Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Ne Gülüyorsun, Anlattığım Senin Hikayendir!
Ne Gülüyorsun, Anlattığım Senin Hikayendir!
Ne Gülüyorsun, Anlattığım Senin Hikayendir!
Ebook805 pages22 hours

Ne Gülüyorsun, Anlattığım Senin Hikayendir!

Rating: 5 out of 5 stars

5/5

()

Read preview

About this ebook

İsmi ile müsemma hayatında barışı ve adaleti soluklayan biriydi. Askerlik-hayat ikilisinde elinde hep adalet terazisi vardı. Askerliği ve hukuku özümsemiş iyi bir komutan ve hukukçuydu. Meslek hayatı boyunca birçok başarıya imza attı. Özellikle Silahlı Kuvvetlerdeki faaliyetlerin hukuki yönünde benzersiz çalışmalar yaptı. Ta ki bir gün o şey ile suçlanıncaya kadar.
Ne olduysa ondan sonra oldu. Sıcak asfaltlarda yarı çıplak bedeni yanıklar içinde bırakıldı. Spor salonlarında işkence kortejinden geçirildi, darp edildi. Onca işkenceye rağmen Allah yaşayacak bir ömür nasip etmişti, hücrede bile olsa. Pes etmedi, adalete inancını ve memleket sevdasını yitirmedi. Davalar başladı. Yağlı urganlar atılarak, galiz küfürler edildi. Kalbindeki rahatsızlık kötüleşsin diye tedavisi geciktirildi. Tüm bunlar yaşanırken asker vakarını hiçbir zaman bozmadı. Hukuka olan sevdası, Sincan’daki hukuksuzluk hücresinde bir başına, kalbinden vuruluncaya kadar devam etti. Hukuk içerisinde nasıl yaşanması gerektiğinin canlı bir örneğiydi hepimize.
Yağlı urgan atıp, duruşmalarda küfretmek için döner ekmek ve yevmiye alan bilinç yoksunu kitlelere (bindirilmiş kıtalara) inat, asker vakarı/dayanıklılığı ve hukukçu kimliği/dik duruşu ile adaletin tecelli etmesini ümit etti ve aktif sabır içerisinde bekledi. Kendine yağlı urgan atanlara, yoğun bakımda itip kakanlara da barış ve huzur dileyecek kadar gönlü genişti.
Hücresinde sağlıksız koşullarda, yorgun ve hasta kalbi ile bir başına uğraşmak zorunda kaldı. Olması gerektiği gibi tedavi göremedi, tedavisi engellendi. Vücudu iflas etmeye başladığında, geç olsa da, bin bir çabanın neticesinde kerhen, psikolojik ve fizik baskı altında tedaviye götürülmeye başlandı. Bu dönemde, hasta bedeni daha da kötüleşsin diye adaletsizlik arafında, hücre ile yoğun bakım arasında röveşata yapılıyordu. Hücrede ölüme röveşata...
En çok da, kelepçelere bağlı yoğun bakımda, Jandarmaların itip kakması kalbinde onanmaz yaralar açtı. Yirmi altı yılını verdiği asker üniformasını giyenlerin akıl almaz tavırları bedeninden ziyade ruhunu yaraladı, bünyesine ağır geldi. Oysaki bir Türkiye hayali vardı... Dünyada etkin, saygın ve caydırıcı bir Silahlı Kuvvetler idealinde yirmi altı yıl gönlünü vererek çalışmıştı. Lafla kandıranlara inat, hayatını ideal bir asker olarak istikamet üzerine yaşamıştı. Bu istikametten fersah fersah uzak kişilerin kendisi gibi olanlara reva gördüklerine derinden üzüldü, ama kırılmadı.
Uğruna hayatını adadığı Silahlı Kuvvetler ve Milletinin vurdumduymazlığı en çok da bu ikisi yaraladı. Döner ekmek ve günlük yevmiyeye küfredenlere, kendisine eza cefa çektiren Jandarmalara bile hakkını helal edebilirdi. En çok da tuzla buz olan Türkiye hayaline üzüldü. Bu üzüntü, fiziki işkence kadar kalbini yaraladı. Oysaki koskoca bir hayat vardı önünde. Kadere razıydı, son nefesini verirken bile mütebessimdi, üzerine düşeni yapmanın huzuru ve vakarı ile ayrıldı aramızdan. Hani şairin “ökse ile sapanla vurursun da saramazsın” dizesinde olduğu gibi, adaletsizlikle, vurdumduymazlıkla kalbinden vuruldu, beraberinde Türkiye hayaliyle...
Hz. Hüseyin (ra) ve yakınlarının Kerbela’nın kavurucu çölünde 10 gün su içememesi ve katledilmesi, tekerrür eden tarih misali 2020 Türkiye’sinde karşımızdaydı. Barış Komutan gibi vatan evlatları, Sincan’da hücresinde adaletsizlik içinde bırakıldı, hasta kalbi doktor raporlarına rağmen adaletin susuzluğunda ölüme terkedildi.
Eften püften gündemlerle efsunlanmış bir şekilde saatlerini geçiren, tankın egzozuna atlet tıkama, kamyon şoför koltuğunda sahtekâr pozlar verme hikâyelerini destanlaştıran, ne idiği belirsiz laf kalabalıkları arasında kaybolan bir topluluk söz konusuydu. Barış gibi özbeöz evlatlarını/komutanlarını yitirirken, aslında o topluluk kendini yitiriyordu...
Kim bilir aramızda olsaydı, döner ekmek kumanyaya kendisine yağlı urgan atıp, en ağır küfredenlere, işkenceleri yapanlar ve reva görenlere, sessiz çoğunluğa şunları diyecekti: Gülmeyin bu sizin hikâyen

LanguageTürkçe
Release dateNov 13, 2020
ISBN9781005615079
Ne Gülüyorsun, Anlattığım Senin Hikayendir!
Author

Peace Hunter Publishing

Welcome to Peace Hunter Publishing, a company dedicated to promoting peace, understanding, and social justice through the power of words.Our Story:Peace Hunter Publishing was founded in 2019 by a group of passionate writers and readers who shared a vision of using literature to promote peace and social change. As avid readers, we were frustrated by the lack of diversity and representation in mainstream publishing and the limited opportunities available to emerging writers. We knew that we could do better, and thus, Peace Hunter Publishing was born.Our Approach:At Peace Hunter Publishing, we believe that books have the power to transform lives and change the world. We are committed to publishing and promoting books that promote diversity, equity, and inclusion, and that highlight the experiences of underrepresented communities. Our team of editors and writers are dedicated to selecting and producing books that inspire critical thinking, spark meaningful conversations, and ultimately contribute to a more peaceful and just society.Our Books:Our catalogue includes a wide variety of books, from novels and memoirs to poetry and children's literature. We strive to provide a platform for writers whose voices may not be heard in mainstream publishing, and we believe that their stories are important and deserve to be told. Whether you are looking for a thought-provoking novel or a heartwarming children's book, you will find something meaningful and inspiring in our collection.Our Commitment:At Peace Hunter Publishing, we are committed to promoting peace, understanding, and social justice both through our books and our actions. We donate a portion of our profits to organizations that support these values and work to make the world a better place. We are also committed to sustainability, and we use eco-friendly materials and practices whenever possible.Thank you for visiting our publishing page, and we hope that you will join us on our mission to promote peace, understanding, and social justice through the power of words.

Related to Ne Gülüyorsun, Anlattığım Senin Hikayendir!

Related ebooks

Reviews for Ne Gülüyorsun, Anlattığım Senin Hikayendir!

Rating: 5 out of 5 stars
5/5

1 rating0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Ne Gülüyorsun, Anlattığım Senin Hikayendir! - Peace Hunter Publishing

    Mustafa Barış AVIALAN

    Ne Gülüyorsun, Anlattığım Senin Hikayendir!

    15 Temmuz Şeyi

    UUID: 771d0ff5-03ff-478b-9c63-32839e5b01ac

    This ebook was created with StreetLib Write

    http://write.streetlib.com

    İçindekiler

    Önsöz

    Giriş

    I. Mukaddime

    II. Genel Beyan ve İddialar

    III. Usul

    IV. Alt Başlıklar

    V. Esas

    VI. Başlıklar

    VII. Savunmanın özeti...

    Dikkat Çeken Başlıklar

    Genişletilmiş İçindekiler Tablosu

    image 1

    Kitap Adı :Ne Gülüyorsun, Anlattığım Senin Hikayendir!

    Yazar :Mustafa Barış AVIALAN

    Seri : Adalet 01

    Versiyon : V.01

    Yayınevi: Peace Hunter Publishing / PhP- London

    Copyright © Mustafa Barış AVIALAN

    Her hakkı saklıdır.

    Önsöz

    ​Barış Komutan Hücresinde Kalbinden Vurulurken…

    Adana’nın bağrından çıkan özbeöz Anadolu evladıydı. Milletinin kendisine verdiği imkânlarla, dişiyle tırnağıyla bir yerlere gelmeye çalıştı. Subay oldu, Hukukçu oldu, Kurmay oldu. Ömrünü Milletine vakfetti. Sonuçta, Barış Komutanın yaşantısı gençlere rol model olacak imrenilecek bir başarı hikâyesiydi. Kitap halindeki savunması ile sizler de bu başarıya ve bir döneme tanıklık edeceksiniz.

    İsmi ile müsemma hayatında barışı ve adaleti soluklayan biriydi. Askerlik-hayat ikilisinde elinde hep adalet terazisi vardı. Askerliği ve hukuku özümsemiş iyi bir komutan ve hukukçuydu. Meslek hayatı boyunca birçok başarıya imza attı. Özellikle Silahlı Kuvvetlerdeki faaliyetlerin hukuki yönünde benzersiz çalışmalar yaptı. Ta ki bir gün o şey ile suçlanıncaya kadar.

    Ne olduysa ondan sonra oldu. Sıcak asfaltlarda yarı çıplak bedeni yanıklar içinde bırakıldı. Spor salonlarında işkence kortejinden geçirildi, darp edildi. Onca işkenceye rağmen Allah yaşayacak bir ömür nasip etmişti, hücrede bile olsa. Pes etmedi, adalete inancını ve memleket sevdasını yitirmedi. Davalar başladı. Yağlı urganlar atılarak, galiz küfürler edildi. Kalbindeki rahatsızlık kötüleşsin diye tedavisi geciktirildi. Tüm bunlar yaşanırken asker vakarını hiçbir zaman bozmadı. Hukuka olan sevdası, Sincan’daki hukuksuzluk hücresinde bir başına, kalbinden vuruluncaya kadar devam etti. Hukuk içerisinde nasıl yaşanması gerektiğinin canlı bir örneğiydi hepimize.

