Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

En Doğrusunu Ancak ALLAH Bilir..
En Doğrusunu Ancak ALLAH Bilir..
En Doğrusunu Ancak ALLAH Bilir..
Ebook440 pages18 hours

En Doğrusunu Ancak ALLAH Bilir..

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Dini Hikayeler
Hayattan kısa dini hikayeler en fazla dini hikaye barındıran kitap
Eşeğini Kaybeden Köylü ve Cuma Namazı


Eşeğini Kaybeden Köylü ve Cuma Namazı
Adamın biri bir gün eşeğine buğday yükleyerek değirmene varır. Eşeğin sırtındaki buğday çuvallarını indirir indirmez eşek kaçar ve kaybolur. Adam eşeğin peşine düşerek aramaya koyulsa Cuma namazını kaçıracaktır.
Tam bu sıkışık anda adamın tarla komşusu çıkagelir ve der ki, "Bugün sulama sırası senindir; hemen git; nöbetini kullanarak toprağına su ver. Sıranı kaçırırsan bir daha nöbet sana gelinceye kadar tarlanı sulayamazsın."



Adam, Cuma namazını kaçırmamak için kaybolmuş eşeğini aramaktan vaz geçmişken bu defa da başına tarla sulama derdi çıkar. Dünyalık geçim bakımından işlerin her ikisi de biri birinden mühimdir. Eşeğin peşine düşmezse hayvancağız tamamen kaybolabilir; ya da canavarların birine yem olur. Halbuki köylü eşeksiz geçinemez. Öteye beriye yüklerini kim taşıyacak ve neyin sırtına binerek yolculuğa çıkacak?



Tarla, zamanında ve düzgün aralıklarla sulanmadığı taktirde o yılki ekinler ya noksan olur. Ya da hiç olmaz. Bu da bir köylü için bütün ev halkının o yıl açlıkla karşı karşıya kalması demektir. Ayrıca buğday çuvalları da değirmende kalmaktadır. Adamın sırasını bekleyip ekini öğütmesi ve onu evine götürmesi lazımdır ki karısı öğle yemeğine ekmek pişirebilsin.



Adam işlerin hangisine koşayım diye düşünüp dururken Cuma namazının vakti gelip çatar. Hemen hatırına varlıkların biricik sahibi Allah'ın kesin emri gelir. "Cuma ezanı okunduğu zaman, dünyalık işlerinizi bırakarak Allah'a ibadet etmeye koşunuz. Cumadan çıktıktan sonra işlerinize dağılarak helal yollardan geçiminizin peşine düşünüz." Adam şöyle düşünür: "Az sonra yüce Allah'ın kesin emri beni ibadet yerine çağıracaktır. Şu anda kafamı yoran dünyalık nimetlerle birlikte daha nice nimeti bana veren O değil midir? Üstün ve ortaksız bir gücün sahibi olarak, O verdiği nimetleri istediği anda geri alıp kulu çaresizlik içinde çırıl çıplak bırakacağı gibi elden kaçar gibi olan nimetleri tekrar kulunun eline ve emrine veremez mi? O halde tamam, herşey ne olursa olsun; ben Cuma namazına gidiyorum." Bu kesin karardan sonra saydığımız bütün sıkışık işlerini yüzüstü bırakarak camiye koşar. Dünya işlerinin kafa yoran düşüncelerinden sıyrılarak Allah'ın evine gider.



Hatibin okuduğu hutbeyi can kulağıyla dinlerken, hafta içinde yaptığı günahları bir bir aklından geçirir; daha önceki Cuma namazından çıkarken artık günah işlemiyeceğine gönülden söz verdiği halde sözünü tutamıyarak yaptığı dine aykırı hareketlerden ötürü yüreğinde derin bir pişmanlık duyar. Esirgeyen ve bağışlayan Allah'dan, her adımını O'nun emrine uygun şekilde atamadığı için samimi bir utanç duyar.



Pişmanlık ve utancının manevi gözyaşları ile gönlünü karartan günah pasları silinir. Kalbinin bir hafta önceki o tatlı rahatlığa ve Allah (c.c.) huzurunda teslim olmuşluğa tekrar büründüğünü hisseder ve sevinir. Fakat bu sevincin yanında "Ya ibadetlerimi yüce Allah (c.c.) kabul etmezse; ya farkında olmadan ağır şekilde Allah'ı gücendirecek bir günah işliyor ve Allah'ın yaygın esirgeciliğini kendimden uzaklaştırıyorsam" diye içinde bir korku ve endişenin kıpırdadığı duyar. Sonra aklında gelir ki iyi bir mü'min zaten her an Allah'ın rahmetine güvenecek hem de O'nun korkusunu hiçbir an gönlünden çıkarmıyacak, bu iki duyguyu aynı anda taşıyarak kendini yolun doğrusu üzerinde tutacaktır.



O halde bu korkulu ve aynı zamanda ümitli hali temiz bir mü'minin özlenen halidir. Sağlam bir mü'mine yakışır duygu ve düşünceler taşıdığına ayrıca sevinir. Allah'ın öz evinde O'na bağlılıkların en samimisini sunarak Cuma namazını kıldıktan ve arınmış bir gönülle ibadet evinden çıktıktan sonra adam, evine varır.


LanguageTürkçe
Release dateApr 14, 2016
ISBN9781365047220
En Doğrusunu Ancak ALLAH Bilir..

Read more from Elmalılı M. Hamdi Yazır

Related to En Doğrusunu Ancak ALLAH Bilir..

Related ebooks

Related categories

Reviews for En Doğrusunu Ancak ALLAH Bilir..

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    En Doğrusunu Ancak ALLAH Bilir.. - Elmalılı M. Hamdi Yazır

    Dini Hikayeler

    Hayattan kısa dini hikayeler  en fazla dini hikaye barındıran kitap

    http://www.indir.com/resimler/en-guzel-dini-sozler-67413-7.jpg

    Eşeğini Kaybeden Köylü ve Cuma Namazı

    http://cdn.kuaza.com/wp-content/uploads/2015/05/10646640_822488534439174_2489282173728014359_n.jpg

    Adamın biri bir gün eşeğine buğday yükleyerek değirmene varır. Eşeğin sırtındaki buğday çuvallarını indirir indirmez eşek kaçar ve kaybolur. Adam eşeğin peşine düşerek aramaya koyulsa Cuma namazını kaçıracaktır.

