Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

İmamların İhaneti
İmamların İhaneti
İmamların İhaneti
Ebook617 pages8 hours

İmamların İhaneti

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Olayların başlaması şöyle oldu: “Devletin içine cin girdi,” dediler. Şaka gibi söyledim ama gerçek bu... Şu anda ne yaptığını bilmeyen, önüne geleni terörist ilan eden, cin çarpmış gibi, hukuk tanımaz bir devletimiz var. Ben buna “Koalisyon” diyorum. İlerde nedenini açıklayacağım. Koalisyonu kuran kişiler, cinle, şeytanla çok fazla vakit geçiriyordu. Hatta zamanlarının çoğu, cin kovalamakla, şeytan taşlamakla geçerdi. Ne olduysa bir gece yarısı bu cinliler (aynı zamanda cemaat üyesiydiler) darbe yapmak suretiyle iktidarı devirmeye çalıştı. Cinliler Cemaatine üye olanlar kimlerdi peki? Bu soruya kısaca şu cevabı verebilirim: İktidarda bulunan herkes. Bir de onlara oy veren seçmenler vardı. Bunların hepsini cin çarptı diyebilirim. Şu anda herkes devletin içindeki cini çıkarmakla meşgul. Çok da emin olamıyorum bundan. Bana sorarsanız cinlerin yarısı devletin içinde, yani kurumlarına, yarısı da devletin ruhuna sızdı. Dışarıda gezenler de var... Nereye varacak bu işin sonu anlamak mümkün değil. Burada küçük bir açıklama yapmak istiyorum. Cinlerden söz ederken “Cemaat” sözcüğünü de kullanacağım. “Koalisyon” dediğimde de cinli devletten söz ettiğimi aklınızdan çıkarmayın. Bazen de “Cin” derim. Kafanız karışmasın. Çünkü bu cinliler önce bir cemaatin çatısı altında toplanmıştı. Her neyse... Cemaatin darbe girişiminden, bir ay kadar sonra tek bir kararla yüzbinlerce insanı işten attılar. Her şey birdenbire olmuştu. Önce cinlilerin darbe girişimi bastırılmıştı. Bunu nasıl anlatayım size: Cin, cine karşı derler ya... Koalisyon diye buna diyorum işte... Koalisyon’un içinde kimler yok ki... Bir ucunda Amerika var. Diğer ucunda CN dediğim Cinlilerin Nöbetçisi; Cinnör duruyor. Bunu da anlatacağım. Neyse... Cinliler zaten iktidardaydı ama devleti bölüşememeye başlamışlardı. İşten atmalar darbeden sonra oldu. Korku, toplumum tümünü esir aldığı için kimse ne olduğunu sorup öğrenemiyordu. İnsanları işten çıkaran kimdi? Devletin ruhunu ele geçiren cinler mi, devleti elinde bulunduranlar mı bunu yapıyordu? Dışarıda kalan Cinşer taraftarı cinler “Artık biz cin değiliz,” demeye başlamıştı. “Cinlikten istifa ettik, darbeyi yapanlar devletin ruhunu ele geçiren Cinefe’nin cinleridir. Onlara karşı savaş aştık, inşallah en kısa zamanda devletin ruhunu bu cinlilerin elinden kurtaracağız,” diyordu ama yine de cin gibi bakıyor, cin gibi yaşıyorlardı. Ülkenin, devletin geleceği ne olacaktı; herkes bunu konuşmaya başlamıştı. “Olağan üstü bir döneme girildi,” deniyordu. Bundan sonra ülke normal kanunlarla yönetilmeyecekti. “Cin çıkarma kanunlarına ihtiyacımız var arkadaşlar. Başka türlü olmayacak. Devlet elden gidiyor. Derhal önlem almalıyız. Bundan sonra ülkeyi, bize özgü, farklı bir kanunla yönetelim. Demokrasiyi unutmak zorundayız. En azından devleti cinlilerden temizleyinceye kadar yönetim şeklimizi değiştirmemiz gerekiyor,” demişlerdi ve ülkeyi Ciçıka’yla (Cin Çıkarma Kanunları’yla) yönetme kararı almışlardı. Bu ilginç darbe girişimiyle ilgili ne çok şey var anlatmam gereken. Cinlilerin darbenin üzerinde üç ay geçmişti. O kadar çok hukuksuzluk yaşanmıştı ki, kime gidilecek, kimden yardım alınacaktı? Hakimleri de cin çarpıştı. Sivil toplum örgütleri tek kelime edemez hale gelmişti. İktidar yandaşı olmayan, cinlilere biat etmeyen gazeteler, televizyonlar kapatılmıştı. Yüzlerce gazeteci hapse atılmıştı. Cinli olduğu söylenen birçok iş adamının mallarına el konmuştu. Onlarca özel üniversitenin Cinliler örgütüne bağlı olduğu söyleniyordu. Cinli, cinliyi bir kaşık suda boğmaya çalışıyordu. Toz duman arasında göz gözü görmez olmuştu. Dedim ya, anlatmakla bitiremem bu olayları diye... Birini anlatıyorsam onunu unutuyorum.

