Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Hz. Ali
Hz. Ali
Hz. Ali
Ebook325 pages3 hours

Hz. Ali

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Hz. Ali, Emevilerin sert tutumu ve Haricîler in çıkardığı fitneler sonucunda cemiyetin fitne kazanı gibi kaynadığı bir devrede devletin başına geçmişti. Eğer onun gibi fedakar, samimi, yiğit ve alim biri olmasaydı, o fitneler seller hâline gelir ve milleti önüne katar, sürükler götürürdü. İşte, Hz. Ali tam bu işin adamıydı. Onun içindir ki kader-i ilâhî halifelik hususunda O’nu sona bırakmıştı.
Hz. Ali, İki Cihan Serveri’nin vilâyet yönünü temsil ediyordu. Bu itibarla o bütün velilerin sertacı sayılır. Kıyamete kadar gelecek bütün tarikat erbabının, bütün ricalin takdirle yâd edip inkıyat edeceği, Sultanlar Sultanı, Şâh-ı Merdân, Haydar-ı Kerrâr, Damad-ı Nebi, Aliyyü’l-Murtaza; Ebû Talib’e, Allah Resûlü’ne karşı gösterdiği mürüvvetin bir hediye ve bir karşılığı gibiydi.
Bu kitap, Hz. Muhammed’in “Ya Ali! Sen benim dünyada da ahirette de kardeşimsin” hadis-i şerifini merkeze almak suretiyle Hz. Ali’nin hayatını anlatmaktadır. Kitabı okuduğunuzda göreceksiniz ki, Hz. Ali bu kardeşliğin hakkını vermiştir.

LanguageTürkçe
Release dateFeb 21, 2020
ISBN9780463557792
Hz. Ali
Author

Eser Yılmaz

Malatya, Pütürge'den İstanbul'a göç etmiş bir ailenin 3. çocuğu olan yazarımız, 1980 İstanbul doğumludur. İlkokul eğitiminin bir kısmını İstanbul'da, bir kısmını Pütürge'de tamamlayan yazar, üniversite eğitimini Yıldız Teknik Üniversitesi'nde şehir ve bölge planlama bölümünde bitirdi.Yazar, bu ilk kitabında ana kaynaklardan faydalanmaya çalışmış, verilen bilgilerin kaynaklarını belirtmiş, kendi görüşlerinin olduğu bölümlerin kaynaklardan alınan bilgiler ile karışmaması için özen göstermiştir.“Son Peygamberin Kardeşi, Hz. Ali” adlı bu kitapla, yazar, konu ile ilgili okura farklı bir bakış açısı kazandırmayı amaçlamıştır.

Related to Hz. Ali

Related ebooks

Reviews for Hz. Ali

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Hz. Ali - Eser Yılmaz

    ÖNSÖZ

    İnsanoğlu gözlerini açtığında, sebep sonuç açısından içinde bulunmasını anlamlandıramadığı bir dünya ve kâinatta kendini bulmuştur. Aklın gereği bu varoluşun nedenlerini araştırdığında da tam hakikate ulaşamamıştır. Cenâb-ı Allah rahmeti gereği yarattığı insana yaratış amacını, ondan isteğini insanların içinden gönderdiği Kutsal Elçileri vasıtasıyla bildirmiş ve bu içinde bulunduğu dünyayı, kâinatı ve insanın kendisini ‘Oku’masını (Alak, 1), bu okumayla Kendisinin tanınmasını buyurmuştu. Bu, insanlık tarihi boyunca böyle olmuştur. Âlemlerin Rabbi, ister küçük âlem; insanda, ister büyük âlem; kâinatta, karanlıkta kalmış her şeyin aydınlatması, cevap bulamamış her soruya cevap vermeleri için, her topluma kendi içinden bir elçi göndermişken, dünyanın insanlık açısından son dönemi olan âhirzamanda Hz. Muhammed Mustafa’yı tüm insanlara göndermiştir. O, Âlemlere Rahmet Hz. Muhammed Mustafa ile tüm insanlığı ve kâinatı aydınlatmıştır. Âlemlerin Rabbi bilinmezlerin üzerindeki karanlık örtüyü Kâinatın Efendisi, Seçilmiş ve Övülmüş ile kaldırmıştır.

    İnsanın içinde bulunduğu bu muhteşem kâinat kasidesi böylece okunup anlaşılır olmuş, Son Kutsal Elçinin de bu kasidenin taç beyti olduğu bilinmiştir.

