Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Gizem ve Düş Gücü Masalları
Gizem ve Düş Gücü Masalları
Gizem ve Düş Gücü Masalları
Ebook246 pages2 hours

Gizem ve Düş Gücü Masalları

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Çevirmen: Armağan Ekici

Bir yandan korkun bir yandan umudun varsa iki kanatlı olursun, tek kanatla uçulmaz zaten.
Mevlânâ

Poe kendisinden sonra gelen korku, gerilim ve polisiye türlerinde eser veren belki de tüm sanatçıları etkilemiş bir deha kuşkusuz. Çünkü bir kedi, bir ev veya bir böceği merkeze alarak bir gerilim öyküsü anlatıyor görünse de aslında, şiirsel diliyle kahramanlarının kör kuyularına atar bizi ve o kuyularda korkuyla debelenirken, insanlığın garip güdülerini tartışırken buluruz kendimizi. Poe'nun hayal gücünün okuru savurup duran etkisi, öykülerinin bir nefeste okunuşuyla sanki bir bıçak kesiği etkisi yaratır. Ve o kesiğin sızısı bitmek bilmez. İblis bakışlı bir kuzgunun gölgesinde yüzen Poe ve eserleri unutulmayacak… "hiçbir zaman!" "Bu fikrin beynime ilk girişi nasıl oldu söylemem mümkün değil; ama, bir kez peydahlanınca, gece gündüz yakamı bırakmadı. Bir çıkar deseniz, yoktu. Bir hırs deseniz, o da yoktu. İhtiyarı severdim. Hiçbir yanlışını görmemiştim. Bana hakaret ettiği olmamıştı. Altınında gözüm yoktu. Gözü yüzünden oldu bence!

Evet, buydu! Akbaba gözü gibi bir gözü vardı - soluk mavi, üzerinde saydam bir tabaka. Bu gözü ne zaman bana çevirse kanım donardı; böylece, yavaş yavaş - çok ağır adımlarla - kararımı verdim, ihtiyarın canını alacak, böylece bu gözden sonsuza dek kurtulacaktım."
LanguageTürkçe
Release dateSep 5, 2023
ISBN9786050984330
Gizem ve Düş Gücü Masalları
Author

Edgar Allan Poe

Edgar Allan Poe (1809-1849) was an American writer, poet, and critic.  Best known for his macabre prose work, including the short story “The Tell-Tale Heart,” his writing has influenced literature in the United States and around the world.

Related to Gizem ve Düş Gücü Masalları

Related ebooks

Reviews for Gizem ve Düş Gücü Masalları

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Gizem ve Düş Gücü Masalları - Edgar Allan Poe

    GİZEM VE DÜŞ GÜCÜ MASALLARI

    Özgün adı: Tales of Mystery and Imagination

    Yazan: Edgar Allan Poe

    Çeviren: Armağan Ekici

    Yayına hazırlayan: Senem Kale

    Türkiye yayın hakları: © Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. A.Ş.

    Bu eserin bütün hakları saklıdır. Yayınevinden yazılı izin alınmadan kısmen veya

    tamamen alıntı yapılamaz, hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz ve yayımlanamaz.

    Dijital yayın tarihi: /Haziran 2021 / ISBN 978-605-09-8433-0

    Kapak uygulama: Serkan Yolcu

    Grafik uygulama: Taylan Polat

    Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. A.Ş.

