Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Haçlılar Çanakkale'de
Haçlılar Çanakkale'de
Haçlılar Çanakkale'de
Ebook612 pages7 hours

Haçlılar Çanakkale'de

Rating: 2 out of 5 stars

2/5

()

Read preview

About this ebook

 Hazreti Ömer’in Kudüs’e girişi, huzurun kalıcı olması anlamına geliyordu. İslam’ın hâkimiyeti Filistin’de farklı inançların bir arada yaşayabileceği bir çağın başlangıcı oldu. Filistin tarihindeki en büyük dönüş noktası 637 yılında bu bölgenin İslam ordusu tarafından kan akmadan fethedilmesiydi.


 Asırlardır savaşlara sürgünlere, yağma ve katliamlara sahne olan, farklı inançlar arasındaki sık el değiştirmelere ve yağmalara sahne olan bu şehirde artık savaşın yerini barış ve huzur alıyordu. İslam’ın hâkimiyeti Filistin de farklı inançların barış içinde bir arada yaşayabileceği bir çağın başlangıcı olmuştur.


 Hazreti Ömer’in Kudüs’e girişinin ardından yaşanacak olan bu güzel dönemin habercisiydi. Fakat bu durum, Haçlı Seferlerinin başlangıç tarihine kadar anacak devam edebilmiştir.


 Haçlı Savaşlarıyla birlikte artık, İslam aydınlık güneşi sönmeye başlayacak ve İslam dini gerilemeye başlayacaktı. Kısacası Hazreti Ömer zamanında Hz. Muhammed ve Kur-an Ahlakıyla birlikte Kudüs’e tam bir medeniyet gelmişti. Bu öyle bir güzel durumdu ki, Filistin’de Müslümanların, Yahudilerin, Hıristiyanların asırlar boyu barış içinde yaşamalarını sağlanmıştır.


 Ne enteresandır ki, Müslümanlar bu kadar gelişme göstermelerine rağmen kimseyi zorla İslamlaştırmaya çalışmamışlardır. Ancak İslam’ı hak din olarak gören, beğenen bazı Yahudi ve Hıristiyanlar kendi rızalarıyla İslam’ı seçmişlerdir.


 Filistin`deki barış ve huzur Müslümanlar bölgeye hâkim olduğu surece devam etmiştir. Bu da gösteriyor ki, Kur-an Ahlakına uygun yaşandığında, dünyada adaletin ve hoşgörünün Müslümanlıkla birlikte sağlanabileceğine dair güzel bir işaret olmuştur.


 Daha önce yüzyıllarca yağmalara sahne olan Kudüs şehrinde Müslümanlıkla birlikte barış hâkim olmuştur. Onuncu yüz yılda Arapların uygarlığı gelişse de, siyasi açıdan sağlıksız gelişmeler, gerileme dönemine kadar düşmüştür.


 Görüldüğü gibi, dört halife zamanında hurma dalları üzerine yatan, ellerindekini “İnfak edip, Zekâta veren” Halifelerin yerini, artık nefsine düşkün yeni nesil kibirli, bencil Halifeler almıştır. Bu halifelerin egoları ve kibirleri hudutsuzdu. Dut gibi sarhoş bir halde, yattığı yerden hiç kalkmayan, saraydan dışarıya hiç adımını atmayan, ülkeyi keyfi olarak yöneten sultanlara dönüşmüşlerdi.


 Sultanların bu hali, Arap topraklarının zahmetsizce Batı tarafından yağmalanmasına vesile olacaktı.


 Bu tarihlerde Şam’da Arap bir yazar olan Usame, bu halifeler hakkında çok şey yazacaktır. Yazar Usame, o halifelerdeki o yeni yaşam tarzını gördükçe gözleri fal taşı gibi açılmıştır. Bu Arap yazar, bir şekilde yazacaklarına ilaveler ekler ve bu halifeleri şöyle anlatır;


 Artık bu sultanların amaçları, eskilerin yaptığı gibi idarelerindeki bir şehri veya ülkeyi denetimi altına almak için yapılan bir savaş hiç değildi. İktidardaki Halifelerin amacı, sadece umutsuz bir tahtta kalma mücadelesine dönüşmüştü.


 Halifelerdeki İslam’a uymayan bu yaşantıları, elbette ki, cezasız kalmayacaktı. Nasıl davranılmasını bilmeyen yönetici kişiler elbette başkalarını yönetemezdi.


 İslam’ın hakkını veremeyen bu keyfi ve sarhoş yönetimin acısı, şımarmış olan Müslüman Arap âleminden fena çıkacaktı. Bilir misiniz? Allah ululanmayı hiç sevmez! Şımarmayacaksınız… Allah da böylece, Haçlı Savaşlarını Müslümanların başına imtihan sebebi ve bir ceza olarak vermiş oldu…

LanguageTürkçe
Release dateAug 1, 2022
ISBN9786257287029
Haçlılar Çanakkale'de

Read more from Halit Fuat Beşik

Related to Haçlılar Çanakkale'de

Related ebooks

Related articles

Related categories

Reviews for Haçlılar Çanakkale'de

Rating: 2 out of 5 stars
2/5

1 rating0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Haçlılar Çanakkale'de - Halit Fuat Beşik

    HAÇLILAR

    Evet, durum o hale gelmişti ki, bir taraftan binlerce şövalye ve Frenk piyadeler başlarını ve burunlarını örten miğferler takmışlar, gürzlerini hazırlamışlar, kılıçlarını bil eylemişler ve keskin baltalarla hazır vaziyette bekleyip duruyorlardı.

    Allah elbette kötülerin cezasını verecekti. İşte olan oldu! Lanet olasıca cehennem kaçkınları, Haçlı Savaşlarıyla talan edeceklerdi Ortadoğu’yu.

    Vahşi yabancılar, cesetlerin başlarında acımasız itler gibi ganimetlerin aslan payını almak için dövüşüyorlardı şimdi. Buraya gelen diğer yabancı savaşçılar da, ganimet payını alıp bir an önce savuşmak istiyorlardı. Öyle ki, altına, kana ve fethe susamışlardı bu Frenk savaşçılar. Kısa sürede bu savaşçıların çoğu bu çevrede, iğrenç bir adam olarak görülmeye başlamışlardı.

    Haçlılar, kaderin uygar insanlara verebileceği en iğrenç rollerden birini oynamak üzere sahnenin önünde belirmişlerdir artık. O savaşçı Frenkler öyle vahşi idiler ki, öfkelenince daha da, vahşileşiyorlardı...

    Artık Müslümanların uğradıkları bu bozgunlar, Halife Sultanların itibarını çok düşürecekti. Pek imrenilecek bir kaderleri yoktur artık, Peygamber Ümmeti halifelerin ve sultanların…

    Bağdat’a olduğu gibi, yıkım ve katliamlar eski bir medeniyet olan Şam kapılarına dayanır. Frenk savaşçılar, köylülerin, esnafın mallarını, mülklerini elinden almış ve onları çocuklarından ayırmıştı…

    Daha sonradan gelen haçlı Frenkler de, ilk istilacılar gibi çağdışı kalmış, ilkel bir zihniyeti taşıyarak gelmişlerdir ta buralara kadar.

    Bu durum elbette ki, Allah’ın koruduğu, Kur-an ehli Müslümanların çok gücüne gitmekteydi. Allah da, bunu gördü ve bu Haçlı Savaşlarında Frenklere karşı Selahattin Eyyubi’yi, Kılıç Aslan’ı ve birçok yeni nesil, imanı bütün prensleri gönderdi. Bunların birçokları Müslümanlık ve Kur-an Aşkına savaşıp Şehit olabilecek cesarette yürekli kimselerdi.

    Bu arada Selahattin Eyyubi, Mısırı geri almış fakat bunu kendi övünç hanesine koymaktan bile sakınır. Tevazu içine; Allah benim elime beklemediğim bir iktidar verdi. Mevcut şartlar beni rahatsız etmez. Önemli olan Frenkleri buradan uzaklaştırmaktır. Demiştir…

    Ama yine de, bir kez böylesine çirkin kurgulanmış olan olayların çarkının içinden çıkmak öyle kolay değildir. Ama Türkler, Müslümanlığı benimsemiş ve Kılıç Aslan saldırıya hazır bekliyordu.