LanguageTürkçe
PublisherYusuf Solmaz
Release dateNov 12, 2019
ISBN9780463907665
İmamların İhaneti
Author

Yusuf Solmaz

Rehber öğretmen Yusuf Solmaz, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi, Eğitimde Psikolojik Hizmetler Bölümü mezunu. Okullarda psikolojik danışman olarak görev yaptı. Solmaz, 1963 yılında Türkiye'de doğdu. İlkokul ve liseyi Yozgat'ta tamamladı. Üniversite eğitimine 1983 yılında Ankara'da Eğitim Bilimleri Fakültesi'nde başladı. Fakültenin, önceki adı Eğitimde Psikolojik Hizmetler (EPH), şimdiki adı Psikolojik Danışman ve Rehberlik (PDR) olan bölümünden mezun oldu. Ülkenin değişik yerlerinde okul psikolojik danışmanı olarak görev yaptı. İlkokul, ortaokul, lise, anaokulu, rehberlik araştırma merkezi gibi kurumlarda, otuz yıla yakın okul psikoloğu olarak çalıştı.Askerliğini, öğretmensizlik nedeniyle açılamayan bir okulda, adı terörle anılan, çok sayıda öğretmenin ve sivilin terör kurbanı olduğu bir bölgede, asker öğretmen olarak yaptı. Küçük bir mezrada, birleştirilmiş bir sınıfta Türkçe bilmeyen öğrencilere, bir yıl kadar, okuma yazma eğitimi verdi.Bir grup arkadaşıyla, öğretmenlerin mesleki sorunlarını ele alan, demokratik ve laik eğitimi savunan bir derginin çıkarılmasında, basılmasında, dağıtılmasında, yaşatılmasında gönüllü olarak görev aldı. Yeni kurulan eğitim sendikasına kaydını yaptırdığında, öğretmenlerin sendikalara üye olması yasaktı. Darbeci generaller, eğitimcilerin, akademisyenlerin, memurların sendika üyesi olmasını istemiyordu. Yusuf Solmaz, buna benzer anti demokratik yasalara karşı çıktı. Meslek hayatı boyunca darba hukukunu değiştirmeyen, bu hukuk üzerinden ülke yöneten iktidarları protesto eden eylemlere katıldı.Kimi dergi ve gazetelerde yayımlanan yazılarından dolayı adı defalarca soruşturmalara konu oldu. Birçok kez düşüncelerinden, mesleki çalışmalarından ve sendikal faaliyetlerinden, katıldığı eylemlerden dolayı kurum amirleri tarafından disiplin cezası ile cezalandırıldı. İş hayatının önemli bir kısmı bu cezaları iptal ettirmeye çalışmakla geçti. Görev yaptığı okulların çoğunda yöneticilerin sistematik yıldırma girişimlerine maruz kaldı.Yüksek lisans yapmaya hak kazanınca tekrar Ankara'ya döndü. Mastır çalışmalarını, üniversitenin Güzel Sanatlar Eğitimi alanında sürdürdü. Farklı üniversitelerden sanat eğitimi, sanat eleştirisi, sanat psikolojisi, sanat tarihi, sanat ve yaratıcılık, sanat ve insan, sanat ve varoluş psikolojisi üzerine dersler aldı.Eşcinsel eğilimleri olduğu ileri sürülen ünlü yazar Sait Faik'in hayatını tez konusu olarak inceledi. Bu çalışma, tez danışmanının eşcinselik konusuna itirazı nedeniyle tamamlamadı. Fakülde tarafından kabul edilmeyen tez, daha sonra bir yayınevi tarafından kitap olarak basıldı.Yusuf Solmaz, askerlik görevini tamamladıktan sonra mastırını bitirmek için tekrar üniversiteye döndü. Bu kez, tez konusu olarak, bir edebiyat eseri üzerinden karakter çözümlemesi yaptı; Orhan Pamuk'un Cevdet Bey ve Oğulları romanını psikolojik açıdan inceledi. Roman yazarına gönderme yaparak, romana konu olan olayları ve bu olayların karakterler üzerindeki psikolojik etkilerini ele aldı. Söz konusu tez, bir süre sonra kitap haline getirildi.Yusuf Solmaz, halen bir lisede psikolojik danışman olarak görevine devam etmektedir. Evli ve iki çocuk babasıdır.Lisans Eğitimi:Ankara Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Fakültesi, Eğitimde Psikolojik Hizmetler Bölümü, 1987Yüksek Lisans Eğitim: Ankara Üniversitesi Güzel Sanatlar Eğitimi Bölûmü, 2002Orta öğrenim: Yozgat Lisesi, 1983,Yozgat İstiklâl ortaokuluİlköğretim: Alacalıoğlu İlkokuluGörev Yaptığı Kurumlar1. Mardin Rehberlik ve Araştırma Merkezi2. Tokat Lisesi3. Ankara Fatih Sultan Mehmet Lisesi4. Ankara Kalaba Ortaokulu5. Ankara Faruk Verimer Ortaokulu6. Ankara Emniyetçiler Ortaokulu7. Ankara Çankaya Rehberlik Araştırma Merkezi8. Bodrum Cumhuriyet İlköğretim Okulu9. Bodrum Ayşegül Sevim Ali Rüştü Kaynak Lisesi10. İzmir Menderes Bayrak Anaokulu11. İzmir Menderes Alparslan İlköğretim Okulu12. Öğretmen Dünyası Dergisi Yazı Kurumu Üyeliği

