Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Zihin Geçidi: Karanlığın Keşfi
Zihin Geçidi: Karanlığın Keşfi
Zihin Geçidi: Karanlığın Keşfi
Ebook422 pages4 hours

Zihin Geçidi: Karanlığın Keşfi

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Güneşin karardığı bir devrin ardından yeni dünyanın çocukları gerçeklerle yüzleşiyor. Korkunç araştırmalar, teknolojiler ve keşfedişlerin olduğu bu kitapta yeni düzenin getirdiği asalet sistemi dengeleri bozuyor. Bununla birlikte insanlar yaşamı için kendi önlemlerini alıyor. Asiller ve piyonlarının gerçekleştirdiği oyunlar korkunç sonuçlar doğuruyor.


***


Bir anda altlarındaki sert topraktan zemin çamurlaştı. Üzerinde su birikintileri oluşmaya başladı. Sanki birisi içeriyi bir havuza dönüştürmüş gibi bacaklarının altındaki su yukarı doğru yükseliyordu. Ne yapmayı planlıyor? Oğlan kafasını kaldırmaya cüret edemedi ama çevresindeki insanların da bacaklarından suyun yükseldiğini hissedebiliyordu. Yükselen kütle ağzına doğru dehşetengiz bir süratle yaklaşıyordu. Nefesini tuttu. Her an su boyunu aşabilirdi. Bizi boğacak! Bu bir test. Oğlan en korkunç ölümlerden birisinin boğularak ölmek olduğunu biliyordu. Eğer şimdi bunu yapmazsam gerçek bedenimi bulup öldürürler. Yüzümü gördüler, bu onlar için çocuk oyuncağı olmalı.


****


Ars önce tüm maçlardan alacağı puanları hesaplamıştı. Sonra kıl payı kurtulup finale çıkacak şekilde savaşmıştı. Bilerek maçlarda yenilgiye uğramıştı. Ayrıca Set’i yanıltmak için kaybettiği savaşlarda taktiklerini değiştirmişti.


Adam şimdi “Ben yenilmezim, karşımdaki çocuk ise dört kez yenilmesine rağmen finale çıkmış şanslı bir ufaklık.” diye düşünüyordu muhtemelen. Özellikle Ars’ın on dört yaşında olması onun iyice büyüklenmesine sebep olacaktı. "Seni zavallı. Burada tarih yazacağım ve sen de kudurduğun kibrinden çıkacaksın." diye düşündü oğlan. 


 

LanguageTürkçe
PublisherBook Club
Release dateMar 1, 2022
Zihin Geçidi: Karanlığın Keşfi

Related to Zihin Geçidi

Related ebooks

Reviews for Zihin Geçidi

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Zihin Geçidi - Rumeysa Çayıroğlu

    GİRİŞ - Yıl: 2033

    Puslu caddelerde akan vahşet kanları havaya tuhaf bir koku bırakıyordu. İnsanlar ıssız doğanın içinden hınçla kaçıp vahşi dünyayı çepeçevre sarmıştı sanki. Savaşın ateşi canları almakla ve ruhları süpürüp götürmekle kalmamıştı. Arkasında onarılmaz boşluklar da bırakmıştı. Zaman öyle bir zamandı ki varlık izleri kül olup gitmiş gibiydi. İnsan nüfusu artık kayboluşun eşiğindeydi. Beslenmek bir açıdan kolay; bir açıdan zordu. Kolaydı; çünkü ölen insanlardan arta kalan depolarca yemek vardı. Zordu; çünkü derileri kemiklerine yapışmış bedenler varken yenilen her yemek mide bulandırıcı bir hal alıyordu.

    İnsanların bulanık duyguları belirsizlik ve yokluk içinde yüzüyordu. Zombileşmekten kaçanlar saklanıp kolonileşiyordu. Savaşları alevlendirip sonuçlarından kıyasıya kaçanlara gelince, adalet onları yavaş yavaş arıyor ve sarıyordu. Fakat artık birçok şey için, belki de her şey için çok geçti. İnsanlar ilk başta korku ve dehşete bürünmüş endişeyi hissedebiliyorlardı. Ama zamanla bu duyguları da benlikleriyle beraber ortadan kaybolmuştu. Amansız sonlara koşuyorlardı; nereye gittiklerini bilmeden. Yalnızlık hiç bu kadar hissedilir olmamıştı. Bedenleri içine alıp boğan ıssızlık, gün geçtikçe daha da ürkütücü bir hal alıyordu.

    Bıkkınlık ve tükenmişlik zihinlerini sarmalamıştı. İnsanlar fikir üreten parçalarını bastırmayı tercih ediyorlardı. Ya kalpleri? Ender olanları dışındaki bir çoğunluk, yüreklerini yeryüzü gibi buzlaştırmıştı. Kim bilir belki de gerçekleştirdikleri caniliklerdi bunun sebebi. 

    Katliamların geride bıraktığı sessizlikte dünya boğuluyordu. Kulaklarda yankılanan tek ses öfkenin ve can çekişmelerin sesiydi. Akıbet hiç de olumlu gözükmüyordu. Sanki dumanlar tarafından sarılmış gökyüzü insanoğlunun belirsiz geleceğinin temsilcisiydi: kasvetli ve bomboştu.