    Tam bu sıkışık anda adamın tarla komşusu çıkagelir ve der ki, Bugün sulama sırası senindir; hemen git; nöbetini kullanarak toprağına su ver. Sıranı kaçırırsan bir daha nöbet sana gelinceye kadar tarlanı sulayamazsın.

    http://lh3.ggpht.com/-GuBdXDPOcMg/U6sinwXADoI/AAAAAAAASJk/1pepxnxUa4Y/s640/s3724344.png

    Adam, Cuma namazını kaçırmamak için kaybolmuş eşeğini aramaktan vaz geçmişken bu defa da başına tarla sulama derdi çıkar. Dünyalık geçim bakımından işlerin her ikisi de biri birinden mühimdir. Eşeğin peşine düşmezse hayvancağız tamamen kaybolabilir; ya da canavarların birine yem olur. Halbuki köylü eşeksiz geçinemez. Öteye beriye yüklerini kim taşıyacak ve neyin sırtına binerek yolculuğa çıkacak?

    https://dinisozler.files.wordpress.com/2014/04/en-gc3bczel-dini-sc3b6zler.jpg

    Tarla, zamanında ve düzgün aralıklarla sulanmadığı taktirde o yılki ekinler ya noksan olur. Ya da hiç olmaz. Bu da bir köylü için bütün ev halkının o yıl açlıkla karşı karşıya kalması demektir. Ayrıca buğday çuvalları da değirmende kalmaktadır. Adamın sırasını bekleyip ekini

    http://www.kadinlopedi.com/wp-content/uploads/2015/03/dini-resimli-s%C3%B6zler-indir-2016.jpg

    öğütmesi ve onu evine götürmesi lazımdır ki karısı öğle yemeğine ekmek pişirebilsin.

    Adam işlerin hangisine koşayım diye düşünüp dururken Cuma namazının vakti gelip çatar. Hemen hatırına varlıkların biricik sahibi Allah'ın kesin emri gelir. Cuma ezanı okunduğu zaman, dünyalık işlerinizi bırakarak Allah'a ibadet etmeye koşunuz. Cumadan çıktıktan sonra işlerinize dağılarak helal yollardan geçiminizin peşine düşünüz. Adam şöyle düşünür: Az sonra yüce Allah'ın kesin emri beni ibadet yerine çağıracaktır. Şu anda kafamı yoran dünyalık nimetlerle birlikte daha nice nimeti bana veren O değil midir? Üstün ve ortaksız bir gücün sahibi olarak, O verdiği nimetleri istediği anda geri alıp kulu çaresizlik içinde çırıl çıplak bırakacağı gibi elden kaçar gibi olan nimetleri tekrar kulunun eline ve emrine veremez mi? O halde tamam, herşey ne olursa olsun; ben Cuma namazına gidiyorum. Bu kesin karardan sonra saydığımız bütün sıkışık işlerini yüzüstü bırakarak camiye koşar. Dünya işlerinin kafa yoran düşüncelerinden sıyrılarak Allah'ın evine gider.

    Hatibin okuduğu hutbeyi can kulağıyla dinlerken, hafta içinde yaptığı günahları bir bir aklından geçirir; daha önceki Cuma namazından çıkarken artık günah işlemiyeceğine gönülden söz verdiği halde sözünü tutamıyarak yaptığı dine aykırı hareketlerden ötürü yüreğinde derin bir pişmanlık duyar. Esirgeyen ve bağışlayan Allah'dan, her adımını O'nun emrine uygun şekilde atamadığı için samimi bir utanç duyar.

    Pişmanlık ve utancının manevi gözyaşları ile gönlünü karartan günah pasları silinir. Kalbinin bir hafta önceki o tatlı rahatlığa ve Allah (c.c.) huzurunda teslim olmuşluğa tekrar büründüğünü hisseder ve sevinir. Fakat bu sevincin yanında Ya ibadetlerimi yüce Allah (c.c.) kabul etmezse; ya farkında olmadan ağır şekilde Allah'ı gücendirecek bir günah işliyor ve Allah'ın yaygın esirgeciliğini kendimden uzaklaştırıyorsam diye içinde bir korku ve endişenin kıpırdadığı duyar. Sonra aklında gelir ki iyi bir mü'min zaten her an Allah'ın rahmetine güvenecek hem de O'nun korkusunu hiçbir an gönlünden çıkarmıyacak, bu iki duyguyu aynı anda taşıyarak kendini yolun doğrusu üzerinde tutacaktır.

    O halde bu korkulu ve aynı zamanda ümitli hali temiz bir mü'minin özlenen halidir. Sağlam bir mü'mine yakışır duygu ve düşünceler taşıdığına ayrıca sevinir. Allah'ın öz evinde O'na bağlılıkların en samimisini sunarak Cuma namazını kıldıktan ve arınmış bir gönülle ibadet evinden çıktıktan sonra adam, evine varır.