Read more from Yusuf Solmaz

Related to İmamların İhaneti

Related ebooks

Reviews for İmamların İhaneti

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    İmamların İhaneti - Yusuf Solmaz

    İMAMLARIN İHANETİ

    CİNLİLER

    SÜRGÜN

    İŞİMİ ÖĞRENCİLERİMİ İSTİYORUM

    Yazan

    Yusuf Solmaz

    Yusuf Solmaz hakkında not: Daha önce; Cevat Balıkçıoğlu adıyla yazdığım yıllarda, kendimden yola çıkarak C. Balıkçıoğlu’nu şöyle anlatmıştım: (Olduğu gibi aktarıyorum…) 1964 yılında İspanya’da doğdu. İlkokul ve liseyi Türkiye’de küçük bir taşra şehrinde tamamladı. Üniversite eğitimine Eğitim Fakültesi’nde başladı. Fakültenin Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık Bölümü’nden mezun oldu. Türkiye’nin değişik yerlerinde okul psikolojik danışmanı olarak görev yaptı. İlkokul, ortaokul, lise, rehberlik araştırma merkezi gibi kurumlarda, otuz yıla yakın okul psikoloğu olarak çalıştı. Yaz tatillerini dayısının İspanya’daki portakal bahçesinde, toprağa olan özel ilgisi nedeniyle, tarım işçisi olarak geçirdi; küçükbaş hayvan bakıcılığı yaptı.

    Askerliğini Türkiye’de, adı terörle anılan, çok sayıda öğretmenin ve sivilin terör kurbanı olduğu bir bölgede, asker öğretmen olarak tamamlayarak terhis oldu. Küçük bir mezrada, birleştirilmiş bir sınıfta Türkçe bilmeyen öğrencilere, bir yıl kadar, okuma yazma eğitimi verdi.

    Bir grup arkadaşıyla, öğretmenlerin mesleki sorunlarını ele alan, demokratik ve laik eğitimi savunan bir derginin çıkarılmasında, basılmasında, dağıtılmasında, gönüllü olarak görev aldı. Yeni kurulan eğitim sendikasına kaydını yaptırdığında, öğretmenlerin sendikalara üye olması yasaktı. Darbeci generaller döneminde çok sayıda eğitimci, sendikal faaliyetlerinden dolayı hapse atılmıştı. Halikarnas Yolcusu (Cevat Balıkçıoğlu), antidemokratik bütün yasalara karşı çıktı. Meslek hayati boyunca darba hukukunu değiştirmeyen, bu hukuk üzerinden ülke yöneten iktidarları protesto etti, eylemlere katıldı.

