Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Böyle Buyurdu Zerdüşt
Böyle Buyurdu Zerdüşt
Böyle Buyurdu Zerdüşt
Ebook407 pages5 hours

Böyle Buyurdu Zerdüşt

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Düşünce tarihinin çığır açan eseri Böyle Buyurdu Zerdüşt, Nietzsche'nin olağanüstü edebi üslubuyla çağlar boyu dünyayı dolaşacak bir karakteri, Zerdüşt'ü bize armağan etti. Onun yolculuğu gündelik hayatın arayışlarını geride bırakarak felsefeye açılabilecek bir kapı aralıyor.
Evet! Yukarıdan bakmalıyım kendime ve yıldızlarıma, ancak o zaman diyebilirim, bu benim doruğum diye; son doruğum olarak bir tek bu kaldı bana!
Böyle buyurdu Zerdüşt, yukarı çıkarken, katı sözlerle yüreğini teselli ederken, çünkü hiç olmadığı kadar yaralıydı yüreği. Ve dağın tepesine vardığında, öteki deniz uzanıyordu gözlerinin önünde; durdu ve sustu uzun süre. Fakat gece soğuktu bu yükseklikte, gökyüzü açık ve yıldızlıydı.
Farkındayım alınyazımın, dedi sonunda hüzünle. Pekâlâ! Ben hazırım. İşte şimdi başladı son yalnızlığım.
LanguageTürkçe
Release dateJun 15, 2023
ISBN9786050982855
Böyle Buyurdu Zerdüşt
Author

Friedrich Nietzsche

Friedrich Nietzsche (1844–1900) was an acclaimed German philosopher who rose to prominence during the late nineteenth century. His work provides a thorough examination of societal norms often rooted in religion and politics. As a cultural critic, Nietzsche is affiliated with nihilism and individualism with a primary focus on personal development. His most notable books include The Birth of Tragedy, Thus Spoke Zarathustra. and Beyond Good and Evil. Nietzsche is frequently credited with contemporary teachings of psychology and sociology.

Related to Böyle Buyurdu Zerdüşt

Related ebooks

Reviews for Böyle Buyurdu Zerdüşt

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Böyle Buyurdu Zerdüşt - Friedrich Nietzsche

    Böyle Buyurdu Zerdüşt

    DOĞAN KİTAP TARAFINDAN YAYIMLANAN DİĞER KİTAPLARI:

    https://www.dogankitap.com.tr/yazar/friedrich-nietzsche

    BÖYLE BUYURDU ZERDÜŞT

    Orijinal adı: Also Sprach Zarathustra

    Yazan: Friedrich Nietzsche

    Almanca aslından çeviren: Çiğdem Canan Dikmen

    Yayına hazırlayan: Sıla Arlı

    Türkçe yayın hakları: © Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. A.Ş.

    Dijital yayın tarihi: /Haziran 2021 / ISBN 978-605-09-8285-5

    Kapak tasarımı: Cüneyt Comoğlu

    Kapak illüstrasyonu: Sönmez Karakurt

    Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. A.Ş.

    19 Mayıs Cad. Golden Plaza No. 3 Kat 10, 34360 Şişli - İSTANBUL

    Tel. (212) 373 77 00 / Faks (212) 355 83 16

    www.dogankitap.com.tr / editor@dogankitap.com.tr / satis@dogankitap.com.tr

    Böyle Buyurdu Zerdüşt

    Friedrich Nietzsche

    Çeviren: Çiğdem Canan Dikmen

    Herkes için ve hiç kimse için bir kitap

    Birinci bölüm

    Zerdüşt’ün ön konuşması

    1

    Zerdüşt otuz yaşındayken memleketini, memleketindeki gölü terk edip dağlara çıktı. Dağlarda iç dünyasının ve yalnızlığının tadını çıkardı ve on yıl boyunca bundan bıkmadı. Fakat sonunda değişti yüreği – ve bir sabah tan yeri kızıla bürünürken kalkıp güneşi karşıladı ve ona şöyle dedi:

    "Ey, büyük yıldız! Ne olurdu mutluluğun, aydınlattıkların olmasa?

    On yıl boyunca buraya, tepedeki mağarama geldin; ben olmasaydım, kartalım ve yılanım olmasaydı, kendi ışığından da bu yolu kat etmekten de usanırdın.

    Fakat biz her sabah bekledik seni, bitmek tükenmek bilmeyen nimetlerinden faydalandık ve bunun için kutsadık seni.

    Bak! Haddinden fazla bal toplamış arılar gibi bıktım usandım bilgeliğimden; avuç açacak ellere ihtiyacım var benim.

