Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

15 Temmuz Şeyi
15 Temmuz Şeyi
15 Temmuz Şeyi
Ebook343 pages8 hours

15 Temmuz Şeyi

Rating: 5 out of 5 stars

5/5

()

Read preview

About this ebook

Fransız mahkemelerinde yaptığı savunma ile dünya literatürüne giren Dreyfus savunması gibi yine dünya literatürüne girecek olan 15 Temmuz ile dönüşüme giren Türk hukuk tarihine yapılan M. Barış Avıalan'ın savunmasıdır.
"Sözde Konsey Üyesi" olmakla suçlanan, sapasağlam girdiği cezaevinde hastalanan, kötü muamele, kasıt ve ihmal ile sağlik durumu gittikçe kötüleşen, en son gönderildiği hastaneden heyet kararı ile "infaz erteleme raporu" almasına rağmen tahliye ve tedavi hakki engellenen ve tek kişilik hücrede ölüme terkedilen şehit hukukçu Kurmay

LanguageTürkçe
Release dateMar 17, 2021
ISBN9781005592769
15 Temmuz Şeyi
Author

Peace Hunter Publishing

Welcome to Peace Hunter Publishing, a company dedicated to promoting peace, understanding, and social justice through the power of words.Our Story:Peace Hunter Publishing was founded in 2019 by a group of passionate writers and readers who shared a vision of using literature to promote peace and social change. As avid readers, we were frustrated by the lack of diversity and representation in mainstream publishing and the limited opportunities available to emerging writers. We knew that we could do better, and thus, Peace Hunter Publishing was born.Our Approach:At Peace Hunter Publishing, we believe that books have the power to transform lives and change the world. We are committed to publishing and promoting books that promote diversity, equity, and inclusion, and that highlight the experiences of underrepresented communities. Our team of editors and writers are dedicated to selecting and producing books that inspire critical thinking, spark meaningful conversations, and ultimately contribute to a more peaceful and just society.Our Books:Our catalogue includes a wide variety of books, from novels and memoirs to poetry and children's literature. We strive to provide a platform for writers whose voices may not be heard in mainstream publishing, and we believe that their stories are important and deserve to be told. Whether you are looking for a thought-provoking novel or a heartwarming children's book, you will find something meaningful and inspiring in our collection.Our Commitment:At Peace Hunter Publishing, we are committed to promoting peace, understanding, and social justice both through our books and our actions. We donate a portion of our profits to organizations that support these values and work to make the world a better place. We are also committed to sustainability, and we use eco-friendly materials and practices whenever possible.Thank you for visiting our publishing page, and we hope that you will join us on our mission to promote peace, understanding, and social justice through the power of words.

Related to 15 Temmuz Şeyi

Related ebooks

Reviews for 15 Temmuz Şeyi

Rating: 5 out of 5 stars
5/5

2 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    15 Temmuz Şeyi - Peace Hunter Publishing

    Künye

    Kitap Adı :15 Temmuz Şeyi

    Yazar : Mustafa Barış AVIALAN

    Editör : Nasrullah Hakim

    Dizgi : Elif Varlık

    Kapak : Sema Firdevs

    Seri : Adalet 02

    Versiyon : V.01

    Yayınevi : Peace Hunter Publishing

    PhP / London

    Copyright © Mustafa Barış AVIALAN

    Her hakkı saklıdır.

    ​ÖNSÖZ

    Barış Komutan Hücresinde Kalbinden Vurulurken…

    Adana’nın bağrından çıkan özbeöz Anadolu evladıydı. Milletinin kendisine verdiği imkânlarla, dişiyle tırnağıyla bir yerlere gelmeye çalıştı. Subay oldu, Hukukçu oldu, Kurmay oldu. Ömrünü Milletine vakfetti. Sonuçta, Barış Komutanın yaşantısı gençlere rol model olacak imrenilecek bir başarı hikâyesiydi. Kitap halindeki savunması ile sizler de bu başarıya ve bir döneme tanıklık edeceksiniz.

    İsmi ile müsemma hayatında barışı ve adaleti soluklayan biriydi. Askerlik-hayat ikilisinde elinde hep adalet terazisi vardı. Askerliği ve hukuku özümsemiş iyi bir komutan ve hukukçuydu. Meslek hayatı boyunca birçok başarıya imza attı. Özellikle Silahlı Kuvvetlerdeki faaliyetlerin hukuki yönünde benzersiz çalışmalar yaptı. Ta ki bir gün o şey ile suçlanıncaya kadar.