    Kimi dergi ve gazetelerde yayımlanan yazılarından dolayı adı defalarca soruşturmalara konu oldu. Birçok kez düşüncelerinden, mesleki çalışmalarından ve sendikal faaliyetlerinden, katıldığı eylemlerden dolayı kurum amirleri tarafından disiplin cezası ile cezalandırıldı. İş hayatının önemli bir kısmı bu cezaları iptal ettirmeye çalışmakla geçti. Görev yaptığı okulların çoğunda yöneticilerin sistematik yıldırma girişimlerine maruz kaldı.

    Yüksek lisans yapmaya hak kazanınca mezun olduğu fakülteye döndü. Mastır çalışmalarını, üniversitenin Güzel Sanatlar Eğitimi alanında sürdürdü. Farklı üniversitelerden sanat eğitimi, sanat eleştirisi, sanat psikolojisi, sanat tarihi, sanat ve yaratıcılık, sanat ve insan, sanat ve varoluş psikolojisi üzerine dersler aldı.

    Eşcinsel eğilimleri olduğu düşünülen tanınmış bir yazarın hayatını tez konusu olarak inceledi. Bu çalışma bazı nedenlerden dolay tamamlanamadı. Fakülde tarafından kabul edilmeyen tez, daha sonra bir yayınevi tarafından kitap olarak basıldı. Birkaç yıl aradan sonra mastırını tamamlamak için tekrar üniversiteye döndü. Bu kez, tez konusu olarak, bir edebiyat eseri üzerinden karakter çözümlemesi yaptı. Ünlü bir romanı psikolojik açıdan inceledi. Roman yazarına gönderme yaparak, romana konu olan olayları ve bu olayların karakterler üzerindeki psikolojik etkileri üzerinde durdu. Söz konusu tez, bir süre sonra kitap haline getirildi.

    Halikarnas Yolcusu, 2015 yılında emekli oldu. Halen İspanya’da, dayısından kendisine miras kalan portakal bahçesinde çalışmakta, portakal üreticiliği yapmaktadır.

    Y.S

    Bir toplum gerçeklerden ne kadar uzaklaşırsa; gerçeği söyleyenlerden o kadar nefret eder.

    George Orwell

    "İnkılabımızın tam dönüm anında topraklarımıza göz dikerek saldırmak isteyen düşmanın, dini ele alarak birçok fitne ve fesatla halkı kandırmaya kalkıp, türlü entrikalar çevirmekten çekinmeyeceği de muhakkaktır. Biliyor musunuz ki Mussolini peşindekilerle buraya gelirse nasıl gelecektir? Önünde dervişler, hacılar, hocalarla gelecektir. Din adamlarını elinde silah olarak kullanacaktır."

    Mustafa Kemal Atatürk

    ÖNEMLİ İFADELER

    Âdem ile Havva, toplumsal çürümeye rağmen insan kalama anlamına gelen bir metafordur.

    Âdem: Havva’nın mücadele arkadaşıdır. Sınıf öğretmenliği yaparken meslekten atılır. Havva gibi terörist olmakla suçlanır. Bütün eylemlerde Havva’nın yanında olduğu görülür. O da Hürriyet Anıtı’nın önünde oturma eylemi yapar. Aynı nedenle, açlık grevine başlar, faşizme karşı bayrak açar, hapse atılır.

    Akıgaze: ‘Akıllı gazeteci’den türetilerek isim haline getirilmiştir. KS taraftarı, aynı zamanda sosyalist bir gazetecidir. Sınırlı bütçe ve elemanla Cinşer hükümetine karşı televizyon yayıncılığı yapar. Kimliği şüphelidir. Yedkos’un adamlarından biri olma ihtimali vardır.

    AMP: Ana Muhalefet Partisi’nin kısaltılmış şeklidir.

    Barış: Kadir öğretmenin oğlu... Lisede okumaktadır.

    Bekodar: Beş Komutan Darbesi’nin kısaltılmış halidir. Kırk yıl önce yapılan askeri darbeyi ifade eder.

    CD: Cinlilerin Destekçisi… AMP lideridir. Cindes olarak kısaltılmıştır. CD yaptığı hatalar yüzünden koalisyon hükümetinin güçlenmesine neden olur. Ya da her hatalarını bilerek; Koalisyonun parçası olduğu için yapmaktadır.