    İnsanlar arasındaki bilgeler budalalıklarından ve yoksullar zenginliklerinden bir kez olsun yeniden memnuniyet duyana dek vermek ve dağıtmak istiyorum.

    Bu yüzden, tıpkı senin akşamları denizin ardına geçip yeraltı dünyasını da ışığa kavuşturduğun gibi, ben de inmeliyim derinliklere, ey fevkalade zengin yıldız!

    Ben de tıpkı senin gibi, aşağı inip aralarına karışmak istediğim insanların dedikleri gibi, batmalıyım.

    Bu yüzden kutsa beni, çok büyük bir mutluluğa bile kıskanmadan bakabilen kıpırtısız göz!

    Taşmak isteyen kabı kutsa ki altın yaldızlı sular aksın o kaptan ve dört bir yana taşısın senin o sonsuz hazzının yansımasını!

    Bak! Bu kap yine boş olmak istiyor ve yine insan olmak istiyor Zerdüşt."

    Böyle başladı Zerdüşt’ün batışı.

    2

    Zerdüşt yalnız indi dağdan ve inerken kimsecikler çıkmadı yoluna. Fakat ormana vardığında, kök aramak üzere muazzam kulübesinden çıkmış bir ihtiyar beliriverdi karşısında. Ve ihtiyar şöyle dedi Zerdüşt’e:

    "Yabancı değil bu gezgin bana; birkaç yıl önce geçmişti buralardan. Zerdüşt’tü adı; fakat değişmiş belli ki.

    O zamanlar küllerini taşırdın dağlara; şimdi de ateşini mi taşımak istiyorsun ovalara? Korkmuyor musun kundakçılara verilen cezalardan?

    Evet, tanıdım Zerdüşt’ü. Art niyet nedir bilmez bakışları ve tek bir kötü söz bile gizlenmez dilinin ucunda. Bu değil mi, bir dansçı gibi yürümesinin nedeni?

    Değişmiş Zerdüşt, çocuktu Zerdüşt, uyanmış Zerdüşt; ne işin var senin şimdi, uyuyanların yanında?

    Bir denizde yaşar gibi yaşadın yalnızlıkta ve deniz taşıdı seni. Vah vah, artık karaya çıkmak istiyorsun, değil mi? Çok yazık, yine kendin sürüklemek niyetindesin bedenini, öyle mi?"

    İnsanları seviyorum diye cevap verdi Zerdüşt.

    Ben neden geldim bu ormana ve bu ıssızlığa? dedi ermiş. "İnsanları ziyadesiyle sevdiğim için, değil mi?

    Artık tanrıyı seviyorum; insanları sevmiyorum. İnsan kusurlu bir şey benim için. İnsanları sevmek muhtemelen ölümcül olur benim için."

    Bunun üzerine şöyle dedi Zerdüşt: Sevgiden söz eden kim! Ben bir armağan götürüyorum insanlara.

    Onlara hiçbir şey verme dedi ermiş; "Bir şey vermektense bir şey al onlardan ve onlarla birlikte taşı aldığın şeyi – bu onlara çok iyi gelecektir; sana iyi geliyorsa tabii!

    Fakat illa bir şey vermek istiyorsan, sadakadan fazlasını verme ve bırak, dilensinler bunun için de!"

    Hayır dedi Zerdüşt; Ben sadaka vermem. Sadaka verecek kadar fakir değilim.

    Ermiş güldü Zerdüşt’e ve şöyle dedi: "Öyleyse kabul ettirmeye bak hazinelerini! Münzevilere karşı güvensizdir onlar ve inanmazlar armağanlar vermek için geldiğimize bizim.

    Sokaklarda duyulan ayak seslerimiz tuhaf gelir onlara. Ve geceleri onlar yataklarındayken, daha çok varken gündoğumuna, bir adamın yürüdüğünü duyarlarsa, muhtemelen ‘Nereye gidiyor bu hırsız?’ diye sorarlar kendi kendilerine.

    İnsanların yanına gitme, ormanda kal! Hayvanların yanına git daha iyi! Neden benim gibi –ayılar arasında bir ayı, kuşlar arasında bir kuş– olmak istemiyorsun?"

    Peki ya sen ermiş, sen ne yaparsın ormanda? diye sordu Zerdüşt.

    "Şarkılar besteler ve söylerim; şarkılar bestelerken güler, ağlar ve mırıldanır, böylece methiyeler düzerim tanrıya.

    Şarkı söyleyerek, ağlayarak, gülerek ve mırıldanarak, benim tanrım olan tanrıyı överim. Sen ne armağan getirdin bize?" diye karşılık verdi ermiş.