    Yağlı urgan atıp, duruşmalarda küfretmek için döner ekmek ve yevmiye alan bilinç yoksunu kitlelere (bindirilmiş kıtalara) inat, asker vakarı/dayanıklılığı ve hukukçu kimliği/dik duruşu ile adaletin tecelli etmesini ümit etti ve aktif sabır içerisinde bekledi. Kendine yağlı urgan atanlara, yoğun bakımda itip kakanlara da barış ve huzur dileyecek kadar gönlü genişti.

    Hücresinde sağlıksız koşullarda, yorgun ve hasta kalbi ile bir başına uğraşmak zorunda kaldı. Olması gerektiği gibi tedavi göremedi, tedavisi engellendi. Vücudu iflas etmeye başladığında, geç olsa da, bin bir çabanın neticesinde kerhen, psikolojik ve fizik baskı altında tedaviye götürülmeye başlandı. Bu dönemde, hasta bedeni daha da kötüleşsin diye adaletsizlik arafında, hücre ile yoğun bakım arasında röveşata yapılıyordu. Hücrede ölüme röveşata…

    En çok da, kelepçelere bağlı yoğun bakımda, Jandarmaların itip kakması kalbinde onanmaz yaralar açtı. Yirmi altı yılını verdiği asker üniformasını giyenlerin akıl almaz tavırları bedeninden ziyade ruhunu yaraladı, bünyesine ağır geldi. Oysaki bir Türkiye hayali vardı… Dünyada etkin, saygın ve caydırıcı bir Silahlı Kuvvetler idealinde yirmi altı yıl gönlünü vererek çalışmıştı. Lafla kandıranlara inat, hayatını ideal bir asker olarak istikamet üzerine yaşamıştı. Bu istikametten fersah fersah uzak kişilerin kendisi gibi olanlara reva gördüklerine derinden üzüldü, ama kırılmadı.

    Uğruna hayatını adadığı Silahlı Kuvvetler ve Milletinin vurdumduymazlığı en çok da bu ikisi yaraladı. Döner ekmek ve günlük yevmiyeye küfredenlere, kendisine eza cefa çektiren Jandarmalara bile hakkını helal edebilirdi. En çok da tuzla buz olan Türkiye hayaline üzüldü. Bu üzüntü, fiziki işkence kadar kalbini yaraladı. Oysaki koskoca bir hayat vardı önünde. Kadere razıydı, son nefesini verirken bile mütebessimdi, üzerine düşeni yapmanın huzuru ve vakarı ile ayrıldı aramızdan. Hani şairin ökse ile sapanla vurursun da saramazsın dizesinde olduğu gibi, adaletsizlikle, vurdumduymazlıkla kalbinden vuruldu, beraberinde Türkiye hayaliyle…

    Hz. Hüseyin (ra) ve yakınlarının Kerbela’nın kavurucu çölünde 10 gün su içememesi ve katledilmesi, tekerrür eden tarih misali 2020 Türkiye’sinde karşımızdaydı. Barış Komutan gibi vatan evlatları, Sincan’da hücresinde adaletsizlik içinde bırakıldı, hasta kalbi doktor raporlarına rağmen adaletin susuzluğunda ölüme terkedildi.

    Eften püften gündemlerle efsunlanmış bir şekilde saatlerini geçiren, tankın egzozuna atlet tıkama, kamyon şoför koltuğunda sahtekâr pozlar verme hikâyelerini destanlaştıran, ne idiği belirsiz laf kalabalıkları arasında kaybolan bir topluluk söz konusuydu. Barış gibi özbeöz evlatlarını/komutanlarını yitirirken, aslında o topluluk kendini yitiriyordu…

    Kim bilir aramızda olsaydı, döner ekmek kumanyaya kendisine yağlı urgan atıp, en ağır küfredenlere, işkenceleri yapanlar ve reva görenlere, sessiz çoğunluğa şunları diyecekti: Gülmeyin bu sizin hikâyeniz…

    Kadere razı, teslimiyet içerisinde mütebessim çehresi ile terk-i diyar eyleyen mümtaz komutan ve hukukçu Barış Komutanımızın hukuk manifestosu şeklindeki savunması sizlerle. Gelecek nesillere bir emanet olacak nitelikte. Okuduğunuz her bir satırı ile aklınızdaki sorulara ayan beyan cevaplar verecek. Tam da menfur olaya ilişkin doğruları birinci ağızdan dinleme ve anlama fırsatı. Uzun bir süre hücrede kalmanın etkisiyle güçsüzleşen bedenine, yorgun kalbine, hastalığına rağmen SEGBİS’lerde heyete saygısızlık olur diye saatlerce ayakta vermeyi tercih ettiği savunmasıyla sizleri başbaşa bırakma zamanı. Kelimelerin kifayetsiz kaldığı bir dönemin canlı şahidinin, mütebessim hukukçu kurmay komutanımızın savunması huzurunuzda. Kelimelerin kifayetsiz kaldığı bir dönemin canlı şahidinin, mütebessim hukukçu kurmay komutanımızın savunması huzurunuzda. Barış’ı toprağa verseler de dünyaya seslenmeye devam ediyor. Barış’ları yitirmeden anlamak ve başka Barış’ları kaybetmemek, memleket sevdalılarını ökse ile sapanla vurmamak ricasıyla…

    Giriş

    ANKARA 17. AĞIR CEZA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞINA

    DOSYA NO : 2017/109 Esas

    BEYANDA BULUNAN : Mustafa Barış AVIALAN

    KONU : Esasa yönelik mütalaaya karşı beyanlarımdır.

    ANKARA 17. ACM BAŞKANLIĞINA (ESAS HAKKINDA SAVUNMA, 2017/109 E., Mustafa Barış AVIALAN)

    ÖN GİRİŞ

    İki seneye yakın bir zamandır bir arada sizlerle teşrik-i mesai yapıyoruz. Bu süreçte ailelerimizden çok çok daha fazla sizlerle zaman geçirdik. Bir anlamda tanış olduk… Gerçi, bir acı kahvenizi görmedik ama kahve yerine davanızın ve vereceğiniz kararınızın 40 yıllık bir hatırı olacak gibi duruyor.

    Her iki yanınızda oturan üye hakimleri tanıma ve hatta seslerini dahi duyma fırsatım olmadığı için onlar hakkında bir şey diyemeyeceğim. Ama sizin değişik hatta renkli bir insan olduğunuzu söyleyebilirim.

    Ne yalan söyleyeyim, celladım olacağınızı bile bile, bazen kalbimden şu tür duygular da geçiyor: milletin karpuz misali biz ve ötekiler olarak ikiye ayrılmadığı, insanların ya bendensin ya da yok olursun tercihinde bulunmaya mecbur bırakılmadığı eski devirlerde, yani bundan 8-10 yıl veya daha öncelerinde siz ve ben tanışmış olsaydık; mesela bir ilçemizde siz bir hakim, ben de oranın garnizon komutanı falan olsaydım, kuvvetle muhtemel her akşam askeri gazinoda veya bir lokalde bir araya gelir, muhabbetin-sohbetin-goygoyun dibine vururduk diye düşünüyorum… Normal şartlar altındaki bir Türkiye’de durum böyle olabilirdi…

    Ama maalesef şu anki ortam Normal Şartlar değil, kirli projeler neticesinde de siz ve ben de aynı tarafta değiliz. Siz; karşı tarafımda, benden yüksekte, koruma altında ve bana yukarıdan bakıyorsunuz… Ben; bu tarafta, sizden aşağıda, size belli bir mesafeden fazla yaklaşamıyor ve tuvalete bile eli kelepçeli olarak götürülen bir konumdayım.

    Bu somut gerçekler noktasından bakarsak, -son tahlilde-; siz ve ben şu anda, kaderin bizlere tayin ettiği rolleri profesyonelce oynayan, bir anlamda iki hasım sayılırız. Bu nedenle; bugüne kadarki olan şeyleri ve savunmamda söyleyeceğim şeyleri-sizin tabirinizle giydirmeleri, benim tabirimle kritik etmeleri- şahsi olarak algılamayın. Söz veriyorum; ben de zaten vereceğiniz ceza hükmünü şahsi olarak algılamayacağım ve size gönül koymayacağım.

    Vebali, milleti ve bizleri, makam-mevki ve menfaatler uğruna bu durumlara getirenlerin yani ayrıştıranların boynuna olsun…

    20 aydır sabırla konuşma sıramın gelmesini bekledim. Doluyum, kırgınım, kalbim ağrıyor ve maruz kaldığıma/kalmaya devam ettiğim ve ileride maruz kalacağım fiziksel kötü muamele ve yokluk umurumda değil ama bazı şeyler çok ağrıma gidiyor… Savunmamı bu duygu ve hal altında hazırladım. Makamınızın kudret ve vakarına yakışır bir karşılık umuyorum…

    Şunu da dürüstçe ifade edeyim ki; savunmayı ve dolayısıyla davayı uzatmak gibi ucuz numaralara tevessül edecek bir karakterim yoktur. Öyle bir niyetim olsa, hiç tekrara da düşmeden 1 ay durmadan konuşacak şekilde bir savunma hazırlayabilme kapasitem vardır herhalde diye düşünüyorum. Bu nedenle burada sizinle 3-5 saatin veya 2-3 günün pazarlığına falan girmeyeceğim. Nasılsa güç sizde, ne zaman kullanmak ve savunmamı kesmek isterseniz bana söyleyin yeter… Bu konudaki ilave düşüncelerimi bazı yerlerde tekrar belirteceğim.

    I. Mukaddime

    1-23

    (Mukaddime haline gelen ilk savunmam)

    1. İç Hizmet mevzuatı : Askeri, sivillerin mantık aranmaz dediği şekle sokan bir tesviye makinesidir.

    Dikkate alırsınız-almazsınız, ama bir hatırlatma da bulunacağım. Profesyonel askerler yani bizler, ergenliğe adım attıktan ta emekli oluncaya kadar devamlı olarak, bir parçayı istenen biçime sokmaya yarayan tesviye makinesine benzetilebilecek yarı kapalı bir eğitim sistemine maruzdur. Bu makinenin nasıl çalışıp ne tür parçalar ürettiğini bilmeden varılacak her yargı, ahkâm kesmekten öteye gitmez.

