Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Paris'deki Heval: Bir sizmanin anatomisi
Paris'deki Heval: Bir sizmanin anatomisi
Paris'deki Heval: Bir sizmanin anatomisi
Ebook225 pages3 hours

Paris'deki Heval: Bir sizmanin anatomisi

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Parisdeki heval kitabi ayni zamanda, Bir Sizmanin Anatomisi altbasligi ilede yayinlanmistir.

Kitap Parisde Türk MIT'i tarafindan katledilen 3 Kürd Siyasetci kadini konu almaktadir.
Bu Roman Parisde yapilan katliami bir Senaryo tarzinda ele alarak tüm istihbari faaliyetleri desifre etmektedir. Avrupada cirit atan Türk Istihbarat teskilati MIT dewsirdigi elemanlar yolu ile Kürd Siyasi Hareketlerine darbe indirmeyi kendi ömrünü uzatma amacli düzenli olarak yapmaktadir. Öyleki MIT'in Avrupada ve Kurdistan'da sizmadigi hemen hemen hic bir Kürd kurumu kalmamistir.
Roman seklinde kolay bir dil ile kaleme alinan bu yapit tüm Kürdleri tuzaklardan koruma amacida tasimaktadir.
Kürd siyasi faaliyetlerine sizan Türk MIT elemanlarinin calisma tarzi ve hazirliklarida bu kitap ile detayli bir sekilde desifre edilmektedir.

Kitap Parastin Yayinlarina aittir ve bu sekilde tüm haklari saklidir.
LanguageTürkçe
Release dateNov 11, 2019
ISBN9783743124417
Paris'deki Heval: Bir sizmanin anatomisi
Author

Xusrew Kurdistan

Xusrew Kurdistan, ji bakurê Kurdîstan'ê ye û dixwaze gellê Kurd bi rîya ew Romanî hinek hisyar bike, daku dost û dijminên xwe nasbikin û bi tewgerî jîyan bikin!

Related to Paris'deki Heval

Related ebooks

Reviews for Paris'deki Heval

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Paris'deki Heval - Xusrew Kurdistan

    Paris'deki Heval

    Titelseite

    Künye

    ÖNSÖZ

    Bu kitap aracılığı ile bir Kürd-Türk tarihinin romanını yazma arayışında değilim, sadece barbar kültürün devşirmecilikle harmanlanıp nasılda soğukkanlıca cinayetler işledigini bazı temel ve genel basamaklar yardımı ile izah etmeye çalışacağım. Kürd toplumunun öyle alçakca cinayetler yolu ile yem olmasının bir çok sebebi olsa da, bu kitap ile Kürdlerin yüzlerine serpilmiş ölü toprağını aralama gibi bir amacı taşımaktayım. Zamanım, yeteneklerim ve koşullarım el verseydi Kürdlere bir „Kırmızı Kitap" hazırlamayı çok isterdim. Kürdlerin el kitabı olacak bir yapıta çok ihtiyaçları var. 

    Yeryüzünde fiziki olarak her koşulda kendisini yaşatabilecek yaratıkların başında hiç şüphesizki iki ayaklı, hayvanlar grubuna dahil olan insan geliyor. Her koşula göre uyum sağlayan insan Allah‘ın üflediği ruh ve bahşettiği sorgulama yetisi ile zamanının en mükemmeli olma ünvanını elde ediyor. İnsanları hayvan aleminden ayırd etme gibi bir ayrımcılık gayem olmasada hali hazırda iyi gitmeyen bazı durumların olduğu kanaatindeyim. Her açıdan kendisini mükemmel gören iki ayaklı insanoğlu tüm enerjisini tabiatı yıpratmanın yanı sıra kendi neslini sayısal anlamda azaltıp yaşam koşullarını tüketmeye verip bu meşguliyeti ile yüzbinlerce yıllık geçmişine adi bir kültür geni şeklinde yamamaya çalışıyor. Tabiatın yaratıklarını incelediğimizde acımasızca yürüyen ama kendi içinde doğallığını koruyan hususlar vardır. Bir aslan insanoğlu benzeri hiç bir zaman erzak stoku yapmaz, bunun içindir ki acıktığında sürekli ava çıkar. Kanlı kovalamaca sonucu avını parçalar ve de gününü kurtarmış olur. Vahşi doğa dememiz bundandır. Bu şekilde devam ede gelen doğal vahşi hal insanoğlunun yüzbin yıllık belleğinde halen en temel yerini alıyor. Medeniyet, sivilleşme, insaniyet, demokrasi gibi kültür, yaşam degerlerinin ortalıkta dolaşmasına bakmayın siz, hayat öz itibarı ile doğa kanunları çerçevesinde ilerliyor. Bunun aksini iddia etmek yaratılış vede doğa hakikatine aykırıdır. Yaşamak için öldürmek, yaşamak için tüketmek, yaşamak için aç bırakmak, toplu katletmek insanoğlunun belleğinde taşınmaz-devredilemez genler halini almıştır. Bunun değişmesi mevcut insan değer ve de ölçüleri ile mümkün değildir.