    Bu kâinatın Baş Rehberi Muhammed Mustafa, eşsiz sesiyle kıyamete kadar gelecek tüm çağlara nidada bulunmuş, tüm insanları, Âlemlerin Rabbi, Rahman ve Rahim olan Sevgililer Sevgilisi Allah’a çağırmış ve çağırmaktadır.

    Âlemlerin Rabbi, Hz. Muhammed Mustafa’yı son peygamber olarak gönderdi. O’ndan sonra bir peygamber gelmeyecekti. Fakat bu kutsal görevi peygamber mesleğinin varisleri devralacaktır. Bundan dolayı merhameti kâinatı kaplayan Allah, Baş Rehberi’nin sesini tüm çağlara ulaştıran sesi olacak başta Ehlibeyt olmak üzere âlimleri, peygamberliğe varis kılmıştır. Ehlibeyt ve âlimler, Allah’ın Habibi, Güneşimiz Hz. Muhammed Mustafa’dan aldığı ışıkla çağlarını ve gelecek çağları aydınlattılar.

    Âlemlere Rahmet Muhammed Mustafa, tüm zamanlarda kendi sesi olacak Ehlibeyti hakkında inananlara; Sizin aranızda iki paha biçilmez emanet bırakıyorum ki, ona sarıldığınız müddetçe sapmazsınız: Allah’ın kitabını, o Allah’ın gökten yere uzanan bir ipidir ve soyum olan Ehlibeyt’imi... Havuz başında bana dönünceye kadar onlar birbirlerinden ayrılmazlar. (Sahih-i Tirmizî, c.5, s.329, hadis: 3721; Ahmet bin Hanbel, Müsned, hadis: 10681, 10707, 1779, 11135) buyurmuş, onları mü’minlere emanet etmiştir.

    İşte bu eser de, Âlemlere Rahmet olan Hz. Muhammed Mustafa’nın Kardeşim dediği, çağları aşan sesi olan; Âlemlerin Rabbi tarafından, Son Peygambere verilen kutsal görevde ona yardımcı tayin ettiği; Ehlibeyt’in Babası, Âlimlerin Sultanı, Evliyaların Şahı, tüm mü’minlerin Mevlası İmam Ali (Allah’ın Salatı ve Selamı Âlemlere Rahmet Muhammed Mustafa’ya, İmam Ali’ye, Ehlibeytine ve Ashabına ve Kardeşleri olan tüm Peygamberlere olsun) anlatılarak, çağları aşan bu güzel sesle ferahlanmak amaçlanmıştır.

    Cenâb-ı Allah onları tanımayı, anlamayı, yollarından yürümeyi, onlar gibi yaşayıp, onlar gibi hakikate ermeyi nasip etsin. Onları bizlerden, bizleri onlardan Dünyada da Ahirette de ayırmasın.

    Eser Yılmaz

    İstanbul / Şubat 2020

    KİTABIN YAZILIŞINDAKİ YÖNTEM

    Bu kitap yazılırken, faydacı bir yöntem izlenmeye çalışılmıştır. Burada esas olan, sadece tarihte yaşanan olayları, kişilerin isimlerini ve olayların kronolojik bilgilerini öğrenmek değil, olayları ve kişileri öğrenmekle beraber, sebep sonuç ilişkisini derinlemesine anlayarak; günümüzde yaşamımıza aksettirilebilecek hakikatlere ulaşabilme çabası ve bu çabanın okuyucuyla beraber paylaşılmasıdır.

    Âlemlerin Rabbinin; Kur’an-ı Kerim’de inananlara buyurduğu; tarihe bakış açısında, geçmiş toplumların yargılanması, kınanması değil, öğrenilen tarihi olaylardan ders çıkarılması esastır.

    O bir ümmetti geldi geçti, ona kendi kazandığı size de kendi kazandığınız ve siz onların işlediklerinden mesul değilsiniz (Sual edilmeyeceksiniz) (Bakara, 141)

    (Hz Musa); ‘Rabbimiz, her şeyi yaratan, sonra da onu yaratılış gayesine uygun yola koyan, Yüce Yaradandır (buna iyice inan)’ dedi. Firavun dedi ki: ‘Peki o zaman, önceki nesillerin durum ve akıbeti ne olur?’ (Hz Musa) ‘Onların durumu, Rabbimin yanındaki bir kitaptadır. O, ne şaşırır, ne de unutur’ dedi. (Taha, 5052)

    Muhakkak ki size dinin hükümlerini açıklayan ayetler, sizden önce gelip geçenlerin hallerinden misaller ve Allah'a karşı gelmekten sakınacaklar için birtakım öğütler indirdik. (Nur, 34)

    Bundan dolayı; tarihi olaylarda, mahkeme hâkimi rolünü üstlenip, tarih sayfalarının ve hayat imtihanının dışında yer alıyormuş gibi yargılama; hakikatten uzaklaştıracağı ve gereksiz, zaman çalan tartışmalara kapı aralayacağından, bundan kaçınılmaya çalışılmıştır.