    Ancak bilmek gerekir ki, küstahları cezalandırmak Allah’ın işidir. Takdiri ilahi, ne yapacağını bilir. Arap Halifelerin ve prenslerin şımarık ve kibirli tutumu, adeta Haçlı Seferlerini davet eder…

    HAÇLI SAVAŞLARI BAŞLIYOR

    Haçlı Savaşı fena başlamıştı! Hıristiyan din adamları, Batı Avrupa’yı intikama teşvik etmek için elleri kanlar içinde, Hz. İsa’nın heykelini döverler ve başında ağlarlar. Frenkler, Papanın ve Batılı papazların bu dindarlığından pek duygulanmışlardı. Çünkü İslam çok hızla gelişiyordu. Bu işi çözmenin en sağlam yolu, Müslümanları kökünden yok etmekti. İşte buydu onlara göre kesin çözüm.

    Batının din adamaları bu sefere katılanların tüm günahlarının bağışlanacağı vaadinde bulundular. Kutsal savaş çağrısını herkese duyurmak için bütün rahipleri ve din görevlilerini çekirge sürüsü gibi etrafa saldılar. Kısa surede profesyonel savaşçılardan ve yüz binlerce çapulcunun katıldığı dev bir Haçlı Ordusu oluşturuldu.

    Papa ikinci Urban Hıristiyan olan, zengin fakir, asil, köylü herkesi tek bir bayrak altında toplayarak Kutsal Toprakları Müslümanların elinden kurtarmak için savaşa çağırdı. Gerisi bildiğimiz hikâye işte…

    Papa Urban;

    Gelin bakın! İsa Mesih, işte onu öldüresiye döven Müslümanların Peygamberi Muhammet! diyerek büyük Roma’dan da, imdat ve yardım desteği istemiştir. Bu iş gereğinden fazla abartılmıştı ama yerini de, bulmuştu. Ortaçağda Hıristiyanlık zaten, sapkın ayinlerle, kara büyülerle yönetilen bir ayin haline gelmişti.

    Bir diğer taraftan Haçlı Seferlerinin sonunda, yüz binlerce insanın öldüğü biliniyor ama bu seferlerin sonunda kurulmuş olan Tapınak Şövalyelerini kimse hesaba katmamıştır. Esas tehlike işte bu Yahudi kuruluşlarıydı. Artık bunlar dünyanın kaderiyle oynayacak kadar örgütlenmişlerdi. Bu bağlamda Tevrat ve İncil Tapınak şövalyeleri tarafından adeta birleştirilerek, tek din haline getirilmiştir. Kutsal topraklardan olan Kudüs ve çevrelerini elle geçirmek tek amaçları olmuştur. Bundan sonra da, bütün dünyayı yönetimleri altına almayı planlamışlardır. Tapınak şövalyelerinin amacı, Kudüs’ü ele geçirmek ve kendilerinden başka insanları köleleştirmeye yönelik bir ideali gerçekleştirmek istemişlerdir. O faaliyetleri bugün de Yahudilerin Masonluk ve Siyonizm maskesi altında hala devam ediyor…

    Bunun yanında, bir taraftan da, bazı Müslüman emirlerin şaşırtıcı değersizliklerine rağmen, yine de Rahman ve Rahim olan Allah, Müslümanlara acıdı ve onlara Kılıç Aslan’ı ve Selahattin Eyyubi gibi Rabbisine ve Kur-an’ın yüceliğine iman etmiş kahramanları gönderdi...

    Kılıç Aslan da Selahattin Eyyubi de genel anlamada kendi nefislerine hor davranan ama başkalarına esnek davranan Allah’a iman etmiş birileri olarak söylenir. Her ikisi de Haçlı Savaşlarına karşı koymuş, hatıralarını şereflendirecek, geriye insancıl izler bırakan işler yapmışlardır. Her şeyi hissettiler, o büyük sultanlar ve tüm öfkelerine rağmen âlicenaplıklarını korumayı bilirlerdi Her iki Sultan da böyle bir karakterdeydi. Bu imanla Düşmanlara karşı zafer bizimdir. derlerdi ve Frenklere karşı galip gelirlerdi. Her ikisi de, Frenklerin tuzağına düşmemeleri için Allah’a dua edip yalvarırlardı…

    Frenkler, güçlerinin doruğundaymışçasına Kudüs’ü, İsa’nın öldüğü şehri teslim etmelerini istemeleri üzerine; Asla demişlerdir. Bu şehir bize aittir. Kanımızın son damlasına kadar savaşacağız. İnsan kendi canı için nasıl savaşırsa biz Müslümanlar da Kudüs için öyle savaşırız. derler. Her jestlerinde duyulan, görülen güvenle, insanı duygulandıran bu komutanlar, tarihin ve İslam’ın gözünde fetihleri kadar da, değerlidirler…

    Buna karşılık, Arapların pek çok ağır askeri, siyasi hata işlediği de inkâr edilemez derler tarihçiler. O rehavete kapılmış Araplar, istila için gelen Frenklere mükemmel bir köprübaşını düşmana teslim etmekten çekinmediler.

    Neyse ki, Türkler, Kürtler örgütlenmiştir artık! Alman Kralı 260 bin kişilik ordusuyla İstanbul’a yaklaşmıştır ve oradan Suriye üzerine yürüyecektir. Bu sefer Selahattin Eyyubi epeyce endişelenir.

    Frenklerin korkunç intikam alacaklarını, her yeri kan gölüne çevireceklerini, Kudüs’ün yitirileceğini, hem Mısır’ın, hem Suriye’nin istilacıların eline geçeceği söylenir. Frenklerin savaşçı akını gün geçtikçe daha da artıyordu. Alman kralı, Toros dağlarının eteklerinde bir çayda, diz boyu bir suda boğulunca Allah Müslümanları Almanların şerrinden korumuş oldu…

    ASLAN YÜREKLİ RİCHARD

    Bu sefer haçlı ordusunun başına İngiltere kralı Aslan Yürekli Richard geçer. Richard, cesur, canlı, savaş alanında gözü pek, soylulukta Fransa kralından daha aşağı olsa da, ondan daha zengindi. Savaşçı olarak da çok namlıydı. İngiltere tacını giyen 33 yaşındaki bu kızıl saçlı dev savaşçı, şövalye türünün en yeni örneğiydi. İdeallerindeki şaşırtıcı gaddarlığı, hiçbir soyluluk taşımazdı. Batılılar, onun tartışılmaz çekiciliğinin ve karizmasının etkisinde olsa da, Richard, Selahattin’den büyülenmiştir. Karaya çıkar çıkmaz Selahattin’le buluşmaya çalışır...

    Bu buluşma isteğine Sultanın cevabı şöyle olur; Ancak anlaşmaya vardıktan sonra görüşüz. Çünkü tanışıp birlikte yiyen ve içen insanların sonra da, savaşa tutuşması uygun değildir. Bu utanç verici olur Der. Richard’ın doğuya pazarlık masasına oturmak için gelmediği de kesindi zaten. Selahattin bir ara umutsuzluğa kapılır. Temmuz 1191 de Frenkler, Akka surlarının yakınında boy gösterirler ve hemen katliamlarını yaparlar…

    Selahattin Eyyubi hıçkıra hıçkıra ağlar. Evladını kaybetmiş bir anaya benziyordu ağlarken. İçinde titremenin ve sızılı bir boşluğun yayıldığını hisseti ve en acı olan da, buydu işte…

    Selahattin, Richard’a elçi gönderir ve tutsakların serbest bırakılması koşullarını görüşmek ister. Ancak İngiliz’in acelesi vardır. Onun artık tutsaklarla uğraşacak zamanı yoktur. O taş yürekli kâfir Richard, eğlenerek, alay ederek kahkaha attı. Artık geniş çaplı bir hücuma geçmek istiyordu…

    Öyle ki, bu arada Selahattin, İngiliz tutsakları serbest bırakırken, Richard da, tutsakları öldürmeyi tercih eder. Hâlbuki Sultan Selahattin’e göre en değerli inci insan canıdır.

