Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Fetva Mecmuası -1 Fetva, Abdest ve Namazlar Kitabı (Necdet İÇEL Külliyatı -14)
Fetva Mecmuası -1 Fetva, Abdest ve Namazlar Kitabı (Necdet İÇEL Külliyatı -14)
Fetva Mecmuası -1 Fetva, Abdest ve Namazlar Kitabı (Necdet İÇEL Külliyatı -14)
Ebook336 pages2 hours

Fetva Mecmuası -1 Fetva, Abdest ve Namazlar Kitabı (Necdet İÇEL Külliyatı -14)

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

İÇİNDEKİLER
Fetva Mecmuası -1 Fetva, Abdest ve Namazlar Kitabı (Necdet İÇEL Külliyatı -14)
TAKDİM
GİRİŞ
1- FETVA
Fetva ile Kazâ Arasındaki İlişki.
Fetvanın Tarihçesi
Tebeu’t-tâbiîn devrinde
Müftü ve Fetvâ Usulü
Müftülük Görevi
Fetva Usulü
Müftünün Uyması Gereken Kurallar.
İftâ Vesikası
Fetvalarda mûtat olarak kullanılan ibare ve ifadeler
Fıkıh Literatürü.
2- ABDEST
3- NAMAZ İLE ALÂKALI
BİBLİYOGRAFYA
YAZARI ve KİTAPLARI HAKKINDA
DİPNOTLAR

LanguageTürkçe
PublisherRoh Nordic AB
Release dateFeb 7, 2023
ISBN9798215193181
Fetva Mecmuası -1 Fetva, Abdest ve Namazlar Kitabı (Necdet İÇEL Külliyatı -14)
Author

Necdet İçel

1955 Yılında İzmir ilinin Torbalı ilçesinin Korucuk Köyü'nde doğdu. Babası Molla Mehmet, annesi Hatice. Ailenin dördüncü çocuğu Necdet İÇEL, üç kız, iki erkek kardeştirler. İlkokulu köyünde okudu. Daha sonra iki sene değişik Kur'an kurslarında dînî dersler aldı. Muhtelif Hocaefendilerden Arapça okudu. 1974 yılında İmam-Hatip Lisesi'nden, 1980 İzmir Yüksek İslam Enstitüsü'nden mezun oldu. Yüksek İslam Enstitüsü'nde okuduğu yıllarda Aydın Vakıflar Bölge Müdürlüğü'ne bağlı yurtlarda, yurt müdür muavinliği İmam-Hatip Okulu yurdunda Yurt Müdürlüğü vazifelerinde bulundu.1980 Kasım’ında Müftülük-Vaizlik imtihanını kazandıktan sonra, Mart 1981'de Samsun'un Ladik ilçesi vaizi olarak atandı. 1983 Kasım’ında Samsun Terme ilçesi vaizi oldu. 1984 Kasım’ında vaizlikten istifa ederek değişik vakıf hizmetlerinde ve basın kuruluşlarında vazife yaptı. 1990 Kasım’ında Adana ili Yumurtalık ilçesinde yeniden vaizlik görevine başladı. 1992 Kasım’ında Kırıkkale Yahşıhan vaizliğine, iki sene sonra da Kırıkkale vaizi olarak göreve başladı. 1995 de Antalya ili vaizliğine, iki ay sonra İzmir Merkez Vaizliğine atanan yazarımız, 2014 tarihinde resmî vazifesi olan İzmir vaizliğinden emekli olmuştur.Yazarımız Necdet İçel, değişik dergi ve gazetelerde yazılar yazmıştır. Bulunduğu illerde mahalli gazetelerde günlük yazıları dikkatle takip edilmiştir.Necdet İçel, Türkiye'nin muhtelif illerinde, ilçelerinde değişik mevzularda ilgi ile izlenen, takip edilen konferanslar vermiştir.Emekliliğinden sonra dînî ve millî hizmetlerine devam etmektedir. Konferanslar, vaazlar ve değişik sitelerde yazdığı köşe yazılarıyla...Ayrıca “ https://www.facebook.com/necdeti.icel ” Facebook sayfasında hizmetlerine devam etmektedir.Teknolojinin verdiği imkanlarla dünyanın değişik yerlerinde bulunan ve istekli kimselerle haftalık sohbetlerine devam etmekte ve bunları görüntülü sohbetler halinde “https://www.youtube.com/@NecdetIcel” youtube kanalında yayımlamaktadır.Yazarımız Necdet İçel Kur’an-ı Kerim’i tefsir etmeye başlamıştır, görüntülü kayıtlarını da Youtube kanalında yayımlamaktadır.Yazarımız Necdet İçel “Hasbihal” başlığında soru cevap sohbetleri yapmaktadır. Bu sohbetlere kalabalıklar halinde iştirak edilmekte ve takip edilmektedir. Görüntülü yaptığı bu sohbetlerin kayıtlarını Youtube kanalında neşretmektedir.Ayrıca yazarımız Necdet İçel Risale-i Nur dersleri yapmakta ve görüntülü kayıtlarını Youtube kanalında yayımlamaktadır.Yazarımız Necdet İçel’in senelerden beri yazdığı -şimdilik 42 adet- kitabının tamamını Nordic Yayınevi’nde online sistem olarak yayınlamaya karar verdik. Yakın tarihte kitap baskısı olarak da yayınlamayı arzu ediyoruz. Bundan sonra yazacağı kitapları da bu kitaplara ilave edeceğiz.Yazarımıza bundan sonraki hayatında başarılar dileriz.