    Ayrıca yaşanmış olayların tüm detaylarının ve olay kahramanlarının niyetlerinin bilinememesi ve bu konunun kulların sorumluluğunda olmaması dolayısıyla, bu sınırların aşılmamasına dikkat edilmiştir.

    DİN VE KÜLTÜR TERMİNOLOJİSİ

    Kitapta belirtilen bazı kavramları bilmek, konuya daha fazla hâkim olmayı sağlayacağından birkaç ufak bilgiyi burada paylaşmakta fayda var.

    Hadis/Hadisi Şerif: Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in sözleri.

    Sünnet: Sözlükte izlenen yol, yöntem, örnek alınan uygulama, örf ve gelenek anlamında olup, dini terminolojide; çoğunlukla Hz. Peygamber’in söz ve fiilleri kastedilmektedir.

    İsim ve soy ilişkisi: Dönemin Arapları ve sonraki dönemde Arap kültürünün yayıldığı bazı bölgelerde, insanların kendi isimleri kadar oğullarının veya babalarının isimleriyle anılması yaygındı.

    Ebu Talib, Ebu Bekir veya İbn Sina, İbn Haldun gibi. Ebu sözü; babası anlamındadır. ibn veya bin sözü ise oğlu anlamındır.

    Mesela, Ebu Talib Talib’in babası anlamındadır. İmam Ali’nin babasının adı Abdümenâf’tır. Fakat o, ilk oğlu olan Talib’in adıyla anılmış; Ebu Talib diye çağrılmıştır.

    Arap toplumunda oğlunun adıyla anılma yaygın olduğu gibi, babasının adıyla da anılma da yaygındır. Asıl adı Abdurrahman olan; İbn Haldun; Haldun’un oğlu anlamındadır. Tam adı Ebu Zeyd Abdurrahman ibn Haldun el-Hadrami ismini açarsak: Zeyd’ in babası Abdurrahman ki Haldun’un oğludur. En sonda belirtilen Hadrami ise ailesi Yemen’in Hadramut ilinden olduğundan, isimde belirtilmiştir. İsimlerin sonunda kavmi, kabilesi, doğduğu yer, geldiği yer veya meşhur olduğu yerlerin belirtilmesi yaygındır.

    Hz. Ali’ nin ismini açarsak; Ebul-Hasan Ali bin Ebu Talib el-Kureyşi El Haşimi yani Kureyş Kabilesinin, Haşimiler kolundan, Hasan’ın babası, Ebu Talib’in oğlu Ali...

    Kadınlarda bin sözcüğün yerine; binti kullanılır, Kızı anlamındadır. İmam Ali’nin annesinin adı Hz. Fatma binti Esed’dir. Esed’in kızı Fatma anlamındadır. Peygamber Efendimiz’in kızı Hz. Fatma anamıza; babası Kâinatın Efendisi Muhammed Mustafa’ya çok benzediğinden dolayı babasının kızı anlamında binti ebiha lakabı verilmiştir. Ayrıca babası Peygamberler Sultanına çok düşkün olup, bir anne gibi kollayıp, koruduğundan dolayı babasının annesi anlamında ümmü ebiha lakabı vardır.

    Sahabe: Bir kişiyle birlikte bulunmak, onunla dost ve arkadaş olmak anlamındaki sohbet kökünden türeyen Sahabe ve Ashab kelimeleri, sâhibin çoğulu olup; Hz. Peygamber’e iman etmiş ve O hayatta iken sohbetinde bulunmuş kimseler için kullanılır.

    Muhacir - Ensar Sahabeler: Sahabeler, Hz. Peygamber’in yaşadığı Mekke’de bulunup, baskılar yüzünden Habeşistan ve Medine’ye hicret eden anlamındaki muhacirler ve Medine’de muhacirleri büyük bir fedakârlıkla karşılayan, yardımcı manasındaki ensar topluluğu başta olmak üzere Son Peygamber’in tüm dostlarından oluşmaktadır. Muhacir ve Ensar sözü sahabelerinin özelliğini belirttiğinden dolayı Hz. Peygamber dönemini anlatan kitaplarda çokça bahsedilir.