    Yıkımların bekçisi devrimler ise usulca büyümeyi bekliyordu. Ya her şeyin sorumlusu egemen güçler? Ayakta durmayı başaranları, vahşileştirdikleri insanlardan delicesine saklanıyorlardı. Siyahın olduğu yerde beyazın da olduğu gibi kötülerin kaldığı bu devirde iyiler de kalmıştı. Bunlar arasında denge olacak mıydı? Acı gidişata dur diyen çıkacak mıydı? Hayat mücadelesini kim ya da kimler kazanacaktı? Facianın geride bıraktığı bulanık sonuçlar insanları kendi formuna geri döndürecek miydi? Yeryüzünün parçalanmış hafızası haykırarak yanıtlarını arıyordu.

    1.BÖLÜM - Yıl: 2094

    Oğlan sanal âleme adımını attığında nefesi kesilmişti. Ayakları geri geri gitti. Ama dayandı. Gerçeği öğrenmek için yanıp tutuşuyordu. Korkudan tir tir titreyen bacakları kendine hâkim olmasını zorlaştırıyordu. Önünde duran devasa tünele adımını attı. Sarmaşıklar duvarların üstünü olduğu gibi örtüyordu. Etrafta kimse yoktu. Oğlan ürkerek yoluna devam etti. Etrafa kulak kesildi ama duyabildiği tek ses, pejmürde ayakkabılarının ıslak toprakta batıp çıkma sesleriydi. Elindeki silahı daha sıkı kavradı. Aslında daha önce hiç silah kullanmamıştı. Yine de gelmiş geçmiş en ahmakça takibi yaparken yanında bunu taşımak rahatlatıcıydı. Onu ısıtmaya yaramayan ceketine daha sıkı sarındı.

    Tünel boyunca içeriyi ışık yayan çiçekler aydınlatıyordu. Çocuk çiçeklerin enfes kokusunu sinirlerini yatıştırsın diye içine çekti. Bu, kaygısının yok olmasını sağlamadı. Aksine, duyularını uyaran kokular nasıl bir dehşete koştuğunu ona hatırlatıyordu. Sersemlemiş bir şekilde tüneli adımlıyor, yorulduğundaysa uzunca soluklanıyordu. Acele etmeliydi. Eğer burada yakalanırsa kaçma şansı hiç olmayacaktı. Ölümüne yürüyorsun. Seni bulacaklar ve kelleni bir kuyuya atacaklar. Hızlan. Ya yap şu işi ya da kaç git.

    Oğlan tıkanmasına rağmen kendisini süratlendirdi. Tünelin sonuna vardığında karşısına tavana dek uzanan ahşap bir kapı çıktı. Kapının kolu yoktu. Oğlan onu ittirmeye çalıştı ve başarısız oldu. Açamadığını anlayınca öylece dikildi. Bakışlarını kapının üstünde gezdirdi. Eliyle ahşabın dokusunu yokladı. Dokunduğu yerde bir çukur oluştu ve kapı kendiliğinden açıldı. Oğlanın kalbi delice atıyordu. Korkudan inlemek istedi ama bunu yapamayacağından adı gibi emindi.

    Geldiği yer, uzun gür ağaçlardan oluşan uçsuz bucaksız bir ormandı. İşte bu şaşırtıcıydı. Böyle bir yere geleceğini tahmin dahi etmemişti. Temkinli adımlarla ağaçların arasına girdi. Kuşların cıvıldaması ayaklarının çıkardığı sesi bastırıyordu. Oğlan derin bir soluk alarak etrafına bakındı.

    Neredeler? Hiçbir şey duyamıyorum. Gür ağaçların gölgelerinde gizlenerek yoluna devam etti. Önünde duran koca çukuru son anda fark etmişti. Ellerinde hayal meyal bir sızı hissetti. Tutunduğu ağacı bıraktı ve ellerini ışığa kaldırdı. Avuçları kızarıp kanlanmıştı, ama şu an bunu düşünecek hali yoktu. Önünde onu çok daha kötü şeyler bekliyor olmalıydı.

    Başını yukarı kaldırdı. Sanal gökyüzü normalde yapay güneş ışınlarıyla parlamasına rağmen ağaçların arası oldukça karanlıktı. Karanlığı hep ürkütücü bulurdu ama şu an saklanmasına yardım ettiği için bundan hoşnuttu. Bir yandan etrafı tarıyor diğer yandan kendine telkinde bulunuyordu fakat telkinlerinin işe yaradığından emin değildi.

    İlerisindeki ağaçlardan sızan ışığı gördüğünde sinirleri iyice gerildi. Beceriksizce nefesini düzenlemeye çalıştı. Aslında neyi beklediğini o da bilmiyordu. Bildiği tek şey aradığı gerçeğin burada olduğuydu.

    Işığın sızdığı noktaya yaklaştıkça solukları doruğa ulaştı. Oğlan bacaklarındaki gücün çekildiğini hissediyordu, aldırmadı. Buraya gerçeği bulmaya gelmişti ve öğrenmeden de dönmeyecekti. Belki de hiç dönemeyeceğim. İlerledikçe ağaçlar daha da seyrekleşiyordu.

    Kulaklarında yankılanan erkek sesleri doğru yolda olduğunu gösteriyordu. Onların kibirli gülüşleri oğlanın kararlılığını artırmaktan başka bir işe yaramadı. Onları duyabileceği bir konuma geçti. Bulduğu yer hem gölgelikti hem de dinlemek için birebirdi.