    Ne olduysa ondan sonra oldu. Sıcak asfaltlarda yarı çıplak bedeni yanıklar içinde bırakıldı. Spor salonlarında işkence kortejinden geçirildi, darp edildi. Onca işkenceye rağmen Allah yaşayacak bir ömür nasip etmişti, hücrede bile olsa. Pes etmedi, adalete inancını ve memleket sevdasını yitirmedi. Davalar başladı. Yağlı urganlar atılarak, galiz küfürler edildi. Kalbindeki rahatsızlık kötüleşsin diye tedavisi geciktirildi. Tüm bunlar yaşanırken asker vakarını hiçbir zaman bozmadı. Hukuka olan sevdası, Sincan’daki hukuksuzluk hücresinde bir başına, kalbinden vuruluncaya kadar devam etti. Hukuk içerisinde nasıl yaşanması gerektiğinin canlı bir örneğiydi hepimize.

    Yağlı urgan atıp, duruşmalarda küfretmek için döner ekmek ve yevmiye alan bilinç yoksunu kitlelere (bindirilmiş kıtalara) inat, asker vakarı/dayanıklılığı ve hukukçu kimliği/dik duruşu ile adaletin tecelli etmesini ümit etti ve aktif sabır içerisinde bekledi. Kendine yağlı urgan atanlara, yoğun bakımda itip kakanlara da barış ve huzur dileyecek kadar gönlü genişti.

    Hücresinde sağlıksız koşullarda, yorgun ve hasta kalbi ile bir başına uğraşmak zorunda kaldı. Olması gerektiği gibi tedavi göremedi, tedavisi engellendi. Vücudu iflas etmeye başladığında, geç olsa da, bin bir çabanın neticesinde kerhen, psikolojik ve fizik baskı altında tedaviye götürülmeye başlandı. Bu dönemde, hasta bedeni daha da kötüleşsin diye adaletsizlik arafında, hücre ile yoğun bakım arasında röveşata yapılıyordu. Hücrede ölüme röveşata…

    En çok da, kelepçelere bağlı yoğun bakımda, Jandarmaların itip kakması kalbinde onanmaz yaralar açtı. Yirmi altı yılını verdiği asker üniformasını giyenlerin akıl almaz tavırları bedeninden ziyade ruhunu yaraladı, bünyesine ağır geldi. Oysaki bir Türkiye hayali vardı… Dünyada etkin, saygın ve caydırıcı bir Silahlı Kuvvetler idealinde yirmi altı yıl gönlünü vererek çalışmıştı. Lafla kandıranlara inat, hayatını ideal bir asker olarak istikamet üzerine yaşamıştı. Bu istikametten fersah fersah uzak kişilerin kendisi gibi olanlara reva gördüklerine derinden üzüldü, ama kırılmadı.

    Uğruna hayatını adadığı Silahlı Kuvvetler ve Milletinin vurdumduymazlığı en çok da bu ikisi yaraladı. Döner ekmek ve günlük yevmiyeye küfredenlere, kendisine eza cefa çektiren Jandarmalara bile hakkını helal edebilirdi. En çok da tuzla buz olan Türkiye hayaline üzüldü. Bu üzüntü, fiziki işkence kadar kalbini yaraladı. Oysaki koskoca bir hayat vardı önünde. Kadere razıydı, son nefesini verirken bile mütebessimdi, üzerine düşeni yapmanın huzuru ve vakarı ile ayrıldı aramızdan. Hani şairin ökse ile sapanla vurursun da saramazsın dizesinde olduğu gibi, adaletsizlikle, vurdumduymazlıkla kalbinden vuruldu, beraberinde Türkiye hayaliyle…

    Hz. Hüseyin (ra) ve yakınlarının Kerbela’nın kavurucu çölünde 10 gün su içememesi ve katledilmesi, tekerrür eden tarih misali 2020 Türkiye’sinde karşımızdaydı. Barış Komutan gibi vatan evlatları, Sincan’da hücresinde adaletsizlik içinde bırakıldı, hasta kalbi doktor raporlarına rağmen adaletin susuzluğunda ölüme terkedildi.

    Eften püften gündemlerle efsunlanmış bir şekilde saatlerini geçiren, tankın egzozuna atlet tıkama, kamyon şoför koltuğunda sahtekâr pozlar verme hikâyelerini destanlaştıran, ne idiği belirsiz laf kalabalıkları arasında kaybolan bir topluluk söz konusuydu. Barış gibi özbeöz evlatlarını/komutanlarını yitirirken, aslında o topluluk kendini yitiriyordu…

    Kim bilir aramızda olsaydı, döner ekmek kumanyaya kendisine yağlı urgan atıp, en ağır küfredenlere, işkenceleri yapanlar ve reva görenlere, sessiz çoğunluğa şunları diyecekti: Gülmeyin bu sizin hikâyeniz…