    Zerdüşt bu sözleri duyunca: Neyim var ki benim size verecek! Bırakın da gideyim hemen, hiçbir şeyinizi almadan! dedi ve selamladı ermişi. – Böylece ayrıldılar, ihtiyar ve Zerdüşt, iki küçük oğlan gibi gülerek.

    Fakat Zerdüşt yalnız kalınca şöyle dedi yüreğine: "Şu işe bak! İhtiyar ermiş, ormanında bihaber henüz – tanrının öldüğünden!"

    3

    Zerdüşt ormanın kenarındaki en yakın şehre geldiğinde, halkın pazaryerinde toplanmış olduğunu gördü; çünkü bir ip cambazının gösteri yapacağı duyurulmuştu. Ve Zerdüşt şöyle dedi halka:

    Size üstinsanı öğreteceğim. İnsan aşılması gereken bir şeydir. Onu aşmak için ne yaptınız?

    Şimdiye kadar tüm varlıklar kendilerinden üstün bir şeyler yarattılar, fakat siz bu muazzam taşkında alçalmak istiyor ve insanı aşmaktansa hayvana dönmeyi tercih ediyorsunuz, öyle mi?

    İnsan için ne ifade eder maymun? Bir kahkaha ya da acı dolu bir utanç. İşte insan aynen bu olsa gerek üstinsan için: Bir kahkaha ya da acı dolu bir utanç.

    Kurtçuktan insana doğru yol aldınız ve hâlâ o kurtçuğa özgü çok şey var içinizde. Bir zamanlar maymundunuz ve şimdi bile herhangi bir maymundan daha maymundur insan.

    İçinizdeki en bilge kişi bile bitki ile hayaletin bir çatışması, bir melezidir sadece. Fakat ben size hayalet ya da bitki olun mu diyorum?

    İşte, üstinsanı anlatıyorum size!

    Üstinsan yeryüzünün anlamıdır. Üstinsan yeryüzünün anlamı olmalı, demeli istenciniz!

    Kardeşlerim, yeryüzüne sadık kalın ve bu dünyanın ötesindeki umutlardan söz edenlere ne olur inanmayın! Onlar bilerek ya da bilmeyerek sizi zehirleyenlerdir.

    Yaşamı değersiz görürler, yok olmaya yüz tutmuş ve kendi kendilerini zehirlemişlerdir; yeryüzü öyle bıktı ki bunlardan, yeridir – bu dünyadan göçüp gitseler!

    Tanrıya edilen küfür en büyük küfürdü bir zamanlar, fakat tanrı öldü ve dolayısıyla o kâfirler de öldü. Şimdi en korkuncu yeryüzüne küfretmek ve bilinemez olanın bağrına yeryüzünün anlamından daha çok kıymet vermek!

    Bir zamanlar ruh aşağılayarak bakıyordu bedene ve o zamanlar bu aşağılamaydı en çok yüceltilen – Ruh bedenin cılız, iğrenç olmasını, açlıktan ölmesini isterdi. Böylelikle bedenden ve yeryüzünden kurtulabileceğini düşünürdü.

    Ah, o ruhun kendisi hâlâ cılız ve tiksindiriciydi, açlıktan ölmek üzereydi ve gaddarlıktı o ruhun en büyük zevki!

    Peki ya siz, kardeşlerim, söyleyin bana; ne diyor bedeniniz ruhunuz için? Sizin de yoksulluktan, pislikten ve acınası bir hazdan ibaret değil mi hâlâ ruhunuz?

    Hakikaten kirli bir akarsudur insan. Kirli bir akarsuyu kirlenmeden içine alabilmek için artık bir deniz olmak gerekir.

    İşte, üstinsanı anlatıyorum size: Üstinsandır o deniz; sizin o büyük aşağılamanız kaybolup gidebilir içinde.

    Nedir deneyimleyebildiğiniz en büyük şey? Büyük aşağılamanın vakti. Mutluluğunuzdan da aklınız ve erdeminizden de tiksindiğiniz vakit.

    Şunu söylediğiniz vakit: Ne kıymeti var ki benim mutluluğumun? Yoksulluk, pislik ve acınası bir hazdır o. Oysaki bizzat haklı çıkarmalıydı var olmayı!

    Aklımın ne kıymeti var? Bir aslanın avına göz diktiği gibi iştahla arıyor mu ki bilgiyi? Yoksulluk, pislik ve acınası bir hazdır aklım! dediğiniz vakit.

    Ne kıymeti var erdemimin? Henüz öfkeden kudurtmadı beni. Öyle usandım ki iyimden ve kötümden! Yoksulluk, pislik ve acınası bir hazdır hepsi! dediğiniz vakit.

    Ne kıymeti var ki adaletimin? Görüyorum ki ne közüm ne de kömürüm ben. Oysa köz ve kömürdür adil olan! dediğiniz vakit.

