Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Medrese-i Yusufiye Hutbeleri
Medrese-i Yusufiye Hutbeleri
Medrese-i Yusufiye Hutbeleri
Ebook246 pages2 hours

Medrese-i Yusufiye Hutbeleri

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Yaşatılan zulümlerin kare kare anlatıldığı eser, dinler tarihinde mü’minlere yapılan zulümler ile günümüzde yapılanları ortak noktada buluşturmuş. Dini içerikli kitaplara ulaşma imkânından mahrum olan yazar, kaynak olarak Kur’an-ı Kerim mealini kullanmış. Kendisine uzak ortamlarda yaşananları ise günün gazetelerine yansıyan haberlerden derlemiş.
Yazılma süreci 1 yılı bulan kitaptaki 45 hutbe, bir devrin özeti hükmünde...

LanguageTürkçe
Release dateMar 27, 2020
ISBN9780463877777
Medrese-i Yusufiye Hutbeleri
Author

M. Fehmi Acat

1977’de Mardin ili Derik ilçesinde doğdu. Diyarbakır İmam Hatip Lisesi ve Niğde Üniversitesi Eğitim Fakültesini bitirdi. Mardin Kızıltepe ilçesi Yüceli ilkokulunda öğretmenliğe başladı ve yurdun değişik bölgelerinde görev yaptı.Birçok sivil toplum kuruluşunda toplum yararına faaliyetlerde bulundu. Farklı internet sitelerinde yazıları yayınlandı. 10 Temmuz 2016 tarihinde “hükümete muhalif olma” ve “sivil toplum kuruluşlarına üye olma” gerekçeleriyle tutuklandı. Tutuklu olduğu esnada yayımlanan 672 sayılı KHK ile devlet görevinden çıkarıldı. 2 Şubat 2018’de tahliye oldu. Baskıların devam etmesi ve hukuki yargılanma hakkı elinden alınan yazar Türkiye’yi terk etti. Halen İsviçre'de ikamet etmektedir.

Read more from M. Fehmi Acat

Related to Medrese-i Yusufiye Hutbeleri

Related ebooks

Related categories

Reviews for Medrese-i Yusufiye Hutbeleri

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Medrese-i Yusufiye Hutbeleri - M. Fehmi Acat

    Medrese-i Yusufiyede

    ZULÜM

    HUTBELERİ

    M. Fehmi Acat

    Published by Crabs Publishing at Smashwords

    Copyright © 2018 Crabs Publishing

    Tüm hakları saklıdır. Bu yayının herhangi bir bölümü, yayınevinin önceden izni olmaksızın, hiçbir formatta ve hiçbir amaçla çoğaltılamaz, dağıtılamaz, yayılamaz, bir veri tabanı veya bilgi kurtarma sisteminde saklanamaz.

    Bu e-kitap sadece sizin kullanımınız için lisanslanmıştır. Bu e-kitap başkalarına tekrar satılamaz veya verilemez.

    Eğer bu kitabı paylaşmak istiyorsanız lütfen her birey için bir kopya satın alın. Eğer bu kitabı okuyorsanız fakat satın almadıysanız veya sadece sizin kullanımınız için satın alınmadıysa lütfen satın alan kişiye iade edin ve kendinize bir kopya satın alın.

    Yazarımızın emeğine saygı gösterdiğiniz için teşekkür ederiz.

    Zulüm Hutbeleri / M. Fehmi Acat

    Yayın No: 35

    Dini eserler: 3

    M. Fehmi Acat Eserleri: 2

    Yayın yönetmeni: Halit Emre Yaman

    Editör: Mehmet Ali Özcan

    Kapak tasarımı: Nazende Bahar

    Kapak resmi: Mahir Aydın

    Teknik hazırlık: Yücel Darcan

    Yayın tarihi: 27 Mart 2020

    Dijital ISBN:

    e-posta: crabspublishing@gmail.com

    Twitter: @CrabPublishing

    MUHAMMED FEHMİ ACAT

    1977’de Mardin ili Derik ilçesinde doğdu. Diyarbakır İmam Hatip Lisesi ve Niğde Üniversitesi Eğitim Fakültesini bitirdi. Mardin Kızıltepe ilçesi Yüceli ilkokulunda öğretmenliğe başladı ve yurdun değişik bölgelerinde görev yaptı.