    Benzetmemdeki tesviye makinesinin nasıl çalıştığını en iyi anlatan kullanım kılavuzu da, herkesin bildiği fakat çok az kişinin vakıf olduğunu düşündüğüm İç Hizmet Kanunu ve özellikle de İç Hizmet Yönetmeliği’dir. İşte bu İç Hizmet Yönetmeliği’nin 86'ncı maddesinde şöyle yazar: Askerin duruşu mertçe, hareketleri akla uygun ve dürüst, dili ve sözü özüne uygun ve serbest olmalıdır.

    Ben de çeyrek asırlık bir süre işletim sistemi İç Hizmet Yönetmeliği’nde programlanmış olan bu tesviye makinesinde işlem gördüm. Yani buna göre yetiştirildim. Dolayısıyla, karşınızdaki sanığın bu tesviye makinesinin üretim hattından çıkmış bir parça olduğunu unutmamanızı istirham ediyorum.

    2. CMK md.192/2 kapsamındaki talebim: Savunmaya destek adına, o kürsünün buraya getirtilmesidir.

    Bu hatırlatma sonrası bir de resmi talebim olacak… Malum, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 192/2'nci maddesinde şu manada emredici bir hüküm vardır: Sanık duruşmanın yönetimine ilişkin olarak mahkeme başkanı tarafından emrolunan bir tedbirin hukuken kabul edilemeyeceğini öne sürerse bu hususta bir karar verilir.

    Yapacağım taleple ilgili konuyu bazı sanıklar ve müdafiler ifadelerinde sitem veya eleştiri mahiyetinde bahsetti ama iş resmiyete dökülmedi. Bu konuyla ilgili daha önce resmi olarak bir karar verip vermediğinizi de bilmiyorum. Ama ben şahsım adına somutlaştırarak, savunmama yönelik bir talebimi, belirttiğim bu madde kapsamında şimdi sözlü olarak beyan edeceğim.

    Talebim şudur: Savunmamın -olması gerektiği kadar- sürecek olması; 2,5 yıldır cezaevinde 8 metrekarelik bir odada çürümekten dolayı bedenimin güçsüzleşmesi nedeniyle savunma evrakımı destek alamadan saatlerce elim bükülü olarak tutmak zorunda kalmamın getireceği yorgunluk; savunmam esnasında elimdeki evrakın karışarak savunmamın bütünlüğünün bozulma riski nedenleriyle, ilk savunmamda faydalanma imkânım bulunan ve solunuzda boşta duran kürsüden, verilen veya verdirilen karar gereği şu anda istifade edemiyor olmamın hukuken kabul edilemeyeceğini değerlendirmekteyim. Bu nedenle, kürsünün kaldırılması uygulamasına CMK md.192/2 kapsamında itiraz ediyorum ve maddenin amir hükmü kapsamında vereceğiniz kararın tarafıma bildirilmesini talep ediyorum.

    Duruşmada geçen diyalog :

    M.Barış AVIALAN- Yapacağım taleple ilgili konuyu bazı sanıklar ve müdafiler ifadelerinde sitem veya eleştiri mahiyetinde bahsetti ama iş resmiyete dökülmedi. Bu konuyla ilgili daha önce resmi olarak bir karar verip vermediğinizi de bilmiyorum. Ama ben şahsım adına somutlaştırarak, savunmama yönelik bir talebimi, belirttiğim bu madde kapsamında şimdi sözlü olarak beyan edeceğim.

    Talebim şudur: Savunmamın -olması gerektiği kadar- sürecek olması; 2,5 yıldır cezaevinde 8 metrekarelik bir odada çürümekten dolayı bedenimin güçsüzleşmesi nedeniyle savunma evrakımı destek alamadan saatlerce elim bükülü olarak tutmak zorunda kalmamın getireceği yorgunluk; savunmam esnasında elimdeki evrakın karışarak savunmamın bütünlüğünün bozulma riski nedenleriyle, ilk savunmamda faydalanma imkânım bulunan ve solunuzda boşta duran kürsüden, verilen veya verdirilen karar gereği şu anda istifade edemiyor olmamın hukuken kabul edilemeyeceğini değerlendirmekteyim. Bu nedenle, kürsünün kaldırılması uygulamasına CMK md.192/2 kapsamında itiraz ediyorum ve maddenin amir hükmü kapsamında vereceğiniz kararın tarafıma bildirilmesini talep ediyorum.

    Mahkeme Başkanı- Ara karar kurulmasını mı istiyorsun?

    M. Barış AVIALAN - Evet

    Mahkeme Başkanı- İddia makamından soruldu.

    (O ana kadar savunmayı dinlemeyen savcının, bir anda iddia makamından soruldu cümlesi üzerine hazırlıksız yakalanması ile sanıklar gülmeye başladı)

    Mahkeme Başkanı- Niye gülüyorsunuz, hukuk adamı. Talebini değerlendireceğiz.

    Sanıklardan biri- Savcıya haber verseydiniz başkanım dedi.

    Mahkeme Başkanı- Evet savcı bey, kürsünün şeye getirilme talebi var.

    Duruşma savcısı - Talebin reddi mütalaa edilir.

    ….Heyet, sanığın talebini arasında müzakere eder. ( 3 dk sürdü müzakere)

    Mahkeme Başkanı - Gereği düşünüldü. Sanık kürsüsünün kaldırılması yönünde mahkememizce her hangi bir karar verilmediğinden, bu hususta karar verilmesine yer olmasına oybirliğiyle karar verildi, açıklandı açık yargılamaya devam olundu.

    Mahkeme Başkanı- Bu hususta bizim kararımız yok yani. Bizim kürsüyü kaldırın diye bir kararımız olmadı.

    M. Barış AVIALAN- Başkaları karar vermiş demekki, suç duyurusunda bulunmak istiyorum ( kürsünün Jandarmanın insiyatifi ile kaldırıldığı ortaya çıktı)

    Mahkeme Başkanı- Bulunabilirsin.Öğleye kadar konuş, öğle arası hallederiz Mustafa.

    M.Barış AVIALAN- Bu kadar tartışmanız bile bana yeter Başkanım.

    Ve öğleden sonraki oturuma girildiğinde, jandarma büyük sanık kürsüsünü, çoktan hazır etmişti.

    3. Müsemma Savunma: Ne diye rahatsız olasınız, anlattığım sizin hikâyenizdir…

    Eskiden okuduğum Hukuk Felsefesi isimli bir kitabın en baş sayfasında şöyle bir cümle yazıyordu: Ne gülüyorsun, anlattığım senin hikâyendir. Daha sonradan aynı cümleye adaleti anlatan bir başka kitapta daha rastlamıştım. Bu cümlenin ne için ve kimin tarafından söylendiğini bilmiyorum ama demek ki hukukla bir ilgisi var diye düşünüyorum.

    Bu kapsamda, eğer savunmalara isim verme şeklinde bir yasak yok ise, savunmamın ismini bu sözden mülhem Ne diye rahatsız olasınız, anlattığım sizin hikâyenizdir olarak koyduğumu belirterek savunmama başlıyorum.

    4. Savunma silahlarım: Felsefe ve Adalettir.

    İçlerindeki Ne gülüyorsun anlattığım senin hikâyendir cümlesinden savunmamın başlığını oluşturduğum Hukuk Felsefesi ve Adaletle ilgili kitapların isimlerinden de, eğer iddia tarafına karşı silahların eşitsizliği olur demezseniz, savunma silahlarımı belirledim. Onlar da; felsefe ve adalet. Ben felsefe diyeyim; felsefenin, felsefe yapma kardeşim şeklindeki argo kullanımı haricinde ne anlama geldiğini bilmeyenler mantık ilmi olarak anlasınlar...

    5. Bana göre, ben ne kadar ceza ile yargılanıyorum?: Müecceli, onyüzbinmilyon yıl; Muacceli, en fazla 20 bilemedin 25 yıl...

    Şu anda, görünüşte onyüzbinmilyon yılcık hapis cezası almak için yargılanıyorum. Verilecek cezaların söylenmesi bile hayli uzun. Ama işin aslı, rahmetli babamın genetik mirası ve istatistik ilmi açısından ortada o kadar da kötü bir tablo yok. Zira bu istatistiki biyolojik gerçeğe göre, bulunduğum yaş itibariyle tahmini 20 yıllık bir hapis cezası ile yargılanıyorum desem yanlış olmaz. Hele işin içine bir de inanç meselesi katılınca bana göre tablo daha da iyi bir hal alıyor. Çünkü o zaman da, tabi ki de Allah bilir ama infazı her an bitebilecek kadar az bir ceza ile yargılanıyorum demek ise herhalde en doğrusu oluyor.

    6. Sonuçtaki kararınız; merakımı da, umurumu da celbetmiyor. Zira Çok da şey etmemek lazım... (Nietzsche)

    Meseleye böyle bakınca; sonuçta, kararınızı yani bana ne kadar ceza vereceğinizi merak ediyorum ve çok da umursuyorum dersem gerçeği tam söylemiş olmam.

    Sonucu merak etmiyorum. Zira; bana göre yargılamalar süresince sözleriniz ve vücut diliniz ile kafanızdaki hükmü zaten her gün tebliğ ettiniz.

    Sonucu umursamıyorum. Zira; birincisi masum olduğumu biliyorum, ikincisi sizin tarafsız, ciddi ve adil bir yargılama yapmadığınıza inanıyorum, üçüncüsü de -az buçuk hukuktan anlayan birisi olarak- vakti merhunu yani zamanı geldiğinde bu kararlarınızın hepsinin hukuk önünde ve vicdanlar nezdinde bozulacağına adım gibi eminim.

    O yüzden, bir filozofun dediği bir lafı bu günler ve bu davalar için söylemiş olayım: " Çok da şey etmemek lazım".

    7. Vereceğinizi bildiğim ceza için samimi düşüncem şudur: Nasılsa bir gün bitecek...

    Çünkü sonuçta bana göre kesin olan şudur ki; hangi kararı verirseniz verin, inşaallah ben bu hapisten er ya da geç mutlaka çıkacağım. Ama iki kolumu sallaya sallaya, tıpış tıpış yürüyerek; ama dört kollu üzerinde, mışıl mışıl yatarak. İnanın benim açımdan ikisi de fark etmiyor. Ama hangi şekilde çıkarsam çıkayım, biliyorum ki merhum Müslüm Baba'nın şarkısında dediği benim meselem işte o zaman başlayacak. Bu nedenle, hakkımda verilecek karar için samimi düşüncemin nazım haliyle ifadesi şöyledir:

    Olsa da adı müebbet hapis cezası

    Belli ne kadar sürer dünyadaki ezası

    - - -

    Bir de üzerine ağırlaştırsanız ne yazar

    Bitecek nasılsa, geçse de azar azar

    - - -

    Ama Saat'in gelip çattığı zaman

    Bakalım kime düşecek el-aman…

    8. Şu anki mesleğim sanık'lıktır. Bugünkü de, meslekteki Ustalık Eserimdir...

