Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Hak Dini Kur’an Dili Tefsiri’nden Yüz Soruya Yüz Cevap
Hak Dini Kur’an Dili Tefsiri’nden Yüz Soruya Yüz Cevap
Hak Dini Kur’an Dili Tefsiri’nden Yüz Soruya Yüz Cevap
Ebook340 pages3 hours

Hak Dini Kur’an Dili Tefsiri’nden Yüz Soruya Yüz Cevap

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

HAK DİNİ KUR’AN DİLİ TEFSİRİ’NDEN YÜZ SORUYA YÜZ CEVAP
İÇİNDEKİLER
SORU VE CEVAPLAR
Soru 1: Calut ve Talut arasındaki savaşta İsrailoğulları nasıl bir imtihanla karşılaşmışlardır?
Soru 2: Kumara niçin meysir denmiştir?
Soru 3: Ayet’el Kürsi’de anlatılan Kürsi’nin ve arşın maiyeti nasıl ifade edilmektedir?
Soru 4: Cehennem kelimesi hangi kelimeden türetilmiştir?
Soru 5: Musa peygamber “bana kendini göster rabbım”deyince ne gibi
bir hal vuku buldu?
Soru6.Şeytanı ağlatan şey nedir?
Soru7.Tevbe suresinin başında besmelenin olmayışının ne gibi hikmetleri vardır?
Soru8. Müellefe-i kulub kimlerdir?
Soru9.Sa’lebe kimdir? Sonunda akıbeti ne olmuştur?
Soru10.Temeli takva üzerine kurulan mescit hangisidir?
Soru11.Tevbe suresinde Kab b. Malik(r.a) Tebük’ten geri kalışının hikayesi nasıl anlatılmaktadır?
Soru12.Nuh Tufanından sonra geminin oturduğu Cudi Dağı nerededir?
Soru13.Hud suresinde “Cehennemlik olanlara zefir ve şahik vardır.” buyuruluyor. Zefir ve şahik ne demektir?
Soru14.Gündüzün iki tarafı gecenin zülfeleri namaz kıl, bunlar hangi vakitlerdir?
Soru15.Yusuf suresinde “Ahsenü’l-kasas” deniliyor, bunun özelliği nedir?
Soru16.Yusuf suresinde “Adgasü ahlam” denilir. Bu ne demektir?

Soru17. İslam alimleri rüyayı kaç kısma ayırmışlardır?
Soru18.Yusuf suresinde eski Mısır hükümdarlarına firavun denildiği halde melik denilmesinin sebebi nedir?
Soru19.Yakup peygamber oğullarına hepiniz tek kapıdan girmeyiniz, ayrı ayrı kapıdan giriniz diyor. Bunun sebebi nedir?
Soru20.Yusuf’un kardeşlerinin ettiği yemin “Tallahi” nasıl bir yemin vasfıdır?
Soru21.Yusuf peygamberin duası ve defni nasıl olmuştur?
Soru22.Yusuf suresinde bahsedilen Züleyha’nın kocası Kıtfir nasıl birisidir?
Soru23.Rad suresinde Allah gökleri direksiz yükselti bunun açıklaması nasıldır?
Soru24.Meyvelerin çift yaratılmasının hikmetleri nelerdir?
Soru25.Yıldırımın Allah’ı hamd ve tesbih etmesi nasıldır?
Soru26.Kalplerin tatmin olması nasıl olur?
Soru27. Çeşitli ayet ve hadislerde geçen Tuba kelimesi ne anlama gelir?
Soru28. Ümmül kitabın anlamı nedir?
Soru29.Yeryüzünün etrafının eksilmesi nasıl anlaşılmalı?
Soru30.Her peygamber kendi kavminin diliyle gelmiştir. Bunun açıklaması nasıldır?
Soru31.Cehennemliklerin gömleklerinin katran olacağı bahsediliyor. Katran nasıl bir şeydir?
Soru32.Kur’an’ın Allah tarafından korunması nasıl olmuştur?
Soru33.Burç ne demektir?
Soru34.Şihab ne demektir?
Soru35.Şeytanın ölümü nasıl olacaktır?
Soru36.Cehennemin yedi kapısı nelerdir?
Soru37.Yakîn kelimesi ne demektir? Hıcr suresinde nasıl açıklanıyor?
Soru38.Hangi hayvanlar süs olarak yaratılmıştır?
Soru39. Adil ve ihsan ne demektir?
Soru40.Fahşa ve münker ne demektir?
Soru41.Millet-i İbrahim ne demektir?
Soru42.Herşey Allah’ı nasıl tesbih ediyor?
Soru43.Makam-ı Mahmut neresidir?
Soru44.Ruh ne demektir? İsra suresinde nasıl açıklanıyor?
Soru45.İlmi ledünn nasıl bir ilimdir?
Soru46.Hızır A.S.kimdir?Vefat etmişmidir?Bu husustaki görüşler nelerdir.
Soru47.Kıyamet alametlerinden olan Ye’cüc ve Me’cüc kimlerdir? Kıyamete yakın ne gibi bozgunculuklar çıkaracaklardır?
Soru48.Dilimizde gayya kuyusu ve cehennemin bir bölümü olarak adlandırılan yer neresidir?
Soru49.Yeryüzünün hakiki mirasçıları kimlerdir?
Soru50.Kabe’ye niçin Beyt-i Atik denmektedir?
Soru51.Allah niçin bir kısım insanların belasını bir kısım ile def ediyor?
Soru52.Kurtuluşa eren müminler kimlerdir?
Soru53. Zina’nın Dünya’daki ve Ahiret’teki zararları nelerdir?
Soru54.İslam’a göre tesettür nasıl olmalıdır?Mümin erkekler ve mümin kadınların uyması gereken kurallar nelerdir?
Soru55.Rûm suresinde anlatılan İranlılarla Rumlar arasındaki savaş nasıl olmuştur? Daha ne gibi şeyler işaret edilmektedir?
Soru56.Beş vakit namaz hangi ayette özetlenmiştir?
Soru57.Fıtrat dini nedir ve Rum suresinde nasıl açıklanma