    CE: Cinlilerin Efendisi: Koalisyon’un, yani CŞ hükümetinin iktidar ortağıdır. Cinefe olarak kısaltılmıştır. Cinefe, Üzümcüler tarikatının lideridir. Cinlerle temas halinde olduğunu söyleyen biridir. Müritleri de buna inanmaktadır. Cin kullanarak herkesi; devletin bütün kurumlarını kontrol edebildiğini iddia etmektedir. Amerika’da bir çiftlikte yaşar. Amerika'nın oluruyla Yedkos’un güdümündeki CŞ hükümetine ortak olur. Cinşer ile birlikte aynı amaca hizmet etmektedir. Bu amaç, emperyalizme karşı dünyanın en büyük zaferini kazanmış olan KS’yi (KS, aynı zamanda laik cumhuriyet anlamına gelmektedir) ortadan kaldırmaktır. İki ortak, Yedkos’un desteğiyle, iktidar olduktan sonra, uzunca bir süre, sorunsuz, el ele görev yaparlar. Zamanla CE, Koalisyon’un bütününü ele geçirmek ister. (Bu bir iddiadır.) Cinefe, CŞ ile birlikte Üzümcüler tarikatını devletin içine taşımıştır. Tarikatın bir kolu olarak CE, KS’nin kurduğu demokratik laik cumhuriyet içerisinde paralel din devleti olarak büyümeye başlar. On yıl aradan sonra ortaklar arasında kavga çıkar. Cinefe’nin darbe yapmak suretiyle iktidarı tamamen ele geçirmek istediği iddia edilir. Darbe girişimi sırasında çıkan çatışmalarda yüzlerce kişi hayatını kaybeder. Karışık olan nokta şurasıdır: Gerçekten darbe kalkışması olmuş mudur? Yoksa bu, bir oyun mudur? Halkın bir kesimi, bunun, toplumsal baskıyı artırmak, KS taraftarlarını, ilericileri devletin içinden ayıklamak için sergilenen bir oyun olduğunu dile getirilmektedir. İddialar bir bakıma doğru çıkar. Çünkü darbe girişiminden hemen sonra demokrasi askıya alınır, gerekçe olarak devletin içine Cin kaçtığı söylenir. Devlet kadrolarını Cin’den; yani Cinefe taraftarlarından temizlemek için Ciçıka adı verilen bir dizi yasa çıkarılır. Bundan sonra ülke CŞ’nin istekleri anlamına gelen Ciçıka ile yönetilecektir. Bu, aynı zamanda CE’nin de istekleri olabilir ancak bu noktada kafalar karışıktır.

    Ciçıka: Cin Çıkarma Kanunları… Ciçıka şeklinde kısaltılmıştır. Bir metafor olarak görülmelidir. KS devletinin içine sızan cini; yani, CE taraftarlarını, hukuk dışı kanunları, Üzümcüler tarikatının devlet içindeki gücünü ifade eder. Ciçıka, CŞ tarafından yürürlüğe sokulur. Aynı zamanda CŞ’nin isteklerini ifade eder. Kanun gibi görünen kanunsuzluklardır. Tek adam olmaya çalışan CŞ ve onun faşizmini anlamına gelmektedir. Demokrasinin yerini alan, ne zaman son bulacağı bilinmeyen, sürekli kaldırılacağı konuşulan, KS karşıtı kanunlardır. Bazı cümlelerde CŞ’nin yerine geçer; Cinşer demek zaten Ciçıka demektir.

    Cin: Üzümcüler tarikatı olduğu gibi, Cinefe’nin devlet içindeki gücünü ifade eder. Dolaysıyla Cinşer’in örtülü amaçlarını anlatan bir metafor olarak görülmelidir. Cumhuriyet karşıtlığının özüdür. Çağdaş değerlerden rahatsızlık duyan delilik halidir. Yedkos’un amaçlarına hizmet edenler, anlamına gelir. Kanser hücresine de benzetilebilir. İlaç tesir etmeyen güçlü bir mikrop gibi, dindarlık maskesi altında devletin içine kaçarak cumhuriyeti ve kurumlarını çürütmeye çalışan cinnet halidir. Koalisyon tarafından yönetilen dincilerin isteklerine göre şekil alır.

    Cinali: Cin Ali’den gelir. CŞ hükümetine başbakanlık yapmıştır. Aslında oturduğu makam yok hükmündedir. Devletin bütün işleri CŞ’den sorulduğu halde başbakan olmuştur. Bütün iradesini CŞ’ye teslim etmiş bir profesördür. Yedkos’un, Ortadoğu projesi doğrultusunda CŞ hükümetiyle birlikte önemli işler yapar. Cinefe’nin önemli adamalarındandır.