    Doğa kanunlarını anayasa ya da benzer ceza kanunları ile belli bir çerçeveye sınırlamak sadece maskeleme görevi görmekte olup doğa kanunları ile ters düşmemektedir. Yeryüzünün en medeni ülkesi, sistemi, halkları ve toplulukları onlarca ciltlik modern yasalara sahip olabilirler. Ancak bu onların kurt-kuzu ilişkisini tüm hücrelerinde yaşamayan bir halk gerçekliğine sahip olduklarını gizleyemez.

    Kavramlar o kadar içerikten yoksun ve kafa bulandıran rezil düzeylerde tartışmaya açılıyor ki, nereden geldiğimizi, nereye gittiğimizi tatmin edici şekilde acıklamaya yeteneğimiz el vermiyor, aklımız ermiyor, kapasitemiz yetmiyor.

    Doğa kanunlarını en iyi izleyebilenlerin başında hiç tartışmasız hayvanlar geliyor. Milyonlarca yıllık doğa ile bütünleşen varlıklar, onunla özdeşleşen ve onda var olanlar, insanların en büyük tehlike olduğunu görebiliyorlar. Yeryüzünün hayvanlar için yaşanılamaz hale gelmesinde son yüzyıl içinde insanoğlunun verdiği zarar en az ellibin yıllık doğal affetlerinki ile karsılaştırılabilinir. Öyleki son Endüstri Devrimi ile beraber harcanan enerji kaynakları insanoğlunun ortaya çıkmasından bu yana tüketilenler ile eşdeğerdir. Bu husus tüketip imha eden insanoğlu için genel bir örnek gibi görülse de etkisinin sonraki kuşaklar için başbelası olacağını şimdiden dile getiren vicdan sahibi araştırmacılar, bilimadamları vardır. İnsanoğlu hayvanların kendi doğallıklarını yaşayabileceği alanları hızla tükenirken kendisininde bu tükenme ile biteceğini düşünemeyecek kadar günü birlik vede yüzeyseldir. Bu yüzeyselliğin toplumda insanlar ilişkisine yansımasını tarif etmek bile insanın tüylerini diken diken ediyor. Bu yüzeysellik ve ideolojisi haline gelen bireyselliğin bitirmeyeceği, tüketmeyeceği, ortadan kaldırmayacağı, katletmeyeceği hiç bir şey yoktur. Evet insanoğlu gelmiş geçmiş en büyük imha makinasıdır. Bireyselliği bir ideoloji olarak ele aldık ve bu ideolojiyi yeryüzündeki insan sayısına çarpalım. Yedi milyardan fazla ideolojinin iç içe geçtigi, birbirine karşı yaşam-kalım mücadelesi verdiğini de bunlara eklersek ortaya kaoslar cenderesi çıkar. Evet böyle amansız savaş ortamında yaşıyoruz, herkesin farklı istemleri, egoları var. Bunu doğa diline uygulamaya çalışırsak adına rahatlıkla „Vahşet Kanunları" diyebiliriz. Oysa hayvanlar aleminin yasalarını biz „doğa kanunları" olarak ele almayı yeterli buluyoruz. Aradaki fark Vahşettir!