    Bence de öyle; Neyi öldürüyorsunuz diye, onlara bir sormak lazım. Allah’ın verdiği canı siz nasıl alırsınız? Diye Frenklere sormak lazım…

    Rahman der ki; İnsanı Biz, en güzel şekilde yarattık! Ayetini nerden bilsin İngiliz kâfiri? Kâfir bilmez ki, en güzel şekilde yaratılmış olan insanın, arştan bile üstün olduğunu. O insan ki, Allah’ın dünyadaki mirasçısıdır. O insan ki, düşüncelere bile sığmaz...

    Allah, aslında o kâfir göze de, nuru görmesi için bir vesile vermiştir ama o hala göremez. Oysa paha biçilmez bir şeyin değeri olabilir mi? İnsan bu! Onu nasıl öldürürsünüz? Size bu yetkiyi kim verdi? Kâfir düşman işte, belli ki apaçık şeytandan yanadır ve her haliyle düşmandır İslam’a. Okumamış Kur-an’ı ve Kur-an Ahlakını bilmiyor ki!

    Bakın söyleyeyim size ki, Batılıların bu vahşetleri yüzünden ağzımdan bir hayli acı sözler çıkacağa benziyor…

    Yine de, siz bana bakmayın…

    Ne olur?

    Su akar sonunda yolunu bulur…

    Merak etmeyin insanlık da doğru yolu Kur-an Ahlakı ile mutlaka bulacaktır…

    CAHİL FRENKLER

    Ancak o cahil Frenkler bir şeyi unutuyorlardı. Allah mutlaka İslam’ı ve Müslümanları koruyacaktı! Neden ebedi lanete uğramış bu kâfirler, eğri büğrü gösteren aynalara bakarlar? Bunu anlamak gerçekten çok zor…

    Hani bir hikâye vardır. Müslüman bir sultan, kara bir köleyi satın almak için ısrar eder.

    Köle taciri, Müslüman Sultana; Bu kadar ısrar etmesen, bu verdiğin paranın onda biri ücretle bu köleyi almış olurdun. Ama sen bağıra bağıra kölenin fiyatını arttırdın. Der...

    Sultan cevap verir; A bire ahmak! Sen küçük bir çocuk gibi, bir cevize karşı çok değerli bir inci verdin. Bence bu köle iki cihana değer. Ben cana bakıyorum sen ise renge bakıyorsun. Sen perde arkasından ondaki ruhu göremezsin. Eğer satışta biraz nekeslik etseydin, emin ol onun için bütün malımı mülkümü verirdim. Daha ziyade üstüme düşseydin başkalarından borç alır onu da öderdim. Fakat sen bedava buldun, ucuz verdin! Yakında görürsün kimin ne kadar zarara girdiğini! der…

    Sultan devam eder. Evet, bu baht size, köle elbiseleri giyinmişti de gelmişti. Fakat talihsiz gözünüz paradan başka bir şey görmüyor ki. Sana Allah kulluğu gönderdi fakat senin çirkin huyun hileye ve düzene girişti ve böylelikle para senin oldu ve o insan canı da, böylece hür kaldı. Köle azat etmenin değerini ancak inananlar anlar. Zaten senin dinin sana, benim dinim bana! Anlamazsın sen bundan, ikimiz de karlıyız a kâfir... der.

    Puta tapanların layığı budur işte! Onlar perişan balık gibi çamura düşmüşler bir kere ve zavallıdırlar! Onlar bu yaşananları anlayamazlar. Onlar sadece dünya malına taparlar. O zalimlerin dünya malları, onlar için her şeyden daha üstündür. Bakın görün ki, zorla elde ettikleri mallar, dışarıdan güzel görünür ama hakikatte mazlumların kanıdır. Onlardan ne yeryüzüne fayda vardır, nede insanlığa…

    Onların şeytani işlerinin çoğu hileli bir yalan gibidir. Önü parlak görünür amma sonu rüsvalıktır. O kâfirlere sormak lazım ki, neden sabah gibi apaydınlık olmuyorsunuz?

    Bilirsiniz ya, duru su, çiçeklere ve fidanlara ne söyler? Düşünün bir? O suyun tesiri, öyle şeylere sebep olur ki, bir bakarsınız Allah, harfsiz, dudaksız yüzlerce söz söylüyor. Elbette anlayan için bunlar…

    Ne yazık ki, bu tür tesirlere akılla, mantıkla ulaşılamıyor. Kâfirler öyledir ki, vücudu beyaz ama gönlü karadır. Bilmezler onlar, nurun aydınlığı nerden meydana gelir? Güneşi görmezler ki! Çünkü eşeğin gözü de yeşilliktedir, aklı da…

    ARAPLARI HAÇLILARDAN TÜRKLER KORUDU

    Kutsal Kudüs’ün yitirilmesi artık İslam için korkulu bir felaket olabilirdi. Allah’tan bu olmadı! Allah’tan bu olmadı. Sultan Selahattin, önünde karanlık günlerin yaşanacağını hissetmektedir. Çok üzgündür. Frenklerden çok ağır darbeler yediğini kabullenir. Ama şunu da söylemekten geri kalmaz; Ben ve benim halkım burada kalıcıyız. Oysa Frenk kralları sadece sefere çıktı ve onların bu seferleri er geç bitecektir. Der...

    Bu arada Richard da diplomatik girişimlerini çoğaltır. Richard Selahattin’e yolladığı mesajda şöyle der; Bu savaşlarda hem bizimkiler, hem sizinkiler öldü, ülkeniz harabeye döndü. Ve bu iş, hepimizin denetiminden çıktı. Sence bu kadarı yetmedi mi artık? Bizim aramızda üç ihtilaf konusu var, Kudüs, Haç ve Kutsal Topraklar. der…

    Selahattin’in cevabı şu olur; Kudüs sizin olduğu kadar bizimdir, de! Hatta bizim için sizden daha önemlidir. Çünkü Hz. peygamberimiz, miraca oradan çıkmıştır. Mahşer günü gelince ümmetimiz orada toplanacaktır. Bizim Kudüs’ü terk etmemiz söz konusu olamaz. İşgal ettiğiniz topraklara gelince, o topraklar bize ait. İşgalci olan sizsiniz. Siz oraya Müslümanların zaafından istifade ederek yerleştiniz. Şunu bilin ki, savaş sürdüğü müddetçe işgal ettiğiniz topraklarda keyif sürmenize izin vermeyeceğiz. Haç olayına gelince, o elimizde büyük bir kozdur. Ancak İslam lehine taviz verirseniz, onu size geri verebiliriz. Diye cevap gönderir...

    Ama alçak İngiliz Richard, Sultan Selahattin’in tahmin ettiği gibi kurnazlık yapmaya çalışıyordu. Çok karmaşık bir zorlamaydı bu! Selahattin Eyyubi, Frenk Kralının ikili oyununu böylece açığa çıkarıyordu…

    Richard, Selahattin’e Kardeşim diye hitap ediyor ve onun gururunu okşayıp aklı sıra onu amaçlarında kullanmayı planlıyordu. İyi bir savaş taktiğiydi bu! Ama Selahattin buna kanmadı...