    19 Mayıs Cad. Golden Plaza No:1 Kat:10 Şişli 34360 İSTANBUL

    Tel: (0212) 373 77 00 / Faks: (0212) 246 66 66

    www.dexkitap.com / satis@dogankitap.com.tr / satis@de.com.tr

    Çeviren: Armağan Ekici

    Poe’nun Öyküleri Üzerine

    Charles Baudelaire

    Hayal gücü, Poe için, insan melekelerinin sultanıdır; ama o, okurun anladığından daha çok şey anlar hayal gücü kelimesinden. Hayal gücü, fantezi değildir; duyarlılık da değildir (ama duyarlı olmayıp da hayal gücüne sahip olan bir insanı düşünmek de zordur). Hayal gücü, şeylerin mahrem ve gizli ilişkilerini, denkliklerini ve analojilerini hemencecik, felsefi metotlara ihtiyaç duymadan algılayan, neredeyse ilahi bir melekedir. Bu melekeye verdiği şeref ve işlevler ona öyle bir değer kazandırır ki (en azından yazarın düşüncelerinin anlaşılabildiği zamanlarda), hayal gücü olmayan bir bilgin göze sadece sahte-bilgin, en iyi ihtimalde eksik bilgin gibi görünür.

    Hayal gücünün en ilginç sonuçları alabileceği, defineleri hasat edebileceği edebiyat alanları arasında (ama en zengin, en değerli defineleri değil; onlar şiire aittir), sayıca en çok, en çeşitli defineleri açığa çıkarabileceği alanlardan biri, Poe’nun özellikle sevdiği alan; Öykü 'dür. Öykünün kısalığının yoğunluğunu ve etkisini güçlendirmesi, engin boyutlu romanın karşısında büyük bir avantaj verir ona. Bir nefeste okunabiliyor olması, zihinde parça parça, sık sık gündelik dertlerle, dünya işleriyle bölünen okumalara göre çok daha güçlü bir iz bırakır. Bıraktığı izin tekliği, etkisinin bütünselliği bu türden yazıya çok özel bir üstünlük veren, büyük bir avantajdır; öyle ki fazla kısa bir öykü (hiç şüphesiz bir falsodur bu kısalık) fazla uzun bir öyküden de daha iyidir. Sanatçı, eğer becerikliyse, düşüncelerini olaylara göre değiştirmez, tersine, yapmak istediği etkiyi kendi kararınca, canının istediği zamanda kurduktan sonra, olayları bu etkiye göre icat eder, istediği etkiyi yaratmaya en uygun olayları bir araya getirir. Eğer ilk cümle bırakılacak bu nihai izi hazırlama fikriyle yazılmamışsa eser daha en başından başarısız olmuş demektir. Tüm metne, amaçlı olmayan, doğrudan ya da dolaylı olarak önceden tasarlanmış olan plana hizmet etmeyen tek bir kelime bile sızmamalıdır.

    Öykünün şiire bile üstün geldiği bir nokta var. Güzellik fikrini geliştirmek için ritim gerekli; şiirin en büyük ve en soylu amacı da ritimdir. Oysa, ritmin yapaylıkları, amacı hakikat olan düşünce ve ifadelerin ayrıntıyla geliştirilmesinin önünde aşılmaz bir engel kurar. Hakikat, öykünün amacı olabilir sık sık; mükemmel bir öyküyü kurmak için en iyi araç akıl olabilir. Bu nedenle, bu türden yazı, her ne kadar saf şiir kadar yüksek değerde olmasa da ortalama okur tarafından daha kolayca takdir edilebilen, daha çeşitli sonuçlara ulaşabilir. Ayrıca, öykünün yazarının elinin altında pek çok sayıda üslup, dil nüansı vardır; rasyonel bir üslup tutturabilir, alay edebilir, mizah yapabilir, oysa şiir reddeder bu üslupları; onları sanki saf şiir fikrine musallat olan uyumsuzluklar olarak görür. Yine bu nedenle, öyküde sadece güzellik hedefine ulaşmaya çalışan yazar da büyük bir dezavantaj içinde çalışır, çünkü elinde en kullanışlı alet olan ritim yoktur. Tüm edebiyatlarda, saf şiir özelliği taşıyan öyküler yazılmaya çalışıldığını, bunda sık sık başarılı olunduğunu biliyorum; bizzat Edgar Poe da çok güzel bazı öyküler yazdı. Ama bunlar sadece ilgili hedeflere uygun, gerçek yöntemlerin gücünü ispatlamaya yarayan çabalar ve eforlar gibi geliyor bana, bazı yazarlardaki (en büyüklerini seçebilirsiniz) bu kahramanca denemelerin çaresizlikten kaynaklandığına inanıyorum.¹