    Merhametimin ne kıymeti var? İnsanları sevenin mıhlanacağı çarmıh değil mi merhamet? Fakat benim için, çarmıha germek değil merhamet dediğiniz vakit.

    Hiç böyle dediniz mi? Böyle haykırdınız mı hiç? Ah, ne çok isterdim, böyle haykırdığınızı duymayı!

    Günahınız değil – kanaatkârlığınız haykırıyor göklere, günahlarınızda bile cimriliğiniz haykırıyor göklere!

    Hani, sizi diliyle yalayacak yıldırım nerede? Nerede aşılanacağınız çılgınlık?

    İşte, üstinsanı anlatıyorum size: O yıldırım, o çılgınlıktır üstinsan! –

    Zerdüşt bunları söyleyince, halkın arasından biri: Yeterince laf dinledik ip cambazı hakkında; kendisini de görelim artık! diye bağırdı. Herkes güldü Zerdüşt’e. Bu sözün kendisine söylendiğini sanan ip cambazı gösterisine başladı.

    4

    Zerdüşt halka baktı ve hayretler içinde kaldı. Sonra şöyle dedi:

    İnsan, hayvan ile üstinsan arasına gerilmiş bir iptir – uçurumun üzerindeki bir ip.

    Tehlikeli bir geçiş, tehlikeli bir yolda-oluş, tehlikeli bir geriye bakış, tehlikeli bir ürperti ve duraklayıştır.

    İnsanı büyük kılan, onun bir amaç değil, bir köprü oluşudur; bir geçiş ve bir yok-oluştur insan ve budur onu sevilebilir kılan.

    Severim yok olmaya yüz tutmak dışında yaşamayı bilmeyen insanları; çünkü onlar geçmekte olanlardır.

    Severim büyük aşağılayıcıları, çünkü büyük hürmetkârlar ve öteki kıyıya duyulan özlemin oklarıdır onlar.

    Severim yok olmak ve kurban olmak için önce yıldızların ötesinde bir neden aramayan, yeryüzü günün birinde üstinsana ait olsun diye kendilerini yeryüzüne kurban edenleri.

    Severim idrak etmek için yaşayan ve günün birinde üstinsan yaşasın diye idrak etmek isteyeni. Böylece kendi yok-oluşunu ister o.

    Severim üstinsanın evini inşa etmek ve onun için toprağı, hayvanları ve bitkileri hazırlamak uğruna çalışan ve bir yolunu bulanı. Böylece kendi yok-oluşunu ister o.

    Severim kendi erdemini seveni, çünkü erdem yok olma istenci ve bir özlem okudur.

    Severim kendine bir parçacık ruh saklamak istemeyip tamamen kendi erdeminin ruhu olmak isteyeni; bu sayede köprüden ruh olarak geçer o.

    Severim kendi erdeminden kendi zaafını ve felaketini yaratanı; böylece erdemi uğruna yaşamaya devam etmek ve artık yaşamamak ister o.

    Severim haddinden çok erdeme sahip olmak istemeyeni. Bir erdem ikisinden daha fazla erdemdir; çünkü felaketin bağlandığı daha çok düğümdür o.

    Severim kendi varlığı yitip gideni, teşekkür ve karşılık beklemeyeni; çünkü her zaman verir ve vermekten kaçınmak istemez o.

    Severim şansı yaver gittiğinde utanan ve kendi kendine: Ben hilekâr bir oyuncu muyum ki? diye soranı – çünkü mahvolmak ister o.

    Severim büyük söz söyleyeni ve daima vaat ettiğinden daha fazlasını yapanı; çünkü kendi yok-oluşunu ister o.

    Severim gelecektekileri haklı gösteren ve geçmiştekileri azat edeni; çünkü şimdide olanlar yüzünden mahvolmak ister o.

    Severim tanrısını sevdiği için onu insafsızca cezalandıranı; çünkü tanrısının öfkesi yüzünden mahvolacaktır o.

    Severim yaralandığında bile ruhu derin olanı ve küçük bir tecrübe yüzünden mahvolabileni; böylelikle köprüden seve seve geçer o.

    Severim kendini unutacak ve her şey içinde olacak kadar ruhu dolup taşanı; böylelikle her şey yok oluşu olur onun.

    Severim hür bir ruh ve hür bir yürek olanı; böylelikle yalnızca yüreğinin içi olur onun kafası, fakat yüreği onu yok-oluşa götürür.

    Severim ağır damlalar gibi olan herkesi, birer birer düşerler insanların üzerindeki kara buluttan, yıldırımın yaklaşmakta olduğunu haber verir ve haberciler olarak yok olurlar.