Read more from Necdet İçel

Related to Fetva Mecmuası -1 Fetva, Abdest ve Namazlar Kitabı (Necdet İÇEL Külliyatı -14)

Related ebooks

Reviews for Fetva Mecmuası -1 Fetva, Abdest ve Namazlar Kitabı (Necdet İÇEL Külliyatı -14)

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Fetva Mecmuası -1 Fetva, Abdest ve Namazlar Kitabı (Necdet İÇEL Külliyatı -14) - Necdet İçel

    TAKDİM

    İslam insanın doğumundan ölümüne kadar hayatını bütünlüğüyle şekillendiren sistemin adıdır. Hatta insan dünyaya gelmeden önce onların bu âleme gelmesine vesile olacak, anne- babasının nasıl olmasını, ne yapmaları gerektiğini anlatan, nişan, düğün, gerdek gecesi adabı ve dualarından tohumlama anına, ondan öldükten sonra gasil, tekvin, teçhiz, cenaze namazı, kabre gidiş, kabir hayatı ve ötesine kadar bütünüyle insanı alâkadar eden prensipleri vaz’ eder.

    İslam’ın ana Kitabı olan Kur’ân ve hadis-i sahiha bütün bu hükümlerin kaynağıdır.

    Kur’ân-ı Kerim bütün zaman, mekân ve içindekilerini anlatır. Şu tespitleri bir hatırlayalım:

    "Mebâhisindeki câmiiyet-i harikadır. Evet, insan ve insanın vazifesi, kâinat ve Hâlık-ı Kâinatın, arz ve semâvâtın, dünya ve âhiretin, mazi ve müstakbelin, ezel ve ebedin mebâhis-i külliyelerini cem etmekle beraber, nutfeden halk etmek, tâ kabre girinceye kadar; yemek, yatmak âdâbından tut, tâ kaza ve kader mebhaslerine kadar; altı gün hilkat-i âlemden tut, tâ

    O tozutup savuran (rüzgârlara),i İyilik için birbirinin peşinden gonderilenlerii kasemleriyle işâret olunan rüzgârların esmesindeki vazifelerine kadar; Bilin ki, Allah insan ile kalbi arasına girer (diledigi takdirde arzusunu gerçekleştirmesini önler).iii

    Ama Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz.iv işârâtıyla, insanın kalbine ve iradesine müdahalesinden tut, tâ  … gökler âlemi de bükülmüş olarak elinin içindedir.v bütün semâvâtı bir kabzasında tutmasına kadar…; 