    Richard’ın davetine Selahattin’in yanıtı gecikmedi; Krallar ancak anlaşmaya vardıktan sonra buluşurlar. Üstelik ne ben senin dilini anlıyorum, nede sen benim. Bani sorarsan ben bütün yazımı burada geçirebilirim, kışımı da. Hatta bütün mevsimleri de… Artık ben hayatın zevklerini pek umursamayan yaşlı bir adamım. Allah bu zaferi ikimizden birine nasip edene kadar böyle oturup bekleyeceğim. Der…

    Ve bu söylemden etkilenen Richard, bu işten vazgeçmeye hazır olduğunu bildirir. Selahattin’in otoritesini arık herkes tanır. Sultandan geçiş belgeleri alan savaşçılar, barıştan sonra Mesih’in kabri üzerinde dua etmeye ve haç çıkarmaya Kudüs’e üşüşürler. Selahattin, önden gelenleri kibarca karşılar. Hatta onları yemeğe davet eder. Richard davete gitmeyi reddeder. Fatih olarak gireceğini ant içtiği bir şehre konuk olarak girmeyi gururuna yediremez. Selahattin’i görmeden doğrudan bu topraklarından ayrılır…

    Bu durumda şöyle bir yorumu rahatlıkla yapabiliriz. Şam’ın Frenkler tarafından fethedilmesi Arapları çok öfkelendirir ve onları utanca boğar. Ama tarihin cilvesine bakın ki, savaş fikirleri kendilerine yol açıp bir şekilde ilerlerler. Uzun suredir Arapların unuttuğu hayalleri süsleyen ve slogan atmaktan öteye gitmeyen Cihat Müslüman Ümmetinde yeniden sahneye çıkar. İşte bu İslam için çok önemliydi. Beklenmedik teslimiyetin yerini artık Cihat alacaktır. Ancak Araplar, birbirlerine yardım etmemelerine rağmen Allah onlara Türkler ve Kürtler yoluyla yine de, yardım edecektir…

    İNSANLAR KÖLE DEĞİLDİR

    Batılı Emperyalistler Haçlı Savaşlarıyla Arapların kaderini ayakları altında çekinmeden eziyorlardı. Üstelik de Araplara utanmadan mahrem yerlerini de gösteriyorlardı. Bunları bilmiyoruz değil! Ama ne var, ne yok diye, batılı tarihçilere soruyorum öylesine işte…

    Evet, şimdi de, bu istilacı insanlara soruyorum? Dünya insanlarının geçmiş talihini ne kötü ettiniz öyle? Soruyorum size, bu ne biçim doymaz bir hırstır acaba sizde diye…

    Bu kâfirler öyle ki, kendilerini dünyanın tek hâkimi sayarlar. Kendi yakınları dışındaki insanlarla dost veya arkadaş olmayı düşünmezler bile. Öyle ki, bu emperyalist kapitalist toplumun tek amacıdır paradır. Çünkü o Siyonistlerin, dört bin yıldır yaptıkları aşı öyle. Dünyadaki açlara veya yoksullara yardım etmek umurlarında bile değildir ve akıllarından bile geçmez bu.

    Ama bilinmeli ki, dünya zindandır bu insanların yüzünden diğer insanlara. Ben böyle düşünüyorum. Var mı bir diyeceğiniz? Kimi insanlar, açmış, yoksulmuş, onlara göre bir şey ifade etmez. Onlar için hava hoş. Emperyalizm için maalesef öyle…

    En baş amaç, her şeye sahip olmaktır, onlar için. Dünyayı kendilerine sömürge ve köle yapmaktır tüm amaçları. İnsanlığı batağa veya uçuruma sürüklemek isterler sadece onlar…

    Dünyada bu tür ütopist fikirlerin konuşulması bile, aslında büyük bir kabustur bizim için. Yürek ve cesaret ister bunları anlatmak. Çünkü Tevrat Nazizm’i, dünyada ne merhamet tanır, ne de insanlık…

    Eğer insanlık, bu kuvveti kökünden sökmez de, onların siyasi, iktisadi fikir unsurları devam ederse, insanlık artık dünyada öyle kolay bir şekilde yaşayamayacaktır. Sonunda dünyada ne bir ırk, ne din ve ne de, insanlık kalacak. Öyle ki, insanlıkla hiçbir bağı kalmamış milyarlarca köle insan yaratacaklar. Diğer taraftan kendileri bütün milletlerin efendisi olarak kalacaklarını sanıyorlar ama olmayacak böyle bir şey…

    O Yahudiler ki, akılları sıra dünyanın efendisi olma yolunda ilerliyorlar. Dünyanın ekonomik ve doğal dengesini bozarak çeşitli virüs ve hastalıklarla insanlığı dize getirmeye çalışıyorlar. Bunların yaptıkları karşısında insanların ümitsizliğe kapılmaması elde değil.

    Kıyamet yaklaştı mı, demek lazım şimdi? Umutsuz değilim! Bilirsiniz ki, esas mutsuzluk, insanların çıkar yol görmemesinden ileri gelir. Ama neyse ki, insanlığa doğru yolu gösterecek Allah kitabı olan bir Kur-an var...

    İsrail oğulları, daha özel bir şey sormak istiyorum size. Bütün bunları anladık da, insanlar dünyada açlıktan ve sefaletten ölürken, yaşadığınız o refah, lüks ve konfor sizi hiç rahatsız etmez mi?

    Yazıklar olsun size ki, sizin fevkalade denilebilecek hiçbir hayırlı işiniz olmaz mı? Kalbinize güzel şeyler doğmaz mı hiç?

    Ey dediği dedik kişiler, o halde ilk önce benim derdime bir çare bulalım. Ben diyorum ki, biraz insan olun ve dut gibi silkelemeyin, diğer başka insanları. İşin hakiki rengini anlatın bize...

    Yeter artık, dünyaya yaptığınız kötülükler, her şeyde ve her işte sıfır bir fayda bile sağlamıyor. Kötü insan olmayın. Kendi Zevk ve Sefanız için, sürülen tarlaları talan etmeyin. Kötü yönde değişip durarak insanlara zulmedip, zahmet vermeyin. Ne olurdu keşke yeryüzünde nezaket içinde yaşasaydınız? Dünyaya biraz olsun rahat verseydiniz. Şu âlemde güzel tohumlar ekseydiniz de, ebedi olarak insanlar hep gülseydi ya…

    İşte şimdi sizi Allah’a şikâyet ediyorum! Şu zamanın hadiselerine bakın da, görün artık çirkinliklerinizi. Yaptığınız hiçbir hayırlı iş görüyor musunuz? Bakın şöyle bir dünyaya ve görün ne hayırsız işlere önderlik ettiğinizi. Bakın da görün. Hiç güzel işler olmuyor dünyada sayenizde…

    Yüce Rabbim, diğer yandan düşünüyorum da, her yol aynı olsaydı, o zaman, Rüstem ve Hamza, namussuzla eş olurdu. Yol kesmek isteyen o melun şeytan olmasaydı, o zaman sabır gösterenler, doğru yolda olanlar ve yoksulları doyuranlar, ilim ve hikmet sahibi insanlar nasıl belli olurdu?

    Biraz yüreklerinizi derinleştirin de şöyle bir düşünün! Sahip olunan insandan, olsa olsa ancak köle olurlar. Siz Siyonistler de, zaten herkesin kendilerinize köle olmasını istersiniz. İnsanları köle yapmak mı sizin amacınız? Bu çok yanlış bir iştir. Rahmanın kitabında yoktur böyle bir şey…

    Ama çok defa çamur gibi olanlar, neden bilmem ama hep tahta otururlar. Çünkü çok kurnazdırlar. Korkak olur kurnazlar, derler ya hani? Zaten onlar kendilerini savunmaktan, yeni değerler bile ortaya koyamazlar…

    O Siyonistler öyle ki, Masumlardan kan isterler! Kendilerine güvenip inanmadıkları için her şeye karşı şüphe içindedirler. Şüphe ise, bayağı olan kişide baş gösterir. Adam olmayan işte böyle bencilliğin hilesine kapılır gider…

    Fakat bu zamane firavunlarına yumuşak söz söylemek gerek. Onları uyarmak gerek. Yoksa kaynayan yağın üzerine su dökmüş gibi oluruz ki, bu da; hem ocağı hem de, tencereyi yakmak demektir…

    Öyle ki, o İbranilerin fesat yürekleri, Firavun gibi yeryüzü sarayları ve kendi menfaatleri hayaliyle kalpleri çarpar durur. Onların gönlü de kararmıştır, yüzleri de..