    * * *

    Bu biricik dâhinin eserleri üzerine söyleyecek az şeyim var; kamuoyu yakında bu eserler hakkında ne düşündüğüne karar verecektir. Benim için onun metodunu çözmek, çalışma yöntemini açıklamak, eserlerinin özellikle yapılan etkinin beceriyle kotarılan analize dayandığı kısmı için, imkânsız değilse de, zor olacak. Okura Poe’nun uydurmalarının sırlarının kapısını açabilirim, özellikle Amerikan dehasının baş edilmiş bir zorluk, çözülmüş bir muamma, güç sarf ederek kazanılan bir başarıyı kutlamasına yol açan,– onun olasılıklar ve tahminler dünyasında neredeyse sapkınca zevk almasına yol açan, belli belirsiz yardımıyla tümüyle hakiki görünmesini sağladığı canard’lar² yaratmaya iten kısmına özel dikkat gösterebilirim. Kimse Poe’nun mucizevi bir jonglör olduğunu inkâr edemez; ayrıca, kendisinin eserlerinin başka bir kısmına özellikle büyük saygı duyduğunu da biliyorum. Söyleyeceğim önemli şeyler az sayıda ve çok kısalar.

    Her ne kadar ününü gösterdiği maddi mucizelere borçluysa, düşünmeyi bilen insanların hayranlığını bunlarla değil de, Güzel’e olan sevgisiyle, güzelliğin uyumla ilgili şartları hakkındaki bilgisiyle, derin ve dokunaklı, dikkatle işlenmiş, ama yine de kristal bir mücevher gibi doğru ve şeffaf şiirleriyle,– o hayran olunası, arı ve tuhaf, bir zırhın geçme yerleri kadar derli toplu, kendinden memnun, ince hesaplı, en ufak bir kıvrımıyla okuyucuyu istenen sona doğru itmeyi başaran üslubuyla,– ve nihayet, davranışların düzenindeki istisnayı hatasız, büyüleyici, dehşetengiz bir şekilde resmedip açıklamasını sağlayan çok özel dehasıyla, o biricik mizacıyla kazandı. Diderot, yüzlerce benzeri arasında bir örneği seçmem gerekirse, kanlı canlı bir yazardır; Poe ise hem sinirlerin yazarı, hem de daha fazlasıdır,– ve bildiklerim arasında en iyisidir.

    Onun herhangi bir konuya girişi her zaman çekicidir, şiddet kullanmaz, hortum oluşturan rüzgârlar gibidir sanki. Ağırbaşlılığı zihni şaşırtır, tetikte kalmasını sağlar. Hemencecik ağır önem taşıyan bir mesele olduğunu anlarız; sonra, yavaş yavaş, azar azar, bir hikâye açımlanmaya başlar; hikâyenin ilginçliği zekânın varla yok arasındaki sapmasına, cüretkâr bir hipoteze, yetilerin alaşımına eklenmiş basiretsizce büyük bir tabiat dozajına dayalı olabilir. Sanki baş dönmesine tutulmuş gibi büyülenmiş olan okur, yazarın girift çıkarımlarını takip etmeye mecbur kalır.