    Bakın, ben bir yıldırım habercisiyim ve buluttan düşen ağır bir damlayım; işte o yıldırımın adıdır üstinsan.

    5

    Zerdüşt bu sözleri söyledikten sonra yine halka baktı ve sustu: İşte oradalar dedi yüreğine, "Orada öylece durmuş, gülüyorlar. Beni anlamıyorlar; ben bu kulaklar için ağız değilim.

    Gözleriyle dinlemeyi öğrenmeleri için acaba önce kulaklarını mı patlatmalı? Davullar ve tövbe etmeye çağıran rahipler gibi gürültü patırtı mı çıkarmalı? Yoksa sadece kem küm edenlere mi inanıyor bunlar?

    Gurur duydukları bir şeyleri var. Peki ne diyorlar onları gururlandıran şeye? Terbiye diyorlar, buymuş onları çobanlardan ayıran şey.

    Bu yüzden hoşlanmıyorlar ‘aşağılama’ sözcüğünü duymaktan. İşte bu yüzden ben gururlarına hitap edeceğim.

    En aşağılanası şeyden söz edeceğim onlara: Odur işte son insan."

    Bunun üzerine Zerdüşt şöyle dedi halka:

    İnsanın kendine bir hedef edinmesinin vakti geldi. Vakti geldi en yüce umudunun tohumunu ekmesinin.

    Toprağı hâlâ yeterince zengin bunun için. Fakat günün birinde fakir ve bereketsiz olacak o toprak; tek bir ağaç bile ondan beslenip büyüyemeyecek artık.

    Eyvah! İnsanın, özleminin okunu bir daha insanların üzerinden fırlatamayacağı ve yayının kirişinin vınlamayı unutacağı vakit yaklaşıyor! Size söylüyorum: Dans eden bir yıldız doğurabilmek için içinde hâlâ kaos olmalı insanın. Diyorum ki size: Kaos hâlâ var içinizde.

    Eyvah! İnsanın artık yıldız doğurmayacağı vakit yaklaşıyor. Eyvah! Zamanı geliyor, artık kendi kendini aşağılayamayan en aşağılanası insanın.

    Bakın! Size son insanı anlatıyorum.

    Sevgi nedir? Yaratılış nedir? Özlem nedir? Yıldız nedir? – İşte bunları sorar son insan ve kırpar gözlerini.

    Bunun üzerine yeryüzü küçüldü; her şeyi küçülten son insan zıplar durur üzerinde. Toprak piresi gibidir o, mümkün değildir soyunu kurutmak; en uzun yaşayandır son insan.

    Biz mutluluğu bulduk der son insanlar ve kırparlar gözlerini.

    Yaşamanın zor olduğu yerleri terk ettiler, çünkü sıcaklığa ihtiyacı var insanın. İnsan hâlâ sever komşusunu ve sürtüşür onunla, çünkü sıcaklığa muhtaçtır insan.

    Hasta olmak ve güvensizlik günahkârlıktır son insanlar için; temkinli hareket ederler. Budaladır hâlâ taşlara ya da insanlara takılıp tökezleyenler!

    Arada bir birazcık zehir, hoş rüyalar gördürür. Ve sonunda bolca zehir hoş bir ölüme götürür.

    Çalışırlar hâlâ, çünkü çalışmak vakti iyi geçirmektir. Fakat iyi vakit geçirmekten zarar görmemeye bakarlar.

    Artık ne fakir ne de zengin olunur; ikisi de zahmetlidir. Kim hükmetmek ister ki artık? Kim itaat etmek ister? İkisi de zahmetlidir.

    Çoban yok ve bir sürü var! Herkes aynı şeyi ister, herkes aynıdır; başka türlü hisseden gönüllü gider tımarhaneye.

    Bir zamanlar tüm dünya deliydi der en hassas olanlar ve göz kırparlar.

    Kurnazdırlar ve olup biten her şeyi bilirler; bu yüzden sonu gelmez alaylarının. Hâlâ didişip dururlar, fakat barışırlar çabucak – aksi halde mideleri kaldırmaz.

    Gündüzleri ve geceleri peşindedirler küçük hazların; fakat sağlıklarına dikkat ederler.

    Biz mutluluğu bulduk der son insanlar ve kırparlar gözlerini.–

    İşte burada son buldu Zerdüşt’ün ilk –ön konuşma da denilen– konuşması; çünkü burada kalabalığın bağırışları ve istekleri kesti sözünü. O son insanı ver bize, ey Zerdüşt diye bağırıyorlardı; Bizi o son insan yap! Biz de üstinsanı armağan edelim sana! Sonra hep bir ağızdan tezahüratlar yapıp dil şaklattılar. Fakat Zerdüşt üzüldü ve şöyle dedi yüreğine:

    "Beni anlamıyorlar; ben bu kulaklar için ağız değilim.