    Onlar bilmezler ki, bilgi nuru ve Allah sanatları çok yüce ve üstündür. Kelimeleri bile sayfalara dökmek için, bunun bir yolu ve yordamı vardır. Ancak bilinmeli ki, Allah’ın kudretinden güç alan, hiçbir şeyden korkmaz. Korkusuz insan, zaten öldürmez. Korkamayan kimse, neden öldürsün ki?

    Ama onlar korkaktır ve ortada görünmezler ama intikam duyguları da çok güzel işler. Bu yüzden onlara mümkün olan güzel şeyleri vaktinde anlatmak ve onları düşündürmek gerek. Bu konuda insanları aydınlatmak için hazır olmalıyız. Yoksa bu kâfir sinsi katiller bir şekilde dünyanın sonunu getirebilirler. Şayet bu durumu yeniden anlatmamı isterseniz ben de size seve seve tekrar anlatırım. Bu Siyonist Yahudiler, dünyayı kendilerine köle etmek istiyorlar.

    O halde biz de diyoruz ki, insanlığın tek kurtarıcısı olacak olan Kur-an’ı hakkıyla okuyun ve öğrenin, diyelim onlara. İsterim ki, insanlık kendilerine Kur-an Ahlakı ile yepyeni ve tertemiz bir yol bulsunlar…

    KUR-AN’I ÖVMEK

    Allah yeryüzünde rahmetini tamamlamak için bize en son olarak Kur-anı ve Hz. Muhammed’i göndermiştir. Onların ışığında yürüyelim diye bize, kulluk, sonsuz rahmet ve mutluluk müjdesini vermiştir. Bizi yoktan var edip, üstün yeteneklerle donatan ve kulluk göreviyle yeryüzüne gönderen, o sonsuz şefkat ve merhamet sahibi yüce Allah, elbette bizi sonsuza kadar kollayacak ve koruyacaktır. Çünkü O Rahman ve Rahimdir olandır ve her türlü övgüye ve teşekküre layık olandır. Bunu bütün dünyaya anlatalım da, İslam’a ve insanlığa yakışır bir model olsun Kur-an ve Hz. Muhammed.

    Onlar ki, sonsuz mutluluk ve kurtuluşun müjdesini verirler bütün insanlığa. İnsanlık, onların yolunda yürüsün de, huzura kavuşsunlar diye...

    Öyle de, görülüyor ki, ne zaman ki Kur-an Ahlakı dünyaya hükmeder, işte o zaman yeryüzü yaşanacak bir hale gelecektir. İnsanlar, köstebek gibi yerleri alt üst edip, delik deşik edeceklerine, Kur-an Ahlakına uyarak göklere dal budak salabilirler. Çünkü kâinatı yaratan Allah’tan başka hayatımıza yön verecek ve insanlığa kurallar koyabilecek, başka hiçbir otorite yoktur. Eğer varsa söyleyin ve anlatın. Biliyorsanız, bunu biz de, öğrenmek isteriz.

    Ama ne yazık ki, çok önemli bir şey var ki, Kur-an rahmeti yeryüzünde öyle herkese nasip olmuyor. İblisle dost olmuş kimselere, Kur-an’ı ve Hz. Peygamberimizi anlatmak çok zordur. Onlar için, ne yaparsanız yapın gerçeği anlamakta aciz kalırlar. Kur-an öyle bir şey ki, insanın doğal yapısıyla, onun duygularının eğilim ihtiyaçlarıyla birebir örtüşür. İnsanı varoluş kanunlarıyla uyum içinde apaydınlık yola doğru götürür. İşte bu yüzden o, dosdoğru bir kitaptır...

    Bu yüzden bizlere düşen görev de, Kur-an’ı tanımayan ve onu bilmeyen kimselere anlatmamız ve tanıtmamız gerekiyor ki, insanlar onsuz bir mahrumiyet içinde yaşamasınlar. Kur-an’ı okumayanlar ve cahiller, zaten onu anlatmakta mutlaka zorlanırlar. Ancak Kur-an’ı gerçekten anlayanların bilir. İnanmayanlar zaten öyledir ki, rütbeleri, insanlıkları çıkmış durumdadır. Onlar zaten akılıların anlayamayacağı dereceye çoktan vardılar. Cehalet içinde yüzüp dururlar. İnanalar kimseler ise, olağanüstü kimselerdir. Onlar, Kur-an ve Hz. Muhammed’de tam olarak inanıp güvenen insanlardır. Tertemizdirler ve kötülük bilmezler onlar…

    Ancak Kur-an’a dost görünüp, iblis Şeytanla birlik olanları bir tarafa koymamız lazım. Zaten Allah’ın kitabı Kur-an’ı, o zindan âleminde yaşayanlara övmek lüzumsuz olacaktır. Bunu biliyoruz. Onlar zaten öyle dir ki, dünya nimetlerine tutku ile bağlanırken, ilahi iradeye baş kaldırırlar. O türlerin, servet, güç, makam ve şöhret gibi değerleri, hayatlarının biricik ölçüsü olmuştur artık. Onlar, heveslerini ilahlaştırırlar ve yalnızca kendi konforlarını düşünürler. Zaten onlar, insanlık dışı yaşamlarıyla ham ve cahil kalmış insanlardır. Onlara ne söyleseniz söyleyin, ne anlatabilirseniz anlatın, bir türlü anlamazlar ve inanmazlar.

    Ama gene de bu gibi insanların bir şansları vardır. O da, Kur-an’ı alıp, anladıkları dillerde okumalarıdır. Allah hidayet ederse, alır okurlar belki! Kim bilir? Belki bu da, olur inşallah. Ne diyelim?

    Kur-an öyle bir şey ki, o güneşi görüp okuyan insanlar, bazı şeylerin farkına rahatlıkla hakikate varabilirler ve üstelik doğru yolda değişebilirler de...

    Çünkü Kur-an Ahlakı, temel ahlak prensiplerini belirleyen bir ilahi yazgıdır. Onda hiçbir çelişki ve tutarsızlık asla göremezsiniz. Onun sözlerinde, insan aklını şüpheye düşürecek ayet yoktur. Ona gönlünü içtenlikle açıp okuyan kimse görecek ki, bu sözler Allah-u Teâlâ’dan gelen hakikatin ta kendisidir...

    Çünkü Kur-an insanlık için bir güneştir. Güneşin anlatılmaya zaten ihtiyacı yoktur. Onun ne tarife ne de,kimseye yalvarıp acınmaya ihtiyacı yoktur ama ne yazık ki, bazı kimseler hala anlayamıyorlar, halan da bu böyle! Ama biz yine de, anlatalım. Bu kitap aynı zamanda, toplumların ve bireylerlin temel ihtiyaçlarını doğru şekilde karşılarken, insanlar iyi bilinmeli ki, güneşi öven kendini de yüceltecektir…

    Hele de, hiç kimse benlik yarışına girmemeli onunla. Ama onu okuyup anlayan ve yeniden keşfeden insanın iki gözü aydındır. Âlemdeki güneşi yermek ise, iki gözüm de kör ve karanlık demektir. İnsan güneşi örtüp, bunu gözlerinden gizleyebilir mi? Veya görmezden gelip de, onun nurunu eksiltebilir mi?

    O halde ey insanlık, Allah’ın kudretinden bahsedelim de bütün insanlar hakikati anlasınlar. Güneşi bir tarafa bırakın da, ateş bile, Allah’ın sıfatından bir zerre değil midir?

    O kâfirler bilmezler ve düşünmezler ki, istemeden veren, karşılık beklemeyen, başkalarına güzellik ve zarafet sunan o inanmış insanların ne kadar güçlü olduklarını…

    Cevapları hep yerli yerindedir Kur-an’ın. Onun Ahlakına uyan insanların hali başkadır. Onlar sadece Allah’tan korkarlar. Bir de şöyle bir gerçek var ki, Allahtan korkan başka hiçbir şeyden korkmaz. Allah’tan korkmayan ise, her şeyden korkar ve hatta o kadar korkar ki, her önüne gelenden korkar. Çünkü o kendini bir şeye sanır ve Rabbinin emirlerine uymaz. Allah’tan korkanlar ise, Rahman’a kendini teslim etmiştir. Korkmaz çükü, kendini Allah’a ve Kur-an’a adamıştır.