    Başka hiç kimse, tekrarlıyorum, insan hayatının ve doğasının istisnalarını;– nekahet döneminin tuhaflıklarının heyecanlarını;– insanı takatten düşüren ihtişamlarla yüklü mevsim sonlarını, nemli ve sisli, basık havada güney rüzgârının sinirleri bir müzik âletinin telleri gibi yumuşatıp gevşetmesini; gözlerin yürekten gelmeyen gözyaşlarıyla dolmasını;– halüsinasyonun önce yerini şüpheye bırakmasını, kısa süre sonra ikna edici olup bir kitap gibi geçerli nedenlerle dolu olmasını;– saçmalığın zekâda yer tutup, onu ezici mantığıyla idare etmeye başlamasını;– histerinin iradenin makamını gasp etmesini, sinirlerle zihin arasında bir çelişkinin kurulmasını, çehrenin tümden istemsizce gülerek hüznünü ifade etmesini daha büyülü bir şekilde anlatmamıştır. Tüm bunları en uçucu oldukları yerde analiz eder; akıl sır ermez olanı tartar, etkileri öylesine korkunç olan kesin ve bilimsel tavırla, asabi insanın etrafında uçuşmakta olan tüm o hayali dünyayı tasvir eder ve onu şerre yöneltir.

    Kendini grotesk aşkına groteske, dehşet aşkına dehşete vermesindeki heves, eserlerinin samimiliğini teyit eder ve şairi adamla denkleştirir sanki. Pek çok insanda bu hevesin genellikle engin, atıl bir hayat enerjisinden, kimi zaman insanların kendi kendini maruz bıraktığı bir perhizden, kimi zaman da derin, baskılanmış bir duyarlılıktan geldiğini daha önce söylemiştim. Kendi kanının akmasını seyreden bir insanın alabileceği doğaüstü zevk, ani, şiddetli, beyhude hareketler, herhangi bir zihinsel iradenin etkisi olmadan havaya atılan çığlıklar hep aynı türden fenomenlerdir.

    Havanın seyreltilmiş olduğu bu edebiyatın koynunda, ruhumuz, zengin ve tuhaf mekânlarda barınan o belirsiz endişeyi, hemen gözyaşlarına dönebilecek o korkuyu, o kalp sıkıntısını hissedebilir. Ama hissettiği hayranlık duygusu daha büyük olacaktır, sanat öylesine büyüktür çünkü! Araç olarak kullandığı her şey tam tamına karakterlerinin ruhuna uygundur. Doğanın yalnızlığı, şehrin heyecanı hep heyecanla, fantastik bir dille ifade edilir. Sanatını büyük şiirin düzeyine yükseltmiş olan memleketlimiz Eugene Delacroix gibi, Edgar Poe da biçimlerini yeşil ya da menekşe rengi bir fonun üzerinde hareket ettirmeyi sever, bu fonda taşlaşmanın yakamozları ve fırtınanın kokusu kendini belli eder. Cansız doğa, bu üslupla anlatılınca, yaşayan şeylerin doğasına iştirak eder ve onun gibi, doğaüstü ve galvanik titremeyle sarsılır. Afyon mekânın derinliklerine sızmıştır; afyon tüm renklere sihirli bir ton verir, her sesin en kulak doldurucu ihtişamla tınlamasını sağlar çünkü. Bazen, ışık ve renkle dolu muhteşem hayaller bir anda yayılıverir manzaranın üzerinde; ve en uzak ufukta şark şehirlerini ve mimarisini görürüz, uzaklardaki sisle sarmalanmış, güneşin altın yağmurunun altında.

    Poe’nun karakterleri, daha doğrusu Poe’nun kendi karakteri, keskinleşmiş duyuların, gevşemiş sinirlerin adamının, hevesli ve sabırlı iradesi tüm zorluklara direnen, bakışı sebatla, bir kılıç gibi sert, o baktıkça büyüyen nesnelere dikilmiş olan adamın karakteri– bu adam Poe’nun bizzat kendisidir.– Kadınlarıysa, hep ışıltılı, hep hastalıklıdır, tuhaf hastalıklardan ölmektedirler, müziğe benzer bir sesle konuşurlar, onlar da kendisidir; ya da, en azından, o tuhaf arzularıyla, bilgileriyle, şifa bulmaz melankolileriyle, yaratıcılarının doğasını büyük ölçüde paylaşırlar. Poe’un ideal kadınına, Titanide’ine gelirsek, bu kadın, türlü portrelere bürünmüş olarak, sayısı ne yazık ki çok az olan şiirlerine dağıtır kendini, güzelliği hissetmenin yollarıdır daha çok bu portreler; yazarın mizacı bunları bir araya toplar, muğlak ama hissedilir bir birlik içinde kaynaştırır; ve burada, belki diğer her yerden daha incelikli olarak, onun Güzel’e duyduğu dindirilemez tutku ışıldar; Poe’nun en büyük iddiası, daha doğrusu tüm iddialarının özü de budur: Şairlerin sevgisine ve saygısına hak kazanmak.³