    İşin aslı, şeklen yapıldığını düşündüğüm bu davalardaki sanıklık statümü de, şekli ve geçici bir meslek olarak kabul ediyorum. Bu meslekteki; 1 Haziran 2017'de Çatı Davasında yaptığım ilk savunmama çıraklık eserim, bundan yaklaşık iki ay sonra 9 Ağustos 2017'de Akıncı Davasında yaptığım ikinci savunmama da kalfalık eserim diyorum. Lehte herhangi beklenti olmaksızın, sadece yapmış olmak için yapılmış olan bu eksik savunmalar, çapraz polemik(!) bölümleri hariç yaklaşık 2’şer saatlik, 30-40’ar sayfalık metinlerdi.

    Şahsım ve bir kısım sanıklar açısından elma ile armutun toplanması benzeri bir yaklaşımla birleştirildiğini düşündüğüm Çatı ve Akıncı davaları için bugün yapacağım sözde kritik üçüncü savunmama da döneme uygun ustalık eserim olarak hazırlandım. Ciddi ve realist bir zihni muhakeme yaptım. Sonuçta da, muhatap kaldığım cari hukuk anlayışı ve seviyesinin gerektirdiği şekilde bir savunma hazırladığımı düşünüyorum.

    9. İtiraf: İtham edildiğim TCK md.312 suçunu cebir ve şiddet kullanmadan zaten 16 yıldır işliyordum! Başıma gelenler de bu yüzdendir.

    Darbe yapmaya, yani hükümeti yıkmaya teşebbüs iddiası ile yargılanıyorum. Şu hususu dürüstçe ifade ediyorum ki; devirmeye teşebbüsle itham olunduğum siyasi iradenin, ülkenin yönetiminden gitmesi adına, -mezardakilerin dahi lehte oy vermek için ortaklaşa kaldırıldığı dönemler dâhil ama en son yapılan 24 Haziran seçimleri hariç- son 16 yıldır bunlara oy vermemekten başka hiçbir somut fiilim veya bu kapsamda bir niyetim olmamıştır.

    Hayatımda ilk ve tek defa, en son yapılan 24 Haziran seçimlerinde devirmekle suçlandığım hükümete oy vermemin sebebi ise; hesap ödenmeden kaçılıp, dayağı yemek ve bulaşıkları yıkamak başkalarına kalmasın diyedir.

    Yalnız bu söylediklerim yanlış anlaşılmasın. Ben, kimsenin veya herhangi bir siyasi düşüncenin düşmanı falan değilim. Zira, hiçbir zaman sevmemiş olduğun kimselerin ciddi bir düşmanı da olunmaz sözüne inanırım ve böyle de amel ederim. Bu açıdan bakıldığında benimkisi, sade bir vatandaş muhalifliğidir. Geçtiğimiz 16 yıl boyunca da aynı sade vatandaş Barış Avıalan olarak mezkûr muhalifliğimi hiç saklamadım ve her ortamda da yüksek sesle dile getirdim. Ölene kadar da bu ikrar üzere kalırım diye düşünüyorum.

    Zaten ola ki, projeye dâhil olup 15 Temmuz'dan sonra görevde kalsaydım da; 15 Temmuz bahanesiyle TSK'ya yönelik yapılmaya başlanan, birilerinin on yıllardır hayallerini süsleyen ve bana göre çok tehlikeli olan keyfi tasarrufların birçoğuna yine dayanamaz ve elimden geldiğince isyan ve muhalefet ederdim. Tabi ki de dalkavukluk teşkil etmeyen bu tavırlarım sonucunda, ya atılır ya istifa eder ya da uydurulmuş başka bir delille terör örgütü üyeliğinden yine Mahkeme karşısında olurdum. İşte ben bu kapsamda, birilerinin projesi olduğu artık devlet ricalinin bile dilinde olan 15 Temmuz'da tasfiye edildiğime ve sahte isnatlarla ve hukuki hilelerle terör örgütü üyesi yapılmaya çalışıldığıma inanıyorum.

    10. Bu davalardan öcü çıkarmak isteyenlere mesajım: Beyhude uğraşmayın, o oluşturmaya çalıştığınız profili buradan çı - ka - ra - maz - sı - nız!..

    Malum, ben bir süre Akıncı davasında da yargılandım. Dolayısıyla her iki davada toplam 600 civarı subay ve astsubayı yakından tanıma fırsatım oldu. Büyük bir çoğunluğunu daha önceden tanımıyordum. Şimdi söyleyeceğimden dolayı ister örgüt adına konuşuyor deyin, ister örgüte moral veriyor deyin, ister örgütü bu kurmuş deyin, isterseniz örgütün 1 numarasını bulduk deyin, yani ne derseniz deyin umurumda değil.

    Bu projenin artık görüntü vermeye başlayan sahiplerine diyorum ki; ne yaparsanız yapın, hangi kumpasları kurmaya çalışırsanız çalışın, ne kadar korkutursanız korkutun, istediğiniz algı operasyonlarını yapın, kimi satın alırsanız alın, yani elinizden geleni ardınıza koymayın; amma ve lakin, dünya yargılama tarihinin nitelik itibarıyla en özellikli sanıklarından oluşan bu adamlardan, bu suret ve siretlerden; cani, terörist veya vatan haini falan çıkaramazsınız. Mantıken de çıkaramazsınız, vicdanen de çıkaramazsınız, hukuken de çıkaramazsınız. Siz Mahkeme olarak ben karar verir çıkarırım veya çıkardım" deseniz de, bunu kendi fıtri vicdanınıza ve dahi insaf sahibi hiç kimseye kabul ettiremezsiniz.

    Bu bağlamda Akıncı davasından tanık olduğum ve beni çok etkileyen bir örneği de burada anlatacağım. 300 küsür ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile yargılanıyorken; alacağı cezadan dolayı değil de, ömrünü adadığı ve canını feda adına boş kağıda imza attığı Özel Kuvvetlerin bu süreçte zarar görmesinden ve yıpratılmasından dolayı canının yandığını ve zoruna gittiğini gözleri dolarak anlatan bir Albay Fatih Yarımbaş ve emsali on yılların emeği, bakmaya kıyılamayacak bu kadar subay ve astsubayı bu Ordu bir daha bulamaz ve yetiştiremez. Sizin adil yargılama yapmadığınıza inandığım gibi inanıyorum ki; zaman ve olaylar, inandığım bu şeyleri bir gün cümle aleme ispatlayacaktır.

    11. Birilerinin uykularını kaçıran korku: Ya rüzgar dönerse!.. Dönecek, ama korkmayın, kısas hukuku için değil.

    O günler geldiğinde; her şeyleri heba edilmiş bu insanlardan, yakın geçmişteki isimli davaların davul gibi içi boş olduğundan gümbürtüsü yüksek çakma mağdurları benzeri, küskün ve intikam ateşi ile tutuşan hiçbir kimse, hele hele kindar bir nesil asla çıkmayacaktır. Olsa olsa şu tip insanlarla karşılaşılacaktır: Küskün değil ama bir kısmı belki biraz kırgın, buna karşın TSK'nın eğitim için onlarca milyar lira para harcasa başaramayacağı şekilde maddi ve manevi gücü olgunluğuna erişmiş dev gibi askerler...

    O nedenle; bunlar çıkarsa şöyle yaparlar, rüzgâr dönerse böyle olur diye diye uykuları kaçanlar rahat olabilirler. Evet, doğru, bunlar dedikleriniz çıkacak ve rüzgâr da dönecek. Ama, o rüzgar şunun için dönecek: Bugünlerdekilerin yaptığı gibi, ahlaksızca işkencelerle uğraşmak, elektrik vermek, dayak atmak, boxer donla yürütmek, işkence olsun diye televizyon-radyoları almak, yalnızlaştırmak, aileleri tehdit etmek veya açlığa mahkum etmek benzeri çeşitli abidik gubidik işlerle uğraşmak yerine bataklığı kurutmak adına, çomak sokulmuş adaletin paslanmış çarklarını tekrardan döndürmek için dönecek... Hatta bu dönemde ganimet hukuku uygulayıp yağma ve daha başka her çeşit iğrençlikler yapanlara dahi...

    Ve yine temenni ederim ki inşallah o rüzgar; bilmem ne Çalıştaylarında Fetö ile mücadele yürütenler vasfı ile müsemma kişilerin bir araya gelerek, , Fetö ile bir kaç nesil sürecek bir savaş içerisinde olunduğunu ilan eden; bu suretle de kinini, öfkesini ve amaçlarını milletin gençlerine, çocuklarına, bebeklerine ve bunlardan doğacak olanlara dahi aktarmaya çalışan zihniyeti de, tarihte rüzgarlar vasıtasıyla yok edilen kavimler misali ortadan kaldırır...

    12. İlk olarak kendimle istihsâr (dalga geçeyim): Neyin kafasını yaşıyorsun mecnun!

    Şimdi de bazılarının, bu söylediklerimle ilgili, kin ve nefret kaynaklı olarak içinden geçirdiklerini tahmin ettiğim öfke patlamalarını rahatlatmak adına, onların tarihteki emsallerinin söylediklerine benzer kelimelerle kendimle biraz dalga geçeyim:

    Ulan neyin kafasını yaşıyorsun, uyuşturucu falan mı alıyorsun, medyum musun yoksa mecnun musun, cinler falan mı çarptı seni, birilerinin dediği gibi rüyalarla, çıkış tarihi tahminleriyle falan mı besleniyorsun. Herhalde farkında değilsin kısa bir zaman sonra Türkiye Cumhuriyetinin en ağır cezasını alacaksın, ve senin için özel yapılmış fare deliği gibi bir yere ölene kadar tıkılacaksın, o zaman seni kim kurtaracak?

    13. Vekaleten yaptığım istihsâra, asaleten cevabım: Akıllı olduğunu zannedenler, tarihe bir bakınız!

    O bazılarının içlerinden geçirip de burada söyleyemedikleri için vekaleten onlar adına söylediğim bu şeylere şimdi de asaleten cevap vereyim: Hayır, ilaç veya rüya ile beslenmiyorum, tamamen doğal besleniyorum. Ama siz dalganızı, alayınızı geçin ve geçmeye hep devam edin ki belki kalbinizdeki kin ve nefretiniz biraz olsun yatışır. Ama şu bilgi de aklınızın bir köşesinde bulunsun: Tarihte asla değişmeyen, ilki Adem ile İblis arasında başlamış ve hatta ilahi kanun denilebilecek gerçeklerden birisi de, dalga geçenlerle yani kibirlenenlerle dalga geçilenler yani aşağılananlar arasındaki akıbet olmuştur. Bu devir daimlerde en sonunda hangi tarafın haklı çıktığını ve sonuca ulaştığını da tarih kitaplarına bakarsanız görürsünüz. Yani; medyum, mecnun veya ermiş falan değilim, az buçuk tarih bilgim ve Kitab'a inancım var, o kadar..."