    Bir de, su var ki, bu gün İslam’ın geri kalmışlığındaki ayıbı kimse Kur-an’a bulmasın. İnsanlar, ona ve onun ahlakına yürekten bağlanıp inansınlar yeter. Allah’ın gücü her şeye yeter çünkü! Allah’ın o yüce eserlerine Hayır demeksizin Ona hayran olmak, müthiş bir teslimiyettir. Bunu her insanın anlamış olması lazımdır. İnsanların hakikati göremeyip Allah ayetlerine Hayır demeleri halinde her türlü kahrın onları bulacağından da, emin olsunlar.

    Bu kitap öyle ki, kötülüğü, çirkinliği, zalimliği tercih eden insanlar için değildir. Bu emperyalist burjuvaların yaptığı gibi sadece dünyaya tapanları, düşünce, idrak ve insanlık niteliklerini kaybetmişlerin kitabı ise, hiç değildir. Bu kitap, kötülüğü, çirkinliği tercih edenler için değil, her türlü fenalıktan titizlikle sakınan güzellikle ve Aşka ulaştıran bir kitaptır.

    İnkâr edenlere gelince, onları uyarsan da, hiçbir şey değişmez. Çünkü onlar, kibir, ihtiras, bencillik, inatçılık gibi saplantılar içinde olduklarından hakikati göremezler. Gerçekten Kur-an rehberliğinden yüz çeviren toplumlar, dünyada ruhsal çöküntüler, bunalımlar, toplumsal çalkantılar gibi felaketlerle karşılaşıp, pek çok azaba uğrarlar. Çünkü onlar, yeryüzünde bozgunculuk yaptıkları için, hayatlarını sadece bireysel menfaat ve kazanç ölçülerine göre değerlendirirler. Bu davranışlar Kur-an’ın değer ölçülerine hiç uymaz. Kur-an ölçülerinde, adalet, doğruluk ve erdemlilik esaslarını ön planda tutar…

    O inanmayan zalimlerin değer ölçüleri ve kriterleri bozuk olduğundan, düşüncelerinde de, düzeltici ve ıslah edici hiçbir yön yoktur. Onlar sonsuz, zevk, eğlence içinde hayatı doyasıya yaşamak varken, doğruluk, erdemlilik, fedakârlık gibi safsatalarla neden keyfimizi kaçıralım, derler…

    Kâfirleşmiş ve inkâr eden toplumlarda bu kaçınılmaz bir olaydır. Onlara bir sormak lazım; "Ne kadar canınız var ki sizin? Allah’a kafa tutuyorsunuz. O sizin cılız şimşeğinizin ışığı, insanlığa yol göstermeye yetmez ki…

    O yağmur ki, ağla diye buluta verilen bir emirdir. Size demem o dur ki, sonunuz gelmeden Allah yolunda yürüyün ve hayırlı işler yapın da, Rahman’ın gönlüne girin. Allah da, Âşıkların ve güzel insanların hallerini görünce, şefkat göstererek sizi, daha çok mutlu edecektir. Rahman için ise dünya, can bulma ve can verme makamıdır. Sadece can alma değildir. Bu yüzden ayağınızı denk alın ve Kur-an ilkelerine uyunuz...

    Öyle ki, o mübarek kişi, mum yanınca, canan pervaneyi çağırdı m? O kendini ateşe atmaktan çekinmez bir Âşık olur. Sen de ona hayran ol ki, Allah yardımı sana da gelsin. Ama Aşkın gerçeğini herkese anlatmak çok zor! Hâlbuki siz, ne pervanesiniz, ne mum! Keşke herkes anlayabilse bunu…

    Bu hikâyeler, hayret içinde hayrettir! Ama çoğu kimse anlamıyor. Acaba yoksa benim anlamam mı kıt? Bazen sıkıcı, budala bir ihtiyarın birimiyim diye düşünüyorum. Ya Rabbim, bu insanları Kur-an Ahlakının doğru yoluna ilet de, bu büyük işleri bari Siz bir düzene koyun…

    Demeyin öyle! Dur, sus, yeter, demesi kolay! Susmayacağım işte…

    Ayrıca biz, Vatan gülünce, tahammül edemeyen o muhterem vatandaşları da, istemiyoruz biz. Benim de, pek çok itiraz edecek noktalarım var elbet. Bazı noktaların beni çok rahatsız ettiğini inkâr edemem. Uyanmak lazım uykudan, etrafı yangın, ateş, toz ve duman almadan…

    Birilerinin Rabbin Yüceliğini bu cahillere öğretmesi ve göstermesi gerekiyor. Rabbimizin yüceliğini anlamayandan hiçbir şey olmaz zaten…

    . Öyle ki, bu yüzden insanlık adına her zaman Kur-an’ın Ahlakı ile ve bilinçli bir şekilde savaşa hazır olmak lazım. Ya siz hazır mısınız, diye soruyorum sizlere? Bana gelince, bu isyanımın arkasında duracak kadar da yürekliyiz evvel Allah. Ele ve ayağa kılavuzluk eden gözdür. O yüzden basılacak yeri de iyi görmeli gözler ve basılmayacak yeri de iyi görmeli! Bilirsiniz, bilinçli olan kişiye güzel söz dinlemek ve söylemek iyi gelir ama söz söylemeden de yücelik beklenemez ki, insanlardan...

    Evet, ben her zaman şu hakikati söylüyorum ki; "Kur-an gerçeğinden bahsedelim biraz. Onu okuyanlar anlayabilir ancak. O kalbi incinmişlerle çok güzel yarenlik eder. Onu dinlediğimde veya okuduğumda öyle oluyorum ki, Rahmanın Aşkıyla heyecanlanıp, inanılmaz boyutlar yaşıyorum ve göklere uçuyorum adeta...

    Bu yüzden kitabımızda, diğer dinlerin gençliğine diyeceğiz ki, "Size en güzel şekilde eğilip, Kur-an’ı anlatacağız ve onlara diyeceğiz ki, o lüks fakat onursuz hayatı mı tercih ediyorsunuz, yoksa o, Allah’ın Aşk dolu Kur-an Ahlakını mı tercih edeceksiniz? Allah nimetlerinde yiyin için ama sakın, yeryüzünde atalarınız gibi gereksiz yere bozgunculuk yapıp fitne ve kargaşa çıkarmayın diyeceğiz.

    Kur-an der ki, İnsanın hayatta erişebileceği en yüksek makamın Güvenilir insan olmasıdır diye söyler. Daha en baştan iyi bir insan olmayı öğütler. Zaten bize de, namuslu, bilge ve inanmış insanlar lazım. İlmi, bilgiyi doğru kimselere teslim etmek lazım der Kur-an…

    Artık insanların ruhu taze ter koksun istiyoruz biz. Rahman ve rahim olan Allah’ta öyle istiyor. İnsanlar savaşmadan alın teriyle çalışıp yaşasın istiyor Allah’ta! Doğru şeylere emek versinler ve insana huzur veren KUR-AN AHLAKINI görsünler, yaşasınlar istiyor. İnsanlar cahil kalmasınlar istiyor. Dünyada yaşayanlar, bunu görsünler istiyor…

    Bakara suresinin ikici ayetinde, kötülüklerden sakınmak isteyenlere Kur-an’ın yol gösterdiğini anlatmalı diyor. Her insanın Allah’ın halefi olmaya layık gören ve çok açık konuşan bir kitaptır Kur-an’ın. Yine Bakara Suresinin beşinci ayetindeki, Allah kelamı olan Kur-an’ın, iyiler için nasıl rehber olduğunu, insanlığa iyi bir hatırlatma olduğunu herkes anlamalı ve bilmeli. Sadece ona yönelenlere ve doğru yolu bulmak isteyenlere hitabetliğini insanlar bilmeli ve anlamalı. Sütle balın biri biriye çok güzel karışacağı anlatır gibi…

    Kur-an, sadece cami ve ibadet kitabı değil, ya da bir cenaze kitabı da değildir. O insanlığa doğru yolu gösteren bir kitaptır. O birçok bilgi sahibi olma kitabıdır. Evet, Allah bize Kur-an’ı, sadece ibadet ve dua etmek için indirmedi. Allah bize doğru yolu göstermek için Kur-an’ı indirmiştir…

    Hz. Muhammed`i de insanlığa doğru yolu göstermek için ve onları iyi yönlendirilecek için Kur-an’ı rehber yaptı. Öyle ki; o

    Allah kitabının kokusunu alan uçar gider zaten...