    Orada üzüm bağları ve hurmalıklar yaptık.vi âyetiyle  zeminin çiçek ve üzüm ve hurmasından tut, tâ Yer o müthiş depremiyle sarsıldığı zaman.vii ile ifade ettiği hakikat-i acibeye kadar; ve semânın  Sonra iradesi bir gaz halinde olan göğe yöneldi.viiiHâletinde ki vaziyetinden tut, tâ duhanla inşikakına ve yıldızlarının düşüp hadsiz fezada dağılmasına kadar; ve dünyanın imtihan için açılmasından, tâ kapanmasına kadar; ve âhiretin birinci menzili olan kabirden, sonra berzahtan, haşirden, köprüden tut, tâ Cennete, tâ saadet-i ebediyeye kadar; mazi zamanının vukuatından, Hazret-i Âdem'in hilkat-i cesedinden, iki oğlunun kavgasından tâ tufana, tâ kavm-i Firavunun garkına, tâ ekser enbiyanın mühim hâdisâtına kadar;

    ve  Ben Sizin Rabbiniz degil miyim?ix işaret ettiği hadise-i ezeliyeden tut, tâ  O güzel ve Yüce Rablerine bakakalır ... Ve nice suratlar vardır o gün asılır.x ifade ettiği vakıa-i ebediyeye kadar bütün mebâhis-i esasiyeyi ve mühimmeyi öyle bir tarzda beyan eder ki, o beyan, bütün kâinatı bir saray gibi idare eden; ve dünyayı ve âhireti iki oda gibi açıp kapayan; ve zemin bir bahçe, ve semâ, misbahlarıyla süslendirilmiş bir dam gibi tasarruf eden; ve mazi ve müstakbel, bir gece ve gündüz gibi nazarına karşı hazır iki sahife hükmünde temâşâ eden; ve ezel ve ebed, dün ve bugün gibi silsile-i şuûnâtın iki tarafı birleşmiş, ittisal peydâetmiş bir surette, bir zaman-ı hazır gibi onlara bakan bir Zât-ı Zülcelâle yakışır bir tarz-ı beyandır.

    Nasıl bir usta, bina ettiği ve idare ettiği iki haneden bahseder, programını ve işlerinin liste ve fihristesini yapar. Kur'ân dahi, şu kâinatı yapan ve idare eden ve işlerinin listesini ve fihristesini, tabir caizse programını yazan, gösteren bir Zâtın beyanına yakışır bir tarzdadır. Hiçbir cihetle eser-i tasannu ve tekellüfgörünmüyor. Hiçbir şaibe-i taklit veya başkasının hesabına ve onun yerinde kendini farz edip konuşmuş gibi bir hud'anın emaresi olmadığı gibi, bütün ciddiyetiyle, bütün safvetiyle, bütün hulûsuyla, sâfi, berrak, parlak beyanı, nasıl gündüzün ziyası Güneşten geldim der, Kur'ân dahi Ben Hâlık-ı Âlemin beyanıyım ve kelâmıyım der.

    Evet, şu dünyayı antika san'atlarla süslendiren ve lezzetli nimetlerle dolduran ve san'atperverâne ve nimetperverâne, şu derece san'atının acibeleriyle, şu derece kıymettar nimetlerini dünyanın yüzüne serpen, sıravâri tanzim eden ve zeminin yüzünde seren, güzelce dizen bir Sâni, bir Mün'imden başka, şu velvele-i takdir ve istihsanla ve zemzeme-i hamd ve şükranla dünyayı dolduran ve zemini bir zikirhane, bir mescit, bir temâşâgâh-ı san'at-ı İlâhiyeye çeviren Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyan kime yakışır ve kimin kelâmı olabilir?

    Ondan başka kim ona sahip çıkabilir? Ondan başka kimin sözü olabilir? Dünyayı ışıklandıran ziya, güneşten başka hangi şeye yakışır? Tılsım-ı kâinatı keşfedip âlemi ışıklandıran beyan-ı Kur'ân, Şems-i Ezelîden başka kimin nuru olabilir? Kimin haddine düşmüş ki ona nazire getirsin, onun taklidini yapsın?