    1. Baudelaire’nin 1857’de Poe’dan yaptığı çevirilerin ikinci cildini sunmak için yazdığı Edgar Poe Üzerine Yeni Notlar başlıklı denemesinden. (ç.n.)

    2. İng. Uydurma haber. (y.n.)

    3. Baudelaire’nin 1856’da yazdığı Edgar Allan Poe, Hayatı ve Eserleri başlıklı denemesinin 4. bölümü. (ç.n.)

    Merakınız Sonsuz Olsun

    Armağan Ekici

    Poe’nun dünyasına ilk adımını atacak okur: Sıradanın, gündeliğin çok dışındaki bir zihnin eserleriyle karşılaşacağın, dilin, anlatının okuru nasıl şaşırtabileceğini, nasıl bambaşka dünyaların, gizem ve düş gücünün kapılarını açabileceğini göreceğin için şanslısın.

    Ben de 48 yaşımda– Poe’nun 1849’da öldüğü yaştan sekiz yaş daha büyükken– ilk defa 14 yaşımdayken tanıştığım, hayatım boyunca bana şu ya da bu derecede eşlik etmiş, zihnimde temel bir yeri doldurmuş bu öyküleri çevirerek onları tekrar çok yakından okuduğum, yeni ayrıntılarını, yeni inceliklerini gördüğüm, bu ilişkiyi tekrar perçinlediğim için şanslıyım.

    14 yaşımda okuduğum kitap, Adam Yayınları’ndan çıkan "Olağandışı Öyküler"di; Memet Fuat’ın çevirdiği Morg Sokağı Cinayeti (5 öykü, 1954) ve Tomris Uyar’ın çevirdiği Altın Böcek (9 öykü, 1969) tek ciltte derlenmişti. Bu kitap, Sait Maden’in güzel kapağı, Adam Yayınları’nın o sırada kullandığı tekstürlü kartonun zaman içinde güzelce yıpranmasıyla hâlâ kütüphanemin en değerli, en temel kitaplarından biri. Bu çeviri de bir açıdan, Memet Fuat/Tomris Uyar kuşağının Türkçeye yaptığı katkılara bugünün gözüyle, benim gözümle bir saygı duruşu.

    Ortaokulda arkadaşlarımla birlikte bu kitabı büyük bir heyecanla okuduğumuzu, özellikle Kuyu ve Sarkaç’taki gerilime hayran kaldığımızı dün gibi hatırlıyorum. Altın Böcek’te sırrın kademe kademe çözülmesinin başımı döndürdüğünü de hatırlıyorum; sonradan, kitap ve edebiyat merakımda çok büyük etkisi olmuş Enis Batur’un da çocuk yaştayken radyo tiyatrosunda Altın Böcek’i dinleyerek çok etkilenmiş olması içimi ısıtan bilgilerden biri.