    Allah’ın, bizzat açıklayıp, detaylandırdığı bu kitabından, önemli şeyleri algılayarak ve düşünerek sır perdesini kendimiz düşünerek aralamalıyız. Ama her insan Allah’ın fazlına, ihsanına erişebilseydi, bu kadar peygamber gönderir miydi Rabbimiz?

    Şimdi sen, Lem yekün suresini oku da, bu eski kâfirlerin inadını ve sırrını anla da, herkese anlat, sevgili okuyucu. Evet, böyle bir zat var gelecek derlerdi, o zat sen ol işte şimdi! Hemen değiş de anla gerçeği, hala ne duruyorsun?

    Gelelim hikâyenin öbür yüzüne! Koku almayan adama mis de koklatsan, tezek de koklatsan, ikisi de bir gelirmiş. Evet, öyle derler. Öyle ki, yaratılışları temiz değil onların, çünkü onlar anlamazlar. Haramzadedirler. Zinadan olma sapıklardır onlar. Şüphe yok ki, onların çoğu zinadan olma! Hele bir geçmişlerin bakın! Haydut, cani ve devamlı sürgüne gönderilen insanlardan ne hayır gelir? Yay kötü oldu mu ok eğri gider. Bunlardan inattan ve kötülükten başka bir şey gelmez. Firavunun yolu demektir bu. Sözlükte Tuğut olarak geçer. Tuğut, ne bir kral, ne de siyasi bir sistemdir, sadece Yahudi ve Hıristiyanlar tarafından Kur-an’a karşı kurulmuş gizli bir örgüt sistemdir. Bunu biliyor musunuz? Bunlar, Kur-an’ın insanlığa yapılmasını onaylamadığı putperestlerin emelleri uğruna yapılmış insanlık dışı sistemlerdir…

    Kur-an’a karşı kurulmuş bu gizli sistemler, bu örgütler tarafından bin küsür yıldır İslam’a karşı kötülükler planlanıp yürütülmektedir. Bu şer güçleri, kendi inançları uğruna bin bir çeşit kötü yolu denemekte ve insanlıktan yana görünerek insanlara tuzak kurmaktadırlar. Gene de biz korkmuyoruz onlardan ve ne kadar şer olursa olsunlar kazanacak olan Allah’tır. Bilirsiniz, küçük olanlar değersizliklerinden iman etmezler. İman etmemekle de, kendilerini Marjinal yani sıradısı sanırlar…

    BİR HAÇLI KATLİAMI

    Ah bir bilseniz neler oldu? Akka Garnizonundaki Frenk askerleri, yerli halktan binlerce insanı kadın, erkek, çoluk çocuk demeden, şehrin surları önünde çıplak bir et yığını haline getirdiler ve kılıç, mızrak, taşlarla saldıran Frenklerin katliamı, iniltiler kesilinceye kadar, sabaha kadar sürer AKKA denilen bu karanlık şehirde, işte böyle insanlık dışı olaylar yaşandı…

    DEĞİŞMEK GEREK

    Susmak kötüdür ve örtbas edilen gerçekler sonradan çok zehirli olurlar. Tanrısal arzuyla titreyerek ve ibadetlerinde bile kibir olan insanlardan ne çıkar ki? Anladınız mı? Eminim ki, anladınız siz. Ama benim beğenime göre değildir bu tür olaylar…

    Frenkler bu savaşlarda öyle insanlık dışı idiler ki; özel yetiştirilmiş ve hiç yenilmemiş vahşi hayvanlara benziyorlardı. Allah, bazen insanların yaptıklarının yanlış olmasına rağmen, onların sırlarını bozmaz. Verdikleri azapların daha da, büyümesine izin verir ki, zalimleri zamanı gelince de, tam hakkıyla cezalandırsın! Onlar zaten Rahmana kulluk etmiyorlar ki. Sadece kendi kurgulu, kibirli hayallerine tapıyorlar ve sapıklık içinde yaşıyorlar. Ama hayat sadece zevk, eğlence ve beğeni üzerine kurulmamıştır ki ve böylece, Kur-an’daki Onlar iman etmezler ki. sözü gerçekleşmiş olur. Onlar için zaten öyle ki, dünyadan geçici bir yararlanmadan sonra, hakikati inkâr etmekten dolayı şiddetli azabı yaşayacaklardır…

    Ne yazık ki, her nefis için iman etmek mümkün değildir. Allah o rahmeti herkese nasip etmiyor işte. Kibirliler ve suçluların Rahmanın huzurunda yeri yoktur. Allah öyle ki, o inanmayanlarda ve aklını kullanmayanlarda düşünsel bir gerlik meydana getirir. Öyle olur ki, haddini aşan bu insanların kalbine mühür vurarak onların şuurlarını kilitler…

    Şöyle bir düşünün şu dünya gerçeğini! Yalnız hoşlukları toplayıp, zorlukları bir tarafa bakırsak, yaşamın ne anlamı kalır ki? İnsan yaşamında elbette hepsi olacak ama iyi olan günlerin çok olması, insanlar için daha iyi değil midir? Rabbimiz bizi üzülelim diye dünyaya göndermedi ki, insanca yaşamak için gönderdi…

    Güzeli sevmek, çirkini itmek kolaydır. Esas mesele iyiyi de, kötüyü de ayrım yapmadan, yaratandan ötürü sevebilmektir. İşte budur insan için en büyük başarı, yani Aşk ve sevmektir hakikat, öldürmek değildir…

    O Kur-an, nasıl da, güzellikleri iç içe yerleştirip insanlara kardeşçe ve bir aile gibi bütünlük sağlıyor. Allah`ın hikmetleri işte! O bizden sadece birbirimizi sevmemizi istiyor. Kâinatta her şeyi kusursuz yaratmış ve hiçbir şeyi boşuna ve sebepsiz yaratmamıştır. Bir tek böceğin bile yeryüzü nizamında yeri ve bir görevi vardır. Bu yüzden dünyada her canlının mutlaka mutlu olması gerekir. Köpeklere kemik verirseniz size kuyruklarını sallayarak sevinirler. Şüphesiz güzel insanlar bundan çok fazlasını yaparlar, öyle değil mi?

    O zaman bir gerçeği de görürsünüz ki, Kur-an Ahlakıyla yaşayan insanlar, kelimelerin ve dünyadaki mana âleminin sarrafı olmuşlardır artık. Onlar kalplerinden konuşurken, daha keskin oluyor insanlıkları. Kur-an Ahlakı ile yaşayan insanların o güzel bakış açılarının değeri dünyalara bile sığmaz…

    Batının Emperyalist burjuvalarına gelince, onlara güvenilmez. Onlar kimseyle dost değildir ve sadece kendi çıkarlarını düşünürler. Kandırırlar onlar insanları ve gerekirse, çekinmeden öldürürler de. Hem de hiç yalın ve şeffaf şekilde öldürürler. Kalleşçe ve sakınmadan öldürürler menfaatleri gerektirdiğinde. Hakikatli dost olmak ise, onların bilmediği başka bir şeylerdir. Her şeyden önce dost, dostun içindeki hakikati bilmelidir derler ya hani ama onlar bunu düşünemezler. Hep hainlik düşünürler...