    Evet, bu dünyayı san'atlarıyla ziynetlendiren bir San'atkârın, san'atını istihsaneden insanla konuşmaması muhaldir. Mademki yapar ve bilir; elbette konuşur. Madem konuşur; elbette konuşmasına yakışan Kur'ân'dır. Bir çiçeğin tanziminden lâkayt kalmayan bir Mâlikü'l-Mülk, bütün mülkünü velveleye veren bir kelâma karşı nasıl lâkayt kalır? Hiç başkasına mal edip hiçe indirir mi?"xi

    Bütün yönleriyle insanı ve insanı alâkadar eden herşeyi anlatan Kur’ân ve onun şerhi olan sünnet-i sahihanın, insanın hayatına ait prensipler ve hükümler vaz’ etmemesi düşünülemez. İşte bu noktadan fıkıh ilmi(amel) ortaya çıkmış ve fetva müessesi oluşmuştur. Fetva ilmiyle meşgul olan islâmî ekole ‘Fıkıh İlmi’ denir. Hüküm istinbatı için çalışanlara müctehid, bu hükümleri bize aktaran, veren kimselere de ‘müftî’ denir. Bu husus kitabın girişinde genişçe anlatılacaktır.

    İslâm toplumunda ideal olan, her müslümanın günlük hayatında uygulayacağı hüküm ve kuralları dinin asıl kaynağından yani Kur’ân ve Sünnetten öğrenmesi ise de bunun bütün fertler bakımından gerçekleşmesi mümkün değildir.

    Bütün insanların günlük hayatında îfâ edeceği fiilleri, dinin asıl kaynağı olan Kur’ân ve sünnetten öğrenip, hüküm istanbat * edebilmeleri de mümkün değildir.

    Bunun için müçtehitlere, müftîlere ihtiyaç vardır ve Cenab-ı Hak ‘Kevseriyetin Bereketi’ içinde bu ümmete nice müctehiler ve müftiler lütfetmiştir. Verdiği diğer nimetlerle beraber bu nimetlerine de binlerce hamd ve sena olsun.

    Ulemanın kabulüne göre Müftînin fetvası şer’-i müevvel ve şer’-i münzel olan Kitab (Kur’ân) ve sünnetin açıklamasıdır.

    Buna göre müftî, Helâldir, haramdır, caizdir, caiz değildir, bu işin dini hükmü şudur gibi ifadelerle Şâri’in helâl, haram, sıhhat, fesad v.b hükümlerini nakletmekte veya açıklamaktadır.

    Bundan dolayıdır ki müftü (müftî), Şâri’ adına konuşuyor gibi olduğundan, bu mes’uliyetli bir işdir. Bu vazifeyi herkes yapamaz, yapmamalıdır. Bu şerefli, mes’uliyetli vazifeyi yapanların da belli şartlara haiz olması da gerekmektedir. Bu şartlar kitabın girişinde izah edilecektir.

    Şartlarına haiz olmayan kimselerin fetva vermesinin bir değeri olmayacağı gibi, İslâmiyete bir iftira, kutsî değerlere saygısızlık olacağından da şüphe yoktur.

    Kur’ân-ı Kerîm de; De ki: Rabbim o güzel şeyleri değil, açığı ile gizlisi ile bütün fuhşiyatı haram kılmıştır. Keza her türlü günahı, haksız tecavüzü ve kendisine tapılması hakkında Allah’ın herhangi bir delil bildirmediği bir nesneyi Allah’a şerik yapmanızı, bir de Allah’ın emretmediği birtakım şeyleri iftira ederek O’na mal etmenizi haram kılmıştır.xii

    Kendi dillerinizin yalan yanlış nitelendirmesiyle uydurduğunuz yalanı Allah’a mal ederek bu helâldir, şu haramdır demeyin. Çünkü Allah adına yalan söyleyenler asla iflah olmazlar.xiii

    Kur’ân-ı Kerîm’de, Allah bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır;xiv Dillerinizin uydurduğu yalana dayanarak, ‘Bu helâldir, şu da haramdır’ demeyin, çünkü Allah’a karşı yalan söylemiş olursunuz. Şüphesiz Allah’a karşı yalan uyduranlar hiçbir zaman kurtuluşa eremezlerxv denilmek suretiyle kişinin yeterli bilgiye sahip olmadan dinî konularda hüküm vermesinin ağır bir vebal olduğu bildirilmiştir.