    Şüphesiz hayli uzun süre yaşadım dağlarda, çok fazla kulak verdim derelere ve ağaçlara, şimdi çobanlarla konuşur gibi konuşuyorum onlarla.

    Dingin içim ve aydınlık, kuşluk vakti dağlar gibi. Fakat onlar benim soğuk ve korkunç şakalar yapan bir alaycı olduğumu sanıyorlar.

    Ve şimdi bana bakıp gülüyorlar ve gülerken benden hâlâ nefret ediyorlar. Buz gibi gülüşleri."

    6

    O sırada öyle bir şey oldu ki, gören herkesin dili tutuldu ve gözleri fal taşı gibi açıldı. Çünkü ip cambazı gösterisine başlamıştı. Küçük bir kapıdan çıkmıştı ve şimdi iki kulenin arasında, pazaryerinin ve kalabalığın üzerinde gerili halatın üzerinde yürüyordu. Yolun yarısına gelmişti ki, küçük kapı bir kez daha açıldı ve soytarı gibi rengârenk giyinmiş bir adam dışarı fırlayıp hızlı adımlarla ip cambazının peşi sıra yürüdü. Yürü, topal! diye bağırdı dehşet verici sesiyle; Yürü, seni tembel, düzenbaz, soluk benizli herif! Yürü git ki ayağımın altına almayayım seni! Ne işin var burada, kulelerin arasında? Yerin şu kule senin, kapatmalı seni oraya, yolunu kapatıyorsun senden daha iyisinin! Ve ağzından çıkan her sözcükle ona biraz daha, biraz daha yaklaştı; ip cambazıyla arasında sadece bir adım kalmıştı ki seyredenlerin dilini yutmasına ve gözlerinin fal taşı gibi açık kalmasına sebep olan o dehşet verici şey oldu: Bir şeytan gibi çığlık atarak, yolunu kapatan ip cambazının üzerinden atladı adam. Rakibinin zaferini gören cambaz bunun üzerine dengesini kaybetti ve ip kayıverdi ayaklarının altından; sırığı fırlattı aşağıya ve kol ve bacaklardan oluşan bir yumak gibi, o sırıktan daha hızlı düştü boşluğa. Pazaryeri ve kalabalık fırtınaya tutulmuş bir denize benziyordu; her şey bir ayrılıp bir üst üste binerek savruluyordu ve en çok da cambazın bedeninin düşeceği yerde kopuyordu fırtına.

    Fakat Zerdüşt olduğu yerde kaldı ve tam yanına düşüverdi beden; çok kötü yaralanmıştı, kırılmıştı her yanı, fakat ölmemişti henüz. Kısa bir süre sonra bilinci yerine geldi kırıklar içindeki adamın ve Zerdüşt’ün yanı başında diz çökmüş olduğunu gördü. Ne yapıyorsun sen burada? diye sordu sonunda. O şeytanın bana çelme takacağını çoktandır biliyordum. Şimdi cehenneme sürüklüyor beni. Yoksa ona engel olmak mı niyetin?

    Şerefim üzerine yemin ederim ki o sözünü ettiklerinin hiçbiri yok; ne şeytan var ne de cehennem. Ruhun bedeninden daha çabuk ölecek, hiç korkma artık!

    Adam kuşkulu gözlerle baktı. Eğer gerçeği söylüyorsan, hiçbir şey yitirmeyeceğim canımı yitirince. Döverek ve bir iki lokma ödül vererek dans etmeyi öğrettikleri bir hayvandan daha fazlası değilim ben.

    Daha neler! dedi Zerdüşt; Sen tehlikeyi meslek edindin kendine. Şimdi mesleğin yüzünden yok oluyorsun; bu yüzden kendi ellerimle gömeceğim seni.

    Zerdüşt’ün bu sözünün üzerine hiçbir şey söylemedi ölmekte olan adam; teşekkür etmek için Zerdüşt’ün elini arar gibi elini kıpırdattı sadece.–

    7

    Bu arada akşam oldu, pazaryeri karanlığa gömülünce kalabalık dağıldı; çünkü yorulur merak ve korku bile. Fakat Zerdüşt ölünün yanına, yere oturup düşüncelere daldı, böylece unutuverdi zamanı. Nihayet gece oldu ve yalnız adamın üstünden soğuk bir rüzgâr esti. O anda ayağa kalktı Zerdüşt ve şöyle dedi yüreğine:

    "Hakikaten, ne de güzel balık avladın bugün Zerdüşt! Bir insan değil, fakat bir ceset takıldı oltana.