    Ben de dün akşamki sohbet toplantımızdan sonra kendimce dedim ki; Sevgili Kur-an dostlarını sen koru Rabbim, dedim. Biliyorum ki, onlar Allah’ın seçilmiş kullarıdır onlar. Onlar şiddete karşı gelip Allah’ın yolundan gidenlerdir. Onlar, dünyada yaşanan kavga ve savaşlardan uzak dururlar ve hiçbir ahlak sorunu olmaz onların. Derviş gibi diyar diyar dolaşıp iyilik dağıtırlar.

    Diğer taraftan demek istiyorum ki. Yahudi Siyonistler yüzünden dört bin yıldır insanlar birbirlerini yanlış anlıyorlar. Çünkü onlar dünyada fitne ve fesat üreterek insanları birbirlerine düşürürler. Hatta devletleri bile birbirine düşürürler. Onlarda Aşk ve insan sevgisi olmadığından, herkese çok rahat kıyabilirler. Bu yüzden de, insanlar birbirlerine düşman kesiliyorlar…

    Demek istiyorum ki, dünyadaki en büyük sorun, Yahudilerin bu ırkçılık ve dini bağnazlıklarıdır. Bu da açıkçası bağnaz bir eğitimden ve eğitimsizlikten ortaya çıkan cehalet sorunudur. Ve de, ona bağlı olarak gelişen Irkçılık ve ya Üstün Irk sorunudur. Evet, en büyük sorun cehalete sebep olan eğitimsizlik, kendini beğenmişlikle ve dinsel taassupla baş köşeye oturmuşlardır. Gerçekten bu böyledir onların hali ve bu haliyle de, çok kötü görünüyor…

    Devam edip o Emperyalistlere diyorum ki; "En güçlü kanaatlerimiz bile olumsuzluk, sevgisizlik, yanlış anlama veya anlatma yoluyla ortaya çıkıyorsa, siz o zaman gerçekten insanlık için büyük tehlikesiniz. Gerçekte sizin yaptıklarınız dünya için çok kötü bir durumdur. O halde artık sizler, doğru yol olan Kur-an Ahlakı ile değişmek zorundasınız…

    Zira iyi yaşamak ve daha güzel ömür sürmek her insanın hakkıdır. Sadece Yahudilerin değil. Bunu anlayınız en önce! O halde siz Yahudilerin değişmesi gerek. Değişmek demek ise, Kur-an Ahlakıyla tanışmakla olabilir ancak. İnsanlık Kur-an Ahlakını ile tanışıp onu öğrendiğinde, insanca ve hakça yaşamanın yolunu öğrenmiş olacaktır…

    Bir ülkenin insanları Kur-an Ahlakı ile yaşıyorsak, bu ancak yetenekli, çalışkan, inançlı ve birbirini seven kimselerle olur. Bu d, olursa ancak, insanlar sevgi yumağı içinde başarılı ve mutlu olurlar. Evet, bütün bunlara ben yürekten inanıyorum...

    Kur-an Ahlakı ile yaşayanlar, gelişen olaylar karşısında ne yapacaklarını bilirler. Öyleyse hemen, şu an, doğru yoldan Kur-an Ahlakı ile değişmek gerek. Çare yok başka Hem de hemen, şimdi, hızlı, çevik, esnek, yetenekli bir şekilde…

    Kur-an Ahlakına uyarak güçlü ve ahlaklı insanlar olmaya çalışacağız. Bu zamanın dışındaki yaşanan her şey yanılgıdan ibarettir Yoksa amiyane bir tabirle dünyanın çivisi böylesine çıkar mıydı?

    Şimdi gelelim eğitimli ve kendilerini büyük insan sanan kimselere, Kur-an Ahlakını anlamayanlardır onlar. Küçük olanlar ise, ancak kendi ufacık dünyaları içinde dönüp dururlar. Bunlar zaten hiçbir eleştiriye de tahammül edemezler. Çünkü küçük adamalar kendilerini sorgulamaktan korkarlar. Onlar bilmezler ki, insanın yürüdüğü yolda engel yoksa orada başarı da yoktur. Unutmayın ki, su kendini büyüttükçe, yoldaki engeller de küçülür. Öyle görünüyor ki, gelecekte Kur-an da, bütün dünyada sular seller gibi akacak ve insanlığın önündeki bütün engelleri silip süpürecektir…

    Çoğu kimseler, Kur-an’ın sahip olduğu derinliğin farkında bile değiller. Aslında insanların kendi yeteneklerini keşfetmeleri de ancak, Kur-an Ahlakı İle olacaktır. Kur-an insanlığa hükmettiğinde, göreceğiz ki, insanlar kendi esas varlıklarının ve esas yeteneklerinin farkına varacaklardır. Buna inancım tamdır. Çünkü biz insanlar, Allah’ın yarattığı en yüce ve özel varlıklarız. Öyle ki, Allah’ın yeryüzündeki halifesiyiz. Bu yüzden Allah’ın her yarattığı insanda kendi ruhundan, ona bahşettiği ayrı bir cevher vardır. Bu durumda insana düşen en önemli görev, kendisi için en uygun doğru yol Kur-an yolunu bulması gerekir. O da ancak Kur-an’ı öğrenip, okumak ile olur. Çünkü o Allah’ın en son kitabıdır. Bu yüzden insanlık her iki âlemde de, mutlu ve huzurlu olmak için, Kur-an Ahlakı ile yaşamayı bilmeli ve öğrenmelidir…

    Batı tarafından bize dayatılan alanlardan, ecelsiz ölümü beklemeden o dar kalıpları, mutlaka Kur-an Ahlakı ile kırmak gerekir. Onun bunun dayattığını değil, Kur-an Ahlakının yönlendirdiği yola koyulmalıyız ve özgürce Allah yolundan devam edip hayatınızı yaşamalıyız. Öyleyse, Allah tarafından bize Kur-an’da emredilen, Adaleti, Güzel Ahlakı ve Merhameti gücümüz yettiğinde dünyaya anlatmalıyız. Yoksa, olmadık yorumlara dalıp, gereksiz yükümlülükler altına girmeye de hiç gerek yoktur. Kur-an’da her şey açık ve net zaten.

    Dünyanın düzelip doğru yola girmesi için, insanlık önce Kur-an Ahlakının gösterdiği yoldan gitmeyi öğrenmeli ve bu çok iyi bilmeli. Kur-an Ahlakı ve onun ilkeleri dünyaya örnek olmalıdır. Öyle ki, yaşam hayatında her Müslüman insan, tavır, davranış ve ahlak yönünden diğer insanlara örnek olup göz kamaştırmalıdır. Öyle olmalı ki, dünyaya tapan, o kendini beğenmiş insanlara da, örnek olmayı bilmeli. Müslüman insan, öte âleme giderken bile, dünyayı güzelleştirmek için tozu dumana katmayı bilmelidir ve insanlığa güzel örnek olmalıdır. Müslüman dediğiniz, dünyada daha çok insanın mutlu yaşaması için çalışmalı ve insanlık için emek vermelidir.

    Müslüman öyle olmalı ki, insanların güzel hayalleriyle ve Kur-an Ahlakı ile kendilerini geliştirip insanlığa iyi örnek olmalıdır. Hayallerindeki hayatı yaşamak, dünyaya gelen her insanın mutlak hakkıdır çünkü ve bunu herkes yaşamalıdır.

    Zaman su gibi akarken, Allah’ın yarattığı güzellikleri seyredip, huzur içinde dinlenmeniz gerekirken, insanlık yeryüzünde ironik bir gülümseme ile yok olup gidiyor. İşte insan olarak bu hale üzülmemek elde değil. Nasıl üzülmezsiniz? İnsan olan mutlaka üzülür yoksulların bugünkü hakine. Dünyanın hali aslında öyle olmalı ki, her yerde sevgi ve Aşk çiçeklerinin açması lazımken, bizler savaşları ve insanlar tarafından uydurulan çeşitli hastalıklardan yayılan ölümleri yaşıyoruz. Ama hani nerde şimdi insanlık? Arayın! Belki demiyorum.

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1