    Benim için daha geriye giden bir kitap daha var. Everymans Library’nin karton kapaklı Tales of Mystery and Imagination’unu annem, doğumumdan üç yıl önce, üniversite öğrencisi iken babama hediye etmiş, ikisi de güzel elyazılarıyla içine bir şeyler yazmışlar. Bu kitap da hem daha sonra İngilizce öğrenmeye çalışmaya başladığım yıllarda, bundan beş-on yıl sonra daha iyi öğrenince baştan sona okuyarak ve en sonunda bu çeviri çalışması boyunca sürekli yanımda gezerek, benimle seyahatlere çıkarak anlam ve anı katmanlarını zenginleştirdikçe zenginleştirdi.

    Öyküleri ifşa etmek, hele Poe gibi bir ustayla okurunun arasına girmeyi hiç istemem. Öykülerini nasıl incelikle kurduğunu, sonda ifşa edilen sürprizin nasıl öykü boyunca adım adım haklı çıkarılarak hazırlandığını siz de göreceksiniz. Sadece birkaç işaret vermekle yetineceğim: Poe’nun bir karakteri alnının genişliği ile tanımladığı zaman Poe’nun kendi alnının genişliğini hatırlayın; Poe’nun aileden gelen özelliklerden bahsettiği zaman Poe’nun çocuk yaşta kaybettiği tiyatrocu ailesini düşünün; üniversite öğrencisiyken, William Wilson’da anlatılan kandırmacanın bizzat mağduru olmuş olduğunu bilin.

    Bundan sonrası içinse, tek tavsiyem: Merak edin, kurcalayın. Poe’nun az kullanılan kelimeler, yabancı dilden alıntılar, tuhaf kitaplara referanslar verdiğini göreceksiniz– Google’a, sözlüklere bakın, cevapları bulacaksınız. Poe’nun izlerini takip etmeye başlayın– örneğin, Fransız şiirinin dev ismi Baudelaire, neredeyse tüm estetik anlayışını Poe’nun sanatını tasvir ederek savunmuş; biraz önce okuduğunuz paragraflar, Poe’dan yaptığı pek çok çeviriyi sunarken yazdığı denemelerde öykülerden bahsettiği satırlar. Baudelaire’in savunduğu, zamanın estetik, güzellik anlayışlarına, konularına karşı çıkan, melankoliyi, kötülükleri, çirkinlikleri de sanata dahil eden, insanın arka yüzüne bakmaya cesaret eden bu dekadan sanat (çöküş, batış, günbatımı sanatı), Türkçede Ahmet Haşim’i, Yahya Kemal’i, dekadanları topatan kavununa benzeterek dalga geçen Ahmet Rasim’i yaratmış, Türkçenin pek çok önemli şairi kendilerini Baudelaire çevirerek denemişler.

    Sherlock Holmes’a meraklıysanız, bu kitapçıkta Sherlock arketipinin– o tuhaf davranışlı, kimsenin göremediğini gören, çözemediğini çözen ultra-rasyonel kişinin– edebiyat tarihinde ilk defa ortaya çıktığı öykülerin ikisini okuyacaksınız: Rue Morgue’un Dupin’i ile Altın Böcek’in Legrand’ı, Sherlock Holmes’a (ve Agatha Christie’nin Poirot’su gibi, bu tipin göründüğü sayısız başka polisiyeye) ilham veren ilk, kaynak karakterler.

    İngilizce öğreniyorsanız, Poe’nun zengin, katmanlı, bazı açılardan eskimiş, oyuncaklı dili ile kendinizi zorlayın. eapoe.org adresindeki dipnotlardan, açıklamalardan, biyografik bilgiden yararlanın.

    Poe’nun müzikteki, görsel sanatlardaki sinemadaki, animasyondaki sayısız uyarlaması ile ilgilenin: Harry Clarke’ın, Arthur Rackham’ın Poe illüstrasyonlarını bulun, bunları metinlerin sizin hayalinizde bıraktığı izlerle karşılaştırın. Müzikteki etkileri içinse, Alan Parsons Project’in Tales of Mystery and Imagination albümü ile başlayın bu araştırmaya; aynı grubun yıllar sonra yaptığı Stereotomy şarkısını da atlamayın. Merakınız sonsuz olsun.

