Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Ne İçin Yaşıyorum
Ne İçin Yaşıyorum
Ne İçin Yaşıyorum
Ebook226 pages2 hours

Ne İçin Yaşıyorum

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Dünyanın her yerindeki her türlü inanç düşünce ve kültürdeki, her insan, kadın-erkek, genç-yaşlı, zengin-fakir, sağlıklı veya hasta, en büyük makamlarda görevli veya işsiz, kimseli veya kimsesiz olduğuna bakmayarak bu niyet programı ile kendisini programladığında, inşallah Allah’ın izni ve yardımı ile yüce Yaratıcının kulluğuna girmiş demektir. Yaratan artık onun gören gözü tutan eli yürüyen ayağı olacaktır. Yaratıcı, kendi rızasını en büyük gayesi hâline getiren kuluna olan sevgisi ve koruması en yüksek en geniş ve en kuşatıcı bir şekilde olacaktır.

LanguageTürkçe
Release dateNov 1, 2020
ISBN9781005276744
Ne İçin Yaşıyorum

Read more from Abdullah Küçük

Related to Ne İçin Yaşıyorum

Related ebooks

Reviews for Ne İçin Yaşıyorum

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Ne İçin Yaşıyorum - Abdullah Küçük

    NE İÇİN YAŞIYORUM?

    Cemil sebebini bilmeden, benliğinin kendisini sürüklediği yöne doğru, yaşadığı kasabanın dışarısında, evlerin ve yaşam alanlarının sonlarına doğru, nereye, ne için gittiğini düşünmeden, yürümeye devam ediyordu. Tepelerin, tek tük ağaçların, geniş yeşillik çimenlerin, yemyeşil büyük bir halı gibi kuşattığı bu alana zaman zaman kendisini atmak, o sessizlik ve enginlik ortamında, ruhunun arayış ve huzursuzluklarına, kısmen de olsa bir cevap arıyor, iç dünyasının sessiz çığlıklarına, o sessizliklerde bir cevap bulabileceğini hissediyordu.

    Yemyeşil, küçüklü büyüklü tepelerin bulunduğu, tek tük ağaç kümelerinin aralıklarla vadinin birçok yerinde doğal güzellikleri tamamladığı, tepelerin sağından solundan kıvrıla kıvrıla vadiyi dolaşarak akıp giden bir akarsuyun, tatlı bir mavilikle yeşillikler arasından, deryalara kavuşma arzusuyla çağlayarak aktığı, insan ve gürültünün olmadığı, dingin bir tabiat köşesiydi burası.

    Bir orta Anadolu kasabası olan bu küçük belde, Cemil’in doğup büyüdüğü yerdi. Kasabanın talihsizliği mi denir bilinmez ama, bu Anadolu bahçesi, sosyal yaşam alanları itibariyle fakir ve ihmal edilmiş beldelerden birisiydi. Kendisini birazcık doğanın kucağına atıp, sükûnet ve huzura ermek isteyen insanların bulabileceği en iyi mekân işte bu vadi ve akarsuyun çevresi idi.

    Ekonomik imkânların yokluğundan mıdır, şehirleşmede görevli olan idareci insanların ihmal veya yetersizliğinden midir bilinmez, kasaba merkezi ve sokaklar, işyerleri ve kurumlar, yıllarca el değmemiş ve kendi hâline bırakılmışlığın görüntüsünde çarpık bir şehirleşmeden dolayı park bahçe ve yeşilliklerden mahrumdu.

    İçerisinde yaşayan insanların, zaman içerisinde bulundukları ortama alışmış olmalarından çevre kasabaların güzellik ve sosyal alanlarına kıyasla bu büyük ihmali görememeleri de yine bu kasabanın önemli bir eksikliği olmuştu. 1970’li yılların, ülke ekonomisi ve gelişimi üzerindeki, fakirlik, az gelişmişlik, eğitimsizlik, ticari ve teknolojik yetersizlikler de göz önünde bulundurulduğunda, kasabanın talihsizliğinin mesuliyetinden, kasaba insanları kısmen de olsa mazur sayılabilirdi.