    14. Davayı çökertecek döneme uygun ustalık eseri savunmam: Adil yargılanmadım, masumum, elinizde delil yok.(73 kelimeden oluşuyordu!)

    Gelelim davaya ilişkin ustalık eserime... Sanığı yapıldığım bu dava ile ilgili ustalık eseri savunmam nettir ve şu şekildedir:

    - 15 Temmuz 2016'dan beri uygulanan ve tamamına yakını hukuka aykırı olan soruşturma ve kovuşturma işlemlerin şahitliğinde diyorum ki, adil yargılanmadım.

    - 15 Temmuz'un, düşünebilen her canlıyı şüpheye düşürecek garip icra şeklinin ve bununla ilgili yüzlerce maddi delilin şahitliğinde diyorum ki, bir projenin kurbanı olarak masumum.

    - Dava dosyalarının medyatik gümbürtüsü yüksek ama hukuken boş muhteviyatının şahitliğinde diyorum ki; aleyhimde mahkumiyet hükmü vermeye yeterli, somut, her türlü şüpheden uzak, başka bir oluşa imkan vermeyen ve hukuka uygun mahiyette delil bulunmamaktadır.

    Bu kadarlık iş bu ustalık eseri savunmamla, sizleri de tastamam ikna ederek davayı çökerttiğimi ve aleyhimdeki suçlamaları düşürmüş olduğumu zannediyorum!.

    Bu nedenle; adalet adına hep kötülük gördüğüm bu aşamada, artık çok da şey etmeye lüzum yok diyorum. Ancak, biraz önce şahit gösterdiğim konuların teferruatını gelecekte anlatmak ve savunmak hakkımı mahfuz tuttuğumu belirtiyorum. Çünkü, inşaallah ileride; bırakın şu andaki kanunları bile uygulamayanların hesap vermesini, olağanüstü şartlarda dahi kısıtlanamayacak veya askıya alınamayacak temel hakların belirlendiği ve Anayasa hükmünde olan uluslararası sözleşmelere aykırı 15 Temmuz sonrası kanun veya kanun hükmünde kararname hükümlerini uygulayanların dahi hukuk önünde hesap vereceği günlerin geleceğini ümit ediyorum.

    15. Ustalık eseri savunmama HAMİŞ: Asıl hikmetli davranış, konuşacağın yeri değil susacağın yeri bilmektir. Ceza Hukukunda sükut inkardan gelir.

    Derler ki; nerede konuşulacağını değil de nerede susulacağını bilmek daha hikmetli bir davranıştır. İnandığım ve yaşamımda da tatbik etmeye çalıştığım düsturlardan birisidir. Bu nedenle özellikle hukukun da izzet ve haysiyetini korumak adına, bana göre bu dönemin en güzel savunma şekli olarak, bundan sonrası için sükut ediyorum.

    Adi bir sükut suikastına uğramayı önlemek için de; Ceza hukukunda sükut ikrar'dan değil, inkardan gelir hatırlatmasını yapıyorum.

    16. Kemmiyeti 73 kelime, keyfiyeti Hukuk Fakültesi Hukuk Başlangıcı dersi, dönemin layığı ustalık eserim oldu Mukaddime!.

    Normalde vesselam deyip savunmamı bitirecektim. Çünkü bana göre, mevcut konjonktürde davanın hakkı olan kemmiyyet ve keyfiyyetteki bir savunma için bu kadarı yeterli idi.

    Ama yine olmadı, beni bana bırakmadılar ve benim plan karıştı. Ne kadar da; yapmayın, etmeyin, söyletmeyin beni, açtırtmayın kutuyu dedimse de dinletemedim. Sonuçta, mevcut konjonktürün layığı olarak buraya kadar yaptığım bu ustalık eseri savunmam, örgütten aldığım bir talimat sonucunda, başka bir savunmanın mukaddimesi oldu ve biraz katlanmak zorunda kalacağınız yeni bir hal aldı. Örgüt dedi isem hemen üzerine atlanıp cımbızlanmasın: Annemin başını çektiği aile örgütünü kastediyorum!

    17. Savunmamın mahiyetindeki bu cebri tadilatın nedeni: Ana ile Oğul ÇATI-şmasıdır...

    Ne oldu, neden oldu meselesini de açıklamam gerekiyor. Zira, yapacağım bu açıklamanın mahiyetinde savunmam kapsamındaki bazı itham ve iddialarıma yönelik özlü ve kısa beyanlarım da var.

    Yapacağım açıklamayı bir şiirle beyan etmeyi tercih ettim. Şiirimin başlığı, ANA İLE OĞUL ÇATIŞMASI. Yalnız, buradaki çatışma kelimesi bilinen kavga etmek manasında değildir. Davamızın ismi olan ÇATI kelimesinden türetilmiştir. Davamızın seviyeli bir şekilde ışıması yani iki kişi arasında müzakere edilmesidir.

    18. Ana ile Oğul Çatı-şması (Şiir)

    DEDİM ANA: HAZIR OĞLUNUN SON SAVUNMASI

    KAFİ GELDİ DEFTERİMİN BİRKAÇ SAYFASI

    ZİRA BU ORTAMDA SÖZÜN FAZLASI

    PEK İŞE YARAMAZ, YOKTUR BİR FAYDASI

    X X X X

    DEDİ OĞUL: BU SENDEKİ ACEP NEYİN KAFASI?

    KORKARIM SANA KALIR BU İŞİN CEFASI

    DEVAM MI ETSİN KUMPASÇININ SEFASI!

    HATIRIM İÇİN, YOK MU BU İŞİN BİR ORTASI?

    X X X X

    DEDİM ANA: KURMUŞLAR ZATEN ÖNCEDEN KUMPASI

    BİR GÜNDE TERÖRİST OLDUK İŞİN CABASI

    ALDATILDIK DİYORUZ, MÜMKÜN DEĞİL İKNASI

    DİYORLAR Kİ, KABUL EDİN, İŞİNİZE GELİR SUSMASI

    X X X X

    DEDİ OĞUL: UMUTSUZLUK YAKIŞMAZ HAKİKAT ERİNE

    ŞAİRİN DEDİĞİ GİBİ, ÜMİDE SARIL YE’SİN YERİNE

    SEN UĞRAŞ, ALLAH YAZIK ETMEZ TERİNE

    HEM DEĞİLMİ Kİ MASUMİYET ASIL KARİNE

    X X X X

    DEDİM ANA: SAVCI NE BULDUYSA DOLDURMUŞ HEYBEYE

    MASUMİYETİ BEN İSPATA ÇALIŞIYORUM, O DA HAYBEYE

    HELE BİR DE İSİM VERMEZSEN HAKİM BEYE

    BU DA DELİL SAYILIYOR ÖRGÜTE, DARBEYE

    X X X X

    DEDİ OĞUL: DERDİNİ ANLATMAYAN DERMAN BULAMAZMIŞ HEKİMDEN

    BİZ BİLİRİZ Kİ, ASLINDA GELEN DERMAN KİMDEN

    SEN ÜZERİNE DÜŞENİ YAP: HAKKI TALEP ET HAKİM BEYDEN

    SONRA İŞİ SAHİBİNE BIRAK, AYRILMA SIRAT-I MÜSTAKİMDEN

    X X X X

    DEDİM ANA: İSRAF ETMEMEK LAZIM ŞİMDİ KELAMI

    DİNLEYEN YOK ZATEN, ANLATSAN DA MERAMI

    ANLATINCA İRONİYLE YAŞANAN DRAMI

    O ZAMAN DA BOZUYORUM BAŞKANLA ARAMI

    X X X X

    DEDİ OĞUL: KİMSE DİNLEMESE DE YAZAR KATİP MELEKLER

    GÜNÜ GELİNCE MEVLAM TERAZİDE HESABINA EKLER

    ŞİMDİ ANLAMASALAR DA BUGÜNKÜ BEBEKLER

    GELECEK, SABIRLA ONLARA ANLATMAYI BEKLER

    X X X X

    DEDİM ANA: DURUM ZANNETTİĞİN GİBİ DEĞİL

    BURADA DİK BELLİ, BİZDEN İSTENEN HEP EĞİL

    YETER ARTIK DEYİP ŞEKVA EDİNCE KALEM İLE DİL

    GECİKMİYOR TALİMAT, UĞRAŞIYORLAR Kİ OLASIN ZELİL

    X X X X

    DEDİ OĞUL: BU KADAR MAĞDUR BOŞUNA MI İNLER

    SESSİZ HIÇKIRIKLARI ELBET BİR'İ DİNLER

    GÖZYAŞLARI SEL OLUP YIKANINCA KİNLER

    O ZAMAN ORTAYA ÇIKAR GERÇEK HAİNLER

    X X X X

    DEDİM ANA: TAMAM ANLAŞILDI DURUM

    KALMAYASIN SEN DE BU DUYGUDAN MAHRUM

    ZATEN ŞU ANDA EN RAHAT OLAN UMURUM

    OLMAZ İSE DİNLEYEN, BEN DE SEGBİS'E OKURUM

    X X X X

    DEDİ OĞUL: KIZMA, KELAM MAHALLİNDE SARFEDİLİR

    SEN ANLAT, HAKİKAT ELBET BİR GÜN FARK EDİLİR

    BUGÜNLERDE ELMASLA CAM BİR ZANNEDİLİR

    CEVHER İLE CÜRUFUN AYRILACAĞI GÜNLER ELBET GELİR

    X X X X

    DEDİM ANA: SEN DE BİLESİN Kİ ZALİMİN YANINDA YOKUM

    ZİRA, ONLARA VAAD EDİLEN BELLİ: ŞECERE-TÜZ- ZAKKUM

    FİTNEYE ORTAK OLMAYA DA MANİDİR ALLAH'TAN KORKUM

    DURUŞUM DA KİTAP’TA YAZDIĞI GİBİDİR: KEFERNA BİKUM.

    X X X X

    SANIK BARIŞ DER Kİ, DOYMAYACAĞIMI BİLDİĞİM YERDE

    NORMALDE DERDİM Kİ TOKUM

    AMA ARZU EDİNCE VALİDE

    KONUŞACAĞIZ ARTIK DİLİM MAHKUM…

    19. ÇATI-şmanın galibi: Tabiki de nükleer güç olan ANNE (ler) oldu ve olacak inşaallah...