    Bir de ne görsün!... Namazdan önce kafasını yoran ve neredeyse Cumayı kaçırmasına sebep olmak üzere bulunan bütün işler, adeta kendiliğinden oluvermiştir. Eşeği eve dönmüş, buğday öğütülmüş, tarlası da sulanmıştır. Yemek pişirip taze ekmek hazırlayan karısı sofrayı kurmuş kocasının camiden dönmesini beklemekteydi. Karısına Bu işler nasıl yoluna girdiğinden dolayı içinde katmerli sevinç duyar, ve karısı olanları anlatır; adamın birisi değirmene gitmişti, kendisinin sanarak bizim buğdayları öğütmüş, çuvalları evine getirince yanlışlık yaptığını anlamış ve bize göndermiş. Eşek az önce kendiliğinden dönerek eve geldi. Komşunun tarlasını doldurup taşan su, bizim tarlaya akarak toprağımızı sulamış ve işte işler gördüğün gibi yoluna girmiş.

    http://www.carsambagazetesi.net/images/upload/image/dini5.jpg

    Adam bir yandan Allah'a karşı, mü'min kalabalığı ile birlikte samimi kulluk borcunu yerine getirip gönül rahatlığına kavuştuğundan ötürü öte yandan namaz öncesi canını sıkan işler, zincirlemesine kendiliğinden yoluna girdiğinden dolayı ayrıca katmerli sevinç duyar, kullarının her işini yoluna koyan yüce Allah'a şükürler ederek karısı ve çoluk çocuğu ile birlikte sofraya oturur.

    =================

    Boş Dönmemiş Olursun

    Boş Dönmemiş Olursun

    https://s-media-cache-ak0.pinimg.com/736x/39/84/06/39840604a6165d8407e1b51ede347d4c.jpg

    Ahmed bin Hadraveyh hazretlerinin evine bir gün hırsız girdi. Her tarafı aradı, fakat götürecek bir şey bulamadı. Eli boş döneceği zaman Ahmed bin Hadraveyh;

    - Ey genç! Şu kovayı al su doldur. Abdest al ve namaz kıl. Bu arada evime belki bir şey gelir, sana veririm. Böylece evimden boş dönmemiş olursun, dedi.

    Genç onun emrettiği gibi hareket etti. Sabah olunca zengin birisi Ahmed bin Hadraveyh'e yüz elli altın getirdi. Ahmed bin Hadraveyh hazretleri bu parayı o gence vererek;

    - Al bu gece kıldığın namazlar sebebiyle sana mükafattır." dedi.

    Genç onun bu merhamet ve iltifâtı karşısında şaşırdı, hâli de değişti. Sonra; Yolumu kaybetmiş, bozuk işlere dalmıştım. Bir gece hayırlı bir iş yapıp Allahü teâlâya ibâdet ettim. Rabbim de bana böyle ihsânda bulundu. diyerek tövbe edip Ahmed bin Hadraveyh hazretlerine talebe oldu.

    =================

    Bir Annenin Gözyaşları

    Bir Annenin Gözyaşları

    Bir gün bir kadın Hasan Basri'nin kapısını çalar. Buyur edilip içeri girdikten sonra Hasan Basri'ye derdini açar. Kadının çok sevdiği biricik kızı vefat etmiştir. Onu rüyasında görerek, öbür dünyadaki yerini ve durumunu öğrenmek istemektedir. O yüzden de rüyasında kızını görebilmek için ne yapması, hangi duaları okuması gerektiğini Hasan Basri'ye danışmaktadır.

    Hasan Basri'den bol bol salâvat getir karşılığını aldıktan sonra kadıncağız evine giderek bir köşeye çekilir ve boyuna salâvat getirmeye koyulur. Salâvat getirişlerine ara vermeden devam ederken bir gece rüyasında sevgili kızını katrandan bir gömlek giymiş, boynuna bir mahkûm zinciri vurulmuş, ayaklarına ateşten iki köstek takılmış yürek yakıcı bir azab çekerken görür. Sabahleyin yatağını dolduran gözyaşları arasında uyanınca hemen Hasan Basri'ye koşar ve rüyasında gördüklerini bir bir anlatır.

    Duruma çok üzülen Hasan Basri ve orada bulunan arkadaşları da gözyaşlarını tutamayarak hüngür hüngür ağlamaya başlarlar. Kızın acıklı durumu Hasan Basri'nin kafasına iyice takılmıştı, manzara gözlerinin önünden hiç gitmiyordu.

    Bu duygular içinde kıvranan Hasan Basri, bir süre sonra bir gece rüyasında Cennette, başında her yana nur saçan bir taç giymiş, Cennet kanepelerinden birine kurulmuş, durumundan memnun bir halde salına salına gezinen bir kız görür. Kendisini hemen tanıyan kız,

    - Ey üstadım! Beni tanıdınız mı? diye seslenir.

    Hasan Basri,

    - Hayır tanıyamadım, diye karşılık verince kız,

    - Ben, size gelerek rüyasında beni görmek isteyen ve sizden -bol bol salâvat getirin, kızınızı göreceksiniz- tavsiyesini alan falan kadının kızıyım, der.

    Bunun üzerine, Cehennemden kurtularak Cennetteki bu derecenize nasıl eriştiniz? diye soran Hasan Basri'ye kız şunları söyler:

    -Bir gün bizim mezarlığa bir mübarek zât uğradı. Ve dua ettikten sonra sevgili Peygamberimize salâvat gönderdi. Bunun üzerine mezarlıkta yatan binbeşyüz elli mevtadan azabın kaldırılması için Allah (c.c.) tarafından emir geldi. Biz de böylece o mübarek zatın bir salâvatı yüzü suyu hürmetine azaptan kurtularak cennete girmiş olduk, der.

    =================

    Hapishanede Kılınan Namaz

    Hapishanede Kılınan Namaz

    Horasan vâlisi Abdullah bin Tâhir, çok âdil biriydi. Jandarmaları birkaç hırsız yakalamış, vâliye bildirmişlerdi. Getirilirken hırsızlardan birisi kaçtı. O sırada Hiratlı bir demirci, Nişapur'a gitmişti. Demirciyi, gece eve giderken, jandarmalar yakaladılar ve diğer zanlılarla beraber vâliye çıkardılar.

    Vâli dedi ki:

    - Hepsini hapsedin!

    Bir suçu olmayan demirci, hapishanede hemen abdest alıp, namaz kıldı. Ellerini uzatıp:

    ''Yâ Rabbi! Bir suçum olmadığını ancak sen biliyorsun. Beni bu zindandan ancak sen kurtarırsın!'' diye duâ etti. Vâli uyurken rüyâsında dört kuvvetli kimse gelip, tahtını ters çevirecekleri zaman uykudan uyandı. Hemen kalkıp, abdest aldı, iki rek'at namaz kıldı. Tekrar uyudu. Tekrar o dört kimsenin tahtını yıkmak üzere olduğunu gördü ve uyandı. Kendisinde bir mazlumun âhı olduğunu anladı.