    Kadere razı, teslimiyet içerisinde mütebessim çehresi ile terk-i diyar eyleyen mümtaz komutan ve hukukçu Barış Komutanımızın hukuk manifestosu şeklindeki savunması sizlerle. Gelecek nesillere bir emanet olacak nitelikte. Okuduğunuz her bir satırı ile aklınızdaki sorulara ayan beyan cevaplar verecek. Tam da menfur olaya ilişkin doğruları birinci ağızdan dinleme ve anlama fırsatı. Uzun bir süre hücrede kalmanın etkisiyle güçsüzleşen bedenine, yorgun kalbine, hastalığına rağmen SEGBİS’lerde heyete saygısızlık olur diye saatlerce ayakta vermeyi tercih ettiği savunmasıyla sizleri başbaşa bırakma zamanı. Kelimelerin kifayetsiz kaldığı bir dönemin canlı şahidinin, mütebessim hukukçu kurmay komutanımızın savunması huzurunuzda. Kelimelerin kifayetsiz kaldığı bir dönemin canlı şahidinin, mütebessim hukukçu kurmay komutanımızın savunması huzurunuzda. Barış’ı toprağa verseler de dünyaya seslenmeye devam ediyor. Barış’ları yitirmeden anlamak ve başka Barış’ları kaybetmemek, memleket sevdalılarını ökse ile sapanla vurmamak ricasıyla…

    ​ANKARA 17. AĞIR CEZA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞINA

    DOSYA NO : 2017/109 Esas

    BEYANDA BULUNAN : Mustafa Barış AVIALAN

    KONU : Esasa yönelik mütalaaya karşı beyanlarımdır.

    ANKARA 17. ACM BAŞKANLIĞINA (ESAS HAKKINDA SAVUNMA, 2017/109 E., Mustafa Barış AVIALAN)

    ÖN GİRİŞ

    İki seneye yakın bir zamandır bir arada sizlerle teşrik-i mesai yapıyoruz. Bu süreçte ailelerimizden çok çok daha fazla sizlerle zaman geçirdik. Bir anlamda tanış olduk… Gerçi, bir acı kahvenizi görmedik ama kahve yerine davanızın ve vereceğiniz kararınızın 40 yıllık bir hatırı olacak gibi duruyor.

    Her iki yanınızda oturan üye hakimleri tanıma ve hatta seslerini dahi duyma fırsatım olmadığı için onlar hakkında bir şey diyemeyeceğim. Ama sizin değişik hatta renkli bir insan olduğunuzu söyleyebilirim.

    Ne yalan söyleyeyim, celladım olacağınızı bile bile, bazen kalbimden şu tür duygular da geçiyor: milletin karpuz misali biz ve ötekiler olarak ikiye ayrılmadığı, insanların ya bendensin ya da yok olursun tercihinde bulunmaya mecbur bırakılmadığı eski devirlerde, yani bundan 8-10 yıl veya daha öncelerinde siz ve ben tanışmış olsaydık; mesela bir ilçemizde siz bir hakim, ben de oranın garnizon komutanı falan olsaydım, kuvvetle muhtemel her akşam askeri gazinoda veya bir lokalde bir araya gelir, muhabbetin-sohbetin-goygoyun dibine vururduk diye düşünüyorum… Normal şartlar altındaki bir Türkiye’de durum böyle olabilirdi…

    Ama maalesef şu anki ortam Normal Şartlar değil, kirli projeler neticesinde de siz ve ben de aynı tarafta değiliz. Siz; karşı tarafımda, benden yüksekte, koruma altında ve bana yukarıdan bakıyorsunuz… Ben; bu tarafta, sizden aşağıda, size belli bir mesafeden fazla yaklaşamıyor ve tuvalete bile eli kelepçeli olarak götürülen bir konumdayım.

    Bu somut gerçekler noktasından bakarsak, -son tahlilde-; siz ve ben şu anda, kaderin bizlere tayin ettiği rolleri profesyonelce oynayan, bir anlamda iki hasım sayılırız. Bu nedenle; bugüne kadarki olan şeyleri ve savunmamda söyleyeceğim şeyleri-sizin tabirinizle giydirmeleri, benim tabirimle kritik etmeleri- şahsi olarak algılamayın. Söz veriyorum; ben de zaten vereceğiniz ceza hükmünü şahsi olarak algılamayacağım ve size gönül koymayacağım.

    Vebali, milleti ve bizleri, makam-mevki ve menfaatler uğruna bu durumlara getirenlerin yani ayrıştıranların boynuna olsun…

    20 aydır sabırla konuşma sıramın gelmesini bekledim. Doluyum, kırgınım, kalbim ağrıyor ve maruz kaldığıma/kalmaya devam ettiğim ve ileride maruz kalacağım fiziksel kötü muamele ve yokluk umurumda değil ama bazı şeyler çok ağrıma gidiyor… Savunmamı bu duygu ve hal altında hazırladım. Makamınızın kudret ve vakarına yakışır bir karşılık umuyorum…

    Şunu da dürüstçe ifade edeyim ki; savunmayı ve dolayısıyla davayı uzatmak gibi ucuz numaralara tevessül edecek bir karakterim yoktur. Öyle bir niyetim olsa, hiç tekrara da düşmeden 1 ay durmadan konuşacak şekilde bir savunma hazırlayabilme kapasitem vardır herhalde diye düşünüyorum. Bu nedenle burada sizinle 3-5 saatin veya 2-3 günün pazarlığına falan girmeyeceğim. Nasılsa güç sizde, ne zaman kullanmak ve savunmamı kesmek isterseniz bana söyleyin yeter… Bu konudaki ilave düşüncelerimi bazı yerlerde tekrar belirteceğim.