    Benim hayatta bir annem var. Beni tahliye ettirecek mahiyette ermiş değil; ama çilekeş, gariban, annelerin birçoğu gibi mübarek bir kadındır. Mahkemedeki dosyama bir baktırtmak için ağaç tepelerine çıkamayacak veya kapı kapı dolaşıp birileri ile görüşmeler yapamayacak kadar da yaşlıdır. Zaten böyle şeylere de öldürseniz minnet eylemez.

    Ama sahip olduğu nükleer bir silahı var. Her gün bıkmadan usanmadan, sabah-akşam ellerini semaya açıp, benim için ve –her ne kadar sürekli olarak gerek yok anacağım desem de, saf Anadolu kadını tabi, dinlemiyor beni!- sizler için de dua edip duruyor. İşte, onun hatırına ve talimatıyla, aslında gün içlerinde pek boş vaktim olmamasına rağmen, mecburen rutin bazı faaliyetlerimi iptal edip ilave savunma yazmak zorunda kaldım.

    20. Tadil edilen savunmanın bu hale gelmesinde Mahkeme Başkanının hukuka aykırı teşvikleri de önemli olmuştur!

    Normalde annemin hatırına hazırladığım ilave savunmam, 30-40 sayfalık ve sadece yapmış olmak için hazırlanmış esasa yönelik hukuki beyanlarımı içeriyordu. Ama sizin, son savunmalar başlamadan öncesinde ve daha sonraları da ara sıra ifade ettiğiniz kısa kesin, vakit dar söyleminiz; ben de, savun hakkın olduğu kadar teşviki uyandırdı ve savunmamın önüne giriş ve usul bölümü koydurdu. Akabinde, şairin dediği gibi adeta kafiye hücumuna uğradım ve aklıma geleni yazdım. O yüzden, burada ifade edilen önceki savunmalara göre belki de dağınık ve amatörce bir şey ortaya çıktı. Dinleyecek olanlar kusura bakmasın.

    Bu arada şunu da itiraf etmeliyim ki; sizin ilk savunmalardaki sırayı değiştirip, uyduruk konseyin sözde üyelerinin savunmalarını en sona bırakmanızın benim açımdan bir iyi bir de kötü tarafı oldu. Benim savunma içeriğim açısından kötü tarafı; şu ana kadar savunmasını yapanlar söylenecek her şeyi söylediler, dosyayı yıkayıp kefenleyip gömdüler, bana dosyanın ruhuna El-Fatiha demekten başka bir şey kalmamış oldu. Ama gömülen bu dosyanın ileride bir gün yeniden mezardan çıkarılacağını da düşünüyorum. Zira, bana göre; buradaki ve belkide diğer birçok darbe davalarındaki savunmalarda ortaya konulanlar, gelecekteki kumpas ve diğer davaların iddianamelerini teşkil edecek mahiyettedir. Önce yapılan savunmaların iyi tarafı ise; savunmamı hazırlarken bir çoğu itibarıyla hukuk dersi niteliğindeki savunmalardan ve savunanların pozitif enerjilerinden çok faydalanıp tabiri caizse gaza gelmem oldu. Bu nedenle, öncelikle TSK örgütü silah arkadaşlarım olan o sanıklara ve bizlere sağladığınız bu imkan için de size teşekkür ediyorum.

    21. Sanıkların birçoğu (iyi niyetli olarak) Mahkemenin kurmay dördüncü üyesi gibi çalıştı! Sizler adına da onlara teşekkür ediyorum...

    Aslına bakarsanız; savunmalarının içerikleri açısından davaya ve dosyaya yaptığı katkılar nedeniyle bugüne kadarki sanıkların birçoğuna en başta teşekkür etmesi gereken bana göre Mahkemenizdir. Zira savunmasını yapan sanıkların bir çoğu, sanki Mahkemenizin tüm angarya işlerini yapan kurmay dördüncü üyesiymiş gibi heyet lehinde performans sarf ettiler.

    Bu kapsamda da; iddianame ve dosya muhteviyatındaki tüm eksiklik, hata, çelişki, mantıksızlık ve hatta yanlış anlaşılmaya müsait şeyleri dahi, sanki vereceğiniz kararı değiştirecekmiş gibi iyiniyetli olarak savunmaları kapsamında gündeme getirip düzeltmenizi sağladılar. Zaten sizler de çoğunlukla dinlemediğiniz savunmaların işinize yarayan bu türden bölümlerinde dikkat kesilip notlar alarak, sanıklarca yapılan bu katkıları teyit etmiş oluyordunuz. Bu sayede de; normalde istinaf ve temyiz aşamasında ifade edilseydi kararınızın kesin olarak bozulmasına neden olacak hususlar savunmalar kapsamında önceden söylenerek daha doğrusu ikaz edilerek kararı bozduracak veya ciddiyetini sorgulatacak muhtemel hukuki hataların hepsi düzeltilmiş oldu.

    Açıkçası, sanıkların savunma yapıyorum diye size yaptıkları bu yardımı olmasaydı, dosyadaki bu hataların bir çoğunu heyetinizin tespit edebileceğini ben zannetmiyorum.

    Kaldı ki davanın iddianamesinin kabulünden yaklaşık iki yıl gibi bir zaman geçtikten sonra almış olduğunuz 28 Aralık 2018 tarihli tefrik kararı ile aslında iddianameyi kabul ederken kontrol etmediğinizi de itiraf etmiş oldunuz. O gün tefrik kararınızı açıklarken gerekçenizin eksik bilgi ve belgeler olduğunu söylediniz. Kanaatimce, hakkımda `onyüzbinmilyon yılcık` ceza isteminin yapıldığı bu suçlamalara ilişkin belgelerin tamam olup olmadığını CMK gereği iddianameyi kabul etmeden önce incelemeniz gerekiyordu. Ama siz bu eksikliği yaklaşık 2 yıl sonra fark edebildiniz. Ve bence bu farkındalığın oluşmasına; sizlerin dosyaya yönelik gayretlerinden ziyade, biraz önce bahsettiğim sanıkların kendilerinden daha çok sizlerin işine yarayan ayrıntılı incelemeleri neden olmuştur. Bir anlamda, tefrik ettiğiniz kısım ile ilgili olarak bizlere 2 yıldır pösteki saydırmış oldunuz.

    İşte bu nedenle, her ne kadar tarafsızlığınızı zedeleyecek davranışlardan sakınma konusunda çok hassas olduğunuz söylenemese de, sizlerin bu sanıklara belirttiğim kapsamda teşekkür edemeyeceğiniz için, onlara 17. Ağır Ceza Mahkemesinin gerekçeli kararındaki muhtemel fahiş hataların önüne geçtikleri ve Mahkemenin gerekçeli kararının hukuki kalitesine yaptıkları katkılar nedeniyle ben teşekkür etmiş olayım.

    22. Savunmalara süre tahdidi koymak konusundaki gayretinizin dayanağının Ekim 2017'de katıldığınız Çalıştay olabileceği konusunda bende şüphe oluşmuştur.

    Sizin sanıkların son savunmalarına süre tahdidi koyma yönündeki, girişim ve iradenizin, sonradan öğrendiğim bir olay ile bağlantılı olduğunu da düşünüyor ve iddia ediyorum. Şöyle ki; malum, ortada Ekim 2017'de Polis Akademisi Başkanlığı koordinatörlüğünde icra edilen ve mahiyeti doğrudan bizim Çatı davasının da konusu olan bir Çalıştaya sizin katılımcı ve katkıcı olarak iştirak ettiğiniz gerçeği var. Ben bu konuyla ilgili olarak şahsınıza yönelik reddi hakim talebinde de bulunmuştum. Savunmamın ilgili yerlerinde de bu vakıadan ve davaya yansımalarından zaman zaman bahsedeceğim.

    İşte o Çalıştayın, katılımcılarının görüş ve katkıları ile hazırlanan raporunun öneriler kısmında şöyle bir ifade var: Deniyor ki; savunma süresi makul süre ile sınırlandırılmalıdır. Buradaki dikkat çekici ifade sınırlandırılmalıdır tabiridir. Öneride; makul bir süre verilmelidir denmemiş, özellikle süre sınırlandırılmalıdır denmiş. Yani niyet ve maksadın savunma süresinin sınırlandırılması olduğu açıkça ortaya konmuş. Aynen sizin biz sanıklara, Çalıştaydan sonraki bir tarihte esas savunmaları öncesi ve esnasında zaman zaman söylediğiniz cümleler gibi! Dolayısıyla ben iddia ediyorum ki, o Çalıştay sizin dış dünyaya yansıyan davranışlarınız dahil zihni tarafsızlığınıza da gölge düşürmüştür. Bu konulara, konunun önemine binaen ileride tekrar değineceğim deyip şimdilik geçiyorum.

    23. Mahkemenin uzun savunma rahatsızlığı ve süre sınırlama teşebbüsleri konusunda karşılıklı empati...

    Bu savunma süreleri konusunda davanın en başından beri, sanıklarla sizin aranızda sürekli bir mücadele yaşandığı inkar edilemez bir gerçektir.

    Ama açık söyleyeyim ki benim şahsi kanaatim de, bir sanığın esas hakkındaki savunmasının niceliğinin, sadece kendisine isnat edilen somut suçlamaları az ve öz sözler ile çürütecek, 30-40 sayfalık bir metin olmasının daha mantıklı olduğudur. Adamın birisi arkadaşına 100 sayfalık bir mektup yazmış, en sonuna da şöyle bir ifade koymuş: Kusura bakma fazla vaktim yoktu!. Yani aslında zor olan ve emek isteyen de bir meseleyi kısa ve öz olarak anlatabilmektir. İyi bir konuşma için söylenen sözleri, iyi bir savunma için çevirirsek ben de şuna inanırım: iyi bir savunma kadın elbisesi gibi olmalıdır, konuyu kapsayacak kadar uzun ama enteresan olacak kadar da kısa veya daha muhafazakar bir söylemle eskilerin deyişiyle iyi bir savunma efradına cami, ağyarına mani olmalıdır. Zaten aksi bir davranış şekli, sanığın kendi ayağına kurşun sıkmasıdır. Hele böylesine yüzlerce sanıklı bir davada herkesin saatlerce savunma yapması, hakimlerimizde de kültürel genlerden kaynaklı engellenemez bir tepki ile karşılanıp, vicdanların ister istemez sanık aleyhinde yorum yapmasına neden olabilir.

