki kamelyada duygu yağmurlarında sırılsıklamdık.

    Pek çoklarının, Çivril’in bu günlere gelişini hazırlayan, yeni dirilişin fecir süvarilerinin hikâyesini ilk defa duydukları gözlerindeki manalı bakışlardan anlaşılıyordu.

    O anahtar nerede şimdi? dedim. Elini kuşağına attı. Cebinden gümüş renkli küçük bir anahtar çıkardı. Avucunda tutarak; İşte! Bu anahtar dedi.

    O an bu yaşlı adam, cennetin anahtarını avucunda tutuyor gibi bir his gelip oturdu içime.

    O gün o büyülü gölün kıyısında nikâhları kıyılan çiftler mi daha mutluydu yoksa yıllar önce onları barındıracak sıcak yuvalar hazırlayan Hacı Ahmetler mi daha mutluydu? Karar veremedim.

    Çivril Ovası sarı sıcaklarda ıldır ıldır yanıyor, büyülü gölün üzerinde buğu buğu parıltılar yükseliyordu.

    Bu şirin ilçenin sıcak dostlarına veda vakti geldiğinde Işıklı Göl’de yine gün batımıydı.

    Ovaya, obaya, göle kızıl bir şal örtülüyor; göl orkestrası hüzzam bestelere hazırlanıyordu.

    Gölün lacivert sularının üzerinde yeni doğmuş bir bebek yüzü gibi tebessüm eden beyaz, pembe nilüfer çiçekleri, dağlardaki kır çiçekleri, yangın kızılına boyanmış kanatlarıyla kızıl ufuklara koşan su kuşları büyülü göl orkestrasını dinlemeye hazırlanıyordu.

    Tanrı Dağlarında asılı duran sevdalarına koşan çiçeği burnunda genç çiftlerin ve onları bu mutluluklara hazırlayan Hacı Ahmetlerin gölgeleri, akşamın melali çökmüş göle yansıdı.

    Belli ki onlar da bu ölümsüz besteyi dinlemek için oradaydı.

    2- UYANIP ANNEMİN YÜZÜNÜ SEVDİĞİMDE BAŞLADI HAYAT

    Bingöl…

    Ömründe deniz nedir bilmeyen çoban yaylalarında akşam oluyor.

    Kaldığım misafirhanenin penceresinden akşamın melali çökmüş bereketli ovayı, gurubun kızılına bürünmüş karşı karlı dağları seyrediyorum. Az ilerdeki boş toprak alanda çocuklar top koşturuyor.

    Bazılarının dizleri yamalı; üstü başka, altı başka eşofman gibi, pijama gibi elbiselerle koşturuyorlar.

    Bir grup çocuk, şamatalarıyla, neşeleriyle akşama hazırlanan sokağı velveleye veriyor. Daha ötede bir çocuk, kıyıda bir taşın üzerinde oturuyor.

    Bir kadın, toprak zeminden anayola doğru elinde bir naylon poşetle yürüyor.

    Benim ise gündüz Hulusi Bey Lisesi’nde karşılaştığım Hazal ve Ceylan kardeşlerle yaşadıklarımdan yüreğim yorgun.

    Tonlarca yüküyle üzerimden tır geçmiş gibi, kıpırdayacak halim yok.

    Anayoldan arabalar geçiyor; Doğu'dan Batı'ya, Batı'dan Doğu'ya...

    Karşı evin camından siyah elbiseli, başı beyaz tülbentli bir kadın yarı beline kadar sarkarak oğluna sesleniyor:

    Umut! Oğlum akşam oluyor, haydi gel artık.

    Az sonra geliyorum anne!

    Evladını hazır sofraya çağıran o ana ve evladı için ne kadar da sıradan, kanıksanmış bir mutluluktu yaşanan.

    Oysa Bingöl Hulusi Bey Koleji'nde gördüğüm o iki öksüz kızımız için bir daha elde edemeyecekleri, hayatlarından ebediyen kaybolmuş bir andır o.

    Bir daha hiçbir akşam "Anne

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1