LanguageTürkçe
PublisherRoh Nordic AB
Release dateFeb 3, 2023
ISBN9798215553831
Hak Dini Kur’an Dili Tefsiri’nden Yüz Soruya Yüz Cevap
Author

Necdet İçel

1955 Yılında İzmir ilinin Torbalı ilçesinin Korucuk Köyü'nde doğdu. Babası Molla Mehmet, annesi Hatice. Ailenin dördüncü çocuğu Necdet İÇEL, üç kız, iki erkek kardeştirler. İlkokulu köyünde okudu. Daha sonra iki sene değişik Kur'an kurslarında dînî dersler aldı. Muhtelif Hocaefendilerden Arapça okudu. 1974 yılında İmam-Hatip Lisesi'nden, 1980 İzmir Yüksek İslam Enstitüsü'nden mezun oldu. Yüksek İslam Enstitüsü'nde okuduğu yıllarda Aydın Vakıflar Bölge Müdürlüğü'ne bağlı yurtlarda, yurt müdür muavinliği İmam-Hatip Okulu yurdunda Yurt Müdürlüğü vazifelerinde bulundu.1980 Kasım’ında Müftülük-Vaizlik imtihanını kazandıktan sonra, Mart 1981'de Samsun'un Ladik ilçesi vaizi olarak atandı. 1983 Kasım’ında Samsun Terme ilçesi vaizi oldu. 1984 Kasım’ında vaizlikten istifa ederek değişik vakıf hizmetlerinde ve basın kuruluşlarında vazife yaptı. 1990 Kasım’ında Adana ili Yumurtalık ilçesinde yeniden vaizlik görevine başladı. 1992 Kasım’ında Kırıkkale Yahşıhan vaizliğine, iki sene sonra da Kırıkkale vaizi olarak göreve başladı. 1995 de Antalya ili vaizliğine, iki ay sonra İzmir Merkez Vaizliğine atanan yazarımız, 2014 tarihinde resmî vazifesi olan İzmir vaizliğinden emekli olmuştur.Yazarımız Necdet İçel, değişik dergi ve gazetelerde yazılar yazmıştır. Bulunduğu illerde mahalli gazetelerde günlük yazıları dikkatle takip edilmiştir.Necdet İçel, Türkiye'nin muhtelif illerinde, ilçelerinde değişik mevzularda ilgi ile izlenen, takip edilen konferanslar vermiştir.Emekliliğinden sonra dînî ve millî hizmetlerine devam etmektedir. Konferanslar, vaazlar ve değişik sitelerde yazdığı köşe yazılarıyla...Ayrıca “ https://www.facebook.com/necdeti.icel ” Facebook sayfasında hizmetlerine devam etmektedir.Teknolojinin verdiği imkanlarla dünyanın değişik yerlerinde bulunan ve istekli kimselerle haftalık sohbetlerine devam etmekte ve bunları görüntülü sohbetler halinde “https://www.youtube.com/@NecdetIcel” youtube kanalında yayımlamaktadır.Yazarımız Necdet İçel Kur’an-ı Kerim’i tefsir etmeye başlamıştır, görüntülü kayıtlarını da Youtube kanalında yayımlamaktadır.Yazarımız Necdet İçel “Hasbihal” başlığında soru cevap sohbetleri yapmaktadır. Bu sohbetlere kalabalıklar halinde iştirak edilmekte ve takip edilmektedir. Görüntülü yaptığı bu sohbetlerin kayıtlarını Youtube kanalında neşretmektedir.Ayrıca yazarımız Necdet İçel Risale-i Nur dersleri yapmakta ve görüntülü kayıtlarını Youtube kanalında yayımlamaktadır.Yazarımız Necdet İçel’in senelerden beri yazdığı -şimdilik 42 adet- kitabının tamamını Nordic Yayınevi’nde online sistem olarak yayınlamaya karar verdik. Yakın tarihte kitap baskısı olarak da yayınlamayı arzu ediyoruz. Bundan sonra yazacağı kitapları da bu kitaplara ilave edeceğiz.Yazarımıza bundan sonraki hayatında başarılar dileriz.