    İnsanların hayvanlardan öğrendiği ve de zamanla bireysel ideolojilerinin etkisi ile daha da geliştirdikleri önemli özelliklerinden (alışkanlıkta denilebilinir) biride „Uyum"dur. Uyum insanı bulunduğu ortamda sırıtmadan yaşamasını, gizlenmesini, gelişmesini sağlar.  Hayvanlardaki uyum genel itibarı ile göze çarpar. Hava koşullarına göre biçime girme, kutup ayıları misali kalın derili ve tüylü, bukalemon gibi renk değiştirme uyumu, tilki gibi fare yuvasının önünde saatlerce kıpırdamadan bekleme, çakalın aslan karşısında bazen racon kesmesi oyunu, içgüdüsel olarak coğrafyada yön belirleyip hayati yiyeceklere ulaşma vb. Tüm bunları canlıların ayakta kalabilmeleri  için olmazsa olmazlar olarak ele alabiliriz. Bu sıfatı herhangi bir insana, örneğin komşularımıza, iş arkadaşlarımıza, öğrencilerimize uyguladığımızı düşünelim. Ortaya onlarca uyum adı altında çıkan maskeler göreceğiz. Her renkten maske ile hayata tutunmayı deneriz. Uyum sadece kısa süreli bir taktiksel refleks olmaktan çıktığında telafisi edilmeyecek kadar büyük zararları beraberinde getireceği kaçınılmazdır. Çünkü yukarda da bahsettiğimiz gibi her bireyin bir bireysel ideolojisi vardır. Bu ideolojinin değişmez kuralı: yaşamak için tüm engelleri ortadan kaldırmaktır. Askeri uslüb ile ifade edersek, öldürmek, siyasi uslübte ise karşılığı etkisizleştirmek oluyor. Ölüm vede etkisizleştirme bir tarafın daha da kök salmasını, beslenmesini, güç olmasını beraberinde getirirken karşı tarafın ise tarih sahnesinden silinmesi anlamına gelmektedir. İşte insanoğlunun tarihi öldürmek ve tarih sahnesinden silinmek ile eşdeğerdir. Medeniyet, insaniyet, adalet adına yapılanlar tüm yaşanılanların milyonda biri bile değildir. Bu yüzden insanoğlunun bir kaç yönünü topluma uyarladığımız zaman karşımıza böyle tehlikeli sonuçlar çıkıyorsa onu bir bütün ele almak bizi kendi insanlığımızdan utanmaya kadar götürebilir. Biz utanmadan ve de gocunmadan yaşadığımız toplum içerisinde Vahşet Kanunları ile hayata sımsıkı sarılan, kurtlar arasında ayakta kalma savaşını vermek istiyoruz. Bunun mümkün olabilmesi ancak ve ancak ciddi analiz, araştırma ve incelemeden geçiyor. Bunun aksi önyargılardan ibaret olurki bilimsel bir sonuç vermez. Buradan çokca duyduğumuz „uyumsuzluk" kavramının göklere çıkarılıp Anarşi propagandası yaptığım anlaşılmasın.

    Konumuza döndüğümüzde doğa tarihi itibarı ile sicili kabarık olan insanoğlunun bir kaç özelliğinin bizi insandaşlar olarak fena halde korkuttuğunu ve de tedbir geliştirmeye teşvik ettiğini söyleyebiliriz. Bunda genel insanlık üzerinde analiz yapma ütopyası yerine yanıbaşımızdakilerden yola çıkmak daha gerçekcidir. Öyleki sosyalistler devrim sonrası bir kaç yılda Komunizme geçtiler ve de kendilerinin bile inanmadığı içi boş sistemler kurdular. Oysa yapmaları gereken temel görev insanı terbiye etmek, doyurmak ve makul bir sisteme kavuşturmaktı. Bunu başarmaları zaten mümkün değildi. Bahsettiğimiz gibi her insanın inandığı bir bireysel ideolojisi vardır.