    Cincilik: Cinefe taraftarı olmak. Dolayısıyla Cinşer yandaşlığıdır.

    Cinli hükümet: Çeteleşmiş iktidar örgütlenmesini ifade eder. Kanunsuz faaliyette bulunan devlet gücü anlamına gelir. Kontrolsüzdür. Ne zaman ne yapacağı belli olmaz. Cinli yüzünü iktidar karşıtlarına gösteren bir yapıdır.

    Cinli örgüt: Devleti ele geçiren Üzümcüler tarikatını anlatır. Devlet içine sızan terörist grubu ifade eder.

    Cinli: Cinefe ’den yana olanlar… Sağlıklı düşünemeyenler. Beyinleri dinle bulanık olanları ifade eder. Kimi cümlelerde Cinefe, kiminde Cinşer taraftarları anlamına gelir. Nedeni şudur: Cinefe ile Cinşer, aynı menzile giden iki dini liderdir. Siyaseten ayrılmış gibi görünseler de birbirlerinden ayrı düşünülemezler. Zaten siyaseten ayrıldıkları bir iddiadan ibarettir. Kesin olarak ayrıldıkları kuşkuludur. Cinşer ne kadar Cinefe’yse, Cinefe de o kadar Cinşer’dir.

    Cinliler: Koalisyon partisine oy verenler, Allahla kandırılanlar… Dolayısıyla Cinefe taraftarları; bundan dolayı da Cinşer yandaşlarıdır.

    Cinliler: Koalisyon yandaşları; seçmenler, Cinşer faşizmine bağlı olan herkes… Din eğitimiyle yetiştirilen büyük kalabalıklar. Biat kültürüyle hareket eden, iradesini satmış kişiler. Akıl dışı davranmaya yatkın, sağı solu belli olmayan, cihat anlayışı içinde hareket eden tehlikeli insanlardır.

    Cinlilik: Üzümcüler cemaatinin etkisinden kurtulamamak. Din yüzünden kafa karışıklığı içinde bulunmak.

    CN: Cinlilerin Nöbetçisi... Cinnör şeklinde kısaltılmıştır. CŞ hükümetlerini ayakta tutan terör örgütü liderini ifade eder. Bu örgüt, Yedkos tarafından kurulmuştur. CN, KS düşmanıdır. Amerika’nın çıkarları doğrultusunda ülkeyi zayıflatmaya, mümkünse bölmeye çalışır. Kürtlere özgürlük vaadiyle sürekli kan dökmektedir. Önce sosyalist olduğunu dile getirmiştir. Sonra Kürt milliyetçisi olur. Din düşmanlığından, Müslümanlığa döner. Sözde ömür boyu hapse mahkûm edilmiştir. Örgütünü, hapishaneden yönetir. Koalisyon hükümetiyle, Kürtlere özgürlük anlaşması yapar, bu sayede ünlenir. Yeni sempatizanlar kazanır. Örgütünü büyütür. Seçim zamanlarında kan dökmeye ara vererek CŞ hükümetlerinin seçim kazanmasını sağlar. Koalisyon tarafından ele geçirilmiş olan KS devletinin bölüneceği endişelerini sürekli canlı tutar. Böylece CŞ’nin ekmeğine yağ sürer.

    CS: Cinlilerin Silahlısı… Cinsil olarak kısaltılmıştır. Koalisyon ordularının komutanını ifade eder. Devletin içine cin kaçarken görevini yerine getirmeyen en yetkili isimlidir. KS devletinin, Yedkos güdümündeki Üzümcüler tarikatı tarafından ele geçirilmesini izlemekle yetinmiştir. Kendisinden önceki komutanlar da aynı şeyi yapar. KS’ye bağlı olduğunu söyler ancak, emperyalizmin çıkarları doğrultusunda hareket eder. Komutanlık gelirlerini aşan harcamaları vardır.

    CŞ devleti: Koalisyon partisini ve onun kurduğu parti devletini ifade eder.

    CŞ hükümeti: Koalisyon partisi anlamına gelir. Aynı zamanda parti devleti yerine kullanılmıştır.