    Tekinsizdir beşeri varlık ve hâlâ anlamsızdır, felaketi olabilir bir soytarı.

    Var olmalarının anlamını öğreteceğim insanlara; üstinsanı, insan denen karabuluttan düşen yıldırımı.

    Fakat henüz uzağım onlara ve benim duyularım hiçbir şey ifade etmiyor onların duyularının yanında. Henüz ortada bir yerdeyim insanlar için; bir deliyle bir ceset arasında.

    Karanlık gece, karanlık Zerdüşt’ün yolları. Gel, soğuk ve katı yoldaşım! Ellerimle taşıyacağım seni, gömeceğim yere."

    8

    Zerdüşt bunları söyledikten sonra cesedi sırtına aldı ve yola koyuldu. Ve daha yüz adım atmamıştı ki biri usulca yaklaştı yanına ve bir şeyler fısıldadı kulağına – Bakın şu işe! Kuleden çıkan soytarıydı konuşan. Git bu şehirden, ey Zerdüşt dedi; Burada senden nefret eden çok. İyiler ve doğru yolda olanlar nefret ediyor senden ve seni bir düşman, onları aşağılayan biri olarak görüyorlar; doğru inanca inananlar nefret ediyor senden ve halk için bir tehlike olduğunu söylüyorlar. Şanslıydın sana güldükleri için; hakikaten bir soytarı gibi konuştun. Şanslıydın bu ölü köpeğe yakınlık gösterdiğin için; kendini bu kadar küçülterek bugünlük kurtardın kendini. Yine de çık git bu şehirden – yoksa yarın üzerinden atlarım; bir ölünün üzerinden atlayan bir diri. Bu sözleri söyledikten sonra kayıplara karıştı adam, fakat Zerdüşt karanlık sokaklarda yürümeye devam etti.

    Şehrin kapısında mezarcılara rastladı; meşaleleriyle yüzünü aydınlatınca tanıdılar Zerdüşt’ü ve çok alay ettiler onunla. Zerdüşt ölü köpeği götürüyor. Vay canına, mezarcı oldu Zerdüşt! Çünkü bizim ellerimiz fazlasıyla temiz bu leş için. Zerdüşt şeytanın lokmasını mı çalacak? Peki! Bol şans öyleyse! Tabii şeytan Zerdüşt’ten daha iyi bir hırsız değilse! – İkisini de çalar, ikisini de yer şeytan! Sonra gülüşerek kafa kafaya verdiler.

    Bunun üzerine tek bir söz dahi söylemedi ve yoluna devam etti Zerdüşt. İki saat yürüdükten, ormanlardan ve bataklıklardan geçtikten sonra aç kurtların uluduklarını duydu pek çok kez ve kendisi de acıktı. Bu yüzden, ışığı yanan ıssız bir evin önünde durdu.

    Bir haydut gibi saldırıyor üzerime açlık dedi Zerdüşt; "Ormanlarda ve bataklıklarda saldırıyor açlığım üzerime, şu kapkara gecede.

    Garip huyları var benim açlığımın. Çoğu zaman yemek saatinden sonra ancak gelir, fakat bugün bütün gün gelmedi. Nerelerde oyalandı acaba?"

    Ve bu soruyla birlikte evin kapısını çaldı Zerdüşt. İhtiyar bir adam göründü kapıda; elindeki lambanın ışığını kapıya doğru tuttu ve Kim bu gelen, bana ve benim hafif uykuma? diye sordu.

    Bir diri ve bir ölü dedi Zerdüşt; Yiyecek ve içecek bir şeyler verin bana, unuttum gündüz yiyip içmeyi. Açları doyuran canına can katar, der bilgelik.

    İhtiyar bir an için uzaklaştıysa da çabucak geri döndü ve Zerdüşt’e ekmekle şarap verdi. Açlar için kötü bir yer burası dedi; Bu yüzden burada oturuyorum. Hayvan da insan da gelir bana, gelir bu münzeviye. Söyle yoldaşına, yiyip içsin o da; o senden daha yorgun.

    Yoldaşım ölü. Onu buna ikna etmem zor olacak diye karşılık verdi Zerdüşt.

    Beni ilgilendirmez dedi İhtiyar homurdanarak; Her kim çalarsa benim kapımı, kabul etmeli ona sunduklarımı. Yiyin ve sağlıcakla kalın!