    Vâli hemen hapishane müdürünü çağırtıp sordu:

    - Acaba bu gece hapishanede mazlum birisi kalmış mı?

    Müdür dedi ki:

    - Bunu bilemem efendim. Yanlız biri namaz kılıyor, çok duâ ediyor göz yaşları döküyor.

    - Hemen adamı buraya getiriniz. Demirciyi vâlinin yanına getirdiler.

    Vâli hâlini sorup, durumu anladı, ve dedi ki:

    - Sizden özür.diliyorum. Hakkını helâl et ve şu bin gümüş hediyemi kabul et. Herhangi bir arzun olunca bana gel!

    Demirci de cevabında dedi ki:

    -Ben hakkımı helâl ettim. Verdiğiniz hediyeyi kabul ettim. Fakat işimi, dileğimi senden istemeye gelemem.

    - Neden gelemezsiniz?

    - Çünkü benim gibi bir fakir için, senin gibi bir sultanın tahtını birkaç defa tersine çevirten sâhibimi bırakıp da, dileklerimi başkasına söylemek kulluğa yakışır mı? Namazlardan sonra ettiğim duâlarla beni nice sıkıntılardan kurtardı. Pek çok murâdıma kavuşturdu. Nasıl olur da başkasına sığınırım? Rabbim, nihayeti olmayan rahmet hazinesinin kapısını, ihsân sofrasını herkese açmış iken, başkasına nasıl giderim? Kim istedi de vermedi? Kim geldi de, boş döndü? İstemesini bilmezsen, alamazsın. Huzûruna edeple çıkmazsan rahmetine kavuşamazsın!

    Akıl isen nemâzı, çün saâdet tâcıdır.

    Sen namazı şöyle bil ki, mü'minin mi'râcıdır.

    =================

    Namaz

    Namaz

    ADAM, bineceği otobüsün kalkmasına bir saatten fazla süre olduğu için, terminalin yarı aydınlık koridorlarını arşınlıyordu. Ellerini yıkamak üzere biraz ilerideki mescide yanaştığında, iş tulumları giymiş bir genç ona doğru gelerek:

    - Herhalde namaz kılacaksınız, dedi. Abdest alma yerimiz de mevcuttur.

    Adam, elindeki sigaranın külünü delikanlının ayakları dibine silkelerken:

    - Sen herhalde görevlisin, diye diklendi. Ne iş yaparsın burda?

    Delikanlı, köşedeki süpürgeye işaret ederek:

    - Temizlikçiyim efendim, diye kekeledi. Lavabo ve tuvaleti temizliyorum.

    Adam, onu alaycı gözlerle süzerken:

    - Ben, namazı senin gibi çulsuzlara bıraktım, diye sırıttı. Bu iş size öyle yakışıyor ki?

    Temizlikçi genç, adamın hakaretine aldırmayacak kadar olgundu. Fakat namaza karşı yapılan saygısızlık, canını çok sıkmıştı. Vereceği cevabı bir süre düşündükten sonra, susmayı tercih ederek işine döndü.

    Adam, mağrur adımlarla oradan uzaklaşırken, başının döndüğünü hissetti. Sırtından çıkartarak koluna aldığı kaşe paltonun ağırlığını da ilk defa fark ediyordu. Biraz önce yediği iki porsiyon kebap, herhalde tansiyonunu yükseltmiş ve kendisini hâlsiz bırakmıştı. Birkaç adım daha attığında âniden fenalaşarak dizleri üzerine çöktü. Allah?tan ki kolundaki palto ondan önce yere serilmiş ve yeni aldığı takım elbisenin kirlenmesini engellemişti. Adam, çömelmiş vaziyette olmasına rağmen fırıldak gibi dönen başını yere dayayarak bir müddet dinlendi ve tekrar doğrulduğunda, aynı rahatsızlığı duyarak hareketini tekrarladı. Fakat, başkaları tarafından görülmüş olmaktan endişe ediyordu. Bunun için başını yerden kaldırıp sağa sola bakındığında, terminalin çaycısı olduğu anlaşılan bir gençle burun buruna geldi. Delikanlı, adamı saygılı bir ifadeyle selâmlarken:

    -Allah kabul etsin bey amca, dedi. Ama kıble biraz daha sağa doğruydu.

    Cuneyd Suavi

    =================

    Namaz Kılan Adam ile Köpek

    Namaz Kılan Adam ile Köpek

    Vaktiyle mescidin birinde bir adam konuklamıştı. Din yolunda gayreti kendisine azık edinmişti. O aşık adam, bir gece sabaha kadar namazdan başka bir şeyle meşgul olmamak niyetiyle mescide gitmişti.

    Fakat gece olup etraf kararınca bir ses duyuldu. Namaz kılan adam,kemal sahibi birinin mescide geldiğini sandı. Gönlünden,

    ''Böyle bir insan mescide ancak ibadet etmek için gelir. İyi oldu. Böylece kamil bir adam namazımı görüp, ibadetimi duyacak!'' diye geçirdi.

    Bütün gece sabaha kadar ibadette bulundu, bir an bile ibadeti bırakmadı. Bir hayli dua etti,ağlayıp inledi. Kah tövbe etti, kah istiğfar....

    Müstehap ve sünnetleri yerine getirdi. Kendisini adam akıllı iyi gösterdi.

    Tan yeri ışıyıp etraf ağarınca mescid aydınlandı. Adam bir de baktı ki, mescidin köşesinde bir köpek yatmış uyuyor. Bu dertle canı yandı, kanı kurudu... Gözyaşları yağmur gibi kirpiklerinden damlamaya başladı... Gönlü utanç ateşiyle öyle bir yandı ki; içinden çıkan ahlarla dili de yandı, damağı da....