    Örneğin MS. 669 yılında Konstantinopolis’i (İstanbul) fethetme amacıyla İslam ordusuyla oraya gidip hastalanarak şehit olan, Hz. Ebu Eyyub el-Ensârî’nin isminin sonundaki Ensarî sözü, onun Mekke’den, Medine’ye hicret eden muhacirleri karşılayan ve onlara yardım eden sahabeler arasında olduğunu göstermektedir. Hz. Ebu Eyyub’un uzun ismi, Ebu Eyyub Hâlid bin Zeyd el-Ensâri’dir.

    Aşere-i Mübeşşere Sahabeleri: Aşere-i Mübeşşere sözündeki aşere, kültürümüzde bilinen Aşura ile aynı kökten olup, 10 rakamıdır. Mübeşşere ise müjdelenen anlamındadır.

    Hz. Peygamber’in sahabeleri aynı bilgi ve fazilette değildir. Özellikle ilk iman edenler, sebepler açısından da zayıf olunan bir dönemde cereyan eden Bedir savaşına katılmış olanlar, genel itibarıyla daha faziletlidir. Bunlar içinde Kur’an-ı Kerim’de Kendi hevasıyla konuşmaz (Necm, 3) buyurulan Hz. Peygamber’in Cennetle müjdelediği 10 sahabenin ayrı bir konumu vardır.

    Hz. Peygamber Efendimiz; Ebu Bekir cennetliktir, Ömer cennetliktir, Osman cennetliktir, Ali cennetliktir, Talha cennetliktir, Zübeyir cennetliktir, Sad bin Malik (Ebu Vakkas) cennetliktir, Abdurrahman bin Avf cennetliktir, Ebu Ubeyde bin Cerrah cennetliktir, Said bin Zeyd cennetliktir. (Tirmizî, Menakıb 26, hadis no: 3748; Ebu Davud, Sünnet 9) buyurarak bu mübarek on sahabeyi müjdelemiştir. Hz. Ömer sonrasında halife seçiminin, yaşayanları arasından Aşere-i Mübeşşere’ye bırakılması, ilk iman edenlerden olan bu kimseler ile ilgili Hadis-i Şerifin bilindiğini göstermektedir.

    Salat, Selam ve Dua: Peygamber Efendimiz, insanların birbirine karşı herhangi bir üstünlüğünün bulunmadığını Müslümanlara öğretmiştir. Toplumda bir kişi ve zümrenin üstünlüğü fikri reddedilmiştir. İnsanlık tarihinde dönem dönem ortaya çıkan, bazı kimse veya toplumların Tanrı olduğu, Tanrının oğlu olduğu veya tanrısal nitelik taşıdığı düşüncesi İslam’ın temeline aykırıdır.

    Peygamberler ve Son Peygamber olan Kendisinde dahi en ufak ilahlık bulunmadığı inancı Kuran-ı Kerim’in ayetleri ile açık olarak belirtilmiştir. Bu inancın en bariz tezahürü, Peygamber Efendimiz’in, Kendisi için ümmetinden dua, salat ve selam istemesidir. İnsanlara Ey insanlar! Selâmı yayınız. (Tirmizî, Kıyamet, 42) buyurarak, inananlara selamlaşılmasını tavsiye eden İnsanların Muallimi, Âlemlere Rahmet Muhammed Mustafa’ya dua, salat ve selam ve dua etmek, Müslümanlar için minnettarlığının gereğidir.

    Bundan dolayı âlimler, Hz. Peygamber Efendimiz’i eserlerinde anarken; Peygamberimiz’e salat ve selam olsun. anlamındaki Sallallahu aleyhi ve sellem ile veya Selam O’nun üzerine olsun anlamındaki Aleyhisselam ile selamlar. Sahabeler ve evliyaları ise Allah ondan razı olsun. anlamındaki Radiyallahuanh ile hayır ve dua ile anarlar. Özellikle Hz. İmam Ali’ye özgü olmak üzere, Allah yüzünü ak etsin anlamındaki Kerremallahu Vecheh duası da eserlerde çokça geçer. Eserlerde Sallallahu aleyhi ve sellem kısaltılarak sav ile Aleyhisselam, as ile Radiyallahuanh, ra ile Kerremallahu Vecheh, kv ile kısaltılarak karşımıza çıkabilmektedir. Alıntılanan eserlerdeki bu dua ve selamlar aynen alınmıştır.

    Bu eserde ise ister Âlemlere Rahmet Muhammed Mustafa’dan bahsedilirken, ister diğer Peygamberlerden bahsedilirken, ister İmam Ali başta olmak üzere Ehlibeyt’in ve sahabelerin isimlerinin geçtiği yerlerde; onları salavat, selam ve dualarla yâd etmek, sevginin, saygının, onlara bağlılığın ve teşekkürün bir gereği olup, isimlerin geçmesinden sonra, ayrı olarak bunlar hatırlatılmamış, bu hayır ve duayla yâd ediş; okuyucunun kalbi bağlılığına bırakılmıştır.