    ​I. MUKADDİME

    I. MUKADDİME (haline gelen ilk savunmam)

    İç Hizmet mevzuatı : Askeri, sivillerin mantık aranmaz dediği şekle sokan bir tesviye makinesidir.

    Dikkate alırsınız-almazsınız, ama bir hatırlatma da bulunacağım. Profesyonel askerler yani bizler, ergenliğe adım attıktan ta emekli oluncaya kadar devamlı olarak, bir parçayı istenen biçime sokmaya yarayan tesviye makinesine benzetilebilecek yarı kapalı bir eğitim sistemine maruzdur. Bu makinenin nasıl çalışıp ne tür parçalar ürettiğini bilmeden varılacak her yargı, ahkâm kesmekten öteye gitmez.

    Benzetmemdeki tesviye makinesinin nasıl çalıştığını en iyi anlatan kullanım kılavuzu da, herkesin bildiği fakat çok az kişinin vakıf olduğunu düşündüğüm İç Hizmet Kanunu ve özellikle de İç Hizmet Yönetmeliği’dir. İşte bu İç Hizmet Yönetmeliği’nin 86'ncı maddesinde şöyle yazar: Askerin duruşu mertçe, hareketleri akla uygun ve dürüst, dili ve sözü özüne uygun ve serbest olmalıdır.

    Ben de çeyrek asırlık bir süre işletim sistemi İç Hizmet Yönetmeliği’nde programlanmış olan bu tesviye makinesinde işlem gördüm. Yani buna göre yetiştirildim. Dolayısıyla, karşınızdaki sanığın bu tesviye makinesinin üretim hattından çıkmış bir parça olduğunu unutmamanızı istirham ediyorum.

    O Kürsüyü Getirin.

    Bu hatırlatma sonrası bir de resmi talebim olacak… Malum, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 192/2'nci maddesinde şu manada emredici bir hüküm vardır: Sanık duruşmanın yönetimine ilişkin olarak mahkeme başkanı tarafından emrolunan bir tedbirin hukuken kabul edilemeyeceğini öne sürerse bu hususta bir karar verilir.

    Yapacağım taleple ilgili konuyu bazı sanıklar ve müdafiler ifadelerinde sitem veya eleştiri mahiyetinde bahsetti ama iş resmiyete dökülmedi. Bu konuyla ilgili daha önce resmi olarak bir karar verip vermediğinizi de bilmiyorum. Ama ben şahsım adına somutlaştırarak, savunmama yönelik bir talebimi, belirttiğim bu madde kapsamında şimdi sözlü olarak beyan edeceğim.

    Talebim şudur: Savunmamın -olması gerektiği kadar- sürecek olması; 2,5 yıldır cezaevinde 8 metrekarelik bir odada çürümekten dolayı bedenimin güçsüzleşmesi nedeniyle savunma evrakımı destek alamadan saatlerce elim bükülü olarak tutmak zorunda kalmamın getireceği yorgunluk; savunmam esnasında elimdeki evrakın karışarak savunmamın bütünlüğünün bozulma riski nedenleriyle, ilk savunmamda faydalanma imkânım bulunan ve solunuzda boşta duran kürsüden, verilen veya verdirilen karar gereği şu anda istifade edemiyor olmamın hukuken kabul edilemeyeceğini değerlendirmekteyim. Bu nedenle, kürsünün kaldırılması uygulamasına CMK md.192/2 kapsamında itiraz ediyorum ve maddenin amir hükmü kapsamında vereceğiniz kararın tarafıma bildirilmesini talep ediyorum.

    Duruşmada geçen diyalog :

    M.Barış AVIALAN- Yapacağım taleple ilgili konuyu bazı sanıklar ve müdafiler ifadelerinde sitem veya eleştiri mahiyetinde bahsetti ama iş resmiyete dökülmedi. Bu konuyla ilgili daha önce resmi olarak bir karar verip vermediğinizi de bilmiyorum. Ama ben şahsım adına somutlaştırarak, savunmama yönelik bir talebimi, belirttiğim bu madde kapsamında şimdi sözlü olarak beyan edeceğim.