    Orta Asya‘dan yola çıkıp bazı kısa molalar ile Anadolu‘ya yerleşen Turan kavimlerinden aşiretler, boylar yol boyu azımsanmayacak kadar yeni alışkanlıklar edindiler. Yerleşik kültüre öyle at üstünden bakıp bir medeni, insani hafıza sahibi olduklarını iddia eden bu boylar aslında doğadan kalma en önemli özellik olan „Uyum sağlama" da uzman oldular. Ortadan kaldırıcı özelliğe sahip olan Uyum’un halk arasında onlarca tanımı olsa da Kürdler arasında tartışmalarda ilk aday olarak ortaya çıkan „Devşirme" oluyor. Yani aslının üzerinden inşa edilmiş onlarca biçim, maske, kültür, hayat tarzı vb. Bunun sokak dili ise „Piç’tir". Piç ya da Devşirme gibi kavramların yansıttıkları, getirdiği kötü imaj yerine onları psikolojik yönü ile ele aldığımızda doğadaki ayakta kalmak fiili ile bire bir örtüştüğünü görürüz. Bir bukalemonun renk değiştirip ava çıkması ile bir ajanın kimlik değiştirip içinize sızması arasında hiç bir fark yoktur. İkisinin sonucuda karşı tarafı kendi bireysel ihtiyaçları, egosu, ideolojisi için öldürmektir, tüketmektir, yem yapmaktır. Siyaseten ise etkisizleştirmektir, bertaraf etmektir.

    Devşirme kültürünün en mükemmel ve bir o kadarda trajik geliştiği sistem Anadoluya yerleşen Orta Asya göçmenleri sistemidir. Orta Asya bozkırlarından İran ovasına gelip yerleşen göçebe, barbar kavimler asabi, gayrı insani, saldırgan yönleri dolayısı ile hızla askeri mesleklerde yükseldiler. Öyleki kısa zamanda devletler kurup sayılarını çoğalttılar. Misafir kaldıkları topraklarda sürekli yer değiştiren bu kabileler yeni talan merkezleri peşinden gittiler. Yemlerinin peşinden giden yabani hayvanlar gibi…