Read more from Necdet İçel

Related to Hak Dini Kur’an Dili Tefsiri’nden Yüz Soruya Yüz Cevap

Related ebooks

Related categories

Reviews for Hak Dini Kur’an Dili Tefsiri’nden Yüz Soruya Yüz Cevap

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Hak Dini Kur’an Dili Tefsiri’nden Yüz Soruya Yüz Cevap - Necdet İçel

    ÖNSÖZ

    İlâhi! Hamdini sözüme sertac ettim, zikrini kalbime mi’râc ettim, kitabını kendime minhac ettim. Ben yoktum var ettin, varlığından haberdar ettin, aşkınla gönlümü bi-karar ettin. İnayetine sığındım, kapına geldim. Hidayetine sığındım lütfuna geldim. Kulluk edemedim, affına geldim. Şaşırtma beni, doğruyu söylet, neş’eni duyur, hakikati öğret. Sen duyurmazsan ben duyamam, sen söyletmezsen ben söyleyemem, sen sevdirmezsen ben sevemem. Sevdir bize hep sevdiklerini. Yerdir bize hep yerdiklerini. Yar et bize erdirdiklerini. Sevdin habibini, kâinata sevdirdin. Sevdin de hıl’at-i risaleti giydirdin. Makam-ı İbrahim’den Makam-ı Mahmud’a erdirdin, server-i asfiya kıldın, Hâtem-i enbiya kıldın. Muhammed Mustafa kıldın. Salât ü selâm, tahiyyât ü ikram, her türlü ihtiram ona, onun âline, ahbabına, ailesine, ashabına ve etbaına Ya Rab!

    Hamd, varlığın gerçek sahibi Allah’a mahsustur. Salat ve selam en büyük insan ve Allah elçilerinin sonuncusu Hazret-i Muhammed’in ve onun soyundan gelenlerin, nurlu yolundan ayrılmayanların üzerine olsun.

    Kur’an’a inananlar, ilk günden itibaren Kur’an’ı anlamak için gayret sarfetmişlerdir. Esas vazifelerinden birisi olan Kur’an’ı açıklamak, Allah Resulü’nde (s.a.s) sorarak öğrenmişler… daha sonra gelenler sahabeden… daha sonra gelenler ise sahabeden öğrenenlerden öğrenmişler… Daha sonrakiler ise kendi gayret ve uğraşıları ile Kur’an’ı anlamaya çalışmışlardır. Asırların geçmesiyle, Kur’an’ı anlama metotları yani tefsir metotları da değişmiştir. Başlangıçtan zamanımıza kadar, lügat, belagat, edep, nahiv, fıkıh vb. ve daha pek çok yönlerden tefsirler meydana getirilmiş, bu farklı yönlerdeki tefsirlerde çeşitli metotlar ortaya çıkmıştır. Hedef, okuyup anlaşılması ve ona göre yaşanması için gönderilen bu ilahi kitabın herkesin rahatlıkla anlayabileceği duruma getirilmesi olmuştur.

    Elmalılı’nın Hak Dini Kur’an dili tefsirini okudum. Bana göre mühim olan yerlerin altını çizdim. Aslında her tarafı önemli bir eser, kalplere, kafalara nakşedilmesi gereken bir eser. Kendimce dedim bu eserden başkalarıda yararlansın diye düşündüm. Fakat bir tefsiri okumak kısa zamanda olacak şey değil; haftalarca, aylarca vaktini alabilir. Bu altını çizdiğim yerleri kendimce birer soru sorarak daha dikkat çekici olması için okuyucularımıza sunmayı düşündüm. Gayem gerek imam hatip öğrencilerine gerekse imam hatiplik yapan görevlilere ve diğer okuyucularımıza faydalı olmak. Tefekkürde derinleşmeyi sağlamaktır. Soruların daha geniş cevabını merak eden okuyucu kardeşlerimiz soruların geçtiği ciltlerden okuyabilirler. Temennim bu küçük çalışmanın Müslüman kardeşlerimize geniş çapta faydalı olmasıdır. Muvaffak olmak onun yardımı olmadan bir kelebeğin bile kanadını kıpırdatamayacağı her şeyin sahibi ulu Allah’tandır.

    Başta büyük müfessir Elmalılı M. Hamdi Yazır ve diğer müfessiri azamdan Allah razı olsun, ölenlere rahmet kalanlara sağlık ve afiyet dilerim Cenabı Haktan.

    NECDET İÇEL

    ELMALILI M. HAMDİ YAZIR HAKKINDA:

    Elmalılı M. Hamdı Yazır 1294/1877 yılında Antalya’nın Elmalı kazasında doğmuştur.Babası , aslen Burdur’un Gölhisar kazası Yazır köyü halkından Numan Efendi’dir.Numan Efendi,küçük yaşta Yazır köyünden çıkıp Elmalı’ya gelmiş,orada okumuş ve Şer’iye Mahkemesi başkatibi olmuştur.Hamdi Efendi’nin annesi,Elmalı alimlerinden Mehmet Efendi’nin kızı Fatma Hanımdır.