    Ve kendi kendine dedi ki:

    ''A edepsiz! ALLAH seni bu gece şu köpekle terbiye etti. Bütün gece şu köpek için ibadette bulundun.

    Ne olurdu, bir gecelik de ALLAH için uyanık kalsaydın. Senin, bir gece bile ALLAH için riyasızca ibadet ettiğini görmedim...

    Ey riyakar insan! Nice köpekler var ki senden daha iyi. Bir bak kendine! köpek nerede sen neredesin?

    Utanmazlığın yüzünden riyalara gark oldun. ALLAH 'tan utanmaz mısın sen? Kendi kadrini, mevki ve dereceni gördün ya! Bu şekilde muvaffak olmaktan artık ümidini kes! Bu alemde, bu halinle bir senin elinden bir iş gelmez.Gelse bile ancak köpeklere layık bir iş olur bu. Bilmem ki, neden şeytana eş olursun? Niçin nakşa kapılıp sersemleşirsin?''

    Şeytanın şu zulüm yuvasından kaç artık. Şu şaşkınlıklarla dolu zindandan geç. Şu deccal  sesli adamlardan ne istersin. Şu kendilerini mehdi gösterenlerden ne umarsın?

    İlahiname, Feridüddin Attar, Semerkand Yayınları

    =================

    Namaz Kılmanın Bereketi

    Namaz Kılmanın Bereketi

    Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:

    (İçki içmek büyük günahtır, içki içen namaz kılmamalı) deniyor. Bu yanlıştır. Namaz ayrı içki ayrıdır. Çok büyük günahlar işlense de, namazı asla ihmal etmemelidir. Âlimlerimiz, (Namazın bereketiyle, diğer günahların bırakılması kolay olur) buyuruyorlar.

    Salih bir zatın pazarcılık yapan komşusu, işten eve gelince çilingir sofrasını kurarak her gece gürültü yapar. Salih zat, komşusunun gürültüsünden rahatsız olduğu için, başka bir eve taşınır, bir kaç gün sonra da bu komşunun vefat etmesi üzerine tekrar eski evine taşınır.

    Bir gün kapı çalınır, kapıyı açıp bakar ki boyu, gökyüzüne kadar uzanan bir adam. Ne istediğini sorunca, adam der ki:

    — Kazmayı al benimle gel!

    — Sen kimsin, beni nereye götüreceksin, bana ne yapacaksın?

    — Sus, kazmayı al benimle gel!

    Kazmayı alır beraber giderler, mezarlığa gelirler. Bir mezarı göstererek, burayı kaz der. Mübarek zat gösterilen mezarı kazar, dur der, bir tuğla çıkarmasını söyler ve bir tuğla çıkartır, tuğlayı çıkardığın delikten mezarın içine bak der, bakar ki, komşusu Cennette ve üstelik tahtta oturuyor, tahtı da var.

    Mübarek zat şaşırır, bu benim vefat eden komşum der. Bu nasıl olur? Peki, ben nerede hata yaptım? der.

    O zat da der ki:

    — Vefat eden komşun her günahı işlerdi; fakat namazını hiç bırakmazdı ve namazın arkasından da şöyle dua ederdi:

    Ya Rabbi biliyorum günahım çok; fakat Peygamber efendimizi, Ehl-i beytini, aralarındaki savaşlar ne sebeple olursa olsun, Eshab-ı Kiramı ve onların yolunda olanları seviyorum, onların hatırına günahlarımı affet, bana Cennetini ihsan et diye dua ederdi. Namazlarını ve bu duayı hiç bırakmazdı. Bu hasleti onun kurtulmasına sebep oldu.

    İbadetlerin hepsini kendinde toplayan ve insanı Allahü teâlâya en çok yaklaştıran şey namazdır. Namaz kılmak, huzur-u ilahiye çıkmak demektir. Namazda, Allahü teâlânın huzurunda olduğumuzu bilerek okumalıyız. Namazı, ne olduğunu bilerek kılmalıyız!

    =================

    Namaz ve Kurtulan Tüccar

    Namaz ve Kurtulan Tüccar

    Atlı bir eşkıya, Şam ile Medine arasında ticaret yapan bir tüccara bağırır:

    — Davranma öldürürüm.

    — İşte malım. Hepsini al ve beni serbest bırak!

    — Mal zaten benim olacak. Ben senin canını da almak istiyorum.

    — O hâlde bana biraz mühlet ver, abdest alıp namaz kılayım!

    Eşkıya, izin verir. Tüccar, abdest alıp dört rekât namaz kılar. Namazdan sonra dua eder. Dua bitince, hemen orada yeşil elbiseli bir süvari belirir. Eşkıya, bu süvariye saldırır; fakat süvari bir darbe vurup eşkıyayı attan düşürür. Sonra tüccara der ki:

    — Haydi, şimdiye kadar çok insanın canına kıyan şu eşkıyayı öldür!

    — Bir cana nasıl kıyarım ki?

    — Fakat bu eşkıya seni öldürecekti. Bunu öldürmezsen daha çok cana kıyar.

    — Ben hayatımda kimseyi öldürmedim. Beni mazur gör!

    Süvari, eşkıyayı öldürür.

    Eşkıyadan kurtulan tüccar, süvariye sorar:

    — Sen kimsin?

    — Ben 3. kat gökte bulunan bir meleğim. Sen birinci defa dua ettiğinde gök kapıları öyle çalındı ki, mühim bir olayın olduğunu anladık. İkinci defa dua ettiğinde gök kapıları açıldı. Üçüncü defa dua edince, Cebrail aleyhisselam geldi. (Şu zavallıyı kurtar) dedi. Ben de hemen geldim. Bu eşkıyayı öldürmeyi, Allahü teâlâ bana nasip etti. Ey tüccar, iyi bil ki, kim de senin gibi dua ederse, Allahü teâlâ onun sıkıntısını giderir, ona yardım eder.