    Şirk ve Müşrik: Şirk kelimesi, ortak olmak ve ortaklık anlamında olup, günümüzde kullandığımız şirket ile aynı kökten türemiştir. Din terminolojisinde ise; tek tanrı düşüncesinin aksine, birden çok tanrının var olması inancıdır. İslam inancımızda, Allah’tan başka ilah kabul etmeye şirk, edene de müşrik denir. İslam’ın en temel hakikati, tek ilah olan Allah’ın varlığı ve onun dışında ilah bulunmadığı gibi, hiçbir şey ve kimsede ilahlıktan en ufak eser olmadığıdır. İslam inancımızda ilk insandan bu yana peygamberlerin, tek ilah olan Allah’a şirksiz olarak iman etmeye çağırdığına inanmaktayız.

    Toplumların bu çağrıya uydukları dönemlerin olması ile birlikte, daha peygamber mevcutken veya belli bir zaman sonra tek ilahla birlikte başka kişilere veya şeylere tanrılık isnat etmesine şahit olunmuştur.

    Hz. Peygamber öncesi Arap toplumunda, işte böyle bir durum mevcuttur. Hem Arapların hem de İsrailoğullarının ortak atası olan Hz. İbrahim’ in, tek ilahın, Allah olduğu inancı, Arap toplumunun çoğunluğu itibarıyla, bu döneme bozulmuş olarak ulaşmıştır. Her ne kadar az sayıda tek tanrı inancına mensup Araplar mevcutsa da bunların sayısı azdır. Geri kalan kesim Allah’a iman etmekle beraber, farklı tanrılara da inanıyor ve ibadet ediyorlardı. Taştan, ahşaptan, hatta Son Peygambere iman eden sahabe efendilerimizin anlatımıyla helvadan putları dahi mevcuttu. Bu putların içindeki ilahi gücün olduğuna iman edilmişti. Dönemin müşrik Araplarının isimleri arasında Abdümenâf (Menaf’ın kulu), Abduşems (Güneşin kulu), Abdümenat (Menat’ın kulu) gibi isimler yaygındır.

    Ümmi: Okuma yazma bilmeyen kimse anlamındadır. Hz. Peygamber’e; eğitimi ve terbiyesini insanlardan değil, bizzat Âlemlerin Rabbi tarafından aracısız görmüş olması itibarıyla verilen sıfattır. 7. yüzyıla kadar Arap toplumunda okuma yazma oranı çok düşük olup, okuma yazma bilen Araplar, Arap Yarımadasında çok az azdı. Hz. Muhammed Mustafa da Arap toplumunda okuma yazma bilmeyen ümmiler içindeydi.

    Dönem Hükümdarlarının Sıfatları: Dönemin Arapları, Bizans ve Roma İmparatorluğu hükümdarlarına; Kayser, Sasani (İran) İmparatorluğu hükümdarlarına; Kisra, Mısır hükümdarlarına; Firavun, Himyarite (Yemen) hükümdarlarına; Tubba, Habeşistan (Aksum) hükümdarlarına ise; Necaşî derlerdi.

    Hz. Peygamber’in dedesi Abdulmuttalib’in çocukları (Hazırlayan: Prof. Dr. İbrahim Sarıçam)

    İMAM ALİ’NİN AİLESİ

    Hz. Peygamber Efendimiz’in babası Hz. Abdullah, Hz. Âmine ile evlendiğinde 23 yaşlarındadır. Hz. Muhammed-ül Emin’e (Emin: Peygamberlik öncesinde, toplumunun, Hz. Muhammed’e verdiği lakabdır; güvenilir anlamındadır), annesi hamile iken, babası Hz. Abdullah bin Abdulmuttalib hastalanmış ve bu hastalığın ardından vefat etmişti. Miladi  571 yılında vefat ettiğinde, Hz. Abdullah daha 25 yaşlarında bir gençti. Hz. Muhammed Mustafa, onların ilk ve tek çocuğuydu.

    Hz. Muhammed-ül Emin, 6 yaşına bastığında annesi Hz. Âmine de hastalanıp, vefat edince yetim kalmıştı. Bu vefattan sonra, Hz. Muhammed-ül Emin’e dedesi Abdulmuttalib bakmaya başlamıştı. Çok geçmeden Âlemlere Rahmet, 8 yaşına bastığında dedesi de vefat etmiş, vefat etmeden de Hz. Muhammed-ül Emin’i, oğullarından Ebu Talib’e emanet etmişti. Her ne kadar Ebu Talib’in maddi durumu iyi değilse de, merhametli, sözüne sadık, toplumda sözü dinlenen ve ileri gelenlerdendi. Hz. Muhammed 8 yaşından, 25 yaşına kadar amcası Ebu Talib’in ve annemden sonra annem buyurduğu, yengesi Hz Fatma binti Esed’in evinde kalmış, onların himayesinde büyümüştü.