    Hz. Peygamber aleyhisselâm bilmedikleri şeyler hakkında hemen fetva vermeye cüret edenler hakkında, Bir kimseye ilimsiz fetva verilirse bunun günahı sadece bu fetvayı verene ait olur;xvi Sizin fetva vermeye en cüretkâr olanınız, cehenneme atılmaya en cesaretli olanınızdırxvii

    Bugünün Müftüler mecâzî Müftülerdir. Çünkü Müftü mukallid seviyesinde bir müctehid olmalıdır. Bugün müctehid seviyesinde bir müftü yoktur. O makamı temsil ettikleri içn onlara mecâzî manada müftü denmektedir.

    Fetva Mecmuası ismini verdiğimiz bu kitaptaki fetvalar sadece kaynağından alıp aktarmadan iberettir. Ne ictihaddır ve ne de istif da…

    Vaizliğim döneminde müftülükde tuttuğumuz fetva nöbetlerinde bize, telefonla veya bizzat sorulan fetvaların mecmuu bu kitaba dâhil edilmiştir.

    On-onbeş sene muhtelif gazete, dergiler ve internet sitelerinde yazdığım yazıların bir kısmı fetvalarla alâkalı oldu. Onları da bu kitaba dercettik.

    İnsanlara faydalı olmak suretiyle ismimi izafetle açılan internet sitemde on yıla yakın bana maille gelen sorulara, araştırarak cevaplar vermeğe çalıştım. Onların da önemli bir kısmı fetvalar idi. Onları da bu kitaba ilave ettik.

    Uzun yılların neticesinde meydana gelen bu kitab, ciddî bir tashih ve tertipten sonra bu isimle bu şekli alarak siz değerli okurlarla buluştu.

    Fetva Mecmuası verdiğimiz bu kitaba fetva, müftî, kâdı ve müftü farkları, kâdı ve müftü ilişkileri, fetva usulü, fetvanın tarihçesi.. gibi, bu sahada genel kültür sunmak istedim. Üzerinde bihayli çalıştım. Sonra Diyanet İşleri Başkanlığımızın çoK kıymetli ilim adamlarımıza yazdırdığ İslâm Ansiklopedisiin de bu hususla alâkalı, değerli araştımacı Fahrettin Atar’ın çalışmasını gördüm. Kendi çalışmamı bir kenara koyarak, onun o özet ve enfes çalışmasını aynen aldım, siz meraklı okurlarla paylaştım. Kendisine çok teşekkür ederim

    Tekrar edelim, "bütün maksadım sizlere, insanlara faydalı olmak suretiyle Rabbimizin rızasını kazanmaktır.

    Türkideki felâketli sürecin beni belli bir inzavata itmesiyle bu ve benzeri yedi kitab ortaya çıktı. Şer gördüklerimizden hayırlı neticeler zuhur etti..

    Rabbimiz bizleri rızasından ayırmasın.

    22-Kasım-2017- 3- Rebiulevvel-1439 Leipzig

    Necdet İÇEL

    1-FETVA

    Yiğit, delikanlı anlamındaki fetâ kelimesinden gelen fetva (fütyâ, çoğulu fetâvâ, fetâvî), sözlükte bir olayın hükmünü açıklayan veya hükmünü koyan, güçlükleri çözen kuvvetli cevap anlamındadır.

    Fıkıh terimi olarak fakîh bir kişinin sorulan fıkhî bir bir meselenin dînî-hukûkî hükmünü açıklayan yazılı veya sözlü olarak verdiği cevap, ortaya koyduğu hüküm demektir.

    Örfte ise sorulan dînî sorulara müftüler tarafından yazı ile verilen cevaptır.