    Bunun üzerine Zerdüşt yine iki saat yürüdü; yola ve yıldızların ışığına güvendi, çünkü geceleri yürümeye alışkındı ve seviyordu tüm uyuyanların yüzlerine bakmayı. Fakat gün ağarırken kendini uçsuz bucaksız bir ormanda buldu Zerdüşt ve görünürde hiç yol yoktu. Ölüyü bir ağacın kovuğuna, başının hizasına gelecek kadar yukarıya yerleştirdi –çünkü onu kurtlardan korumak istiyordu– ve sonra yere, yosun tutmuş toprağa uzandı. Bedeni yorgun olsa da gönül rahatlığıyla uzanır uzanmaz uyuyakaldı.

    9

    Uzun süre uyudu Zerdüşt, sadece şafak vaktinin kızıllığı değil, günün öğleye uzanan ışıkları da geçti çehresinden. Fakat sonunda açtı gözlerini; şaşkınlıkla baktı ormana ve sessizliğe, şaşkınlıkla baktı kendi içine. Sonra hızla, ansızın karayı gören bir denizci gibi doğruldu, sevinçle haykırdı, çünkü yeni bir hakikat görmüştü. Bunun üzerine şöyle dedi yüreğine:

    "Bir ışık aydınlatıverdi beni; yoldaşlar gerek bana, diri yoldaşlar – nereye istersem götüreceğim ölü yoldaşlar ve cesetler değil.

    Aksine, diri yoldaşlar gerek bana, kendilerini takip etmek istedikleri için beni takip eden – gitmek istediğim yere doğru.

    Bir ışık aydınlatıverdi beni; halka değil, yoldaşlarına konuşmalı Zerdüşt! Bir sürünün çobanı ve köpeği olmamalı!

    Çoğunu sürüden ayırmak – bunun için geldim. Öfkelenmeli bana halk ve sürü: Eşkıya olmak istiyor Zerdüşt çobanların gözünde.

    Çobanlar diyorum, fakat iyiler ve doğru yolda olanlar diyor onlar kendilerine. Çobanlar diyorum, fakat doğru inanca inananlar diyor onlar kendilerine.

    Bak şu iyilere ve doğru yolda olanlara! Kimden nefret ederler en çok? Değerlerinin yazılı olduğu levhaları kırandan, aykırı olandan, kuralları ihlal edenden – oysaki yaratandır o.

    Bak şu tüm inançların inananlarına! Kimden nefret ederler en çok? Değerlerinin yazılı olduğu levhaları kırandan, aykırı olandan, kuralları ihlal edenden – oysaki yaratandır o.

    Yoldaşlar arar yaratan kişi, cesetler değil, sürüler ve iman edenler de değil. Birlikte yaratacağı kişileri arar yaratan kişi, yeni levhaların üzerine yeni değerler yazanları arar.

    Yoldaşlar arar yaratan kişi ve ona hasatta eşlik edecek olanları arar, çünkü her şey hasat için olgunlaşmıştır onda. Fakat yoktur yüz tane orağı; bu yüzden yolar başakları ve öfkelenir. Yoldaşlar arar yaratan kişi, oraklarını bilemeyi bilenleri arar. ‘Yok ediciler’ diyecekler onlara, ‘iyiyi ve kötüyü aşağılayanlar’ diyecekler. Oysa hasat edenler ve kutlayanlardır onlar.

    Birlikte yaratacağı kişileri arar Zerdüşt, hasatta ve kutlamada ona eşlik edecek olanları arar. Ne yaratabilir ki sürülerle, çobanlarla ve cesetlerle!

    Ve sen, benim ilk yoldaşım, hoşça kal! Bir güzel gömdüm seni ağacının kovuğuna, iyice gizledim kurtlardan.

    Fakat terk ediyorum artık seni, vakit geldi. İki şafak vakti arasında yeni bir gerçeğe uyandım.

    Çoban olmamalıyım ben, mezarcı olmamalıyım. Bir daha konuşmak istemiyorum halkla; son kez konuştum bir ölüyle.

    Yaratanları, hasat edenleri, kutlayanları yoldaş edineceğim kendime; gökkuşağını göstereceğim onlara ve üstinsanın tüm basamaklarını.

    Münzevilere söyleyeceğim şarkılarımı ve münzevi çiftlere; her kim hâlâ kulak veriyorsa işitilmemiş olanı işitmeye, ağırlaştıracağım yüreğini mutluluğumla.

    Kendi hedefime varmak istiyorum, kendi yolumda ilerliyorum; tereddüt edenlerin ve ağırdan alanların üzerinden atlayacağım. Öyleyse benim yolum, onların yok-oluşu olsun!"

    10

    Güneş tepeye yükseldiğinde bunları söylemişti Zerdüşt yüreğine; ardından yükseklere baktı bir şeyler ararcasına – çünkü bir kuşun tiz ötüşünü duymuştu üzerinde. Bakın şu işe! Bir kartal geniş daireler çiziyordu gökyüzünde ve bir yılan sarılmıştı

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1