    İlkokulu ve bugünkü ortaokula denk sayılan Rüşdiye’yi Elmalı’da bitiren Hamdi Efendi 1310/1892 yılında, dayısı hoca Mustafa Sarılar ile birlikte İstanbul’a gelmiş ve devrinin alimlerinden Kayserili Mahmud Hamdi Efendi’den ders almıştır. İstanbul’daki diğer tanınmış hocaların da derslerine devam ettikten sonra, 1324/1906 tarihinde Bayezit dersiamı olarak icazet almıştır. Aynı yıl yapılan seçimlerde Antalya Mebusu olmuş ve ikinci meşrutiyetin bu ilk meclisinde, özellikle 1293/1876 Kanun-i Esasisinin değiştirilmesinde mühim rol oynamıştır.

    1327/1909 yılında Mülkiye Mektebi’nde Ahkam-ı Evkaf ve Arazi dersleri okutmuştur ve yine aynı yıllarda Mekteb-i Kuzatta Fıkıh desleri vermiştir. Daha sonra Darü’l-Hikmeti’l-İslamiye (Şeyhü’l-İslamlığa bağlı Yüksek Müşavere Heyeti) üyeliğine ve bir müddet sonra Evkaf Nazırlığı’nda bulunmuş ve bu sırada Ayan Meclisi üyesi olmuştur. Cumhuriyet ilanı sırasında Mütehassısın medresesinde mantık müderrisi idi. Medreseler kaldırınca evinde inzivaya çekilmiş, ilmi tetkik ve araştırmalarına devam etmiştir.Yirmi yıl kadar devam eden bu uzlet(yalnızlık) devresi,Hak Dini Kur’an Dili adındaki Türkçe tefsiri hazırlamasına imkan vermiştir.Tefsire başlamadan önce Mısırlı PRENS Abbas Halim Paşa’nın teşviki ile Büyük İslam Hukuk Kamusu ile meşgul tefsirir yazmaya başlamıştır.Ayan üyeliğinin son yıllarında Fransızca’dan tercemeye başladığı bir felsefe tarihi kitabını tamamlayarak ilave ettiği önemli bir dibace(önsöz) ve diğer haşiyelerle birlikte Metalib ve Mezahib adıyla bastırmıştır.

    Hamdi Efendi 1942 yılı Mayıs ayının 27.günü İstanbul Erenköy’de Allah’ın rahmetine kavuşmuştur.

    ESERLERİ:

    A-Basılmış olanlar:

    1-Hak Dini Kur’an Dili adındaki Türkçe tefsir: Bu tefsir, Diyanet İşleri Reisliği tarafından yazdırılmış ve 1936 yılında basılmaya başlanmıştır. O tarihte 10bin adet bastırılmış olan bu eserin kısa zamanda mevcudu kalmadığından yeniden bastırılmasına mecburiyet duyulmuş ve birçok defalar basılmıştır.

    2-Metalib ve Mezahib: Bu eser, Fransız feylesoflarından Pol Jane ile Gabriyel Seay’in ortaklaşa meydana getirdikleri tahlili felsefe tarihi kitabı tercemesidir.Bu eser, Babanzade Ahmed Naim Bey merhum tarafından, sonradan kaldırılmış olan İstanbul Darü’l-Fünun’unda ders kitabı olarak okutulmuştur.

    3-İrşadü’l-Ahlaf fi Ahkami’l-Evkaf: Bu eser müellifin, Mülkiye Mektebi’ndeki ders takrirlerindendir.

    4-Elmalı Hamdi EFENDİ’NİN BUNLARDAN BAŞKA, Sırat-ı Müstakim, Sebilü’r-Reşad ve B eyanü’l-Hak mecmualarında devamlı yazıları çıkmıştır. Aynı zamanda devrinin günlük gazetelerine de ilmi makaleler yazmıştır.

    B-Basılmamış Olanlar:

    1-Usul-i Fıkh’a ait bir eseri,

    2-Suri mantığa ait bir eseri

    3-Yarım vaziyette bir hukuk kamusu

    4-Noksan bir divanı.

    Hamdi Efendi, bunlardan başka, devrinin güzel sanatlarından olan hat ve musiki ile de ilgilenmiştir. Özellikle Nesih ve Sülüs yazılarda iyi bir hattat idi.Aynı zamanda hafız olduğu için alaturka musikinin çeşitli makamlarıyla ciddi bir şekilde meşgul olmuştur.

    100 SORU- CEVAP

    Soru1: Calut ve Talut arasındaki savaşta İsrailoğulları nasıl bir imtihanla karşılaşmışlardır?