    Cemil, devlet memuru bir babanın, okuma yazma bilmeyen bir annenin 7 çocuğunun hem yukarıdan hem aşağıdan sayıldığında dördüncüsü idi. Baba İsa Bey devlet memurluğu görevinde orta gelirli bir insan olup, o yılların genel halk fakirliğine göre biraz da ortanın üzeri sayılabilecek gelir düzeyinde olduğu söylenebilirdi. İsa Bey insani yönleri ve yardımseverliği, kazancının helal olmasına olan aşırı hassasiyet ve dikkati ile tanınırdı. Köylerden kasabalardan gelen, yol yordam bilmez, yardıma muhtaç ve bilgisiz pek çok insanın kasabadaki resmî iş ve problemlerini hiçbir karşılık gözetmeden, kendi işlerini takip etme hassasiyeti ile yerine getirirdi.

    Bu yönüyle pek çok insanın hayır dualarını alır, bunlardan çok büyük bir mutluluk hissederdi. Bununla da kalmaz, o dönemlerin fakir ve yoksulluğu şartlarında parasızlık çeken pek çok insana yardım eder, borç para verir, bu alacaklarını da onlardan geriye talep etmezdi. Vefat tarihî olan 1985 yıllarında sayfalar dolusu, alacaklı olduğu insanların isim listelerini evlatlarına teslim etmiş ve Oğlum bu listeler alacaklı olduğum insanların isimleridir, borçlarını getirirlerse alın, getirmezlerse hakkım helal olsun. diyerek vefat etmişti.

    Kendisi, kazancının helalliğine olan dikkat ve hassasiyetini, çocuklarına nasihat olarak anlatırken başından geçen bir hatırasını şöyle nakletmiştir:

    Adliyenin tapu dairesinde çalışırken kendisine kânun dışı bir faaliyet için, önemli miktarda bir rüşvet teklif edilmişti. Rüşveti veren adam Bak İsa Bey, yapman gereken şey çok basit ve hiçbir riski yok. Sizin elinizin altındaki şahıslara ait tapulardan birisinin üzerine bir kalem ile benim de ismimi yazacaksın, o kadar, kimsenin bunu senin yazdığını anlaması mümkün değildir. der. İsa Bey hayatında ilk defa böyle bir teklifle karşılaşıyordu. Verilen rüşvet birkaç aylık maaşının tutarı kadardı. Teklifin cazibesine kapılarak parayı alır, teklifi kabul eder ve aldığı parayı gömleğinin göğüs cebine yerleştirerek büyük bir telaş, şaşkınlık ve kararsızlık içerisinde, kafası karmakarışık bir hâlde eve gelir. Kimseyle konuşmaz, yemeğini yer ve yatmak için odasına geçer. Yatağında elbiselerini çıkarmadan sırtüstü uzanarak düşünmeye başlar. Ertesi gün gidecek ve bahsedilen işi yapacaktır.

    Ama yattığı yerde, gömleğinin göğüs cebindeki paranın çevresi, sanki ateşte kızdırılmış bir metal parçası gibi, göğsünü ateşler içerisinde bırakmıştır. İsa Bey dehşet içerisinde kalmış, sağa dönmüş sola dönmüş ama bir türlü uyuyamamıştır. Geçmek bilmeyen saatler gün olmuş, dakikalar saat olmuş. Sabaha kadar gözünü kırpmamış, sabahın ilk ışıkları ile birlikte sokağa fırlamıştır. Doğruca rüşveti veren şahsın evine gidip kapısını çalmış, kapıya çıkan adamın yüzüne, eline aldığı rüşvet paralarını fırlatıp,

    Sakın ha bir daha benim yanıma uğrama, böyle bir haksızlık ve haram da bana teklif etme… diyerek süratle oradan kaçarak eve dönmüş, kalbi huzura kavuşmuş ve rahatlamıştır. İsa Bey, Allah’ın varlığına inanan, zaman zaman da büyük oranda dinî vazifelerini yerine getirmeye gayret sarf eden bir insandır. 1950-60’lı yılların çocukları olmaları hesabıyla yedi kardeşi ile yetim kalmış, okuma yazmayı askerlikte öğrenmiş, ihtiyacı olan dinî ve kültürel bilgi sahibi olma imkânına sahip olamamıştı. Ailenin en büyük çocuğu olması itibari ile kardeşlerinin bütün geçimi daha 8-10 yaşlarında iken zayıf omuzlarına binmişti. İsa Beyin o yıllara ait bir hatırası:

    Yetimlik ve fakirlik, yaşamlarını zor durumlarla karşı karşıya getirince, anne en büyük oğlu olan İsa’yı elinden tutarak bir köye götürür, orada zengin ve arazi sahibi bir adama İsa’yı bir yıllığına ‘Kulluk’ tabir edilen bir tür köle olarak kiraya verir. Parasını peşin olarak alır ve evladını ağlayarak ve kucaklayarak adama teslim eder. Anne vedalaşıp ağlayarak geriye döner. Oradan aldığı para ile diğer kardeşlerin ve evin geçimini sağlayacaktır. Çiftlik sahibi İsa’ya, basit beyaz bir bezden yapılma dar bir iş kıyafeti verir. Çünkü üzerindeki pantolon delik deşik ve kullanılamaz hâldedir. Çiftliğin işi çok ağır ve tahammül edilemez boyutlardadır. Gece yarısı öküzlerin arkasına takılan ağaç pulluk ile o bitmez tükenmez tarlaları ekime hazırlamak için çalışmaya imkân yoktur. İsa 8-10 yaşlarında, güçsüz ve dayanıksız olduğundan günde 17-18 saati bulan çalışmalar yaptırıldığında ne uyuyabiliyor ne dinlenebiliyor ne de beslenebiliyordu. Geceleri tarlada çift sürerken, öküzlerin arkasında yürüme esnasında uyukluyordu. Çiftlik sahibi tarla toprağının birleşerek ve sertleşerek oluşturduğu Kesek denilen büyük kütlelerini yerden alır, uyuklayan İsa’nın arkasına geçer, bütün gücü ile sırtına vururdu. İsa çaresiz ve kimsesizliğin acısı ile ağlayarak işine devam ederdi. Çiftliğe dönüldüğünde İsa’nın dövülmesi, hakaretlere uğraması, çok zaman aç kalması ise artık normal bir hâle gelmişti. Bu şartlar altında bir yılını doldurduğunda, zaten parçalanmış olan ve bir yıl önce verilen o ince bezden şalvar İsa’nın üzerinden zorla çıkartılmış, ilk geldiği gün üzerinde bulunan delik deşik pantolon tekrar giydirilmiş ve o hâlde evine gönderilmişti.

    İsa Bey tarif edilmez pek çok zorluklar fakirlikler zahmetler içerisinde çalışmış, gayret etmiş hem kendisine hem ailesine babalık yapmak zorunda kalmış, dürüst ahlaklı ve çalışkan bir insandır. Halk arasında Elmas, yakut, altın çamura düşmekle değerini kaybetmez. dendiği gibi, İsa’nın yaşadığı ortamlar onun daha mükemmel bir insan olmasını kısıtlamıştır ama çevresindeki çamurlar, onun elmas, yakut ve altın kıymetindeki ruhî özelliklerini kıymetinden düşürmemiştir.

    İsa Bey bu çalışkanlığı ve dürüstlüğü ile kasabada güvenilen ve aranılan bir insandı, zengin bağ bahçe sahipleri İsa Bey’i işçi ve evlatlık olarak kendi ev ve toprak işçiliğinde ücretle çalıştırırlardı. İşte bu çalışmalarından birinde İsa Bey evinde çalıştığı toprak sahibinin en küçük kızına gönlünü kaptırmıştı. Önceleri bu aşka rıza göstermeyen kız babası kasabanın hatırı sayılır insanların aracı olması ile razı olmuş ve İsa Bey, Sevgi Hanım’la evlenerek mutlu bir yuva kurmuştu. Vefat edeceği güne kadar dört erkek, üç kız; yedi evlat sahibi olmuştu.