    Oğlan dalların arasında gizlediği başıyla onların nerede durduğunu görmeye çalıştı. Adamlar uçan bir toprak parçasının üstünde ziyafet çekiyorlardı. Oturdukları koltukların minderli kısımları hariç her tarafı altın kaplamaydı. Beş kişiydiler. Hepsi yaşlı görünüyordu. En ortada duran ve koltuğu oğlanın bulunduğu bölgeye dönük olan adam lanetli kraldı. Üzerinde saray kıyafeti vardı. Çirkin suratı ve sapsarı saçlarıyla tiksindiriciliği katlanıyordu.

    Gülmeyi ve anlaşılması güç laflar etmeyi kesip konuşmaya başladılar. Kral yanındaki metalik kıyafetli adama dönerek konuştu:

    Demek bu alet tamamlandığında herkesi kontrol edebilir hale geleceğim.

    Kesinlikle efendim. Bunu size temin ederim.

    Öyleyse ‘yap’ dediğim anda tüm Fenos bunu yerine getirecek. Düşünmeden, karar alamadan ve en ufak bir fikir mekanizmasını kullanmadan?

    Adam onayladı: İstisnasız hepsi.

    Kral yeniden bir kahkaha patlattı. Hepsi yürüyen heykellere dönüşecek. Onları en sevdiğim oyuncaklarım olarak kullanacağım. Parlatıp bakımlarını yaptıracağım, emirlerimi yerine getiren süs eşyalarım yapacağım onları. Adam yeninde pişmiş kelle gibi güldü. Onlara Kristal Heykellerim diyeceğim.

    Yanındaki alçaklar da kahkahalarıyla krala eşlik ettiler. Metalik kıyafetli saray görevlisi:

    Size bayılacağınız bir hediyem var majesteleri. dedi. Kral keyiften gözü dönmüş haliyle adama döndü. Hediyelere bayıldığımı bilirsin Alfenos.

    Geleceğin kristal heykellerini burada denemeye ne dersiniz efendim?

    Kralın gözleri açıldı. Seni ödüllendireceğim Alfenos. dedi.

    Yüce gönüllüğünüzle bu âcizane şahsı sevindirdiğiniz için size müteşekkirim majesteleri.

    Oğlan saklandığı delikte soluk almaya bile cesaret edemeden dikiliyordu. Korkularında haklı çıkmıştı. Şimdi de buradan çıkmalıydı. Bilmeyi umduğu –ama kabul etmeyi hiç istemediği- gerçek tüm çıplaklığıyla doğrulanmıştı. İçinde öfke, korku, kaygı ve daha birçok onu yiyip bitiren his harmanlanıp dışa vurulmaya hazır bekliyordu. Geri dönmeliyim. Başparmağını boynundaki düğmeye getirdi. Ama titreyen parmakları tereddüt ediyordu. Biraz daha beklesem sorun olmaz. Herhangi bir problemde direkt düğmeye basıp sanal gezegenden çıkarım. Elini geri çekti.

    Metalik kostümlü adam, krala deney için yapması gerekenleri anlatıyordu. Oğlan ise yere çakılmış çıldırmak üzere olan iç sesini dinginleştirmeye uğraşıyordu. Kafasına üşüşen fikirler ona öfke aşılıyordu. Oğlan kontrolden çıkmak üzere olan ruhuna hâkim oldu. Sırtını dayadığı ağaca daha sıkı yaslandı. O duruşunu düzeltirken ağaç birden yok oldu.

    Tüm ormanla birlikte...

    Aynı saniyede etrafındaki karanlık da yerini aydınlık ışık huzmelerine bıraktı. Oğlan korkudan sinmek için bile zaman bulamadan –neredeyse ormanın kaybolmasıyla aynı anda- çevresinde her yaştan insan kalabalığı oluştu. İnsanlardan bir kısmı lüks kıyafetler, süslü takılarla bezeliydi; bir kısmı gündelik elbiseleriyle duruyordu; kalanı da hırpani giyinmişti. Aniden ortaya çıkan insan sürüsü şaşkın bakışlarla çevrelerine bakıp sorular yağdırıyordu.

    Oğlan dudaklarından çıkmak üzere olan inlemeyi yuttu. Afallayarak gördüklerini anlamlandırmaya çabaladı. Kalabalığın ortasında dikildiğinden oyundan çıkma riskini göze alamazdı. Onu yiyip bitiren korku keskin ateş parçaları gibi damarlarında dolaşıyordu.

    Kral ayağa kalktı. Uçan toprak parçasının üzerinde yanlarına doğru yaklaştı. Onun attığı her adımda oğlanın kalbinden gelen gümbürtüler zirveye koşuyordu. Çevresini saran insanların meraklı konuşmaları oğlanın kulaklarında uğulduyordu. Tüm vücudu çalkalanıyordu. Garip kalabalıktaki insanların yüzlerindeyse hiçbir korku ifadesi yoktu. Yanındaki insanları taklit etti –etmeye çalıştı-. Boş gözlerle çevresine bakındı. Boğuk ve hırıltılı sesiyle sorular sordu. Onları seyreden krala bakmamak için kendini frenledi. Sadece taklit et. Senin onlardan farklı olduğunu anlamayacaktır. Taklit et!

    Kral sanki elinde mikrofon varmış gibi gür gelen konuşmasıyla onlara seslendi:

    Sevgili halkım, buraya geldiğiniz için ne kadar sevinçliyim bilemezsiniz.