    Peki hal böyle iken; anlattıklarımı düşünebilecek kadar vasat zekalı olan ben ve benim gibi olanlar, zaten dinlemediğinizi ve şu anda kamuoyunun da duymasının mümkün olmayacağını bile bile neden her şeyi böyle teferruatlı anlatma ihtiyacı duydu ve bir nevi kendi aleyhine çalıştı? Ben size nedenini kendi adıma samimi duygularla söyleyeyim: Birincisi, sırtımdan bıçaklanmanın ve onur kırılmasının yarattığı kalp ağrısı. İkincisi, hileyle yedirilen kumpasın hazımsızlığı. Üçüncüsü ve en önemlisi de, yaklaşım tarzı farklılığından kaynaklanan makamınızdan beklentisizlik. Çünkü kovuşturma süresince; siz hep aysbergin görünen tarafını yani üstünü konuşmak ve konuşturmak istediniz, benim gibiler aysbergin altını da ortaya çıkarmak istedik; siz Hızır-Musa kıssasındaki Musa gibi meselenin dış yüzünden, benim gibiler Hızır gibi iç yüzünden sonuç alınabileceğini savunduk; siz dosyayı çözmeye çalıştınız, benim gibiler davanın çözülmesine katkı sağlamaya uğraştık.

    Sonuçta, empati yaparak söylüyorum ki; siz, burada bir sanığın belirttiği ve sizin de reddetmediğiniz yetkili merciler nezdindeki bu davalara bakmaya talipliğiniz de göz önüne alındığında, işin zamanında ve ihaledeki şartlarla teslimi açısından kendinize göre haklısınız, benim gibi sanıklar da dünyanın en haklı kişisi hakkımı vermem diyendir çerçevesinde savunma hakkını kullanmak istemesi açısından haklılar. Kimin en haklı olduğunun kararını verecek de bellidir...

    II. Genel Beyan ve İddialar

    24-102

    Asıl savunmam iken sonradan geliştirdiğim savunmanın mukaddimesi haline gelen bu girişten sonra şimdi, savunmama genel beyan ve iddialarım ikinci ana başlığı altında devam ediyorum.

    24. Mahkemelerde alınan ilk savunmalarım (1 Haziran 2017 17.ACM, 9 Ağustos 2017 4. ACM), savunma hakkım kısıtlanarak bir nevi maddi ve manevi cebir ile alınmıştır.

    Öncelikle davaya ilişkin önemli bir başka talebimi, gerekçesi ile birlikte beyan edip, karar müzakeresinde ve gerekçeli kararınızda gereğinin ifasını talep edeceğim.

    Hem bu Mahkemedeki hem de Akıncı davasının görüldüğü 4. Ağır Ceza Mahkemesindeki ilk savunmalarımda, -sanıkların kahir ekseriyeti gibi- iddianame eklerinin hiçbirisinin tarafıma ulaştırmadan savunma yapmak zorunda olduğumu huzurda belirtmiştim.

    Mesela burada ve orada, ilk savunmamı yaparken elimde; ne HTS raporları, ne gizli tanık ifadesi, ne parmak izim ile ilgili aleyhimdeki raporlar yani kısacası hiçbir şey yoktu. Sadece iddianamede kendi bölümümdeki 2-3 satırlık isnat ile savunma yaptım, daha doğrusu yaptırıldım. Siz bana telefon görüşmelerimi, HTS kayıtlarımı, parmak izimi, svap raporumu falan herşeyi sormuştunuz. Ben, isnat edilen şeylerin hiçbirisinin mahiyetlerini ve dayanaklarını bilmediğimi veya görmediğimi burada Mahkemeye ifade ettim. Bunları bırakın, savcılıkta verdiğim ilk ifademin metni dahi bende yoktu. İddianame tebliğ edilmeden ve edildikten sonra dilekçe ile savcılıktan istememe rağmen de verilmemişti. Ben bunu dahi size savunmam esnasında söylemiştim ve siz de bana burada okuyorum bak diye lütfettiğiniz ayrıcalığı hatırlatmıştınız!

    25. İlk savunmalarımda benim elimde hiçbir şey yokken (çıplak elle), şibih iddia makamı tam teçhizatlı zırhlı silahşörler gibiydiler!

    Bana ve buradaki birçok savunma yapacak sanığa yani savunma tarafına, ilk savunmalarına kadar iddianame eklerinin ve görüntülerinin verilmediği bir ortamda, karşımızdaki iddia tarafında ise durum şöyle idi -bir örnekle açıklayayım-:

    Mesela; bir müşteki vekili olan Avukat Doktor Hüseyin Aydin tarafından, Mehmet Dişli'nin çapraz sorgusunda, ona odanızda bulunan şu kitapta altını çizdiğiniz ve yanına notlar aldığınız yerler var, onlardan birisinde de şunlar yazıyor (neler yazdığını da açıp bir yerlerden okudu), bunun maksadı nedir? benzeri -dosya hakkında belki de sizde bile bulunmayan en teferruat bilgiye dahi sahip olunduğunu ortaya koyan onlarca soru sorulabildi. O sırada Mehmet Dişli'nin konuyla ilgili en ufak bir bilgisi dahi yoktu.

    Mehmet Dişli örneği üzerinden anlattığım bu iddia tarafının dosya ile ilgili olarak bizden daha fazla bilgi ve belgeye sahip bir şekilde çapraz sorgu yapmaları şeklindeki maddi silahların eşitsizliği örneği hemen hemen buradaki tüm sanıklar için söz konusuydu. Bu durumda insan ister istemez bu mudur savunma ile iddia makamları arasındaki silahların eşitliği ilkesi ve adil yargılanma demekten kendini alamıyor.

    26. İlk savunmam, bugünkü savunmamdır. Önceki sorgularımın (savunmalarımın) savcılık sorgusundan farkı yoktu...

    Hem bu davada hem de diğer davadaki ilk sorgum esnasında şunları da ifade etmiştim, kayıtlarda var: Mahkemenizden 4 ayrı dilekçe ile, 4. Ağır Ceza Mahkemesinden de 2 ayrı dilekçe ile iddianame eklerinin tarafıma verilmesini talep etmiş olmama rağmen bunlar tarafıma gönderilmemiştir (Verdiğim dilekçeleri Mahkemeye EK olarak sunacağım). Sizin verdiğiniz ret cevabı üzerine, iddianame eklerini UYAP üzerinden inceleme talebim de Sincan 2 Nolu F Tipi Cezaevi İdari ve Gözlem Kurulunun 24/04/2017 tarih ve 2017/513 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Bu gerekçeler nedeniyle ilk sorgumun başında, bu eklerin gönderilmesini ve gerekli incelemeyi yapmayı müteakip savunmamı hazırlayabilmek için ilave savunma hakkımın saklı tutulmasını talep ediyorum." dedim. Siz de kafanızla onaylayan bir işaretle bu talebime karşılık vermiştiniz.

    Zaten talebimde ne kadar haklı olduğum, yani iddianame eklerini kısıtlı da olsa inceleyebilmemin, savunmam kapsamında ne kadar önemli olduğu ve lehimde birçok hususun ortaya çıkmasını sağladığı, inanıyorum ki bugünkü savunmamın sonunda Mahkemenizce de anlaşılacaktır.

    Dolayısıyla şu anda yapmış olduğum savunma, mütalaaya ilişkin beyandan veya esasa ilişkin savunmadan ziyade, daha önce huzurda saklı tutulmasını beyan ve talep ettiğim üzere, savunma hakkının mevzuattaki kullanılış şekline daha uygun olan ilk savunmamdır.

    27. Gerekçeli karara girmesi ve çürütülmesi gereken de bugünkü beyanlarımdır. Aksi halde, CMK 230/1/a'ya aykırılık söz konusu olur.

    Bu kapsamda da; yaşadığım maddi olaylara yönelik, bugünkü ifadelerim ile ilk savunmamda verdiğim ifadelerin aynı olduğu gerçeği de göz önüne alınarak, dosya eklerine daha vakıf bir şekilde bugün yapacağım savunmamın karar tartışmasında esas alınmasının ve ilk savunmama eklenmesinin hukuken zorunlu olduğunu düşünüyorum.

    Bu nedenle, yayımlayacağınız gerekçeli kararınızda; bugün yapacağım savunma metnine yer verilmesini ve hatta hem 1 Haziran 2017 tarihinde bu Mahkemede hem 9 Ağustos 2017 tarihinde 4. Ağır Ceza Mahkemesinde yaptığım savunmalarla birlikte, o savunmaların tamamlayıcısı olarak bugünkü savunmamın metnine de yer verilmesini önemle talep ediyorum.

    Zaten malumunuz, hükmün gerekçesinde gösterilmesi gereken hususları düzenleyen CMK md. 230/1/a bendi, savunmada ileri sürülen görüşlerin mahkumiyet hükmünün gerekçesinde gösterilmesi hükmünü amirdir. Siz de hatırlarsınız, celselerde yapacağımız veya yapmak istediğimiz çoğu beyan ve görüşlerimiz için esas hakkındaki savunmanızda söylersiniz veya söyleyebilirsiniz diyerek bizi yönlendirmiştiniz. Yani, az önce belirttiğim nedenlerden dolayı CMK md.230'da zikredilen savunmam kapsamında ileri sürdüğüm görüşler, asıl olarak bugün yapacağım savunmada mevcuttur. Bu nedenle de bunları mahkumiyet gerekçesine yazmanızın yasal zorunluluk olduğunu değerlendirmekteyim.

    28. Çatısı atılmaya az kalmış Çatı davası! Yürütme tarafından ilan edilen bitiş tarihine tevafuk etti! Miadında teslim!..

    3 Mart 2017'de, olduğu kadar artık yaklaşımı ile tamamlanan iddianamenin, ne yapalım, günahıyla sevabıyla diyerek Mahkemenizce kabulü ile teknik olarak başlamış olan kovuşturma sürecinin sonlarına geldik sayılır. Yani, Sokrates'in ölüm cezasına çarptırıldığında söylediği gibi, Artık ayrılma vakti geldi, çattı

    Malum, son Başbakan tarafından 1 yıl önce 10 Ocak 2018 tarihinde Adalet Şurasında yapılan bir konuşmada Bu yıl sonuna kadar darbeye bizzat katılanların görüldüğü davalar sonuçlanmış olacaktır beyanı ile davaların bitiş tarihi, Yürütme tarafından 2018 sonu olarak talimatlandırılmıştı. Tam 2018 sonu olmasa da, bu kadarı kadı kızında da olur denilebilecek hikmetli(!) bir sapma ile kısa bir zaman sonra yapılacak teslim töreni sonunda; önceden hazırlandığı belli müebbet hapis cezalarının sahiplerine dağıtılacağı 200 civarı sanıklı bu dava da, mevcut durumdaki benzeri diğer birçok dosya gibi kapatılmış olacak veya öyle olduğu zannedilecek.