    Ebu Talib ve Hz. Fatma binti Esed, Hz. Muhammed-ül Emin’i 8 yaşındayken himayelerine aldığında, onunla yaşıt oğlu Talib vardı. Ebu Talib’in çocukları Talib, Akil, Cafer ve Ali arasında yaklaşık 10’ar yaş fark olduğunu belirten tarih kitaplarına göre; Hz. Muhammed Mustafa Efendimiz 25 yaşında, Hz. Hatice annemizle evlenip, amcasının evinden ayrıldığında; beraber büyüdüğü Talib yaklaşık 25 yaşında, Hz. Akil 15 yaşında, Hz. Cafer ise 5 yaşındaydı. İmam Ali ise daha doğmamıştı.

    İmam Ali efendimizi tanımak için, Hz. Peygamber Efendimiz’i tanımak gerektiği gibi anne ve babasını da, yaşadıkları dönemin Arap toplumuyla beraber tanımak ve bilmek gerekmektedir.

    Dönemin Arap toplumuna sosyal ilişkiler açısından bakıldığında, himaye etme ve edilme; sosyal yaşamın en önemli unsurlarındandı. Öyle ki, sosyal ve ekonomik açıdan yüksek statüde birinin himayesindeki hareket alanı ile o toplum içine dışarıdan gelmiş, himaye edilmemiş yoksul bir kimsenin hareket alanı bir değildi. Bu yüzden, ileride görüleceği gibi Hz. Peygamber’e iman edenler içinde, Arap toplumu dışından gelmiş kimseler başta olmak üzere, himayesiz, yoksul, soyca kuvvetli olmayan kimseler en ağır eziyetleri görmüştü.

    Dönemin Arap toplumuna inanç açısından bakıldığında ise, toplumun büyük bir kısmında, insanın ve toplumun fıtratının bozulması sonucunda tüm kâinatı yaratan Allah ile birlikte, taştan, ahşaptan vs. putları ilah kabul ederek, Hz. İbrahim Peygamberin, Hanif (tek ilaha iman eden) dininden kaymalar olmuş ve kaymalar kemikleşmiş, özellikle toplumun bir kısmında iliklere kadar işlemişti. İnançların bu kadar kalıplaştığı, katılaştığı bir ortamda, toplumu karşısına alıp; Bu zamana kadar sizin ve babalarınızın ve dedelerinizin inancı yanlış, batıl! deyip; Âlemlerin Rabbi, tek olan Allah’a insanları çağırarak, Kâbe’deki putları yıkmak; işkencelerle ölüme razı olmak demekti.

    İşte böyle bir ortamda yeğeni Hz. Muhammed-ül Emin’i, evinde büyüttükten sonra, Âlemlerin Rabbinden kulu ve Resulü olan Hz. Muhammed’e vahiy inince; amcası Ebu Talib, ölümü göze alarak sahip çıkmıştı. Azılı müşriklerin önde gelenleri, Son Peygambere karşı yapacakları her hamlede, Ebu Talib’i karşılarında buluyorlardı.