    CŞ: Cinlilerin Şerbetlisi. İktidar partisi lideridir. Cinşer şeklinde kısaltılarak isim haline getirilmiştir. Cinşer, aynı zamanda Koalisyon hükümetinin başıdır. Amerika’nın desteğiyle iktidara gelirler. Cinşer, KS (Kurtuluş Savaşçıları) tarafından kurulan laik cumhuriyeti yıkarak, yerine dini esaslara dayalı bir devlet kurmak ister. Amerika tarafından desteklenen sözde İslamcı bir okuldan mezun olmuştur. İmam olarak bilinir. Herkesten çok Müslüman görünür. Camileri parti bürosu gibi kullanmaktadır. Amerikancı askerlerin açtığı yoldan ilerleyerek iktidara gelir.

    Havva: Kadın Akademisyendir. Darbeden sonra meslekten ihraç edilir. Herkesin eve kapandığı bir dönemde hak aranmak için tek başına sokağa çıkar. Hürriyet Anıtı’nın önünde eylem yapmaya başlar. Hukuksuz bir şekilde işten çıkarılan Ciçıka mağdurlarının sesi olur. Faşizme karış insanları uyandırmaya, toplumsal muhalefeti örgütlemeye çalışır. Açlık grevine öncülük der. Dünyanın dikkatini çeken hükümet karşıtı protestoları nedeniyle, Koalisyon güçlerinin baskısı altında kalır. Tutuklanır. Açlık grevine hapishanede devam eder. Aylarca aç kalır. Zayıflar. Açlık nedeniyle vücudunda kalıcı hasar meydana geleceği ya da öleceği konuşulmaktadır.

    Kadir öğretmen: Kitaba konu olan olayları anlatan öğretmendir. Daha önce Yedkos’u fark edemediği için Koalisyon hükümetine oy vermiştir. O günleri hatırlayarak geçmişiyle hesaplaşmanın çabası içine girer. Devleti ele geçiren Üzümcüler tarikatı içinde kavga çıkınca meslekten atılır. Yüz binlerce mağdurdan biri olur. Önce ne yapacağını bilemez. Âdem ile Havva’nın hükümet karşıtı eylemlerinden cesaret alarak sokağa çıkar. Önceki yıllarda, karısının da üye olduğu sendikadan istifa eder. O günleri hatırlayınca üzülür; karısını, Cinnör yanlısı sendikadan istifa etmemekle suçladığı için pişmanlık duyar. (Sendika içerisinde Cinnör yanlısı üyeler vardır ama sendikanın terör destekçisi olduğu iddia edilemez. Buna benzer suçlamalar, demokratik kurumları çürütmek için dile getirilmektedir.) Darbeden önceki Kadir öğretmen korkaktır, meslekten ihraç edilince ikinci bir Kadir ortaya çıkar. Yeni Kadir, ülkede neler olup bittiğini anlamaya çalışan, öğrencileri, okulu elinden alınsa da toplumu eğitmek için çırpınan bir öğretmene dönüşür. Her gün belediye binasının önünde eylem yapar. Sürekli gözaltına alınır. İfadesi alınıp, para cezası kesildikten sonra serbest bırakılır. Bu şekilde bir yıl boyunca polislerle karşı karşıya gelir.

    Kakedi: Kafa Kesen Dindarlar ifadesinden yola çıkılarak isim yapılmıştır. Kakedi, emperyalistler, yani Yedkos tarafından kurulur. Müslüman olduklarını söylerler. Büyük İslam devletini kurmak için teröre başvurduklarını söylense de, asıl amaçları, Yedkos’un dünyayı ele geçirmesini kolaylaştırmaktır. Ortadoğu başta olmak üzere dünyanın birçok bölgesinde İslam adıyla suç işleyen, sapık ruhlu, terörist bir grubu ifade eder.