    Birçok sivil toplum kuruluşunda toplum yararına faaliyetlerde bulundu. Farklı internet sitelerinde yazıları yayınlandı. 10 Temmuz 2016 tarihinde hükümete muhalif olma ve sivil toplum kuruluşlarına üye olma gerekçeleriyle tutuklandı. Tutuklu olduğu esnada yayımlanan 672 sayılı KHK ile devlet görevinden çıkarıldı. 2 Şubat 2018’de tahliye oldu. Baskıların devam etmesi ve hukuki yargılanma hakkı elinden alınan yazar Türkiye’yi terk etti. Halen İsviçre'de ikamet etmektedir.

    Daha önce Crab Publishing’de 15 Temmuz sonrasında hapse düşmüş insanların ve yakınlarını anlattığı Donör isimli hikâye kitabı yayınlandı.

    İÇİNDEKİLER

    ÖNSÖZ

    CEZAEVLERİNDE CUMA NAMAZININ KILINMASI

    AĞIR YÜKLER

    YARIŞ

    VEFA ZAMANI

    MİRAS

    ANLAŞILAMAMAK

    GARİPLERİN DAVASI

    TECRİT

    MÜ’MİNİN KAZANDIRAN TİCARETİ

    AĞARAN YÜZLER

    AHZAP

    KONUMUNUN HAKKINI VERME

    GERÇEKLEŞEN MÜJDELER

    ÇUKUR

    HUZUR VE GÜVEN

    ZALİMİN AKIBETİ

    KAZA ŞEHİTLERİ

    YARDIM ÇIĞLIĞI

    MANEVİYAT ZİRVESİNE ULAŞMANIN YOLU

    OĞULA DÜĞÜN MEKTUBU

    NETİCE VERMEYEN İFTİRALAR

    KURTULUŞUN YOLU

    HAYATIN FİNALİ

    SILANIN GURBET, GURBETİN SILA OLMASI

    TESLİMİYET

    SÜNNET-İ SENİYYE

    KELEBEK ETKİSİ

    ZULÜM

    BENZERİ GÖRÜLMEMİŞ OLAY

    İNSANA HAYAT VEREN ŞEYLER

    İSTİDRAC

    KUR’AN-I KERİM’İN KISILMAZ SESİ

    ALLAH’IN KILIÇLARINDAN BİR KILIÇ

    KURBAN

    RÜYA ÂLEMİ

    MUSİBETE KARŞI SAVUNMA

    HÜZÜN

    GÖZYAŞLARI

    VUSLAT BEKLENTİSİ

    KULLUKLA SULTANLIĞA KAVUŞMA

    HASTALIKLI İNSANLAR

    TOPLANMA YERİ

    ÜMMET

    MUHACİR

    ARZULANAN HAYAT

    MAZLUMUN DUASI

    ÖNSÖZ

    Hani diyordun ya; Milletimin imanın selamette görürsem, cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım diye…

    Sen zaten yanıyordun. Anlayamamışım.

    İçindeki yangın Nemrut’un Hz. İbrahim’i cayır cayır, canlı canlı yakmak için yaktığı sönmek ihtimali görünmeyen yangından daha büyükmüş.

    İçindeki yangın;

    Hz. Yakub’un derin bir kuyuya emanet bıraktığı biricik Yusuf’una duyduğu, gözlerini ellerinden alan yangından daha kör ediciymiş.

    İçindeki yangın;

    Firavunun ordusu ile Kızıldeniz arasında sıkışmış Hz. Musa’nın ümmetinin attığı iç yakan bakışların sinesinde tutuşturduğu yangından daha büyükmüş.