    Fıkhî bir meselenin hükmünü fetvaya yetkili kişilerden sormaya istiftâ (suâl), fetvayı isteyene müsteftî (sâil), böyle bir meseleyi açıklamaya veya meselenin hükmünü sözlü veya yazılı olarak cevaplandırmaya iftâ, verdiği fetva ile hükmü açıklayana da müftî (mucîb) denir.

    Kendisine dayanılarak fetva verilen şer‘î hükme veya bir hadise hakkında ortaya konulan çeşitli görüşlerden fetva için tercih edilene müftâ-bih, müftünün fetva verirken ve müsteftînin fetva isterken bilmeleri ve riayet etmeleri gereken usul ve kaidelere âdâbü’l-müftî (âdâbü’l-fetvâ, resmü’l-müftî) adı verilir.

    Bir mesele hakkındaki muhtelif fıkhî görüşlerden hangisinin fetvaya daha elverişli olduğunu gösteren tabirlere alâmâtü’l-iftâ (alâmâtü’l-fetvâ) denir. Meselâ, Bununla fetva verilir, fetva bunun üzerinedir, bugün amel bunun üzerinedir, sahih olan budur tabirleri gibi.

    Kurân-ı Kerîm’de fetva kelimesi ve türevleri dokuz âyette geçmekte olup hepsinde sözlük anlamına paralel olarak, hakkında bilgi edinilmek istenen bir konuda görüş sorma veya görüş bildirme,xviii soru sorma,xix rüyayı yorumlamaxx vb. anlamlara gelir. Ayrıca on beş âyette yer alan yes’elûneke (senden soruyorlar) ifadesi dexxi genellikle, Senden konuyla ilgili dinî hükmün ne olduğunu soruyorlar anlamını taşımaktadır.

    Hz. Peygamber aleyhisselâmın hadislerinde ve İslâmiyet’in ilk dönemlerinde fetva yerine daha çok fütyâ kelimesinin kullanıldığı, istiftâ, iftâ terimlerinin de yaygın bir kullanımının bulunduğu görülür.xxii Ancak fetvanın, fıkıh literatüründe yer aldığı şekliyle fikhî bir işlem ve kurumu ifade eden terim anlamını kazanması daha sonraki asırlarda gerçekleşmiştir.

    Kişinin doğumundan ölümüne kadar devam eden zaman dilimi içinde uygulamak zorunda olduğu dinî hüküm ve kurallar peygamberler aracılığı ile gönderilen ilâhî kitaplarda belirtilmiştir.

    İslâm toplumunda ideal olan, her müslümanın günlük hayatında uygulayacağı hüküm ve kuralları dinin asıl kaynağından yani Kur’ân ve Sünnetten öğrenmesi ise de bunun bütün fertler bakımından gerçekleşmesi mümkün değildir.

    Ülke, dil, renk ve cins farkı gözetilmeksizin yeryüzündeki bütün insanlar ilâhî vahye muhatap olup önce Allah’a iman etmek, sonra da O’nun peygamber aracılığıyla gönderdiği dini benimseyip onun emir ve yasaklarına uymakla yükümlü sayılır. Ancak insanların sahip oldukları kabiliyet ve imkânlar, onların dînî hüküm ve esaslara ayrıntılı şekilde vâkıf olmalarına ve kendi hayatlarını buna göre düzenlemesine imkân vermez.

    Bu sebeple Kur’ân-ı Kerîm’de de işaret edildiği gibixxiii her toplumda belli bir kesimin dînî ilimlerde ihtisaslaşması ve böylece dinin anlaşılması, yorumlanması, ferdî ve içtimaî hayatta insanlara yön verecek ilke ve hükümlerin onun aslî kaynaklarından çıkarılması işini üstlenmesi gereklidir.

    Kur’ân’da, Eğer bilmiyorsanız bilenlere sorunuzxxiv ve Hakkında bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşmexxv meâlindeki âyetlerxxvi, hem toplum hayatında iş bölümünün önemine işaret etmekte, hem de bunun dinî ilimler de dâhil olmak üzere her alanda bilgi, ihtisas ve liyakata dayalı şekilde gerçekleşmesinin gerekliliğini vurgulamaktadır.