    Büyük Selçuklular ile beraber İran‘ı terk ettiklerinden sonra çok parçalı gruplar halinde Anadoluya doğru yol aldılar. İran‘ın zengin kültürünü at üstünde yaşayan bu barbarlar yüzyıllar boyu eski talan özelliklerini terk etmediler. Öyleki talanlarını süreklileştirecek bir sistemi Anadolu‘da oluşturdular. Beylik olarak Bursa-İznik dolaylarında yerleşen Osmanlılar zamanla Anadolu‘nun iç kesimleri dahil bir imparatorluk kurdular. Devşirme kültür, talana tabi tuttuğu tüm yerleşik kültürleri yutarcasına kendisine mal ederken son derece başarılı olmayıda bilmektedir.  İslamın güç olduğu döneme denk gelen bu kabileler barbarlığın mirası talan ile ideolojik etkisi ağır olan bir dini de yanlarına aldıklarında doğa kanunlarına taş çıkartırcasına yeni Vahşet Kanunları‘na imza atmışlardır. Osmanlı tarihini az çok inceleyenlerin bana hak verecekleri gibi bu devşirme kültürün bir türlü devşiremediği husus „Mertlik" olacaktır. Zaten işin kilit noktası da burası. Devşirme kültürde mertlik yoktur, ihanet vardır, yerleşme, üretme, emek ile kazanma yoktur, talan, hırsızlama ve aşırma vardır. Osmanlı ve onun içerisinde yer alan kabileler bu özellikleri altı yüz yıl boyunca genlerine yerleştirdiler. Devşirme kültürde temel ilke kendisi olmayı terk etmek, inkar etmektir. Yani siz Afrika‘dan zorla getirdiginiz siyahi birisinin „ben Türk oğlu Türküm, atam Atatürk‘tür" dediği bir durumla karşılaştığınızda devşirmeciliğin gelişimini anlamış olacaksınız. Güçlünün yanında yer alıp kişiliksiz, karaktersiz olmak toplumsal kitle devşirmeciliğinin temel adıdır. Bunun yanı sıra itiraf etmek gerekirki devşirmeler siyasi, ekonomik olarak müthiş yeteneklidirler. Biçim ve sağlık olarak da iyi durumdadırlar. Çok farklı kültürler ile fiziki-sosyal karışım yaşayan devşirmeler tıpkı menengiç ağacından fıstık elde etmek kadar başarılıdırlar. Osmanlı padişahlarının bir kaç tanesi hariç hepsinin anneleri Avrupalı ya da Balkan ülkelerindendir. Öyleki üst düzey bütün yöneticileri Balkan kökenli Arnavut, Boşnak, Rum yada Bulgar‘dır. Buradan devşirmeciliğe bir özenti çıkarılmamalıdır. Yukarda da belirttigimiz gibi çok önemli başarılar elde etseler de devşirmeler mert değildir. Bu namertliğin topluma uyarlanışı beraberinde hak ihlalleri, yalan, talan, inkar, katliam, imha olarak döneceğini bize Osmanlı ve Türk tarihi büyük acılar eşliğinde göstermistir. Sadece son yüzyıla sığdırdığımız Rum, Ermeni, Kürd, Asuri, Pontus katliamları devşirmeciliğin kahpe yüzünü göstermeye yetiyor. Buradan insanların kökenleri üzerine antropolojik bazı kafatasçı örneklere girmeyi uygun bulmadığımdan dolayı işin toplumsal, sosyal boyutlarını genel, herkesimin anlayacağı bir dille anlatmayı yerinde görüyorum. Ortaya çıkan husus, konu üzerinde araştırma yapan bilim adamlarınında belirttiği gibi yerleşik kültürün insani özelliklere daha yakın olduğudur. Yerleşik kültürün temel özelliklerinden bazıları şunlardır:  emeğe dayalı bir hayat, hayvancılıkla, tarımcılıkla uğraşma gibi belli bir mevsim aralığı içindeki düzenli hayat akışı…. Böyle bir yaşam düzenlidir, sabittir, sağlamdır, bir sistemi içinde barındırır, erozyona uğramaz, kısmen tutucu olup dışardan dayatılan değişime direngendir, kendi coğrafyası dışında başka arayışları olmaz. Kendinden emin vede durumundan razıdır. Böyle bir kültürün en kalıcı özelliği ise mert oluşudur. Bu kültürde talan, yalan, inkar, katletme yoktur. Bu kültürün dili, ananeleri çok derin olup binyıllarca işgallere rağmen ayakta kalabilme özelliklerine sahiptir. Buradan da anladığımız biçimi ile çalışıp çabalayarak, zaman sarfederek elde edilen ile çalınan, talan edilen, el konulan bir kültür bir değildir ve olamaz da. Yerleşik ya da barbar kültür arasındaki uçurum boyutundaki özellikleri araştırma konusu yapmak isteyenler günümüz imkanları göz önüne alındığında daha çok malzemeye ulaşacaktır. Örnegin, Türkler, Moğollar ve Samileri (Arap-İsrail) bir araştırın. Bunların yanı başındaki halklardan Kürdleri, Ermenileri de mutlaka araştırın ki yukarda genel çerçevesini çizdiğim karakteristik özelliklere ulaşasınız.

    Yirmibirinci yüzyılda devşirme kültür beraberinde taşıdığı barbar genler ile birleştiğinde insanlığa iyi bir eser bırakmayacağı şimdiden anlaşılırdır. Bu kombinasyon (devşirmecilik ve barbarlık) işgal ettiği toprakların yerlilerine düzenli olarak „ölümlerden ölüm beğen" dışında bir yenilik getirmemiştir, ortadan kaldırılmadığı sürece getirmeyecektir de. Zerdüştlük’teki iyi ile kötü arasındaki mücadele biçiminde olduğu gibi sonuna kadar gideceği söylense de biz yinede duyarlılık geliştirip insanların bu kültürleri analiz edip kendilerini korumalarına yardımcı olacağız. Yaşamak, ayakta kalmak her canlının görevidir, istemidir, arzusudur. Yerleşik kültürün sahipleri adeta karakterlerini, renklerini aldıkları coğrafyalarında oraların orjinal özünü yarınlara ulaştırma mücadelerini vermede son derece haklı sebeblere sahiptirler. Ya barbarların? Ortaya sürecekleri bir insani gerekçeleri kaldımı? İnsanlığın onlara verdiği krediler tükenme aşamasına gelmiştir. Bu insanlık, daha da detaya indirgersek Kürdler bu barbarları kötüye karşı savaş adı altında tarih sahnesinden çıkarmalı, etkisizleştirmelidir. Böylece güneşli yarınlar, bereketli topraklar içerisinde barış içinde yaşama imkanımız olacaktır. Daha doğrusu kısa süreli soluklanma olacaktır, sonrası başka savaşlara kapı aralanacaktır. Bu Tarihsel Materyalizmin açıklayıcı metodu diyalektizmin de bir kanunudur: „her şey değişir". Bu degişimi coğrafyamızda savaşmadan başaramıyoruz. Kötülüklerin potansiyel yuvalandığı, bir hastalık misali kol gezdiği bir coğrafyadan sözediyoruz. 