    Yangını söndürmeye koşarak giderken uyaranlara farkında değilim, ayağım onlara takılmış ne ehemmiyeti var dedin.

    Sen;

    Hz. Eyyüb’den daha fazla dertlere giriftar olan nesle, Hekim-i Lokman olup manevi hastalıklarını tedavi etmek için yandın.

    Sen;

    Bir neslin, zindana dönme ihtimali yüksek olan akıbetlerini, Medrese-i Yusufiye gibi cennet-asa baharlara çevirmek için yandın.

    Sen;

    Kalbinde ve ruhunda inkârın oluşturduğu erimez buz dağlarıyla dünyaya gönderiliş gayesini unutmuş bir neslin, içindeki aysbergleri eritmek için yandın.

    Sen;

    Yapılabilecek onlarca şeyin arasında, yatağa yorgana sarılıp, unuttuğum irşad ve tebliğ vazifemi hatırlatmak için yandın.

    Sen;

    Öyle bir yandın ki, için eriyor, ciğerin parçalanıyordu. Zehir soludukları için üzerine zehir saçanların tarassutları altında müsaade edilse hayattan ziyade ölümü tercih edecektin.

    Senin içindeki sönmez, söndürülemez büyüklükteki iman ateşinin devasa alevleri bile ruhuma ve kalbime yerleşmiş ihmalkârlık tepelerini eritemedi.

    Yatak yorgan bir yandan, tembellik tenperverlik öbür yandan sarmalamıştı. Aile, çoluk-çocuk sevdası ellerimi kelepçelemişti. Lanet olası makam arzusu dizlerimi bükmüştü. Kahrolası dünya sevgisi tam ortadan kalbime yerleşmişti. Benlik ve enaniyet her yandan ruhuma öyle bir yerleşmişti ki yangının büyüklüğünü tahayyül bile edemiyordum.

    Sen;

    Bana ve benim gibilere aldırmadın…

    Kur’an-ı Azimüşşan’ın kutsi gıdalarından hazırlamış olduğun leziz taamları, uhrevi sofraları İbrahimvâri hava gibi, su gibi dağıtırken, ben sofranda aç, doymamış şekilde kalkıyordum.

    Ölümün bir yok oluş değil, bir terhis tezkeresi olduğuna ikna ederken, ben ölüm eleminin korkusuyla inleyip içime kapanıp durdum…

    Dünyayı ukbaya bir yolculuk, istasyon olan kabri de cennet bahçelerinin durağı olarak sunarken, ben Bunlar bana uzak bir eğlenip keyfedelim diyordum.

    Münker ve Nekir'i hak yolunun yolcularının refiki olarak gösterirken, ben kendime farklı dostlar ediniyordum…

    İcaz-ı Kur’an-ı beyan ederken, hatta kör gözlere sokarken, ben mezarlıkta okuyor, fal bakmak için kullanıyordum…

    Sen uhuvvet diyorken, ihlas diyorken, ben sebeplere takılıp devriliyordum.

    Sefine-i Nuh’u tüm Anadolu büyüklüğünde yeniden inşa edip, nesli içine almaya uğraşırken, ben hala suyun çekileceğini ve kurtulacağımı düşünüyordum.

    Tembelliğim, tenperverliğim, gevşekliğim anlayışsızlığım, inadım, az kalsın sonum oluyordu.

    Senin duaların mıydı beni kendime getiren, ızdırabın mıydı? Durmak bilmeyen ısrarın ve sönmeyen ateşin miydi bilmiyorum.

    Şunu ise artık biliyorum. Herkes için her şey çok yakınmış. Dertliyi ancak derttaşı anlarmış. İnşallah vakit çok geç değildir. Engin şefkatine sığınıyor ve seni anlamaya başlıyorum.

    Şimdi seninle aynı yerdeyim.

    Eskişehir hapishanesinde pencerenin kenarında oturuyorum…

    ***

    Cuma namazı ibadetlerinin zihnimde çok farklı bir yeri vardır.