    Nitekim Mekke’deki müşrikler birçok defa Ebu Talib’e gelerek yeğeni Hz. Muhammed-ül Emin üzerinden himayesini kaldırmasını ve kendilerine teslim etmesini istediler. Onlar bir seferinde Ebu Talib’e Ey Ebu Talib! Yeğenin Tanrılarımıza hakaret etti; dinimizi kötüledi, bizim akılsız olduğumuzu, babalarımızın, dedelerimizin eğri yolda gitmiş olduklarını söyledi. Şimdi sen ya onu bunları yapmaktan alıkoy yahut da aradan çekil. Zira sen de tamamen bizim gibi, ona uymuyorsun. Bırak da seni ondan kurtaralım. demiş, başka bir zaman Ey Ebu Talib! Sen bizim yaşlılarımızdan, ileri gelenlerimizden ve aramızda saygı sahibi bir kimsesin. Yeğenini yaptıklarından vazgeçirmeni istedik sen bunu yapmadın. Tanrıya and olsun ki babalarımıza ve dedelerimize hakaret etmesine, bize akılsızlar demesine ve Tanrılarımızı kötülemesine artık katlanmayacağız. Sen, ya onu bunları yapmaktan vazgeçirirsin yahut da, iki taraftan biri yok oluncaya kadar onunla da seninle de dövüşürüz. diyerek Ebu Talib üzerinde baskıları artırmışlardı. Ebu Talib de, bu baskılar sonucunda, yeğeni Hz Muhammed-ül Emin’e gelerek Bak ey kardeşimin oğlu! Kavminin halkı yanıma geldi, senden şikâyet ettiler. Sen bu işi bırak da hem beni, hem de kendini koru. Altından kalkamayacağım bir şeyi bana yükleme demişti. Bunlar üzerine Hz. Peygamber, Bak ey amcacığım! Bu işten vazgeçmem için güneşi sağ elime, ayı da sol elime verseler dahi Allah bu dini üstün getirinceye kadar veya ben ölünceye kadar vazgeçmeyeceğim. demiş ve ağlamıştı. Sonra ayağa kalkmış, arkasını dönüp gitmek üzere yürüyünce, Ebu Talib onu Gel ey kardeşimin oğlu diye çağırmış. Allah’ın Elçisi dönüp gelmiş, Ebu Talib de ona: Ey kardeşimin oğlu! Git istediğini söyle. Tanrıya and olsun ki seni asla onlara teslim etmem demişti. (İbn-i Hişam, Hz. Muhammed'in Hayatı, s.166)

    Ebu Talib sözüne sadık kalmış, Hz. Peygamber’e karşı baskılar artarken, ekonomik durumu zayıf da olsa, sosyal statüsü ve toplumdaki ağırlığını koymuş, inatçı, zorba müşrikleri karşısına alarak Hz. Muhammed-ül Emin’i himayesine almış, ölene kadar da bu konuda en ufak taviz vermemişti.

    Ebu Talib, yeğenini yalnız bırakmasını isteyen kimselere cevap olacak bir kasidesinde;

    İşlerinizi karmakarışık etmeden Mekke'den çıkıp gitmeyeceğiz.

    Tanrının kutlu evine and olsun ki mızrak ve okla dövüşmeden

    Muhammed'i yalnız bırakmayacağız. Onun etrafında ölmeden,

    Uğrunda dövüşerek çocuklarımızı ve eşlerimizi dahi unutmadan

    Onu teslim etmeyeceğiz

    ...

    Bir kavim, namusunu koruyan dili arı,

    İşine sahip bir yiğidi nasıl olur da düşmana bırakır.

    Muhammed ak benizli olup onun yüzü suyu hürmetine Tanrıdan yağmur istenir.

    O, öksüzleri besler, dulları korur. Haşim boyunun fakirleri ona sığınır;

    Onun yanında merhamet ve iyilik görürler.

    (İbn-i Hişam, Hz. Muhammed'in Hayatı, s. 172)

    demiş, müşriklere meydan okumuş, ayrıca bu kasidede yeğeni Hz. Muhammed-ül Emin’in ahlakını anlatmıştı.

    Hz Peygambere iman edenlerin, dininden dönmediğinden, Miladi 616 yılında Mekke müşrikleri, iman edenlere ambargo uygulamaya başlamıştı. Müslümanlar dışlandığında, Ebu Talib bu uğurda Müslümanlarla birlikte ağır bir ambargoya maruz kalmış, çektiği yoksulluk katlanarak artmıştı. Ambargo devam ederken Ebu Talib hastalanmış ve kısa süre sonra da Miladi 619 (Hicretten 3 yıl önce) yılında vefat etmişti.

    Bu kutsal davada Son Peygamber’in en fedakâr yardımcılarından biri de Ebu Talib’in eşi; Hz. Fatma binti Esed’dir. Kendisini, öz çocuklarından ayırmadan büyüten İmam Ali’nin annesi Hz. Fatma binti Esed’i, Hz. Ahmed (Peygamber Efendimiz’in isimlerinden biri) Efendimiz, annesinden sonra annesi kabul etmiş, Anneciğim diyerek hitap etmiş, evlendikten sonra da ona vefa gösterip sürekli ziyaret etmiş ve gönlünü almıştır.

    Hz. Fatma binti Esed annemiz Hicretin 4. yılında vefat ettiğinde, Hz Peygamberin yaptıkları, vefasını göstermesi açısından önemlidir. Nitekim İmam Ali bu olayı Annem Fatma binti Esed vefat ettiği zaman, Resulullah (sav), kendi gömleğini sırtından çıkarıp ona kefen olarak sardırdı ve cenaze namazını kıldırdı. (İbn Abdilberr, İstiab, c.4, s.1891) diyerek anlatmıştır.