    Tüccar sağ salim Medine’ye dönünce, başından geçenleri Peygamber efendimize anlatır. Resulullah efendimiz buyurur ki:

    (Elbette Allahü teâlâ, sana Esma-i hüsnayı telkin etti. O isimlerle dua edilirse, Allahü teâlâ, o duayı kabul eder, istenileni verir.)

    =================

    Namaza Gelenin Farkı

    Namaza Gelenin Farkı

    Harun Reşid, bir Ramazan günü Behlül'e, akşam namazında camiye gitmesini ve namaza gelen herkesi iftara davet etmesini söyledi.

    Akşam oldu, namaz kılındı, namazdan sonra Behlül 5-10 kişilik bir grupla çıka geldi. Harun Reşid şaşırdı:

    - Akşam camiye bu kadar insan mı geldi?

    Behlül cevap verdi:

    - Siz bana camiye gelenleri değil, namaza gelenleri iftara çağır dediniz. Namazdan sonra cami kapısında durdum, çıkan herkese hocanın namaz kıldırırken hangi sureyi okuduğunu ve daha başka şeyler sordum. Onları da yalnız bu getirdiğim kişiler bildi. Camiye gelen çoktu ama namaza gelen bu kadarmış.

    =================

    Namazda Vurulmak

    Namazda Vurulmak

    Rasul-i Ekrem s.a.v.'in de hazır bulunduğu 'Zâtü'r-Rika' gazvesindeki bir çarpışmada, müslümanlardan biri müşrik bir adamın muharebe yerinde bulunan karısını öldürmüştü. Kadının kocası da misilleme olarak mutlaka bir müslüman öldürmeye yemin etmişti. Rasulullah s.a.v. ve arkadaşlarının peşinden onları izlemeye başladı. Allah Rasulü akşam üstü bir yerde konaklama hazırlığı yaptı ve yanındakilere sordu:

    - Bu gece istirahatimizde bize kim bekçilik yapacak?

    Muhacir ve Ensar'dan iki adam cevap verdiler:

    - Ya Rasulallah, biz sizler için nöbet tutarız.

    - Öyleyse şu vadinin giriş kısmında bekleyin.

    Bu iki gönüllü, Ammar b. Yâsir ile Abbâd b. Bişr idiler. Gece nöbetine duracakları sırada Ensar'dan olan Abbâd, Muhâcirler'den olan Ammar'a:

    - Gecenin hangi bölümünde nöbette olmamı istersin? diye sordu. O da:

    - Gecenini ilk bölümünde benim yerime sen bakıver, dedi.

    Bu karardan sonra Muhacir, kendi nöbeti gelinceye kadar arkadaşının yanına uzanıverdi. Nöbetteki Ensar da, vaktin değerlendirmek için gece namazına durdu.

    Meğer karısı öldürülen müşrik herif de, o sırada yakınlardaydı. Namazda duran adamı farketti ve onun nöbette olduğunu anladı. Bir ok atıp sapladı ve atmaya devam etti. Nöbetçi sahabi üçüncü okla ağır yaralanmıştı. Derhal rükû ve secdeleri yapıp namazının tamamladı ve arkadaşını uyardı:

    - Kalk artık kalk! Ben yaralandım arkadaş, hareketten kesildim!..

    Arkadaşı yerinden fırlayınca, okçu müşrik de korkup uzaklaştı. Yaralı arkadaşının durumunu gören Muhacir hayretle sordu:

    - Fesubhanallah! Sana ilk ok atılanca beni uyandırsaydın ya!

    - Okumakta olduğum bir surenin ortalarında idim. Onu kesmek istemedim. Eğer Rasulullah'ın bize verdiği nöbetçiliğe zarar gelmeyecek olsaydı, canım çıkasıya okuduğum sureyi kesmezdim.

    =================

    Namazı geciktiren genç

    Namazı geciktiren genç

    Manifaturacılık yapan bir genç vardı. İşlerinin çokluğunu bahane ederek, namazlarını hep son vaktine bırakırdı. Dükkânın yakınındaki camide, vaktin çıkmasına az zaman kala namazlarını yetiştirirdi.

    Bir gece, kan ter içinde kalmıştı. Rüyasında ölmüş, hesap için mizan başına getirmişlerdi. (İbadetlerimi yaptım, haram işlemedim, hesabım kolay geçer) diye ümit ediyordu. Melekler önce iman ve doğru itikat aradılar, hemen önlerine geldi. Sonra namaza sıra geldi; fakat aradılar, bir türlü bulamadılar.

    - Ben hiçbir namazımı kazaya bırakmadım, mutlaka bulmanız lazım,diye feryat ediyordu.

    Nihayet melekler,

    - Kusura bakma, sana ait bir tek namaz bulamadık. Şimdi seni cehenneme atacağız,diyerek yüksek bir dağa çıkardılar. Genç çırpınarak,

    - Hayır, bunda bir yanlışlık var,  ben hiç namazlarımı bırakmadım, dediyse de dinlemediler, dağın tepesinden, aşağıda olancehenneme fırlattılar. O şiddetli korkuyla, dizlerinin bağı çözüldü, birden karşılarına nur yüzlü bir zat çıktı, düşerken havada yakalayıp,

    -Ben senin kıldığın namazlarım, dedi.

    Genç heyecanla,

    - Ben çok perişandım, az sonra cehenneme düşecektim, niye bu kadar geç kaldın? diye sordu.

    O da,

    - Sen de beni hep son vakte bırakırdın, dedi.

    Genç o günden sonra vakti girer girmez namazlarını kılmaya başladı.

    =================

    Sen Namazı da Kaza Et

    Sen Namazı da Kaza Et

    Zahid olarak bilinen fakat riyakâr olan biri, padişahın misafiri olmuştu. Sofraya oturduklarında, her zaman yediğinden daha az yedi. Namaza kalktıklarında her zamankinden daha yavaş kıldı. Padişahın, kendisini takdir etmesini istiyordu.

    Evine dönünce sofra kurdurdu, yemek istedi. Anlayışlı bir oğlu vardı. Babasına,

    -Sultanın ziyafetinde bir şey yemedin mi baba? diye sordu.