    Çocukluğumda müderris olan dedemin köyünde onunla birlikte kalırdım. Cuma günleri köyde farklı bir atmosfer oluşurdu. Köyün erkekleri genel itibarı ile tır şoförlüğü yapar, yaşı biraz daha ilerde olanları ise ilçeye giderdi. Hepsinin bildiği tek program Cuma saatinde köyde olmak idi. Herkes planını ona göre yapar o saatte camide olmaya gayret ederdi. Dedem Şafii mezhebinde, kırk, mukim ve baliğ erkeğin bir arada bulunmasına dair hükmü esas alırdı.

    Aslında Şafii mezhebinde daha az sayıda kılınabileceğine dair hükümler de vardı. Hanefi mezhebine ittiba edilerek üç kişi ile de kılınabilirdi. Dedem ise Cumanın gerçek bir cem olmasını arzuladığından bu şekilde uygulardı. Bazen cemaat sayısı otuz sekizde takılırdı. O anlarda hoparlörden camiye davet anonsları yapılırdı. Köyde olduğu bilinen gençler orada konuşulup tespit edilir ve ismen çağrılırdı. Tüm gayretlere rağmen sayı tamamlanamazsa hutbe okunmazdı.

    Cuma namazının cem olunarak illaki kılınması gereken bir ibadet olduğu zihnime o yaşlarda kazınmıştı. İmam Hatip Lisesinde okurken bazı arkadaşlar Dar’ül Harp olduğunu iddia eder Cuma namazına gidilmemesi konusunda ikna etmeye çalışırlardı. Ben hiç itibar etmez ezan okunuyor ve kırk kişi olunuyorsa namaz kılınır der kılardım.

    Bir fitnenin eseri olarak cezaevine düştüğüm ilk anlarda Cuma namazını kılamamanın verdiği vicdani huzursuzluk beni epeyce yaralıyordu. Bir iki hafta öyle geçti. Arkadaşlara Cuma kılmamızda her hangi bir sakınca olmadığını anlattım. İlk anlarda anlamakta zorlandılar. Bir ibadet yapılabiliyorsa yapmak lazım dedim. Çoğu kabul etti.

    Benim dışımda koğuşun tamamı Hanefi mezhebine ittiba ediyordu. Sayı olarak sorun yok idi. Tutuksuz ortamlarda amirlerinin verdiği görevlerden dolayı Cuma namazına gidemeyen bazı memurların içinde biriken hasreti bastırmaları sonucunda Cuma namazları kılınmaya başladı.

    Fikir benden çıktığı için doğal olarak imam ben oldum. Hutbe dualarını toparlayıp yazdım. Her hafta yeni bir hutbe yazmaya kendimi zorladım. Bir zulmün cenderesinde bulunuyorduk. Hutbelerde genel itibarıyla zulümlere endeksli konular oluyordu.

    Dışarıdan haber alma olanaklarımız kısıtlı idi. Koğuşa gelen bir gazeteden arkadaşlarımız ile ilgili haberler görünce onları alıp dinler tarihi ve İslam tarihinde yaşanan bazı hadiselerle özdeşleştiriyorduk. Bu derttaşlarımızla daha iyi dertleşmemizi sağlıyordu. Davamızın hakkaniyetine dair imanımızı tazelememize vesile oluyordu. Cenâb-ı Hakk'ın lütuflarının daha bir farkına varıp motive oluyorduk.

    Özellikle bizim dünyamıza çok uzak bir isim olan Emin Çölaşan beyefendinin yaşatılan zulümleri anlatan makaleleri bana çok yardımcı oldu. Onun yazılarında anlattığı zulümler bir kaç hutbenin ana konusunu oluşturdu. Ona vefa borcumu ödeyeceğime söz verdim.