    Mazeretinden dolayı teyemmümle yetinmesi gereken bir sahâbîye su ile boy abdesti aldıran ve bu yüzden hastalanıp ölmesine sebep olanlar hakkında, Allah onları kahretsin, adamı öldürdüler; mademki bilmiyorlar, bilene sorsalar ya! Aczin, bilgisizliğin çaresi ve ilâcı sormaktırxxvii diyen Hz. Peygamber aleyhisselâm insanları daima ilme teşvik etmiş, bilgisizliği ve bundan kaynaklanan cüretkârlığı kınamıştır.

    Bu sebeple, Allah katında özel yetki ve güçlerle donatılmış din adamları (ruhban) sınıfının bulunmadığı İslâm dininde Kur’ân ve Sünnet’in iyi anlaşılmasını ve insanlara aktarılmasını sağlayacak, bunlardan hüküm çıkararak bütün müslümanlara yol gösterecek âlimlerin yetişmesi farz-ı kifâye kabul edilmiştir. Çünkü Kur’ân ve Sünnet’te hükümler çok defa genel ve mutlak, naslar da sınırlı olup onlardan hüküm elde edilmesi, ictihad denilen dinî hüküm ve bilgi elde etme metodolojisini gerekli kılmıştır.

    Fetva da ictihada yakın bir anlam taşıyarak hem dînî-hukûkî bir konu hakkında dinin asıl kaynaklarında mevcut bilgi ve hükmün açıklanması, hem de hakkında hüküm bulunmayan konularda belli kaynak ve metotlara bağlı kalarak dînî-hukûkî hükmün elde edilmesi ameliyesinin genel adı olmuş, Hz. Peygamber aleyhisselâm döneminden itibaren tarih boyunca müslümanların dinî hayatının düzenlenmesi ve yönlendirilmesi kadar fıkıh literatürünün oluşmasında da önemli rol oynamıştır.

    Verilen fetvalar dinin açık ve yerleşik bir hükmünün aktarılması veya açıklanması mahiyetinde olduğunda şâriin hükmünü beyan, Kur’ân ve Sünnet’te hakkında hüküm bulunmayan bir konuda dinî hükmün araştırılması mahiyetinde olduğunda ise fıkhî yorum, re’y ve ictihad olarak değer hükmü taşımıştır.

    Kur’ân ve Sünnet’in amelî hayatla ilgili hükümlerinden ve bu hükümlerin yorumlarından meydana gelen fıkıh ilmi icmâ, kıyas ve diğer fer‘î delillerin ilâvesiyle gelişmiş ve iftâ teşrî derecesinde önem kazanmıştır.

    Bu bakımdan müftülerin gösterdikleri ilmî mesai sırf doktriner alanda kalmakla birlikte bunların gerçekleştirmiş oldukları mesainin İslâm hukukunun kaynaklarından birini teşkil edecek vasıfları taşıdığını söylemek mümkündür.

    Bu çabalar İslâm hukukunun canlılığında ve gelişmesinde önemli ölçüde pay sahibi olmuş, sonraki asırlarda ortaya çıkan yeni meselelere cevap verilebilmesini de belli oranda kolaylaştırmıştır.

    Kadıların hüküm verirken ictihad ürünü fetvalardan faydalanmaları ve müftülerle istişare etmeleri, adlî sahada geniş ölçüde kazâ birliğinin oluşmasına ve aynı ilmî disiplin içinde iç denetimin sağlanmasına hizmet etmiştir.

    Ayrıca ferdi ve toplumu ilgilendiren konularda yetkili mercilerce verilen fetvalar hem halkın dînî konularda bilgilendirilip aydınlatılmasına, hem de müslüman toplumlarda İslâm’ın anlaşılması ve uygulanmasıyla ilgili geleneğin belli bir çizgiyi korumasına yardımcı olmuştur.