    Cevap1: Ne zaman ki bunlar tamam olup, Talut askerleriyle hareket etti, askerlerine hitaben şöyle dedi: Allah sizi mutlaka bir ırmakla imtihan edecektir. Dolayısıyla ondan her kim içerse benden değil,ve her kim ona ağzını sürmezse o şüphesiz bendendir, benim askerlerimden veya beni sevenlerdendir. Ancak eliyle bir avuç alan içlerinden müstesna, bu kadarına ruhsat vardır. Doğrudan doğruya ağızla içmeye izin yoktur.

    Talut bir hükümdar sıfatıyla bu emri, bu talimatı vermişken ırmağa gelince askerlerin birazı hariç, hepsi de ondan içtiler, emri dinlemediler. Rivayet olunuyor ki, bir adam bir avuç alır, kendine ve hayvanına yetermiş, fakat saldırıp içenlerin dudakları morarır, hararetleri artarmış. Bu bakımdan onlar ırmağın berisinde dökülüp kaldılar da Talut ile iman eden beraberindeki kimseler ırmağı geçince kalanlar geriden bu gün bizim Calut ve askerleriyle savaşacak gücümüz yok dediler. Yahut bunlar değil de ırmağı geçmiş olan müminlerin zayıf kısmı düşmanın çokluğunu görünce, ümitsizliğe düşüp birbirlerine böyle söylediler. Çünkü müminlerin de imanda dereceleri farklıdır. Söylediler de ne oldu?

    Her halde Allah'a kavuşacaklarını bilen ve bunu bekleyenler, yani ölümden kaçmanın mümkün olmadığını, bugün bu savaşta ölmezse diğer bir gün mutlaka öleceklerini ve nihayet Allah'ın huzuruna varacaklarını bilen, bundan dolayı da sözünde duran veya zafer ümidiyle ya şehid veya gazi olmaya karar veren kesin iman sahipleri, nice defalar azıcık bir bölük, birçok bölüklere Allah'ın izniyle galip geldiler. Allah sabır ve sebat edenlerle beraberdir, dediler.

    Zayıfların kalplerine de kuvvet verdiler. Ne zaman ki Talut ve beraberindeki bu müminler, Calut ve askerlerine karşı savaş alanına çıktılar ve düşmanın çokluğunu ve hazırlığını gördüler, hepsi birden kalb kuvvetiyle Allah'a yalvarıp şöyle dediler: Ey Rabbimiz! bize sabır yağdır, bizi sabit kıl, ayaklarımızı denk ve yerinde tut, titretme,kaydırma, azim ve hedefimizden şaşırtma ve o kâfirler topluluğuna karşı bize yardım ve zafer ihsan et.

    Bunun üzerine, çok geçmeden o kâfirleri Allah'ın izniyle bozdular ve Davud, Calut'u öldürdü ve Allah ona -yani Davud'a- hükümdarlık, hikmet ve peygamberlik ihsan etti. Talut kendisine kızını vermiş ve daha sonra Arz-ı mukaddesin (Filistin ve Kudüs civarı) doğusunda ve batısında büyük bir devlete kavuşmuştu. İsrailoğulları, Davud'dan önce hiçbir hükümdarın etrafında bu kadar toplanmamıştı. Bunlardan başka ona daha dilediği bazı şeyler de öğretti. Bu cümleden olarak, demirleri yumuşatıp zırhlı elbiseler yapma sanatını ve başkalarının bilmediği kuş dilini, güzel nağmeleri ve diğerlerini öğretti ve işte o zalimlerin zulmüne rağmen bir azınlığın azim ve imanı, gayret ve duasıyla Allah Teâlâ böyle ümit edilmez büyük başarılar ihsan etti.

    Şimdi, buna karşı, iyi ama Allah savaşa hiç meydan vermese ve hükümetin baskısına müsaade etmese daha iyi olmaz mıydı, dememeli. Çünkü Allah insanların bazısını, bazısıyla savmasa veya müdafaa etmese, bozguncu ve saldırganları, ıslah ediciler ve mücahitlerle savıp barış ve düzen taraftarlarını, çocukları ve kadınları korumasaydı, yeryüzü bozulurdu, dünyanın menfaat ve düzeni dağılır, çoluk çocuktan, ilim ve sanattan, din ve imandan eser kalmazdı.

    Çünkü uzaklaştırıp karşı koyma kanunu olmasaydı, insanların çoğu, uyum içinde, itaatkar ve boyun eğmiş bile olsa, saldırganların devamlı olarak hücumuna uğrarlar, çiğnenir, mahvolurlardı. Sosyal eşitlik bulunmaz, nihayet herkes saldırgan olur; herkes saldırgan olur da, direnme de varsayılmazsa hepsi mahvolur. Cenab-ı Allah, insanları irade sahibi olarak yaratmıştır ve böyle yaratması, sırf rahmet ve kudrettir. Fakat bu iradeler mutlak bırakılır da birbirleriyle ölçülü hâle getirilmez ve hiçbir direnişle karşılaşmazlarsa, çalışma zahmetine katlanmaz, önüne geleni çiğnemeye çalışır. Savunma ve karşı koyma olmayınca da saldırı, yolların en kısası ve doğru yol olmuş olur; o zaman da insan adına bir şey kalmaz, yeryüzünün düzeni bozulur.