    Talebim şudur: Savunmamın -olması gerektiği kadar- sürecek olması; 2,5 yıldır cezaevinde 8 metrekarelik bir odada çürümekten dolayı bedenimin güçsüzleşmesi nedeniyle savunma evrakımı destek alamadan saatlerce elim bükülü olarak tutmak zorunda kalmamın getireceği yorgunluk; savunmam esnasında elimdeki evrakın karışarak savunmamın bütünlüğünün bozulma riski nedenleriyle, ilk savunmamda faydalanma imkânım bulunan ve solunuzda boşta duran kürsüden, verilen veya verdirilen karar gereği şu anda istifade edemiyor olmamın hukuken kabul edilemeyeceğini değerlendirmekteyim. Bu nedenle, kürsünün kaldırılması uygulamasına CMK md.192/2 kapsamında itiraz ediyorum ve maddenin amir hükmü kapsamında vereceğiniz kararın tarafıma bildirilmesini talep ediyorum.

    Mahkeme Başkanı- Ara karar kurulmasını mı istiyorsun?

    M. Barış AVIALAN - Evet

    Mahkeme Başkanı- İddia makamından soruldu.

    (O ana kadar savunmayı dinlemeyen savcının, bir anda iddia makamından soruldu cümlesi üzerine hazırlıksız yakalanması ile sanıklar gülmeye başladı)

    Mahkeme Başkanı- Niye gülüyorsunuz, hukuk adamı. Talebini değerlendireceğiz.

    Sanıklardan biri- Savcıya haber verseydiniz başkanım dedi.

    Mahkeme Başkanı- Evet savcı bey, kürsünün şeye getirilme talebi var.

    Duruşma savcısı - Talebin reddi mütalaa edilir.

    ….Heyet, sanığın talebini arasında müzakere eder. ( 3 dk sürdü müzakere)

    Mahkeme Başkanı - Gereği düşünüldü. Sanık kürsüsünün kaldırılması yönünde mahkememizce her hangi bir karar verilmediğinden, bu hususta karar verilmesine yer olmasına oybirliğiyle karar verildi, açıklandı açık yargılamaya devam olundu.

    Mahkeme Başkanı- Bu hususta bizim kararımız yok yani. Bizim kürsüyü kaldırın diye bir kararımız olmadı.

    M. Barış AVIALAN- Başkaları karar vermiş demek ki, suç duyurusunda bulunmak istiyorum (kürsünün Jandarmanın insiyatifi ile kaldırıldığı ortaya çıktı)

    Mahkeme Başkanı- Bulunabilirsin. Öğleye kadar konuş, öğle arası hallederiz Mustafa.

    M.Barış AVIALAN- Bu kadar tartışmanız bile bana yeter Başkanım.

    Ve öğleden sonraki oturuma girildiğinde, jandarma büyük sanık kürsüsünü, çoktan hazır etmişti.

    Ne diye rahatsız olasınız, anlattığım sizin hikâyenizdir…

    Eskiden okuduğum Hukuk Felsefesi isimli bir kitabın en baş sayfasında şöyle bir cümle yazıyordu: Ne gülüyorsun, anlattığım senin hikâyendir. Daha sonradan aynı cümleye adaleti anlatan bir başka kitapta daha rastlamıştım. Bu cümlenin ne için ve kimin tarafından söylendiğini bilmiyorum ama demek ki hukukla bir ilgisi var diye düşünüyorum.

    Bu kapsamda, eğer savunmalara isim verme şeklinde bir yasak yok ise, savunmamın ismini bu sözden mülhem Ne diye rahatsız olasınız, anlattığım sizin hikâyenizdir olarak koyduğumu belirterek savunmama başlıyorum.

    Savunma silahlarım

    İçlerindeki Ne gülüyorsun anlattığım senin hikâyendir cümlesinden savunmamın başlığını oluşturduğum Hukuk Felsefesi ve Adaletle ilgili kitapların isimlerinden de, eğer iddia tarafına karşı silahların eşitsizliği olur demezseniz, savunma silahlarımı belirledim. Onlar da; felsefe ve adalet. Ben felsefe diyeyim; felsefenin, felsefe yapma kardeşim şeklindeki argo kullanımı haricinde ne anlama geldiğini bilmeyenler mantık ilmi olarak anlasınlar...

    Babamın Genetik Mirası

    Şu anda, görünüşte onyüzbinmilyon yılcık hapis cezası almak için yargılanıyorum. Verilecek cezaların söylenmesi bile hayli uzun. Ama işin aslı, rahmetli babamın genetik mirası ve istatistik ilmi açısından ortada o kadar da kötü bir tablo yok. Zira bu istatistiki biyolojik gerçeğe göre, bulunduğum yaş itibariyle tahmini 20 yıllık bir hapis cezası ile yargılanıyorum desem yanlış olmaz. Hele işin içine bir de inanç meselesi katılınca bana göre tablo daha da iyi bir hal alıyor. Çünkü o zaman da, tabi ki de Allah bilir ama infazı her an bitebilecek kadar az bir ceza ile yargılanıyorum demek ise herhalde en doğrusu oluyor.