     Xusrew Kurdistan

    10 Mayıs 2013 Almanya

    Şirin isimli siyah renkli kedi miyavlayarak çıkış kapısı önünde duran kendisi ile aynı rengi taşıyan poşet etrafında gidip geliyordu. İçerde eşeleyip oturacagı herhangi bir kedi tuvaletide olmayınca sağı solu tırmalayıp sahibinin gelmesini beklemek dışında bir şey yapamıyordu. Cate Mate önündeki siyah poşet dışarıya çıkışını engelliyordu. Şirin henüz bir yaşında iken sahibinin bahçeye koyduğu yemler ile kendisine alıştırıp zamanla bir ev kedisi haline gelen artık beş yaşlarında bir tatlı kedi idi. Yalnız yaşayan bireylerin en iyi teselli kaynakları kedi ya da köpek gibi evcil hayvanlardı. Zamanla ailenin fertleri kadar insanları kendilerine bağlayan bu hayvanların tek tesellisi kendileri ile bir çocuk misali oynayacak birilerinin olması ve düzenli yemlenmeleri idi. Kediler bağımsız bir karakter bulundurduklarından dolayı yaşadıkları yerde mutlak sorumlu, iktidar görüntüsü verirlerdi. Sahipleri onu okşayacak, onunla oynayacak, yem kutularını açacak görevliler kapsamındaydılar. Bir köpek gibi herşeyi sahibinden bekleyen yapılardan uzak olduklarından dolayı kendi yaşamlarını istedikleri gibi yaşarlardı. Küçük kapı önünde duran bu siyah poşetin içerisinde olanlardan çok onu oraya kendisinden habersiz kimin getirdiğini Şirin bilmek isterdi. Ancak yine de sahibini beklemek zorunda idi.

    Berlin Türk Federasyonuna ait Merkez Cami maliye sorumlusu Selami siyah poşet icerisinde kedi çıkışı penceresinden bırakılan iki Baretta marka silahı eldivenler yardımı ile aldı. Evin dış kameralarına iki kişi yansımıştı. Silahlar istedigi biçimde sağlam bir şekilde ayakçıları tarafından evin bahçe kapısından girilip cat mate açılarak bırakılmıştı. Suikastte tek silah kullanılsa da yedek silah tüm terslikler için bulundurulurdu. Bozkurtlar bu çarşambayı da kana bulamışlardı. Çarşamba haftanın en dinamik günlerinden biri idi. Ne Pazartesi‘nin takatsizliği ve nede Cuma‘nın yorgunluğunun hissedildiği bir gündür Çarşamba. Nürnberg‘de Kürd asıllı dönerci İsmail Yatmaz yıllardır MHP‘ye haraç vermeme de direniyordu. Buna Nürnberg Irish Pub diskosunda bıçaklanan MHP‘li Bozkurtçu Halil Erdogan‘da eklenince İsmail’in ortadan kaldırılmasına karar verilir.  

    Selami tek kerelik kullanılan bu silahları alıp evin bodrumuna geçti. Oksijen tüplerini yakıp her iki silahı eriterek tanınmaz hale getirdi. Artık çöpe atılabilecek üc beş parça demir yığını halini

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1