    Gerçi, bu davadaki Konsey açısından dosyamız pek kapanacak gibi durmuyor. Hatta, bu Konsey uydurmacası ve zorlaması daha da karışacak gibime geliyor. Şunun için böyle söylüyorum… belki duymuşsunuzdur, geçen hafta Akıncı davası savcısı mütalaasını açıklamış. Mütala içerisinde, 20 kişiden oluşan bizim konseye kardeş bir konsey çıkarmış ve bunların da plancı olmaları nedeniyle tüm Türkiye’de işlenen suçlardan cezalandırılmaları için suç duyurusunda bulunulmasını talep etmiş.

    Bu gelişmeler gösteriyor ki; Bu Konsey işi daha karışık ve renkli bir hal alacak gibi… mesela, karacıların sayısal üstünlüğü, Akıncı’dan gelen takviyelerle birlikte havacılara geçebilir. Dolayısıyla Konseye karşı yapılacak savunma stratejimiz bile değişebilir.

    Eğer Akıncı davasındaki bu 20 kişi de iddia edilene darbe girişiminin planlayıcıları iseler, onlar bu yargılamaya dahil edilmeden Konsey hakkında karar vermeniz durumunda, yargılamanın bütünlüğü açısından maddi gerçeği gerçeğin net olarak ortaya çıkarılmasına şaibe düşmüş olmayacak mı? Zira, Mahkemeniz sırf bu yargılama bütünlüğünü tesis edebilmek için bizleri o davadan alıp bu davaya katmıştınız. Belki de gelinen nokta itibarıyla, adil yargılanma açısından ilk konsey ve kardeş konseyin hep birlikte Akıncı davasında yargılanması gerekmektedir. Veya kardeş konseyimizi de bu davaya katıp yargılamaya yeni bir paradigma ile devam etmeniz gerekebilir. Takdir ve tahkik tabi ki Mahkemenizindir…

    29. Davamızın Türk Hukuk Sistemine katkısı: Kimse artık Türkiye'de yargılamalar uzun sürüyor diyemez!

    Ben tekrar bizim davaya döneyim. Aslında bizim davanın; adresi, zarfı ve mazrufu belli cezalarının infazına çoktan başlandığından, vereceğiniz karardan sonra benim için fiiliyatta yaşamımda değişen pek bir şey olmayacak. Ama herhalde bu dava ve emsali diğer davalar, alınan hızlandırıcı yasal ve idari tedbirler sayesinde, sanık başına düşen ortalama 1 celsenin de altında bir süratle halledilen örnek birer dosya olarak tarihteki yerini alacaktır. Dolayısıyla bu ibretlik istatistiki gerçeğe iyi tarafından bakar isek, bu davalar sayesinde ülkemizde yıllardır şikayet konusu olan yargılamaların çok uzun sürdüğü efsanesi de, tecdit edilmiş mahkemelerimiz tarafından çürütülmüş olacak!.

    30. Ama bazen hayır zannedilen şer olabilir: Hızlandırılmış dava ve AİHM...

    Ama belli ki bizim bu hızlandırılmış dava da, ileride Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine veya belki de başka mercilere kadar gidecek. Doğal olarak, ben de bu türden haklarımı kullanacağım. Oradaki yargıçlar dosya içeriğini yanlış değerlendirmesinler diye de göndereceğim başvuru dilekçemin en üstüne şöyle yazmayı düşünüyorum: Uyarı: Bu dava en az 1'e 4 oranında hızlandırılmış usul ve esas kareleri içermektedir. Dosyanın içeriği ile oynamayınız!...

    31. Keşke bu davalar AİHM'ne gitmese...

    Gerçi gönlüm ister ki bu davalar keşke AİHM'ne gitmese de ülke içinde adil bir şekilde halledilse. Çünkü; hükümlülerce gönderilecek binlerce dilekçe ve dava dosyalarının incelenmesiyle, AİHM'deki hakimler ve dolayısıyla tüm dünya, bu davaların soruşturma ve kovuşturma sürecindeki yaşananlarla ilgili olarak her şeye vakıf olacaklar.

    Bunun neticesinde de; zaman zaman ağızların hayretten açık kalacağı veya gözlerin fal taşı gibi açılacağı, bazen de -mesela işkenceler anlatılırken- gözlerinin dolacağı, ara sıra da -mesela yargılamalardaki olaylar, diyaloglar, konuşmalar falan anlatılırken- tebessüm-hande veya kahkahadan kendilerini alamayacakları, ama sıklıkla da reva görülen hak ihlalleri nedeniyle de bu kadar da olmaz artık canım diyecekleri maddi gerçeklerin ortaya saçılması kaçınılmaz olacak.

    Bu durum, hukukumuz açısından çok büyük bir itibar kaybına yol açacak diye endişe ediyor ve üzülüyorum. Ama kimsenin de hak arama hürriyetini kısıtlayamayız. Tabi şimdilik!!!

    32. Zemherîr fırtınası etkisi yapacak (!) kararınızdan sonraki duruma ilişkin tahayyülüm: Bu hayat güzelce devam edecek! İkinci hayatı ise Allah bilir...

    Peki, siz kararınızı yüzümüze karşı bir zemherîr fırtınası gibi okuduktan sonra ne olacak? Sokrates'in ifade ettiğim biraz önceki Artık ayrılma vakti geldi çattı sözünün devamında da şöyle dediği söylenir: Ben ölmeye, sizler de yaşamaya gidiyorsunuz. Hangisinin daha iyi olduğunu Tanrı'dan başka kimse bilemez veya başka bir rivayette de hangisinin iyi olduğunu tarih yazacak dediği rivayet edilir.

    Sokrates olma iddiası ile değil de, üslubunu taklit hevesi ile ben de, kararınız sonrası için şöyle demiş olayım: [Karar açıklanınca, ben, 3 kişi tarafından suçlu bulunmuş birisi olarak hapishanenin kalın duvarları arasına; sizler de evlerinize ve sevdiklerinizin yanına döneceksiniz.

    Ben, bir dost bir post ile daha anlamlı hale gelmiş yaşamıma devam edeceğim; sizler de kısacık ağır ceza reisliği ve üyeliği safahatına, -büyük ihtimalle- bugüne kadar Türkiye Cumhuriyeti Mahkemelerinde görev yapmış tüm ağır ceza reislerinin verdiği cezaların toplamını sığdırmış olarak, herhalde önce tebrikleri falan kabul eder, dinlenir, güler, eğlenir, gelecekle ilgili kariyer planları yaparsınız...

    Sonra zaman akmaya devam edecek. Belki ben hala içeride çürümeye devam ederek; sizler dışarıda başarıdan başarıya, terfiden terfiye, yurt dışından yurt dışına koşarak ama en sonunda kaçınılmaz son olan yaşlı bir emekli hakim olarak tek başımıza ecelimizi bekleyeceğiz...

    Sonra emr-i hak vaki olacak ve hep birlikte aynı toprağın altında hesaplaşma gününü bekleyeceğiz... En sonunda da haklı ile haksızı kesin olarak ayıracak olanın huzurunda, ama bu sefer aynı hizada ve eşit şartlarda sanık olacağız.

    Hangisinin daha iyi olduğu, yani kimlerin Sokrat tarafında kimlerin de başka tarafta olduğu orada ortaya çıkacaktır!] diyor ve geçiyorum…

    33. Davanın ilk celsesi öncesi yaşatılan planlı hukuk katliamı ve benim gözümle bazı sahnelerinin tasviri...

    Biz sanıkların kovuşturma süreci malum fiili olarak 22 Mayıs 2017'deki ilk oturum ile başladı. O gün burada, yani adalet dağıtmak için sonradan özel olarak inşa edilen bu yerleşkede, herhalde dünyada örneği zor bulunacak ibretlik bir hukuk katliamı yaşanmıştı.

    Hatırlarsınız, bu binaya girmeden önce, içerisinde Uyduruk Yurtta Sulh Konseyi üyesi olduğu iddia edilen -tespit edilen değil, daha iddia edilen- kişilerin de olduğu 50 civarı bir sanık grubu tefrik edilmişti. Benim de aralarında bulunduğum bu grup, özel olarak hazırlanmış bir nefret parkurundan zorla yürütülerek geçirilmiş ve duruşma salonuna o şekilde alınmıştık.

    Bu manevi işkence koridorunun birilerinin özel bir tasarımı olduğu aşikardır. Zaten, o günkü bu kampüsteki işkence koridorunun, öncesinde daha 16 Temmuz 2016'da Emniyet Müdürlüğünün önünde oluşturulan ve yüzlerce sanığın geçirtildiği dayak koridoruyla olan mimari benzerliği daha ilk bakışta hemen anlaşılabiliyor.

    Fakat buradaki işkence sahnesine ellerinde cop, çöp bidonları, ayakkabı, taş gibi cisimler bulunan polis üniforması giymiş kişiler yerine; bu sefer ellerinde pankartlar ve idam ipleri, dillerinde ise tükürük ve küfürler bulunan bir fırka dekor olarak eklenmişti. Bu fırka da, yapılan görevlendirmenin gereği olarak hem ellerindeki hem de dillerindeki kendilerinden olan şeyleri üzerimize boca ediyorlardı.

    Ancak bu komik tabloda bana daha komik gelen bir şey vardı. O da; yürütülen gruptaki kişilere sanki röportaj yapabilecekmiş gibi mikrofon uzatarak sokulmaya çabalayan, çevresine saçtığı tükürüklerden bir şeyler söylemeye çalıştığı belli olan, televizyon muhabiri kılığındaki bazı kişilerdi. Hatta bunlardan birisi ile şöyle bir muhabbet de yaşadım, onu da anlatayım ki kayıtlara geçsin: Yanılmıyorsam elinde Beyaz TV yazan bir mikrofon tutanı bana yaklaşıp o... çocuğu deyince, ben de ona tamam, çıkınca bu isminden seni bulurum dedim!. Sözüm sözdür, bana söylediği ismini değiştirmediyse çıkınca da zaten kendisini ziyaret etmeyi düşünüyorum.

    34. Davanın ilk celsesi öncesi yaşatılan planlı hukuk katliamında, Devletin kampüsteki tüm ajanları işkenceyi keyifle izliyordu...

    Enstantane açısından komik olmasına rağmen aynı zamanda o gün burada, yani Roma

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1