    Herkesten övgü ve alkışlar koptu.

    Seni adi adam…

    Bugün sizden birkaç küçük isteğim olacak. Onları yerine getirecek misiniz? Oğlan bir yandan göz ucuyla kalabalığın tepkilerini takip ederken öbür yandan da kralı dinliyordu. Hep bir ağızdan Emrinizdeyiz. diye haykıran topluluğa o da eşlik etti.

    Kralın yüzünde lanetli bir gülümseme belirdi. Oğlan o anda üzerine atlayıp adamı öldürmek için yanıp tutuşuyordu. Fakat bunu yapsa sadece onun sanal bedenine hasar vermiş olacaktı. Yine de isteği sönmemişti, sadece birkaç dakikalığına da olsa adamın ölümün tadına varmasını istiyordu. Her bir sızısını vücudunda hissedecekti. Sanal dünyadan çıkış yaptığında yeniden dirilmiş gibi olacaktı. Ama oğlan kalabalığı yarıp o vahşi bedene erişene kadar çoktan durdurulurdu. Cebindeki silahı hatırladı. Hayır, onunla vuruş yapsa isabet ettirme olasılığı sıfırdı... Bir gün seni geberteceğim. Hayır, gebertmekten de beter edeceğim. O leş bedenin layığını bulacak seni aşağılık adam.

    Yere çömelip bana selam verin. Kalabalık çıtını çıkarmadan emri yerine getirdi.

    Kafalar neredeyse yere sürtünecekti.

    Güzel. Böyle kalın. Ben herhangi bir emir verene kadar vücudunuzu hareket ettirmeyin.

    Bir anda altlarındaki sert topraktan zemin çamurlaştı. Üzerinde su birikintileri oluşmaya başladı. Sanki birisi içeriyi bir havuza dönüştürmüş gibi bacaklarının altındaki su yukarı doğru yükseliyordu. Ne yapmayı planlıyor? Oğlan kafasını kaldırmaya cüret edemedi ama çevresindeki insanların da bacaklarından suyun yükseldiğini hissedebiliyordu. Yükselen kütle ağzına doğru dehşetengiz bir süratle yaklaşıyordu. Nefesini tuttu. Her an su boyunu aşabilirdi. Bizi boğacak! Bu bir test. Oğlan en korkunç ölümlerden birisinin boğularak ölmek olduğunu biliyordu. Eğer şimdi bunu yapmazsam gerçek bedenimi bulup öldürürler. Yüzümü gördüler, bu onlar için çocuk oyuncağı olmalı.

    Eğer adamın sözleri gerçekten bu insanlar üzerinde etki ediyorsa çıtlarını çıkarmadan ölmeyi tercih edeceklerdi. O da reflekslerine hâkim olmalıydı. Hiçbir tepki yok. Hiç!

    Su burnunu da aştı. İçinden saymaya başladı. En fazla iki dakika –yüz yirmi saniye- soluğunu tutabilirdi. Sonrası… Bir, iki, üç… Elli… Doksan sekiz… Yüz. Su kütlesi kayboldu. Oğlan usulca öksürdü. Birilerinin boğulduğunu duyabiliyordu. Anladığı kadarıyla yeniden canlandırmışlardı onları. Bu adamın eziyetlerine yeniden dayansınlar diye… Bu durumda dahi kafasını kaldırmadı. Hiçbir uzvunu hareket ettirmeden önceki pozisyonunu korudu. Ölmemiş olması içini ferahlattı.

    Sizi takdir ediyorum benim kristal heykellerim; ama bu bağlılığınızı göstermek için yeterli değil.

    Oğlan adamın bir sonraki sözlerini beklerken üşüdüğünü hissetti. Ne zaman duyguları kontrolden çıksa böyle olurdu. Ve şimdi kontrolden çıkan tek şey duygularım değil. Adam bir müddet bekledikten sonra konuşmasına devam etti.

    Bu dünyadaki en üstün kişi benim. Bunu aklınıza kazımanızı emrediyorum. Başka hiçbir şeyi üste çıkaramazsınız. Seçimleri ben( burada sesini yükselterek kelimeyi vurgulamıştı) yaparım ve siz de buna uyarsınız. Canınız istese de, istemese de.

    Topluluk başını eğerek durumunu kabullendi. Kralın ise suratında keyifli bir ifade belirdi. Oğlan kafasıyla onaylarken zihni haykırarak can çekişiyordu.

    Yoksa... adam özellikle durakladı. Geçmişte yaşadığınız gibi açlık ve susuzluk içinde yaşamayı mı tercih edersiniz?

    Çocuk kalabalığın tepkisini merak ederek insanları süzdü. Hiç kimse cevap verememişti. Herkes kafası karışmış gibi boş boş adama bakıyordu... Oğlan şimdi yavaş yavaş bir şeyleri kavramaya başlamıştı. Konu –en azından karmaşık sorular için öyle gözüküyordu- kararlar almaya gelince insanlar düşünemiyorlardı. Ama kendilerine ne yapacakları söylenirse onu kabulleniyorlardı.

    Adam insanların suratındaki karışık ifadeyi görmüş olmalıydı ki sözüne devam etti. Sürünerek özgür olmaktansa benim buyruklarıma altında yaşayan görkemli heykeller olun.