    Gammaz Yürek

    Doğru! –Sinirliydim– fena halde, fena halde sinirliydim, hâlâ da öyleyim; ama niçin bana deli diyorsunuz? Hastalığım duyularımı keskinleştirmişti– yok etmemişti onları– köreltmemişti. Öncelikle, işitme duyum özellikle keskindi. Göklerdeki ve yerdeki her şeyi duyuyordum. Cehennemdeki pek çok şeyi de. Söyleyin hele, bu nasıl delilik? Kulak verin bana! Kulak verin de görün hikâyenin tümünü size nasıl sağlıklı bir dille– nasıl sakince anlatabileceğimi.

    Bu fikrin beynime ilk girişi nasıl oldu söylemem mümkün değil; ama, bir kez peydahlanınca, gece gündüz yakamı bırakmadı. Bir çıkar deseniz, yoktu. Bir hırs deseniz, o da yoktu. İhtiyarı severdim. Hiçbir yanlışını görmemiştim. Bana hakaret ettiği olmamıştı. Altınında gözüm yoktu. Gözü yüzünden oldu bence! Evet, buydu! Akbaba gözü gibi bir gözü vardı– soluk mavi, üzerinde saydam bir tabaka. Bu gözü ne zaman bana çevirse kanım donardı; böylece, yavaş yavaş– çok ağır adımlarla– kararımı verdim, ihtiyarın canını alacak, böylece bu gözden sonsuza dek kurtulacaktım.

    İşte işin püf noktası burada. Siz beni deli sanıyorsunuz. Deliler hiçbir şey bilmezler oysa. Siz asıl beni görmeliydiniz. Nasıl akıllıca ilerlediğimi– nasıl sessiz ve derinden– niyetimi hem de nasıl gizleyerek işe giriştiğimi! Onu öldürmeden önce tam bir hafta boyunca ona hiç olmadığım kadar nazik davrandım. Her gece, gece yarısına yakın, kapısının kolunu çevirip açtım– nasıl da yumuşacık! Sonra, kapıyı kafamın geçeceği kadar aralayınca, karartılmış bir lâmbayı içeri soktum, her tarafı kapalı bir lâmbaydı, hiç ışık sızdırmayacak kadar kapalı, sonra da kafamı içeri daldırdım. Ah, kafamı nasıl sinsice daldırdığımı bir görseniz gülerdiniz! Çok yavaşça hareket ettirdim kafamı– çok, çok yavaşça– ihtiyarı uykusundan uyandırmayayım diye. Kafamı, yatakta yattığını görebilecek kadar içeri sokmam bir saat sürüyordu. Ha!– Bir deli bu kadar akıllı olabilir mi bakalım? Sonra, kafam odaya iyice girince, lambayı dikkatle açıyordum– ah, öylesine bir dikkatle– dikkatle (çünkü menteşeleri gıcırdıyordu)– incecik, tek bir ışık huzmesinin akbaba gözünün üzerine düşmesine yetecek kadar açıyordum. Bu işlemi yedi uzun gece boyunca tekrarladım– her gece tam gece yarısında– ama gözü her defasında kapalı buldum; bu durumda işimi görmem olanaksızdı, çünkü ihtiyar değildi derdim, Kem Gözü’ydü. Her sabah, gün ışıdığında, cüretle odasında daldım, onunla korkusuzca sohbet ettim, candan bir sesle konuşup adıyla hitap ettim, rahat uyudunuz mu diye sordum. Anlıyorsunuz ya, her gece tam on ikide o uyurken onu gözetlediğimden şüphelenmesi için sahiden de pek derin görüşlü bir ihtiyar olması gerekiyordu.

    Sekizinci gece her zamankinden daha dikkatliydim kapıyı açarken. Bir saatin yelkovanının hareketi bile elimin hareketinden hızlıydı. O geceye dek, kendi kudretimin–

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1