    İçeride kaynak kitaba ulaşmak oldukça zor idi. Ana kaynak olarak Diyanet İşleri Başkanlığı'nın bir heyete hazırlattığı Kur'an-ı Kerim mealini kullanıyordum. Cezaevi kütüphanesinde bulunan tefsirler kısa süre sonra anlam veremediğimiz bir şekilde toplatılmıştı.

    Yirmi aya yakın kaldığım cezaevinde, ilk iki hafta hariç tüm Cumaları kılmak nasip oldu. Belli bir sürenin ardından yaşadığım koğuş değişiklikleri sonucu güncelliğini kaybetmeyen hutbeleri tekrar okudum. Bu yeni hutbe yazmamış oldum. Yazdığım hutbelerin bir bölümünü açık görüşlerde cezaevine has uygulamalar ile eşime verip muhafaza etmesini istedim. Aramalarda yazılanlar dikkat çekiyordu.

    Ben hutbelerin onların ellerine geçip kaybolmasını istemiyordum.

    Ramazan bayramı hutbesi olarak Toplanma Yeri başlıklı hutbeyi yan yana bulunduğumuz dokuz koğuşla paylaştık. Hutbeleri meyve suyu şişelerine koyup yan koğuşa atıyorduk, onlarda yazıp bir sonrakine ulaştırıyorlardı.

    Aylar sonra bir koğuş değişikliğinde bir arkadaş hutbeyi çok beğendiğini, kâğıda yazıp eşine verdiğini, onların da bayanlarla toplanıp ağlaşarak okuduklarını söyleyince çok duygulandım. Duygu yüklü metinler olduğu için tüm hutbeler dinleyenler tarafından okunurken gözyaşları ile yıkanıyordu.

    Yaz aylarında Cuma günleri bahçe yıkanırdı. Seccadeler dışarıya çıkarılır, namazlar bahçede kılınırdı. Hutbeleri yan koğuştakiler de dinler bazıları namaza dururdu. Gürül gürül tesbihatlar eşliğinde biten Cuma namazları, koğuşa ayrı bir hava katardı. Namazın ardından yan koğuşlar hutbeyi isterdi onlara atardık. Kur'an’ın Sesi hutbesi çatıda kaldı.

    Gardiyanlar alıp ne yaptılar hiç bilemedik. Mahkeme dosyasına bu konuda bir şey yansımadı.

    Tahliyemin nasip olmasının ardından zalim bir sürecin hülasası olacak yazıları bilgisayar ortamına geçirdik. Yurt dışına çıkınca da yayımlanmasına karar verildi.

    Kitapta geçen rakamlar o güne ait rakamlardır, değiştirmedik. Zulüm artarak devam etti. Kitapta cezaevi ortamını farklı bir açıdan yaşayacağınızı umuyorum.

    Kitabın tashihinde yardımcı olan isimsiz kahramanlara ve yayında emeği geçen arkadaşlara ve Crab Publishing’e teşekkür ediyorum.

    Rabbim bu hutbeleri tutuklu dinleyen ve halen tutukluluğu devam eden kardeşlerime ve süreci cezaevinde geçirmek zorunda bırakılan tüm gönüldaşlarıma tahliye nasip etsin. Bu zalim süreci ayağımızı davasında sabit kılarak bitirmeyi nasip etsin.

    CEZAEVLERİNDE CUMA NAMAZININ KILINMASI

    Cuma günü Müslümanların bayramı olan mübarek bir gündür. Bu mübarek günün fazileti ile ilgili olarak Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem Üzerine güneşin doğduğu en hayırlı gün Cuma günüdür. Âdem aleyhisselam o gün yaratıldı. O gün cennete konuldu. O gün cennetten çıkarıldı. Kıyamet de o gün kopacaktır. (Müslim, 17, 854; Ebu Davud, Sünen 1046; Tirmizi, Sünen, 488) buyurmuştur.