    Fakat Allah, bütün âlemlere ve bu arada özellikle akıl sahipleri âlemine bütün bir lütuf ve rahmet sahibidir. Bu fesada razı olmaz, o yeryüzünü imar edecek, üzerinde insanları lütuf ve ikramıyla yaşatacak, ebedî mutluluklara, yüksek mertebelere erdirecektir. Şu halde sonradan gelen fesat batıldır. Allah'ın istediği düzendir. Bu bakımdan düzenin, fesadı ortadan kaldırması için; düzen ve hayır sahiplerinin, bozgunculuk ve kötülük çıkaranları defetmesi lazımdır ve zaten karşı koyma ve savunma, bütün dünyada hak olan bir kanundur. İradeden, akıl ve şuurdan nasibini almayan yaratıklar, bu direnişlerini, Hakk'ın zorlamasıyla mecburen ortaya koyarlar. İstediğini, dilediğini yapanlarda bunun tatbikinin de akıl, irade ve imanlarıyla yapılması gerekir. İşte Allah, savaşı ve hükümeti bu hikmetle meşru kılmış ve insanların bozguncu ve saldırgan kısmını, ıslahatçı kısmıyla defetmek ve güzel bir şekilde çalışacak korumak için emretmiştir.

    Düzen ve fazilet sahipleri, bu noktayı göz önünde tutmayıp ve savunma kaydıyla meşgul olmayıp da saldırganları serbest bırakacak olurlarsa, bütün güç onların eline geçer ve onlar da dünyayı ele geçrimek sevdasıyla yer yüzüne bozgunluk verecekler ve buna meydan verenler, sorumlu olacaklardır ki yukarda buna bir, Ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın (Bakara, 2/195) hatırlatması geçmişti. Şu halde iki savaş vardır:

    Birisi ıslah savaşı, diğeri ifsad (fesat ve bozgunculuk) savaşıdır. İman ehline emredilen de Allah yolunda ıslah savaşıdır ki, bu da zulüm ve bozgunculuğun ve zulmün kaynağı olan küfür ve şirkin yok edilmesi ve genel barışı sağlamaktır.

    Düzene ve İslâma sahip çıkanlar, bunu yapmazsa, küfür ve bozgunculuk ortalığı kaplayacak; o zaman da insanlar, kökünden kazınıp kıyamet kopacaktır. (Elmalılı Hamdi Yazır Hak dini Kur’an dili. Cilt:2 Sayfa:144)

    Soru 2: Kumara niçin meysir denmiştir?

    Cevap 2: MEYSİR: Meysire gelince yüsür veya yesardan mimli masdar olarak kumar oynamak anlamınadır. Kumarda ya kolaylıkla zahmetsiz mal çarpmak veya çarptırmak vardır. Kumar demek de zar gibi ne olacağı belli olmayan tehlikeli bir şeye bağlanarak mal vermek veya almak demektir.

    Cahiliye devrinde Araplar gerek kendilerine ve gerekse Acemlerden ve diğerlerinden belledikleri nerd yani tavla, satranç ve diğerleri gibi oyunlarla kumar oynarlardı. Kısacası frenklerin piyango dedikleri tarzda bölüşme yolu ile bir kumarları vardı ki bunu hayır bile sayarlar ve övünerek yaparlardı. Şöyle ki:

    Zar yerinde ezlâm ve aklâ denilen on adet okları vardı. Bunlara: Fezz, tev'em, rakib, hils, nafis, müsbil, muallâ, menih, sefih, vağd derlerdi. Menih, sefih, vağddan başka diğerlerinin bir hissesi bir payı olurdu. Meselâ, piyango çekilmek üzere, bir deve kesilir, yirmi sekiz hisseye ayrılır; fezze bir, tev'eme iki, rakibe üç, hilse dört, nefise beş, müsbile altı, muallaya yedi, hisse ayrılır.

    Menih, sefih vağd okları boş ve mahrumdur. Bu on kalemin hepsi rebâbe denilen bir torbaya atılıp adaletli kişinin önüne konulur, o da torbayı çalkalayıp elini sokar, katılan herkes adına bir ok çeker, hissesi bulunan ok çıkanlar belirlenmiş olan hisseyi alırlar, boş ok çıkanlar da mahrum kalırlar ve fakat devenin bedelini öderler. Hisse çıkanlar da da paylarına çıkan hisseyi fakirlere verirlerdi.

    Böylece meysir öncelikle diğer kumarlara göre ehven-i şer (şerrin en hafifi) görünen ve hayır zannedilen böyle dağıtım ve bölüşme; yani piyango tarzına denilmiş ve bundan, bütün kumarlara da meysir denilmiştir. Hatta bir hadis-i şerifte, çocukların aşık ve ceviz oynamalarının bile meysirden olduğu beyan edilmiştir. İki kişiden biri diğerine şu kadar yumurtayı yiyebilsen şu senin olsun demişti.