    Evet, haklıydı. Kralın son cümlesinden sonra insanların yüzü düzelmiş, kendinden emin bir hal almıştı. Sanki sevinçliydiler. Yüzleri berraklaşmış, rahatlamışlardı. Oğlan ne olursa olsun bunu kabul etmezdi. Acaba buradaki insanlar gerçek miydi yoksa bir simülasyon oyuncağından mı ibaretti?

    Kabul ettiğinize göre sizi ödüllere boğacağıma emin olabilirsiniz.

    Ödülünü al başına çal, seni…

    Şimdi son bağlılık testinize geldik, bunu da atlattığınızda zevk ve sefaya erişecek, huzur içinde bir hayatı tadacaksınız.

    Çocuk tıslamamak için kendini zor tuttu. Sırada ne var?

    Her ihtimale karşın ciğerlerini havayla doldurdu. Ama endişe ettiği olay gerçekleşmemişti… Daha kötüsü olmuştu.

    Karşısında beliren yansımasına içindeki çığlığını bastırarak baktı. Üst bedenine hâkim olabilse de bacakları yere yığılacak gibi sarsılıyordu. Kopyası sanki merhamet dilenir gibi suratına dönmüştü. Aralarında en fazla bir metre vardı. Gözünü kendi kopyasından ayırmayı başardığında çevresindeki insanların da önünde birisinin belirdiğini fark etti. Ama –küçük bir azınlık hariç-hiçbirinin önünde kendi yansıması durmuyordu. Oğlan boğazına doğru yükselen öğürmeye engel olamadı. Ancak kusmuk ağzına kadar geldiğinde onu durdurmayı başardı. Bir süre ağzında beklettikten sonra tiksindirici karışımı geri yollamak zorunda kaldı. Nefesi tıkanmıştı.

    Korkunç adam sanki durumdan aşırı zevk alırmış gibi her şeyi yavaştan alıyordu. Oğlan kendi hissettiği ürpertinin diğerlerinde de ortaya çıktığına emindi. Çünkü hepsinin karşısında dikilen vücudun yüzünde aynı acınası ifade vardı. Yalvaran surattaki acizliği hissediyordu. Yıllanmışlık, perişanlık ve acizlik. Yakıp kül eden bir acizlik.

    Karşısındaki kireç beyazı yüzü izledi. Başka yapabileceği bir şey yoktu. Adam onlardan bunu bekliyordu. Grimsi lila gözlerine baktı. Gözünün renkli kısmında koyu tonlu benekler çember şeklinde diziliydi. Özenle yontulmuşa benzeyen yüz hatları hakikaten de kristal bir heykel olmaya uygundu. Bu düşünce sinirlerini iyice bozdu. Bakışlarını dikkat çekici saçlarına çevirdi. Aralarında sarı gölgeler olan kızıl saçları dümdüzdü. Oğlan yeni bir mide patlamasının karnını hareketlendirdiğini hissetti. Midesindeki kasılmayı bertaraf etmek için vücudunu dikleştirdi. Her zaman çevresi tarafından görünüşünden dolayı değer gören biri olmuştu. Ama o bundan nefret ediyordu... Eğer bu kadar yakışıklı gözükmeseydi etrafındakiler onun başka güzelliklerini görmeye çalışabilirlerdi. Hayır, kimse anlamaya çabalamamıştı.

    Karşınızdakileri tanıdınız mı? Onlar bu hayatta en çok değer verdiğiniz kişiler. dedi kral. Duraksayıp etrafına göz attı. Yüzünde küstah bir sırıtış belirdi. Bakıyorum da içinizden birkaçının önünde kendi yansıması var. Bu seferki sadakat denemesi çok keyifli olacak desenize. derken sesi oldukça berrak geliyordu. Oğlanın sessizliğe boğmak istediği bir berraklık…

    Evet, gözlerinizi onlardan ayırmayın. Fark ettiyseniz karşınızdaki bedenlerin tek hareket eden uzuvları yüzleri. Ayrıca konuşma yetileri de yok. O yüzden onlara yapacağınız hiçbir şeyi engelleyecek güce sahip değiller. Ama siz onların ne düşündüğüyle ilgilenmiyorsunuz değil mi? Sadece benim sizden ne istediğim önemli.

    Adam yarım dakika kadar durakladı. Şimdi önünüzdeki bedenlerden gözlerinizi ayırın. Yere bakın. Orada sizin için harika araçlar bulacaksınız. Onları elinize almanızı istiyorum.

    Oğlan kendisini seyretmeyi başından beri istemiyordu ama yerde kendisini bekleyen şey her neyse onu görmektense suratına bakmayı yeğlerdi. Güçlükle kafasını yere çevirdi. Silah!

    Tabancayı kavrarken başına şiddetli bir sancı saplandı. Zonklayan başını tutmamak için kendini zorladı ve o sırada bir iki metre ilerisinde dikilen kadının yüzündeki varlık mücadelesini gördü. Demek yalnız değilmişim. Kadının karşısındaki erkek kocasına benziyordu. İkisi de kırklarında gösteriyorlardı. Adamın hafif kırlaşmış siyah saçları kıpkırmızı kesilmiş gözlerinin önüne doğru dökülüyordu. Kadınınsa yüzüne kapkara bir dehşet yayılmıştı. Kral her ne yapıyorsa bunun sınırları olmalıydı. Ya da yanılıyor muydu? Sadece kısa bir anlığına kendini düşünmeyi bıraktı ve etrafındaki insanların adamın buyruğuna uyup uymayacağını sorguladı.