    Çok Da Şey Etmemek Lazım…

    Meseleye böyle bakınca; sonuçta, kararınızı yani bana ne kadar ceza vereceğinizi merak ediyorum ve çok da umursuyorum dersem gerçeği tam söylemiş olmam.

    Sonucu merak etmiyorum. Zira; bana göre yargılamalar süresince sözleriniz ve vücut diliniz ile kafanızdaki hükmü zaten her gün tebliğ ettiniz.

    Sonucu umursamıyorum. Zira; birincisi masum olduğumu biliyorum, ikincisi sizin tarafsız, ciddi ve adil bir yargılama yapmadığınıza inanıyorum, üçüncüsü de -az buçuk hukuktan anlayan birisi olarak- vakti merhunu yani zamanı geldiğinde bu kararlarınızın hepsinin hukuk önünde ve vicdanlar nezdinde bozulacağına adım gibi eminim.

    O yüzden, bir filozofun dediği bir lafı bu günler ve bu davalar için söylemiş olayım: Çok da şey etmemek lazım.

    Vereceğinizi bildiğim ceza için samimi düşüncem şudur: Nasılsa bir gün bitecek...

    Çünkü sonuçta bana göre kesin olan şudur ki; hangi kararı verirseniz verin, inşaallah ben bu hapisten er ya da geç mutlaka çıkacağım. Ama iki kolumu sallaya sallaya, tıpış tıpış yürüyerek; ama dört kollu üzerinde, mışıl mışıl yatarak. İnanın benim açımdan ikisi de fark etmiyor. Ama hangi şekilde çıkarsam çıkayım, biliyorum ki merhum Müslüm Baba'nın şarkısında dediği benim meselem işte o zaman başlayacak. Bu nedenle, hakkımda verilecek karar için samimi düşüncemin nazım haliyle ifadesi şöyledir:

    Olsa da adı müebbet hapis cezası

    Belli ne kadar sürer dünyadaki ezası

    - - -

    Bir de üzerine ağırlaştırsanız ne yazar

    Bitecek nasılsa, geçse de azar azar

    - - -

    Ama Saat'in gelip çattığı zaman

    Bakalım kime düşecek el-aman…

    Bu Savunma Ustalık Eserimdir

    İşin aslı, şeklen yapıldığını düşündüğüm bu davalardaki sanıklık statümü de, şekli ve geçici bir meslek olarak kabul ediyorum. Bu meslekteki; 1 Haziran 2017'de Çatı Davasında yaptığım ilk savunmama çıraklık eserim, bundan yaklaşık iki ay sonra 9 Ağustos 2017'de Akıncı Davasında yaptığım ikinci savunmama da kalfalık eserim diyorum. Lehte herhangi beklenti olmaksızın, sadece yapmış olmak için yapılmış olan bu eksik savunmalar, çapraz polemik(!) bölümleri hariç yaklaşık 2’şer saatlik, 30-40’ar sayfalık metinlerdi.

    Şahsım ve bir kısım sanıklar açısından elma ile armutun toplanması benzeri bir yaklaşımla birleştirildiğini düşündüğüm Çatı ve Akıncı davaları için bugün yapacağım sözde kritik üçüncü savunmama da döneme uygun ustalık eserim olarak hazırlandım. Ciddi ve realist bir zihni muhakeme yaptım. Sonuçta da, muhatap kaldığım cari hukuk anlayışı ve seviyesinin gerektirdiği şekilde bir savunma hazırladığımı düşünüyorum.

    Akıncı Davası Ve İbretlik Bir Örnek

    Bu davalardan öcü çıkarmak isteyenlere mesajım: Beyhude uğraşmayın, o oluşturmaya çalıştığınız profili buradan çı - ka - ra - maz - sı - nız!..

    Malum, ben bir süre Akıncı davasında da yargılandım. Dolayısıyla her iki davada toplam 600 civarı subay ve astsubayı yakından tanıma fırsatım oldu. Büyük bir çoğunluğunu daha önceden tanımıyordum. Şimdi söyleyeceğimden dolayı ister örgüt adına konuşuyor deyin, ister örgüte moral veriyor deyin, ister örgütü bu kurmuş deyin, isterseniz örgütün 1 numarasını bulduk deyin, yani ne derseniz deyin umurumda değil.

    Bu projenin artık görüntü vermeye başlayan sahiplerine diyorum ki; ne yaparsanız yapın, hangi kumpasları kurmaya çalışırsanız çalışın, ne kadar korkutursanız korkutun, istediğiniz algı operasyonlarını yapın, kimi satın alırsanız alın, yani elinizden geleni ardınıza koymayın; amma ve lakin, dünya yargılama tarihinin nitelik itibarıyla en özellikli sanıklarından oluşan bu adamlardan, bu suret ve siretlerden; cani, terörist veya vatan haini falan çıkaramazsınız. Mantıken de çıkaramazsınız, vicdanen de çıkaramazsınız, hukuken de çıkaramazsınız. Siz Mahkeme olarak ben karar verir çıkarırım veya çıkardım" deseniz de, bunu kendi fıtri vicdanınıza ve dahi insaf sahibi hiç kimseye kabul ettiremezsiniz.