    Müslümanlar için Cuma günü mübarek ve kutsal olduğu gibi Hristiyanlar için pazar günü Yahudiler için de Cumartesi günü mübarek ve kutsaldır. Bu nedenle Yahudilerin Cumartesi günü dünyalık herhangi bir işle meşgul olmaları haram kılınmış günün tamamını ibadetle geçirmeleri emredilmiştir. Cenâb-ı Allah bu ümmete rahmetinin bir göstergesi olarak Yahudilerdeki bu ağır hükmü hafifleterek Müslümanların sadece ezan okunduktan sonra Cuma namazı tamamlanıncaya kadar herhangi bir işle meşgul olmalarını yasaklanmıştır (Cuma 62/9). Günün kalan vakitlerinde dünyalık herhangi bir işle meşgul olmalarına meşru bir iş olmasının dışında bir sınırlama getirilmemiştir. Hatta Namaz bitince de yeryüzüne dağılarak Allah'ın lütfundan payınıza düşeni araştırın (Cuma 62/10) demek suretiyle günün kalan vakitlerinde meşru olan işlerin yapılması teşvik edilmiştir. Bunları yaparken de Allah'ı çokça hatırlayın (yaptığınız işle ilgili Allah'ın çizdiği sınırları aklınızda tutup onlara uyun ki) iki cihan saadetine eresiniz (Cuma 62/10) buyurarak her işimizi meşru dairede yapmamız gerektiğini de hatırlatmaktadır.

    Cuma namazının fazileti ile ilgili olarak da çok sayıda hadis-i şerif mevcuttur. Bunlardan bir tanesinde abdest alıp camiye giden ve Cuma namazını kılanlar hakkında Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: "Bir kimse güzelce abdest aldıktan sonra Cumaya gelir, hutbeyi can kulağı ile dinlerse bir sonraki Cumaya kadar ve üç gün de ilave edilerek (10 gün) günahı bağışlanır (Müslim, 27, 857; Ebu Davud, Sünen, 1050; Tirmizi, Sünen 498).

    Ayrıca, Cuma namazını terk edenler hakkında da tehdit ve uyarılarda bulunmuştur. Abdullah bin Abbas radiyallahu anhuma, Abdullah bin Ömer radiyallahu anhuma ve Ebu Hüreyre radiyallahu anh gibi bazı sahabiler Peygamberlerimiz sallallahu aleyhi ve sellemin minberin ahşabına yaslanmış olarak şöyle buyurduğunu işittiklerini nakletmişlerdir: Bazı gruplar ya Cuma namazını terk etmekten saklasınlar ya da Allah onların kalplerini mühürler ve gafillerden olurlar (Müslim, 40, 865; Ahmed bin Hanbel, Müsned, c.1, s.36, 2132). Bu hadis-i şerif ile Cuma namazına gitmemenin ne kadar büyük bir vebal olduğu vurgulanmıştır.

    Cuma namazı şartlarını kendisinde toplayan kişilerin iki rekât Cuma namazı kılmaları farzı ayındır.

    Cuma namazının farz oluşu, Kitap, Sünnet ve İcma ile sabittir. Bir ayeti kerimede Cenabı Allah şöyle buyurmaktadır: Ey iman edenler Cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman hemen Allah'ı zikretmeye aceleyle gidin ve alışverişi (ve dünyalık diğer işleri) bırakın. Eğer bilseniz kesinlikle bu sizin için daha hayırlıdır (Cuma 62/9). Bu ayet-i kerimede ezan okunduğunda bütün Müslümanların aceleyle namaza gitmeleri emredilmektedir. Emir, vücub yani farziyet ifade eder. Bu nedenle Cuma namazını kılmak şartlarını taşıyan her Müslüman üzerine farzdır. Ayrıca normal zamanlarda mübah olan alışveriş gibi işlerin terk edilmesinin emredilmesi de Cuma namazının farzı ayın olduğunun başka bir delilidir.

    Cuma namazının diğer namazlar için gerekli şartların dışında kendisine has on iki şartı daha vardır. Bunlardan altısı vücubunun (farz olmasının), diğer altısı

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1