    Siz sevgili oyuncaklarım –heykelciklerim- hazır olduğunuza göre emrimi veriyorum. Elinizdeki silahlarla en sevdiğiniz kişiyi öldüreceksiniz. Belki de kanınızdan olan o insanları vurmanızı istiyorum. Doğru duydunuz. Merak etmeyin acelemiz yok. Altmış saniyeniz var. Sözlerinin kavranması için birkaç saniye sustu. Sonra da: En başta vuranlar istediği asalet simgesi ve parayla ödüllendirilecektir. dedi. Onun duyurusundan sonra tereddüt eden parmaklar art arda tabancaları patlattı. Kimileri karşısında ölen kişinin arkasından feryatlar koparıyordu, kimileri de soğukkanlı bir şekilde başını dik tutarak ödülünü bekliyordu. Herkes delirmiş gibi hareket ettiğinden oğlan bakışlarını gizleme gereği duymadan karşısındaki kasıp kavurucu tabloyu izledi.

    Tüm vücudu azapla yanıyordu. Kopyası artık acıyla bakmıyordu. Gözleri nefretle kararmıştı. Sersemleyerek ayakta kalmaya çalıştı, tabancası yere düştü. Karşısındaki yüzün dudaklarını okudu. Bunu kabul edemezsin. Delirmiş olmalısın, artık dur. Karşısındaki donmuş beden hareket etmeye çabalıyordu. Oğlan saniyelerin geçtiğini biliyordu. Tabancayı geri aldı. Çıldırmış gibi onu engellemeye çalışan surata tabancayı doğrulttu. Haklısın ben bir deliyim. Parmakları hızla tetiği kavradı ve ateş etti. Ve bunun intikamını alacağım. diye fısıldadı sıktığı dişlerinin arasından.

    İçinde bir şeylerin parçalanıp yok olduğunu hissetti. Ama sonrasında Toparlanmak düşündüğünden daha kolay oldu. Çevresindeki insan sürüsünün ne yaptığını merak etti. Daha demin gözleri dehşetle parlayan kadın şimdi yerde yatan bedene soğukkanlı ve... Gülümsüyor. Gülümsüyor. Bu insanlar kafayı yemiş. Doğru ya, ödülü öğrendikten sonra duyduğum silah patlaması o kadının olduğu taraftan geliyordu.

    Oğlan adamın daha sonra söylediği hiçbir sözcüğü işitmedi. Görüşü tamamen bulanıklaşmıştı. Her şeyi hayal meyal fark ediyordu. Büyük ödülleri elde edenlerin sevinç nidaları, geciktiği için cezalandırılanların inleyişleri ve kendisinin iki taraftan da muaf tutulanlar arasında oluşunu duyduğunda onunla aynı durumdakilerin yaptığı gibi adamı selamlayışını… Kanlı bedenler gitmiş ortalık şenlik alanına dönmüştü. Artık kral onlarla ilgilenmiyordu. Diğer tüm görevliler gibi ziyafetiyle meşguldü. Ağzından damlayan et soslarına her dakika bir başkası ekleniyordu. Bir hayvandan daha çirkin yiyordu. Oğlan suikast planları yapan zihnini susturdu. İnsanların arasına karıştı. Onların yüzlerindeki maskenin aynısı kendisininkine yapıştırdı. Dans ederken etrafında kıvrılan bedenlerde gördüğü tek şey temizlenmiş kıyafetlerinin altında yatan kan izleriydi.

    2. BÖLÜM

    Her tarafı tüllerle ve uçan pofuduk oyuncaklarla kaplı odasında Shila sessizce yatıyordu. Yaşadığı yeraltı köşkünün pencerelerinde yapay gün doğumu manzarasını görür görmez o da ayaklanmış, ablası geleceği için telaşla hazırlıklara koyulmuştu. Evdeki afacan robotlara temizlik yapmalarını söylemişti, robotlar da evin zaten her gün temizlendiğini söylemişti. Ardından Shila onlara yenilemelerini emretmiş ve başka görevler vermişti. Sanal tiyatroyu hazır hale getirmişler, içine şelaleler akan dev havuzu aydınlatmışlar, köpük odasındaki köpük makinesini çalıştırmışlar ve daha bir düzine hazırlığı tamamlamışlardı. Shila tatmin olmamış, robotların peşinden koşturup nefesi kesilene kadar onları takip etmişti. Beğenmediklerine burun kıvırıp baştan yapılmasını istemişti. Böyle hazine değerindeki bir günde her şey kusursuz olmalıydı. Arada bir robotlarla kavga etmişti, üstlerine yürüdüğü robotlarsa metalik sesleriyle Efendim şöyle, efendim böyle demeye devam etmişlerdi. 

    Yapılan onca işten sonra Shila bitkin düşmüştü. Yatağına döndü ve tavandaki rengârenk görüntülerin bir araya gelip kayboluşunu izledi. Ardından renklerin dikkatini dağıttığını fark etti. Hışımla yatağından kalktı.

    Odasının ılık duvarlarında ayna görüntüsü açıktı. Bir an ne yapacağını unutup sanal gezegendeki çocukların çok güzel dediği yüzüne göz gezdirdi. Omzundan dökülen dalgalı siyah saçları vardı. Zümrüt yeşili gözleri iriydi. Beyaz suratının üzerindeki ince burnu ve iri dudakları hoş bir zıtlık oluşturuyordu, ya da en azından sanal gezegendekilere göre.