    Hz. Peygamber mübarek annesi Hz. Fatma binti Esed’i defnetmeden önce, kendisi kazılmış kabre uzanmıştı. Sahabeler, kabirden çıktığında, Âlemlere Rahmet Muhammed Mustafa’nın gözlerinden yaşlar aktığını görmüşlerdi. Orada bulunan Sahabelerin, Ya Resulallah! Biz, senin bu hanıma yapmış olduğun şeyi, başkasına yaptığını görmemiştik. demesi üzerine Âlemlere Rahmet Son Peygamber, Ebu Talib'ten sonra bu kadıncağız kadar bana iyiliği dokunan bir başka kimse olmamıştır. Ona, Cennet elbiselerinden giydirilsin diye gömleğimi kefen olarak giydirdim! Kabir hayatı kendisine mülayim ve kolay gelsin diye de kabirde yanına uzandım. (İbn Abdilberr, İstiab, c.4, s.1891) buyurmuştur.

    Annesi, babası, dedesi vefat etmiş bir yetim iken, yetimliğini hissettirmemeye çalışan, onu zor şartlar altında büyüten ve bu zor şartlar altında öz çocuklarından ayırmayan, vahiy inmeye başladıktan sonra toplumun kendisine uyguladığı psikolojik ve ekonomik baskısını Ebu Talib ile göğüsleyen, annesi yerindeki yengesini defnederken büyük bir hüzünle şu duayı yapmıştı:

    "Allah, sana merhamet etsin ve hayırla mükâfatlandırsın! Allah, sana rahmet etsin, ey annem! Sen, benim annemden sonra annem idin! Kendin aç durur, beni doyururdun! Kendin giymez, beni giydirirdin! En iyi nimetlerden nefsini alıkoyar, bana tattırırdın! Bunu da ancak, Allah rızasını ve ahiret yurdunu umarak yapardın.

    Allah ki, diriltendir, öldürendir; Hayy ve Kayyumdur O! Allah’ım! Annem Fatma binti Esed'i af ve mağfiret et; ona hüccet ve delilini anlat; onun kabrini genişlet! Ben Resulünün ve benden önceki Peygamberlerinin hakkı için, duamı kabul buyur, ey merhametlilerin en merhametlisi olan Yüce Allah!" (İbn Abdilberr, İstiab, c.4, s.1891)

    İMAM ALİ’NİN DOĞUMU VE YETİŞMESİ

    İmam Ali, Mekke’de, Milattan sonra 599 yılında, Hicretten yaklaşık 23 yıl önce doğmuştur. Hz. Peygamber Efendimiz, Milattan sonra 571 yılında doğduğuna göre, Hz. Ali doğduğunda, Hz. Peygamber 28 yaşlarında ve vahyin inmesinden 11 yıl öncedir.

    Hz. Peygamber öncesi Arap toplumunda her ne kadar soy bilimi gelişmiş olsa da olayların tarihleri ile ilgili bilime çok önem verilmemiş; bilimler Hz. Peygamber Efendimiz’e vahiy nazil olduktan sonra gelişmeye başlamıştır. Nitekim Âlemlerin Rabbinin, Sevgili kulu Muhammed Mustafa’ya ilk emri Okudur. Bilimlerin gelişmediği bu dönemde kronolojik bilgiler ile ilgili farklı rivayetler bulunmakta olup, bizim tarih biliminden almamız gereken dersleri, doğrudan etkilemediğinden, bu bilgilerin üzerinde durulmamış, bu eserde genel kabul gören tarihler belirtilmiştir.

    Hz. Peygamber, Ali'nin doğumunu duyunca Ebu-Talib'in evine geldi, Ali'yi kucağına aldı, adını sordu. Hz. Fatma Binti Esed, Esed koymak istiyorum’’ deyince, Hz. Peygamber; Hayır, onun adı Ali’dir" buyurdu ve ismini Ali koydu (Ali ismi, Ulu, Yüce anlamındadır).

    İmam Ali 5 yaşlarında iken, aile nüfusunun çok olması ve Mekke’de yaşanan kıtlık dolayısıyla, Ebu Talib’in ekonomik durumu daha kötüleşmişti. Bu kıtlık döneminde, Âlemlerin Rabbinden vahiy nazil olmadan yıllar önce, Hz. Peygamber, amcası Hz. Abbas’ a gidip, amcası Ebu Talib’in çocuklarını yanına alıp, masraflarını karşılamayı teklif etmişti. Hz. Abbas da bu teklifi kabul etmiş, Hz. Cafer’i yanına

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1