    -Onların önünde ayıplamasınlar diye işe yarayacak kadar bir şey yemedim, dedi.

    Çocuk cevap verdi,

    -Öyleyse baba sen namazı da kaza et! Çünkü onu da işe yarayacak gibi kılmamışsındır!.

    =================

    Beddua Yerine Dua

    Beddua Yerine Dua

    Ma'rûf-ı Kerhi Hazretleri bir gün talebelerini toplar Dicle kenarındaki hurmalıklara çekilir sohbet ederler. Bu esnada nehirden bir kayık geçer. İçinde birkaç bıçkın genç. Hem içki içerler, hem şarkı söylerler. Bir ara hepten şirazeden çıkar, naralar atarlar. Talebeler bu edepsizliğe çok bozulur. Hatta içlerinden bazıları:

    -Ah şu kayık bir devrilse de günlerini görseler, derler

    Ardarda patlayan kahkahalardan ders yapılamaz olunca mübarek o yana döner. Ellerini açar ve;

    - Ya Rabbi, Sen bu kullarını dünyada neşelendirdiğin gibi ahirette de neşelendir. Onlara hidayet ve istikamet nasip eyle, der.

    İşte tam o sıra gençlerden biri sahildeki sohbetin farkına varır, arkadaşlarını uyarır. Mübareği görünce derlenir toparlanırlar. Hatta sazlarını kırar, destileri suya atarlar. Mahçup mahçup gelir, Şeyh Mar'uf'un ellerine kapanırlar. O günden sonra sohbetin müdavimlerinden olurlar.

    =================

    Dua Aynı Dua Ama

    Dua Aynı Dua Ama

    Muhyiddîn-i Arabî (kuddise sırruh) hazretlerinden:

    Fakirin biri, bir ağaç dibinde gölgelenmekte olan Hz. Ali (r.a.)'ye gelir, ihtiyaçlarını arz eder:

    - Çoluk-çocuk sıkıntı içindeyim, ne olur bana biraz yardımda bulunun, der.

    Hz. Ali (r.a.) hemen yerden bir avuç kum alır, üzerine okumaya başlar. Sonra da avucunu açar ki, kum tanecikleri altın külçeleri hâline gelmiş...

    - Al, der fakire. İhtiyacını karşıla!

    Fakirin gözleri yerlerinden fırlayacak gibi olur:

    - Allah aşkına söyle yâ Emîre'l-mü'minîn! Ne okudun da kum tanecikleri altın oluverdi? der. Hz. Ali (r.a.) anlatır:

    - Kur'ân-ı Kerîm, Fâtiha sûresine gizlenmiştir. Bende Kur'an-ı Kerîm'i okudum, yani Fâtiha sûresini okudum bu kumlara...

    Bunu öğrenen fakir durur mu? O da bir avuç kum alır ve başlar okumaya. Okur, okur, okur... Ama kumlarda bir değişiklik yoktur. Altın filan olmuyor, aynen duruyor. Tekrar gelir ve İmam Ali kerremallâhü vechehû hazretlerine:

    - Ben de okudum, ama birşey değişmiyor; kumlar altın olmuyor, der. Emîrü'l- Mü'mînin Hz. Ali (r.a.) boynunu büker, mahcup bir edâ ile cevap verir:

    - Ne yapayım, der. Duâ aynı duâ; ama, okuyan ağız aynı değildir! Duâ tamam; lâkin, okuyanın ihlâsı ve teveccühü tamam değildir!..

    İşte bütün mesele buradadır. Okuyanın ihlâsında ve teveccühünde... Aynı duâ; aynı îman, aynı İhlâs ve aynı teveccühle okunacak ki, aynı netice elde edilebilsin. Yoksa kumu altın yapmak gibi bir iksire sahip olabilmek mümkün olmaz

    Fazilet Takvimi 1997

    =================

    Duanın Sınırsız Gücü

    Duanın Sınırsız Gücü

    Ammar oğlu Mansur bir gün kalabalık bir mü'min topluluğuna yakıcı ve tesirli sözlerle vaaz ediyor, onları aydınlık Allah yolunda mücadele edip son nefeslerine kadar kalmaya davet ediyordu. Dinleyicilerin arasından bir yoksul ayağa kalkarak Ammar'a yaklaştı ve:

    - Çok muhtaç durumdayım, bana dört lira para verirmisiniz? dedi.

    Bunu üzerine kendi cebinde dört lirası bulunmayan Ammar halka dönerek:

    - Ey mü'minler!.. Bu arkadaş dara düşmüş dört lira para istiyor, bende yok. Bu parayı içinizden kim verecek? Verene dört ayrı iyi dua edeceğim, dedi.

    Caminin bir köşesine sıkışmış bir siyah köle, için için Ammar'dinliyordu. Bir yahudinin kölesiydi. Yanında da sadece topu topu dört lirası bulunmaktaydı. Ayağa dikildi ve:

    - Ey üstadım! Bana dilediğimce dört dua yapman şartıyla  sana dört lira veririm, dedi.

    Gerçektende köle dört lirasını Ammar'a verdikten sonra şöyle söyledi:

    - Ey üstad!.. Ben köleyim, efendim de bir yahudi, efendimin Müslüman olması, beni de azad edip hürriyetime kavuşturması için ALLAH'a dua et. Ayrıca ben yoksul bir kimseyim,Allah'a yalvarıp yakar da yaygın lutfuyla bana zenginlik versin. Bir de çok günahkarım. Günahlarımın affı için Allah'a yalvar.

    Bu dileklerini sıralayıp da parayı Ammar'a teslim eden köle, Ammar'ın da duasını dinledikten sonra evine döndü. Efendisi yahudiyi görür görmez camide geçen olayı kendisine aksetti.

    Yahudi daima iyiliğini gördüğü ve iyiliğinden başkaca bir harekette bulunmayacağına kesinlikle inandığı imanı bütün kölesinin bu durumu karşısında sevinç gözyaşları dökmeye başladı ve:'

    - Seni azad ettim. Şu ana kadar ben senin efendin idim. Ama bundan böyle sen benim efendimsin, dedi.