    Dikkatini yeniden yapacağı işe verdi. Ayna üzerinde herhangi bir nokta belirleyip başparmağını basılı tuttu. Birkaç saniye geçtikten sonra parmağında bir titreşim hissetti. Anlık bir vızıldama sesiyle beraber duvarın içinden bir kadın çıktı. Shila kadının gölgemsi görünüşüne baktı. Kollarını sinirle birbirine sardı. Yüzü suçlayıcı bir ifadeye büründü. Sanal kadın Shila'ya duygusuz gözlerle karşılık veriyordu. Shila her zamanki gibi karşısındakinin gerçek bir insan olmadığını kendine hatırlatmak zorunda kaldı. Homurdanmamak için kendini zor tutarak: Odamın görüntüsünü değiştirir misin? Yorgunluktan ölüyorum ve bu rengârenk görüntüler uykuya dalmamı zorlaştırıyor. Lütfen duvarlarımı koyu yeşil yap ve etraftaki gereksiz şeyleri de yok et. Şimdilik burayı sakin bir yer haline getir. Ablam dairemin kapısından içeri girer girmez hemen burayı eski haline çevir, yok yok sen en iyisi eskisinden de süslü bir hale çevir. Ama şimdi değil.

    Baş üstüne efendim. Kadının yumuşak sesi Shila'ya filmlerde gördüğü anneleri anımsattı. Hiçbir zaman annesi olmamıştı. Ona sarılacak, sevgi sözcükleri fısıldayacak, gülümsemesiyle içini ısıtacak birisi yoktu. Bu yüzden Shila her gece yatağını iyice ısıttırır, öyle uyurdu. Ablasının olmadığı günlerde de dev yastıklarından birisine sarılarak uykuya dalardı. Bazen yaşadığı bu kocaman yeraltı dünyasında duvarların üstüne üstüne geldiğini, robotların kulak tırmalayıcı korkunç hayaletler olduğunu düşünürdü. Böyle zamanlarda koşarak yatağına sığınır, ısıtıcıyı açar ve koltuğunun altına yumuşak yastığı alarak onda güven bulurdu. Bazense üstündeki yeryüzünün yıkılacağını ve kendisinin yerin derinliklerinde ölüme terk edileceğini düşünür, kaygılı bir hisle bilmediği varlıklardan yardım isterdi. Eğer o sırada boğazında takılı kalan sesini dışarı çıkarabilirse hemen ışıkların açılmasını emreder ve endişeleri yatışana kadar gözleriyle etrafı kolaçan ederdi. Yeryüzünde canavarlar dolaşıyordu belki de. Bunu düşünmek onu daha da korkuturdu.

    Yalnız yaşamasının tabi ki bir sebebi vardı. Babası ve ablası -yani Shila'nın sahip olduğu en değerli varlıklar ve tanıdığı tek insanlar- Shila'yı yeryüzünün kötülükleri konusunda uyarmışlardı. Detaylarını hiç söylememişlerdi ama Shila orada hayaletlerin dolaştığından emindi belki daha neler neler vardı. Bu nedenle Shila dışarı çıkamazdı. Gözlerini açtığından beri bu mağarada yaşıyordu. Gerçi mağara demek biraz yanlış olurdu, burası kitaplarda resimlerine hayranlıkla baktığı mağaralardan çok daha farklıydı. Yıllar içinde bu yeraltı köşkünden hem ölesiye nefret etmiş hem de ona tamamen bağlanmıştı. Tehlikelerle dolu dış dünyaya kıyasla yaşadığı sessiz ev çok daha güvenli bir sığınaktı onun için. Eğer ablası ve babası yanında olsalardı Shila başka bir şey istemeye de gerek duymazdı. Her gün onların yanında olması için dua ediyordu küçük kız.

    Shila'nın buradaki yaşantısı capcanlı geçmiyordu. Bomboş evindeki harika oyuncaklarıyla tek başına oynamak zevkli değildi. Onları ancak ablasıyla oynayabilirdi. Bu nedenle Shila o süslü eşyalarla vakit geçirmek yerine beş boyutlu görüntü odasına gidiyor orada televizyon izliyor, sonra da bir sürü kitap okuyordu. Okumayı kendi kendine çözmüştü. Ablasına göre bu, Shila'nın ileride çok zeki olacağının bir göstergesiydi. Tabi bir de çok soylu olacağının. Shila ablasının gelecekle ilgili söylediği sözleri içten içe hep kulak ardı ederdi. Yeraltında yaşadığı yalnız hayatı boyunca beklemekten ve ilerisini düşünmekten yeterince usanmıştı.

    Hayatıyla ilgili düşünmeyi bırakıp yorganının içine girdi. O altına girdiğinde yorganın kenarları otomatik olarak bir cep gibi yatağın kenarlarına yapıştı. Klimalı yorganını babası ona ilk hediye ettiğinde Shila içeride boğulacağını sanmıştı. Ardından bir nebze keyifli olduğunu da fark etmiş, yorganının acayip sesler çıkararak büzüşmesi ve kendisini ısıtması hoşuna gitmişti. Şimdi de tıpkı ilk günkü gibi Shila'nın mayışmasını sağlıyordu. 