    Bunlar Hz. Ali'ye hüküm vermesi için başvurdular. Hz. Ali bu kumardır diye izin vermedi. Zaten hayır namına piyango haram olunca diğer kumarların haydi haydi haram olacağı anlaşılır. Şarap ile kumarın bir soruda bir araya getirilmesi de sarhoşluk veren şeylerle kumarın beraber bulunduklarına işarettir. (Elmalılı Hamdi Yazır Hak Dini Kur’an Dili Cilt:2Sayfa:90)

    Soru 3.Ayet’el Kürsi’de anlatılan Kürsi’nin ve arşın maiyeti nasıl ifade edilmektedir?

    Cevap 3. KÜRSİ: Sözlükte, üzerine tek başına oturulan belli bir şeydir ki, aslında taht ve şerefli ilmin ayni şekilde olan özel ve seçkin makâmı demektir. İlmin kendisine ve âlime de denir. Daha sonra iskemle ve sandalye gibi şeylere de bu isim söylenmiştir.

    Dilimizde en çok ilim makâmında kullanılmıştır. Herhangi bir şeyin aslına ve toplandığı yere de kürsi denir. Nitekim memleket kürsisi, başkent anlamına gelir. Bunun aslı olan kürs kelimesinde bir araya toplanıp karışma ile keçe gibi giriftleşip sağlamlaşmak mânâsı vardır.

    Kısaca gerçek mânâsıyla kürsi, ancak bir kişinin oturabildiği en yüksek bir çeşit sandalyedir. Bundan dolayı, yerleri gökleri kaplamış bir kürsi düşüncesinin, bu bilinen mânânın aynı olmayacağı da şüphesizdir. Aynı zamanda bu kelimenin bize bir hakimiyet (egemenlik) ve saltanat, bir ilim, bir şeref ve büyüklük ve söz geçerliliği anlamı ifade ettiğinde de şüphe yoktur.

    Biz bir memlekette bir kürsi, bir taht düşündüğümüz zaman, önce bir memleket, ikinci olarak onun içinde bir başkent, üçüncü olarak o başkent içinde bir arş, bir saray, dördüncü olarak o saray içinde bir taht, beşinci olarak o taht üzerinde hükmü elinde bulunduran bir hükümdar, altıncı olarak bu hükümdardan bütün memleketi kapsayan bir nüfuz tasavvur ederiz ki, bunda hükümdar, zarf zarf içinde memleketle tamamen kuşatılmış ve aynı zamanda nüfuzuyla o memleketi kuşatmıştır.

    Bunda en çok hayrete değer nokta da, bir şeyin hem kuşatan ve hem de kuşatılan olabilmesindeki sırdır ki, ilmin kendisinde de vardır. Ve bu nokta insanlara, Allah'ın birliğini en güzel şekilde telkin edecek olan bir işarettir. Âyetü'l-kürsî, bize bu mânâyı telkin etmekle beraber gösteriyor ki, Allah'ın mülkü göklerle yerdir. Fakat Allah'ın kürsisi, bunlarla kuşatılmış değil, onları kuşatmaktadır. Bizim kürsi düşüncemizin aksinedir. Allah'ı düşünürken hep kuşatılmış olanlardan, kuşatıcıya doğru geçmelidir.

    Taht veya başkent, göklerle yer memleketini kuşatmış; Arş, tahtı kuşatmış; Rahmân olan Allah, Arşın içinde değil, üzerinde ve Allah hiç kuşatılmış değil, hep kuşatıcı ve yöneticidir ve öbüründeki zıtlığı kaldıran budur. Şu halde Allah'ın kürsisi, bize ancak bir isim ve kuşatılandan kuşatana geçerek, nihayet gökler ve yer tasavvurunun ötesinden, kapalı ve tahayyülü imkânsız bir büyüklük kavramıyla bilinebilir.

    Bunun gerçek mahiyetini tayin edebilmemize imkan yoktur. Bununla beraber tefsirciler, bunun tarifinde birkaç şekil rivayet etmişlerdir.

    Şöyle ki: 1- Kürsi, gökleri ve yeri kaplamış büyük bir cisimdir. Buna Arş'ın kendisi diyenler de olmuştur.

    Fakat sahih haberler, Kürsi, Arşın altında ve göklerin üzerinde bir cisimdir. diye gelmiştir. Kürsi, iki ayak yeridir. Süddi'den nakledilmiş olduğu üzere, gökler ve yer Kürsi'nin içinde, Kürsi, Arşın altında ve iki ayağının yeridir. Burada iki ayak yerinin, Arş'ın ayağının yeri olduğu açıktır. Bunu en büyük Ruh'un veya hamele-i Arş'tan (Arşı taşıyan meleklerden) büyük bir meleğin iki ayağının yeri diye gösterenler de vardır. İşte bu iki ayak yeri tarifi, Kürsi'nin başkent, yani hükümet karargâhı mânâsıyla ilgili olduğunu açıkça gösteriyor.