    Ardından da ''Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedüenne Muhammeden abdühü ve Resûlüh (Görmüş gibi inanırım Allah tan başka İlah Yoktur ve Muhammed O'nun kulu ve elçisidir.) diyerek aydınlık Allah yoluna girdiğini mühürledi.

    Yeni mümin olmuş Yahudi, kölesini bütün mal ve servetine ortak ettiğini bildirdi ve sözlerini şöyle bağladı:

    - Dördüncü dileğinize gelince o benim elimde olan bir şey değil. Çünkü affetmek ancak Allah' mahsustur. Fakat bana karşı bir kötülüğün oldu ise, ben onu affediyorum.

    Bu hadise böyle biterken köle gökten yükselen bir ses duydu. Sesin sahibi şöyle diyordu:''Her ikinizi de Cehennem ateşinden azad ettim Sizi bütün günahlarınızdan arıttım. Bundan böyle sınırsız yardımım sizinle beraberdir. Müjdeler olsun!"

    Revnakul Mecalis

    =================

    Böyle Dua Edilir mi?

    Böyle Dua Edilir mi?

    Merhum Nasreddin Hocanın, (Allah’ım bu sıkıntıyı benden alma) diye dua ettiğini duyanlar,

    Hocaya sorarlar:

    - Niçin böyle dua ediyorsun, sıkıntının kalması için hiç dua edilir mi?

    Hoca cevap verir:

    - Allahü teâlâ her sıkıntıdan sonra ferahlık, her ferahlıktan sonra sıkıntı vaad ediyor. Ben bu sıkıntıya alıştım, yeni gelecek sıkıntının ne olacağını bilmiyorum, ya sabredemeyeceğim bir sıkıntı olursa. Onun için bu sıkıntının kalması için dua ediyorum.

    =================

    Kibrin Zararı

    Kibrin Zararı

    Günaha bir tevbe yeter, taata bin tevbe yetmez. Günah işleyen, tevbe ederse Allah affeder. Fakat ibadet eden, ucba kibre kapılabilir. Buna bin tevbe bile yetmez.

    Beni İsrailden bir fâsık vardı. Bir âbid de ibadetiyle şöhret bulmuştu. Fâsık, bu âbidin yanından geçerken, Gideyim, şu âbidin yanına oturayım, belki Allahü teâlâ onun hürmetine beni affeder diye düşündü. Gidip âbidin yanına oturdu. Âbid ise, üzerinde bulutun gölgelendirdiği bir zat olduğu için, böbürlenip, Bu fâsık, benimle oturamaz diyerek ondan yüzünü çevirdi. Yüz bulamayan fâsık da çekip gitti. Fakat Âbidin üzerindeki bulut, fâsıkla beraber gitti.

    Allahü teâlâ zamanın Peygamberine (İnsanlara niyetlerine göre muamele ederim. Fâsıkın günahlarını, onun bu iyi niyetinden dolayı affettim. Âbidin ibadetlerini de kibri sebebiyle yok ettim) diye vahyetti.

    =================

    Kısmetini Beklemek

    Kısmetini Beklemek

    Öğrencilerinden birinin eline bir testi verip kuşluk vakti çeşmeye gönderir Fakirullah Hazretleri.

    Ne var ki öğrenci çeşmenin başına varınca oradaki çocuklarla oyuna dalar, ta ikindiye kadar oyun sürer. Nihayet gün batarken aceleyle testiyi doldurup döner. Bunca vakittir orada oyuna dalan öğrenciyi bu defa arkadaşları aralarına alıp hırpalamak isterler. Ancak Fakirullah Hazretleri müdahale ederek der ki:

    – Neye suçluyorsunuz arkadaşınızı?

    – Kuşluk vakti gönderdiniz ikindi üzeri döndü, bizi bu kadar bekletmeye hakkı var mı? derler.

    Büyük insan şöyle izah eder geç kalma sebebini.

    – Arkadaşınızın kabahati yoktur bu bekleyişte. Çünkü der, çeşmenin başında oyuna dalmaya mecburdu. Kısmetiniz olan su henüz kurnaya gelmemişti, yoldaydı. Başkalarının kısmetini doldurup ta size getiremezdi. Ne zaman yoldaki sizin kısmetiniz kurnaya geldi, işte o zaman oynamayı bırakıp testiyi çeşmeye tutarak kısmetinizi doldurup getirdi. Onun kabahati yoktur, yoldaki kısmetinizi beklemiştir.

    Yeni Aile İlmihali, Ahmed Şahin, Cihan Yayınları

    =================

    Kimsenin Yaptığı Yanına Kalmaz

    Kimsenin Yaptığı Yanına Kalmaz

    Abbasi halifelerinin beşincisi Harun Reşid, sarayının bahçesindeki bir gül fidanını çok beğenir. Yaprağı, kokusu, görünüşüyle dikkatini çeken gülü özel bakıma alması için bahçıvana emir verir.

    Bahçıvan üzerine titremeye başlar gülün. Ne var ki, sakınan göze çöp batar derler ya. Aynen öyle olur. Bir sabah bahçıvan gelip bakar ki, gülün dalına konan bir bülbül, ne kadar yaprak varsa hepsini gagalayarak yere düşürmüş. Tek yaprak bırakmamış gülün başında... Korku içinde koşar halifeye:

    - Sultanım der, üzerine titrediğimiz gülün yapraklarını bir bülbül gagalayarak yere dökmüş, tek yaprak bırakmamış gülün başında... Harun Reşid, telaş etmeden cevap verir:

    - Üzülme efendi üzülme, der. Bülbülün yaptığı yanına kalmaz!.

    Rahat bir nefes alan bahçıvan işine döner. Bir gün bakar ki, bir yılan yaprakları düşüren bülbülü yakalamış, yutmak üzere, otların arasında kayıp gidiyor. Heyecanla yine halifeye gelir:

    - Sultanım der, bülbülü bir yılan

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1