     Vücudunun her bir noktası halsizlikten sızlayan Shila ağır göz kapaklarını açık tutmaya çalıştı. Keşke bütün gün ukala robotların peşinde koşturmasaydı, Şu an bacakları da tutmuyordu. Zavallı vücudu, uyuması için Shila'ya yalvarıyordu. Shila vücudunu dinlemek ile ablasını beklemek arasında kararsız kaldı. Koyu yeşile dönüştükten sonra bir ormanı andıran duvarlar da iyice uykusunu getiriyordu. . Hayır, hayır böyle olamazdı, uyumamalıydı. Hem daha yemek yememişti. Karnından tuhaf guruldama sesleri geliyordu. Shila yorganının altından çıktı.

     Ablasının gelmesini kapı önünde bekleyebilmek için odasından ayrıldı, asansörüne bindi. Asansörde yavaş bir melodi çalıyordu. Müziğin onu dinlendirdiğini fark etti. Sonra evin giriş kapısının olduğu hole geldi. Bu mekân oldukça genişti. Etrafta her tür ıvır zıvır bulunuyordu. Tavana sabitlenmiş bir koltuk, televizyon, Shila'nın daha önce içine bile bakmadığı dolaplar, aynalar ve pespembe süs eşyaları her yerdeydi. Evinin yarısından fazlası gibi burası da pembelerle kaplıydı. Tavana sabitlenmiş koltuğunun üzerine çıkmak için duvarda bir düğmeye bastı yerdeki yuvarlak bölme yerinden ayrılıp havalanırken üzerinde kızı da taşıyordu. Shila'nın karnından boğuk guruldama sesleri geldi. Birkaç saniye sonra robotun teki yanında bitti. Karşısındaki robot cüce boylu, parlak kırmızı gözleri olan, metal renkli bir heykeldi. Hareketli heykel. Shila sıkıntıyla iç çekti. 

     Yanına gelen robot metal cüssesiyle ona yemekler taşımıştı. Robotların getirdiği yiyeceklerden hoşlandığı pek söylenemezdi. Ablasıyla sanal gezegende yediği onlarca tatlı ve abur cubura kıyasla bu yemekler iştah dağıtıcı karışımlardan ibaretti. Shila önünde yüzen sulu otlara gözlerini dikti. Bitkilerle kaplı yemek resmen beni yeme diye haykırıyordu. Ah hayır, olamazdı: bu bitkileri ömründe hiç görmemişti. Bunlar her zamankinden de kötü gözüküyordu. Shila tatlarını tahmin dahi edemiyordu. Boncuk gözlü robot Shila'ya biraz da süt getirmişti. En azından sütü seviyordu.

    Bu yemek hiç de iştah açıcı gözükmüyor. diye kısık sesle konuştu kız. Üzgün ve sinirliydi. Elini beline koydu. Robota kafa tutmayı düşünüyordu

    Yemek zorundasınız efendim.

    Neden? Bence farklı seçenekleriniz vardır değil mi? Ben bu garip ot suyunu yemeyi istemiyorum.

    Efendim günlük ihtiyaç duyduğunuz besin değerlerinizi hesaplıyoruz. Size sunduğum yemekler gelişiminiz ve bedensel faydanız için önerilen vitamin ve proteinleri içinde barındırmaktadır. Bugün normalden daha uzun süre uyanık kaldınız. Üstelik çok da güç sarf ettiniz. Sahip olmanız gereken enerjiyi karşılamak zorundayız. Lütfen yemeğinizi....

    Bak şimdi, şunda anlaşalım. Ben bugün yaklaşık bin iki yüz kalori yaktım.

    Robotun gözleri açıldı. Efendim bunu nereden hesapladınız? Birkaç gündür sayacınız bozuktu.

    Ben hesaplarım bücürük. Çünkü bir sürü kitap okuyorum. Neyse gelelim sadede, normal zamanda günlük ortalama yaktığım kaloriyle ayakta kaldığım saatlerin ortalamasını bugünküyle karşılaştırdım ve bu yemekler bugünkü enerji ihtiyacımı karşılamaz. Bu yemeğin ne olduğunu bilmiyorum ama yaprak yapısından ve aynı türdeki yemeklerden anladığım kadarıyla en az dört yüz kalori eksik hesaplamışsınız.

    Robotun cevabı cızırtılı geliyordu: Haklı olabilirsiniz. Son bir kontrol yapmama izin verin.

    Tabi. derken kızın yüzünde yamuk bir gülümseme belirdi. Robotun iri kırmızı gözlerinden yazılar geçti. Dudakları sessizce titredi. Sonra gözündeki yazılar kayboldu ve dudakları bir çizgi halini aldı. Efendim, bizim duygumuz yok ama insan olsaydım şu an şok olurdum. Yemeğinizi yeniden gözden geçirdik. İçinde yeterli protein varmış ama dediğiniz gibi uyanık kaldığınız vakitleri hesaplamayı unutmuşuz. Hemen yenileyip getiriyorum. Derken gözleri yeşil rengini aldı.

    Kız onu kolundan tuttu. Bugün tatlı bir şeyler getirseniz ne olur? Hem onların verdiği enerji daha yüksek? derken tatlı tatlı gözlerini kırpıştırdı.

    Maalesef efendim, çok şeker sağlığınıza zararlı.

    "2098 yılındayız akıllım. Moleküler bağları kırılmış şekerlerden üretilen yüzlerce çeşit tatlı

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1