    Bu bağlamda Akıncı davasından tanık olduğum ve beni çok etkileyen bir örneği de burada anlatacağım. 300 küsür ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile yargılanıyorken; alacağı cezadan dolayı değil de, ömrünü adadığı ve canını feda adına boş kağıda imza attığı Özel Kuvvetlerin bu süreçte zarar görmesinden ve yıpratılmasından dolayı canının yandığını ve zoruna gittiğini gözleri dolarak anlatan bir Albay Fatih Yarımbaş ve emsali on yılların emeği, bakmaya kıyılamayacak bu kadar subay ve astsubayı bu Ordu bir daha bulamaz ve yetiştiremez. Sizin adil yargılama yapmadığınıza inandığım gibi inanıyorum ki; zaman ve olaylar, inandığım bu şeyleri bir gün cümle aleme ispatlayacaktır.

    Ya rüzgar dönerse!..

    O günler geldiğinde; her şeyleri heba edilmiş bu insanlardan, yakın geçmişteki isimli davaların davul gibi içi boş olduğundan gümbürtüsü yüksek çakma mağdurları benzeri, küskün ve intikam ateşi ile tutuşan hiçbir kimse, hele hele kindar bir nesil asla çıkmayacaktır. Olsa olsa şu tip insanlarla karşılaşılacaktır: Küskün değil ama bir kısmı belki biraz kırgın, buna karşın TSK'nın eğitim için onlarca milyar lira para harcasa başaramayacağı şekilde maddi ve manevi gücü olgunluğuna erişmiş dev gibi askerler...

    O nedenle; bunlar çıkarsa şöyle yaparlar, rüzgâr dönerse böyle olur diye diye uykuları kaçanlar rahat olabilirler. Evet, doğru, bunlar dedikleriniz çıkacak ve rüzgâr da dönecek. Ama, o rüzgar şunun için dönecek: Bugünlerdekilerin yaptığı gibi, ahlaksızca işkencelerle uğraşmak, elektrik vermek, dayak atmak, boxer donla yürütmek, işkence olsun diye televizyon-radyoları almak, yalnızlaştırmak, aileleri tehdit etmek veya açlığa mahkum etmek benzeri çeşitli abidik gubidik işlerle uğraşmak yerine bataklığı kurutmak adına, çomak sokulmuş adaletin paslanmış çarklarını tekrardan döndürmek için dönecek... Hatta bu dönemde ganimet hukuku uygulayıp yağma ve daha başka her çeşit iğrençlikler yapanlara dahi...

    Ve yine temenni ederim ki inşallah o rüzgar; bilmem ne Çalıştaylarında Fetö ile mücadele yürütenler vasfı ile müsemma kişilerin bir araya gelerek, , Fetö ile bir kaç nesil sürecek bir savaş içerisinde olunduğunu ilan eden; bu suretle de kinini, öfkesini ve amaçlarını milletin gençlerine, çocuklarına, bebeklerine ve bunlardan doğacak olanlara dahi aktarmaya çalışan zihniyeti de, tarihte rüzgarlar vasıtasıyla yok edilen kavimler misali ortadan kaldırır...

    Neyin kafasını yaşıyorsun mecnun!

    Şimdi de bazılarının, bu söylediklerimle ilgili, kin ve nefret kaynaklı olarak içinden geçirdiklerini tahmin ettiğim öfke patlamalarını rahatlatmak adına, onların tarihteki emsallerinin söylediklerine benzer kelimelerle kendimle biraz dalga geçeyim:

    Ulan neyin kafasını yaşıyorsun, uyuşturucu falan mı alıyorsun, medyum musun yoksa mecnun musun, cinler falan mı çarptı seni, birilerinin dediği gibi rüyalarla, çıkış tarihi tahminleriyle falan mı besleniyorsun. Herhalde farkında değilsin kısa bir zaman sonra Türkiye Cumhuriyetinin en ağır cezasını alacaksın, ve senin için özel yapılmış fare deliği gibi bir yere ölene kadar tıkılacaksın, o zaman seni kim kurtaracak?