    Sevgi Hanım zengin bir ailenin en küçük kızı idi. O da İsa Bey’i sevmiş ve isteyerek evlenmişti. Devrinin şartları gereği onun da okuma yazması yoktu. Dinî bilgileri de kulaktan duyma şeklinde çok yüzeyseldi, ama ahlaki ve karakteristik özellikleri açısından babadan ve aileden gelen bir terbiye ile yetiştirmiş, ‘yalan’ gibi ‘Başka insanların aleyhlerinde konuşmak’ gibi pek çok kötü ahlaki sıfatlardan kendisini korumuş; yardımsever, misafirperver, şefkatli ve sevgi dolu bir hanımefendiydi. Âdeta İsa Bey’in ‘ruh ikizi’ gibiydi. Evliliklerinin tesadüf olmadığı, eşlerin ‘ruhen ve ahlaken birbirine denk insanlardan olacak şekilde yüce Yaratıcı tarafından belirlendiği’ atasözünün gerçekleşmiş bir misali gibiydiler.

    Cemil ergenlik çağına girmiş; kafası, gönlü ve ruhunda fırtınalar esen bir gençti. Akıllı, zeki ve derin bir anlayış kapasitesi olmasından ergenlik problemleri diğer kardeşlerinden çok daha fazla duygu, düşünce ve sorgulama fırtınaları içerisindeydi. Duygu ve düşüncelerinin hassasiyetinden derin derin düşüncelere dalıyor; kendisini, hayatı, yaşadıklarını ve yaşayabileceklerini düşünüyor, neden, niçin, nasıl sorularının cevaplarını kafasının içerisinde döndürüp duruyordu. Anne ve babasının tahsilinin olmayışı, Cemil’le ilgilenmelerine zaman bile ayıramayışları, bütün problemleri ile baş başa kalmasına sebep olmuştu. Cemil’in aklı ve gönlünde tarifi imkânsız acılar, sıkıntılar, bunalımlar oluyor, birazcık hava bulutla kapansa ruhu sıkılıyor, kendisini üzecek bir olay olsa, stres ve sıkıntıları katlanarak çoğalıyordu.

    İçerisinde koskocaman bir boşluk vardı ve hiçbir şey ile dolduramıyordu. Ergen psikolojisi etkisinde sonsuz ve sınırsız bir sevgi ile sevmek ve sevilmeye ihtiyaç duyuyordu. Ailenin kalabalıklığı, anne babanın bu durumu anlayamaması ve ilgilenememesi Cemil’i kendi dertleri ile baş başa bırakmıştı. Hayat nedir? Ben neden yaşıyorum? Bu hayat biterse ben ne olacağım? Ve nerelere gidip kaybolacağım? Neden beni seven birileri yok? Neden bu dünya bütün kalabalığına rağmen beni yalnızlığa mahkûm ediyor? gibi daha pek çok sorular ve bunalımlarla dopdoluydu.

    İşte tabiatın bu sessiz ve dingin köşesine ruhunun çığlıklarını susturmak ve dindirmek için kaçıp gelmişti. Akarsuyun daraldığı bir bölgede karşı tarafa atlayarak geçmek istemiş, geriye çekilerek hızla karşı kıyıya atlamıştı ama maalesef uzaklığını hesap edemeyişi sebebiyle, atlamış olduğu karşı kıyıdaki tümsekten tekrar geriye kayarak suyun içerisine düşmüş, beline kadar gelen suyun içerisinde sırılsıklam olup çıkmıştı. Hava ilkbaharın başları, kış aylarının sonu olduğu için soğuktu. Sudan çıktığında üşümüş ve titremeye başlamıştı. Tepeye doğru yürümeye devam etti. Sanki tepeye ulaşıp oradan vadiyi seyredince gönlünün düşünce dumanları bir nebze olsun dağılacak ve kalbi ferahlayarak huzura kavuşacaktı.

    Vadinin yemyeşil manzarası, engin derinlik ve genişliği gönül ve akıl dünyasına bir huzur ve dinginlik veriyordu. Cemil bu duygu ve düşünceleri zaman zaman yaşıyor; sessiz, engin bir tabiat köşesine çekilerek düşüncelere dalıyor, böylece rahat ve huzur buluyordu.