    ***

    Fetva ile Kazâ Arasındaki İlişki

    Gerek müftü gerekse yargılama ve hüküm vermekle görevlendirilen kadı Kur’ân ve Sünnet’in hükümlerine bağlı olup bu çerçevede hüküm vermekle birlikte kazâ ile fetva arasında bazı temel farklar bulunmaktadır. Bunların önemlilerini şöylece sıralamak mümkündür:

    1. İftâ şer‘î hükmü açıklamak ve haber vermekten ibarettir. Fetva istişârî mahiyette bir hüküm olduğu için müftü kendisinden fetva alıp bununla amel etmeyen müsteftîyi amel etmeye zorlayamaz.

    Kazâ da şer‘î hükmü haber verip açıklamakla birlikte bağlayıcı nitelik taşır. Bu sebeple taraflar kadının verdiği hükmü yerine getirmekle yükümlüdürler. Aksi halde hüküm devlet gücüyle icra edilir. Buna bağlı olarak müftü veya müctehidin elde ettiği ilmî sonuç kendini bağlayıcı bir nitelik arzeder. Bundan dolayı bir müctehidin, başka bir müctehidden kendi ictihadına aykırı olarak çıkan fetva ile amel etmesi câiz değildir; fakat kendi ictihadına aykırı da olsa kadı tarafından hakkında çıkarılan hükme uymak mecburiyetindedir.

    2. Müftünün fetvası bir bakıma, Kitap ve Sünnet’te yer alan dinî hükmün açıklanması ve kapsamının belirlenmesi demektir. Bundan dolayı fetva mahiyetindeki cevaplar hem soranı hem de başkalarını ilgilendiren genel bir hüküm mahiyetindedir. Meselâ Hz. Peygamber aleyhisselâmın, Deniz suyu ile abdest almak câiz midir? sorusuna verdiği, Suyu temizdir, ölüsü de (balıkları) helâldirxxviii şeklindeki cevap soruyu soranı ne kadar ilgilendiriyorsa diğer mükellefleri de o kadar ilgilendirir; başka bir kişinin deniz suyu ile abdest almanın câiz olup olmadığını tekrar sormasına artık gerek yoktur.

    Hâkimin verdiği hüküm ise küllî mahiyette olmayıp ferdîdir, belirli kişileri ilgilendirmektedir; başkaları kadının izni olmadıkça bu hükmünden istifade edemez. Nitekim kadın sahâbîlerden Hind, kocası Ebû Süfyân’ın cimriliği yüzünden kendisi ve çocukları için yeterince harcama yapmadığından yakınmış, Hz. Peygamber aleyhisselâm da ona, kocasının malından örfe göre kendilerine yetecek kadar alabileceğini söylemiştir.xxix

    Bu izni fetva sayan fakihlere göre kocası tarafından normal geçimi sağlanmayan bir kadın isterse bu fetvadan faydalanabilir. Bunu kazâî bir hüküm kabul eden fakihlere göre ise bir kadının kocasının malından harcama yapabilmesi hâkimden kendisi için alacağı özel hükme bağlıdır.xxx

    3. Fetva, şer‘î hüküm ve meselelerin tamamını kapsadığından yargılamayla ilgili konularda olduğu gibi ibadette ve benzeri dinî hususlarda da câridir. Kazâ ise yalnız yargılama ve kanunlaştırma konusu olabilen hadiselerde cereyan eder.

    İbadetlerin kişinin özel hayatına, irade ve sorumluluğuna ait kısımları yargılama konusu olamaz ve bunlar kazâî anlamda hüküm altına alınamaz. Meselâ kadı, Bu namaz sahihtir, şu namaz bâtıldır diye hüküm veremez.

    4. Kazâ aslında devletin hakkı olup kadı devlet otoritesi adına hükmeder. Bu sebeple kendisine kazâ görevi tevdi edilmeyen bir kişi müctehid olsa bile hüküm veremez. İftâ ise ilmî bir yetenek konusu olup bu yeteneğe sahip bulunan kadın, erkek, hür veya köle her müslüman fetva verebilir. Ancak iftâ konusunda da birtakım düzenlemeler yapılabilir ve resmî

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1