    Gökler ve yer, bilinen bütün cisim âlemlerinin ifadesi olduğuna göre, bunları kaplamış olan Kürsi'nin içinin bir cisim olması, göklerde ve yerde bilinen cisimlerin, cisimliklerinden başka bir cisimlik demek olduğunu da unutmamak gerekir. Yani Kürsi, boşlukta yer tutan bir cisim değil, yerin kendisi olan bir cisim (bir boşluk) demek oluyor ki, bunun cisimliğinin, madde ile değil, mutlak uzunluk, diğer bir deyimle genel olarak yer ve mekân denilen soyut bir uzaklık ve bütün bir boşlukla tasavvur edilmesi mümkündür.

    Çünkü mutlak mekân denilen soyut uzaklık, feza, madde uzantısının mahiyetini ifade eden soyut bir uzantıdır. Boyut ve uzantı ise cisimliğin en genel mânâsıdır. Fakat maddî cisimler burada yer tuttuğu halde, bu başkaca bir yerde yer tutmuş değildir ve diğer cisimlerle iç içe bulunması mümkündür. Fakat şu madde âleminde görülen maddî güçler ve varlığa ait işlerin ortaya çıktığı yer de budur.

    Bütün yüksek cisimler burada yerleşmiş ve aralarındaki esirî âleme (fezada gök cisimleri arasında ışık ve sıcaklığı nakleden, havadan daha hafif cisimlere) varıncaya kadar bütün toplu dalgalar burada bulunmaktadır.

    Hareket ve sakinlik burada meydana gelmektedir. Ancak zaman ve ruhlar âlemi bundan daha geniştir. Bir zamanlar fen bilgilerine sabit bir kıymet isnad eden ve Allah'ın indirdiklerinin sınırının, fen sınırlarından daha geniş bulunduğunu düşünmeyerek, Kur'ân âyetlerini zamanının fen bilgilerine göre açıklayıp yorumlamaktan zevk alanlar, o zaman kâinatın şekli hakkında Batlemyus'un astronomi ilminin, en yüksek fen bilimi yerinde bulunması ve kendilerinin de bu ilmin mütehassıslarından olmaları dolayısıyla gökleri ve yeri ona göre düşünüp yorumladıkları gibi, Kürsi'nin cisimliği hakkındaki haberleri de o fennin teorileriyle (varsayımlarıyla) açıklamaya çalışmışlar ve dolayısıyla Kürsi, sekizinci gök olan sabit gök cisimlerinin bulunduğu gök, Arş da dokuzuncu gök olan Atlas göğü (en büyük gök) dür. diye tevil etmişler (yorumlamışlar), Kürside yedi gök, bir kalkan içine atılmış yedi para gibidir., Arş'ta Kürsi, büyük bir sahraya atılmış demir bir halka gibi bir şeyden ibarettir. meâlinde rivayet edilmiş olan iki hadisi şerifi de buna delil gibi kabul etmişlerdir. Bugün görüyoruz ki, fennin bu dokuz gök varsayımı gücünü kaybetmiş olduğu halde, Kur'ân âyetleri ve Peygamberimizin hadisleri, gönüllerde yine bugünkü gökler ve yer gibi bütün kıymetiyle ortaya çıkıp durmaktadır.

    Şu halde bunları, mutlaka kendi bilgilerimizin çerçevesi içine alarak açıklamaya çalışmak, ilmin gereklerine de dinin gereklerine de uygun değildir. Bu iki hadisi şerif, bize Kürsi'nin, sekizinci gök veya sabit yıldızların bulunduğu gök olduğunu değil, nihayet göklere ve yere göre büyük bir yer, Arş'a göre de pek küçük bir daire olduğunu misal yoluyla anlatmaktadır.

    Bu yüzden asrımızdaki fen bilimlerine göre buna bir mânâ vermek gerekirse, Kürsi'yi mutlak bir yer mânâsıyla tasavvur etmek, elbette daha uygundur ve bu bizim kendi düşüncemiz değildir. İmam Fahreddin Razi, bu âyette değil, fakat Fatiha tefsirinde Kürsi'yi mekân, Arş'ı da zaman teorileriyle ele almıştır. Çünkü mutlak mekân, gökleri ve yeri içine almış, kaplamıştır.

    Halbuki bütün mekân uzunlukları, şu andaki bir anlık zamanın içine sığmış, geçmişin ve geleceğin, aralıksız cereyanı içinde bu hâl dairesi (şimdiki zaman çerçevesi) tıpkı büyük bir sahrada küçük bir halka gibi kalmıştır. Bununla birlikte diğer taraftan Kürsi ve Arş'ın manevi değerleri hakkında da rivayetler vardır.

    İnsan şu görüşleri düşünürken bile farkına varır ki, gökleri ve yeri mekândan başka kuşatan, kuvvet ve kudret, akıl ve ilim ve bunların üzerinde ruh vardır. Ve hatta zaman, mekânı kuşatmış görünürken bunun da ruhta meydana gelen bir durum olduğu ve buna göre ilim ve ruh âleminin, zamanı da kaplayan bir deniz olduğunu takdir eder.

    Nitekim Kürsi, en büyük

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1