    Bu duygular içerisinde gençlik dönemlerinin fırtınaları ile meşgul iken, baba İsa Bey’in memuriyet olarak vazifesi en yakın vilayet merkezine çıkması ile lise eğitimine buradan devam etmeye başladı. Bir taraftan şehirde taşındıkları mahalleye, diğer taraftan yeni okuldaki arkadaşlarına alışmaya, sosyal çevre edinmeye çalışıyordur. Orta Anadolu insanlarının birbirleri ile insani ilişkiler içerisinde yardımlaşma ve kaynaşmaları birbirlerine iyi ve kötü günlerde her şekilde destek olmaları, İslam dininin bir zorunluluğu ve kültürü olmasından bu tanışma ve kaynaşmalar çok kısa bir süre içerisinde gerçekleşmişti.

    Cemil hem okuldan hem de mahallesinden samimi ve candan pek çok dost ve arkadaş bulmuştu. İslam dininin ve Peygamberi’nin misafirlere, komşulara, akrabalara iyilik yapıp yardım edilmesi ile ilgili tavsiyeleri toplum içerisinde kabul görmüş, yüzyıllardır devam eden bir gelenek ve âdet olmuştu. İslam dininin yaygın olduğu bütün toplumlarda genel manada misafire, komşuya ve akrabalara karşılıksız olarak yardım etme, evinde misafir etme, iyi ve kötü günlerinde onun destekçisi ve yardımcısı olarak yanında bulunma, bir tür ibadet olarak görüldüğünden, birçok insan bu faaliyetleri yapmaktan zevk ve manevi bir tat almaktadır.

    Büyük çoğunluk olarak, ahlaki bir yozlaşma yaşamamış, pek çok insanda, karşılıksız olarak insanlara iyilik yapma duygusu karakteristik bir özellik hâline gelmişti. Bu özelliklerinden dolayı, küçük köy ve kasabalara seyahat eden insanlar çok defa o köy ve kasabaların insanları tarafından evlerine yemeğe ve misafirliğe davet edilmişlerdir. Bütün dünyada insani değerlerin hızla değer kaybedip bencillik ve egoistliğin öne çıkmasından Anadolu köy ve kasabaları da kısmen etkilenmiş, dejenerasyona uğramıştı.

    Cemil bir taraftan lise eğitimini devam ettirmekte, diğer taraftan da üniversite eğitimine hazırlanmaktadır. Yeni tanıdığı ve tanıştığı bu ortamlarda, bazı insanların insani özelliklerine çok dikkat etmektedir. Bunu yaparken de iradesiyle değil, ilgi ve merak duygusu ile yapmaktadır. Üniversite hazırlık kursu müdürü Necmi Bey de dikkatini çeken şahıslardan birisidir. Necmi Bey güler yüzlü, yumuşak huylu, çok cömert ve yardımsever bir insandır. İslam dininin günde beş ayrı vakitte yapılmasını emrettiği bir ibadet olan, temiz bir örtü üzerinde kutsal kitap olan Kur’an’dan bazı ayetler okuyarak, dualar ederek, ayakta eğilerek ve alnı yere koyarak yapılan ‘namaz’ ibadetini hassasiyetle yerine getiren bir insandır.

    Cemil hem bilgili hem ahlaklı hem de insani olarak kendine çok samimi davranan bu insana karşı derin bir ilgi ve yakınlık hissetmektedir. Necmi Bey’in en fazla dikkatini çeken özelliği ise yine bir peygamber tavsiyesi olan Her başladığınız iş ve faaliyetlerinizi ‘Bismillah’ diyerek yaratıcının ismini anarak başlayınız. prensibini hassasiyetle uygulamasıydı. Sürekli her hareketini bununla başlatırdı.