    Giriş Konuşması Kapanışı

    O bazılarının içlerinden geçirip de burada söyleyemedikleri için vekaleten onlar adına söylediğim bu şeylere şimdi de asaleten cevap vereyim: Hayır, ilaç veya rüya ile beslenmiyorum, tamamen doğal besleniyorum. Ama siz dalganızı, alayınızı geçin ve geçmeye hep devam edin ki belki kalbinizdeki kin ve nefretiniz biraz olsun yatışır. Ama şu bilgi de aklınızın bir köşesinde bulunsun: Tarihte asla değişmeyen, ilki Adem ile İblis arasında başlamış ve hatta ilahi kanun denilebilecek gerçeklerden birisi de, dalga geçenlerle yani kibirlenenlerle dalga geçilenler yani aşağılananlar arasındaki akıbet olmuştur. Bu devir daimlerde en sonunda hangi tarafın haklı çıktığını ve sonuca ulaştığını da tarih kitaplarına bakarsanız görürsünüz. Yani; medyum, mecnun veya ermiş falan değilim, az buçuk tarih bilgim ve Kitab'a inancım var, o kadar..."

    Davayı Çökerten 73 Kelime

    Gelelim davaya ilişkin ustalık eserime... Sanığı yapıldığım bu dava ile ilgili ustalık eseri savunmam nettir ve şu şekildedir:

    - 15 Temmuz 2016'dan beri uygulanan ve tamamına yakını hukuka aykırı olan soruşturma ve kovuşturma işlemlerin şahitliğinde diyorum ki, adil yargılanmadım.

    - 15 Temmuz'un, düşünebilen her canlıyı şüpheye düşürecek garip icra şeklinin ve bununla ilgili yüzlerce maddi delilin şahitliğinde diyorum ki, bir projenin kurbanı olarak masumum.

    - Dava dosyalarının medyatik gümbürtüsü yüksek ama hukuken boş muhteviyatının şahitliğinde diyorum ki; aleyhimde mahkumiyet hükmü vermeye yeterli, somut, her türlü şüpheden uzak, başka bir oluşa imkan vermeyen ve hukuka uygun mahiyette delil bulunmamaktadır.

    Bu kadarlık iş bu ustalık eseri savunmamla, sizleri de tastamam ikna ederek davayı çökerttiğimi ve aleyhimdeki suçlamaları düşürmüş olduğumu zannediyorum!.

    Bu nedenle; adalet adına hep kötülük gördüğüm bu aşamada, artık çok da şey etmeye lüzum yok diyorum. Ancak, biraz önce şahit gösterdiğim konuların teferruatını gelecekte anlatmak ve savunmak hakkımı mahfuz tuttuğumu belirtiyorum. Çünkü, inşaallah ileride; bırakın şu andaki kanunları bile uygulamayanların hesap vermesini, olağanüstü şartlarda dahi kısıtlanamayacak veya askıya alınamayacak temel hakların belirlendiği ve Anayasa hükmünde olan uluslararası sözleşmelere aykırı 15 Temmuz sonrası kanun veya kanun hükmünde kararname hükümlerini uygulayanların dahi hukuk önünde hesap vereceği günlerin geleceğini ümit ediyorum.

    Şiirin adı

    Ne oldu, neden oldu meselesini de açıklamam gerekiyor. Zira, yapacağım bu açıklamanın mahiyetinde savunmam kapsamındaki bazı itham ve iddialarıma yönelik özlü ve kısa beyanlarım da var.

    Yapacağım açıklamayı bir şiirle beyan etmeyi tercih ettim. Şiirimin başlığı, ANA İLE OĞUL ÇATIŞMASI. Yalnız, buradaki çatışma kelimesi bilinen kavga etmek manasında değildir. Davamızın ismi olan ÇATI kelimesinden türetilmiştir. Davamızın seviyeli bir şekilde ışıması yani iki kişi arasında müzakere edilmesidir.

    Ana ile Oğul Çatı-şması (Şiir)

    DEDİM ANA: HAZIR OĞLUNUN SON SAVUNMASI

    KAFİ GELDİ DEFTERİMİN BİRKAÇ SAYFASI

    ZİRA BU ORTAMDA SÖZÜN FAZLASI

    PEK İŞE YARAMAZ, YOKTUR BİR FAYDASI

    X X X X

    DEDİ OĞUL: BU SENDEKİ ACEP NEYİN KAFASI?

    KORKARIM SANA KALIR BU İŞİN CEFASI

    DEVAM MI ETSİN KUMPASÇININ SEFASI!

    HATIRIM İÇİN, YOK MU BU İŞİN BİR ORTASI?

    X X X X

    DEDİM ANA: KURMUŞLAR ZATEN ÖNCEDEN KUMPASI

    BİR GÜNDE TERÖRİST OLDUK İŞİN CABASI

    ALDATILDIK DİYORUZ, MÜMKÜN DEĞİL İKNASI

    DİYORLAR Kİ, KABUL EDİN, İŞİNİZE GELİR SUSMASI

    X X X X

    DEDİ OĞUL: UMUTSUZLUK YAKIŞMAZ HAKİKAT ERİNE

    ŞAİRİN DEDİĞİ GİBİ, ÜMİDE

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1