    Yine bir gün telefona uzanırken, yerine koyarken ve çekmeceyi açarken peş peşe ‘Bismillah’ ile başlaması üzerine Cemil merakla sorar: Necmi abi, böyle sürekli her hareketinizin başlangıcında ‘Bismillah’ sonucunda ise ‘Elhamdülillah’ kelimesini çok kullanıyorsunuz. Merak ettim. Başka insanlar da çok fazla görmediğim bir davranış şekli, neden yapıyorsunuz bunu? Necmi Bey, Cemil’e dikkatle bakarak, onu kısa bir miktar süzer ve sorusunu gerçekten bir öğrenme merakı ile mi yoksa bir şaka olarak mı sorduğunu anlamak ister. Cemil’in simasından onun derin bir anlayış ve öğrenme merakının olduğuna kanaat getirince,

    Cemilciğim gel şöyle otur. Bu senin bir cümlelik sorun, öyle birkaç cümle ile cevaplanacak sorulardan değil. diyerek Cemil’i sandalyeye oturtur. Kendisi de karşısındaki koltuğa oturur ve Cemil’in anlayabileceği şekilde sorusuna cevap verir:

    "Sevgili Cemilciğim, şu görmüş olduğun uçsuz bucaksız uzay âlemleri, galaksi ve yıldızlar, şu bizi sürekli aydınlatan ve ısıtan güneş, gecemizi aydınlatan ve takvimcilik yapan ay, içerisinde hava, su ve besin kaynaklarımız olan bitki ve hayvanların her çeşidi ile dopdolu olan dünyamız, bir Yaratıcı’nın yaratması ve devam ettirmesi ile bizlere hizmet ediyor. Bu faaliyetler de hiçbir arızanın olmaması, yaratıcının kudretinin sonsuzluğunu gösteriyor. Binlerce yıldır düzenin ve nizamın devam etmesi, Yaratıcı’nın ölümsüz, ezeli ve ebedî bir varlık olduğunu gösteriyor. En küçük varlıklardan en büyük varlıklara hayatlarının devamında hiçbir problem yaşanmaması, yaratıcının her şeyi her an gördüğünü ve bildiğine işaret ediyor. Doğadaki her faaliyetin sonunda canlıların ve hayatının devamına bir fayda meydana gelmesi, bütün faaliyetlerin bilinçli ve şuurlu yapıldığına şahitlik ediyor. İnsan hayvan gibi varlıkların kendisine ait bir dille konuşmaları, işitmeleri ve görmeleri bazı sanatsal faaliyetler yapmaları, yaratıcının da konuşan, gören, işiten ve sanatsal faaliyetler yapan bir ilah olduğunu ispat ediyor. İhtiyacımız olan temel maddelerin hem bol hem ucuz hem de kolayca bize ulaşması; acizlerin, yavruların, rahatça beslenmesi, yaratıcının çok şefkatli ve merhametli olduğunu bize anlatıyor.

    İşte benim her işe onun ismi ile başlamamın sebebi, bütün bu anlattıklarımın tek ve gerçek sahibinin, bütün semavi dinlerin kitaplarında ismi ‘Allah’ olarak tanıtılan ilahımızı hatırlamak ve O’na teşekkür etmek içindir. Çünkü beni ve benim bütün faaliyetlerimi de her an o yönetiyor. O’nun ismini anarak her an onun yardımını talep ettiğim gibi, teşekkür de etmiş oluyorum. O’nun yardımının her an benimle beraber olduğunu düşünmek ve inanmak ise bana gelmiş ve gelebilecek bütün problemlere karşı sonsuz ve sınırsız bir güç ve huzur veriyor. Ben inanıyorum ki, sürekli kendisini hatırlayan ve kendisine sevgi, saygı ve minnettarlık içerisinde olan bir kuluna karşı yaratıcı, kat kat daha fazla bir sevgi, yardım ve koruma ile cevap verecektir. Çünkü her an her yerde olan biten her şeyi görüyor ve biliyordur. Benim içimden geçirdiklerimi ve bütün maddi manevi ihtiyaçlarımı bilmemesi asla düşünülemez. Bilmese faaliyetleri yürütemez." der.

    Cemil: Peki Necmi abi, o çok sık tekrarladığınız Elhamdülillahın manası nedir? diye araya girer. Necmi Bey, "Kardeşim ben de tam onu izah edecektim ki sen önce davrandın. Elhamdülillah kelimesi kısaca senin anlayabileceğin şekilde şöyle özetlenebilir. Varlık âleminde meydana gelen bütün faaliyetler bir sebep ile meydana gelir. İşte bütün bu sebeplerinde gerçek sebebi ve sahibi Allah olduğu

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1