    Koalisyon: İktidar partisidir. Devletin içine sızmış cemaat (Üzümcüler Cemaati) anlamına gelir. Emperyalizmin güdümündeki CŞ, CE, CN, CD (CD’nin ortaklığı şüphe içermektedir) adlı liderler arasındaki iş birliğini anlatır. Koalisyon, Yedkos’u oluşturan parçalardan biridir. Aynı zamanda hükümet başkanı CŞ'nin kendisini ifade eder. Bazı cümlelerde yalnızca CŞ’nin gücünü anlatmak için kullanılmıştır. Ayrıca Koalisyon, hukuk tanımayan çete benzeri bir devlet yapılanması olarak düşünülmelidir. Bu yapı, bazı solcuların, liberallerin, din adamlarının, demokratların desteğini almış, onları kendine bağlamıştır. İslami söylemle iktidara gelen işbirlikçileri, sahte Müslümanları tarif eden bir kavramdır. Gerçek İslam'la ilgileri yoktur. İmam cübbesi giymiş papazlara benzerler. Herkesten fazla Müslüman olduklarını söylerler. Mezhepçilik yaparak toplumu bölmeye çalışırlar. Duruma göre şekil alabilen bir beraberliktir. Gün olur liberal görünürler, KS yanlısı bile olabilirler; bukalemun gibi istedikleri zaman değişebilirler. Aslında herhangi bir ideolojiye sahip değillerdir. Önemli olan iktidarda kalmalarıdır. Bunun için her şeyi yaparlar. Şeytanla bile iş birliğinden kaçınmazlar. Ülke güvenliği gerekçesiyle güvenlik önlemlerini artırırlar, toplumu baskıyla yönetirler. Böylece iktidarlarını korumak isterler. Asıl amaçları ele geçirdikleri KS cumhuriyetini yıkmak, İslam’ı yozlaştırarak, Müslümanların terörist dindarlar oldukları yönündeki algıyı pekiştirmektir. Nihai amaçları Türklüğün ve İslam’ın yeryüzünden silinmesidir.

    Körmübaş: Köle Ruhlu Mühendis Başbakan. Körmübaş şeklinde kısaltılmıştır. Cinşer’in ikinci başbakanıdır.

    KS: Kurtuluş Savaşçıları… Üzümcüler tarikatının ortadan kaldırmaya çalıştığı, demokratik, laik, bilimsel devlet anlayışıdır. Osmanlı’nın küllerinden yeni bir devlet kuran Kurtuluş Savaşçıları ve bu savaşın liderini ifade eder. Aynı zamanda laik cumhuriyetin ismidir. Emperyalizme karşı çıkanların, demokratik, laik, tam bağımsız Türkiye’yi kuranların ve bu cumhuriyetten yana olanların adıdır. Demokratik, laik, parlamenter demokrasinin yıkılmasını istemeyenleri, din sömürüsüne karşı olanları ifade eder.

    Meral: Kadir öğretmenin üniversite sınavlarında hazırlanmakta olan kızıdır.

    Saray hükümeti: Koalisyon hükümetini ifade eder.

    Üzümcüler Tarikatı: Devletine ele geçiren tarikattır. Devletin içine kaçan cin; (bir metafor olarak) Ciçıka Devletinin sebebi olarak da görülebilir. Amerika'nın himayesinde, laik düzene karşı çıkan, işbirlikçi, dini bir yapılanmadır. Atmış yıl kadar önce, Amerikan yanlısı askerler ve siyaset adamları tarafından kurulmuştur. Kökleri Osmanlı zamanına kadar uzanmaktadır. Örgütü güçlendiren olay, kırk yıl önce yapılan Bekodar darbesidir. Beş general tarafından yapılan bu darbeden sonra işbirlikçi tarikat hızla büyümeye başlarlar. Sıradan bir imam olan CE zamanla, her yönden güçlü, siyasete yön verebilen bir imama dönüşür. Cinşer de CE gibi bu tarikat içinde palazlanır. Aynı tarikata üye binlerce devlet görevlisi vardır. Hepsinin ortak noktası KS düşmanlığıdır.

    V: Kadir öğretmenin sosyal medya üzerinden tanıdığı eylem arkadaşıdır. Tek kolunu hapishanede kaybeder. Meslekten ihraç edilince Hürriyet anıtının önünde oturma eylemi yapmaya başlar.

    Vicgaze: ‘Vicdanlı gazeteci’den türetilerek isim haline getirilmiştir. Vicgaze, KS yanlısı bir televizyon kanalını, baskılara rağmen ayakta tutmaya çalışır. Ama bu doğru mudur? Bilinmez.

    Yaskegi: Yasaların Suç Kabul Etmediği Gizli İşkence ifadesinin kısaltılmış halidir. Yargılama olmaksızın ya da sahte belgelerle suçlanmayı ve bu suçlamadan kurtulamamayı ifade etmektedir. Devlet ve özel sektör eliyle yürütülür. Birey ve toplum genelinde derin bir çöküntüye, kaygıya, bunalıma neden olmaktadır. Resmi ya da özel bütün kurumlarda mevcut olan örtülü zulümdür. Bu zulmün sistematik hale gelmiş şeklidir.

    Yedkos: Yeni Dünya Koalisyon Sistemi anlamına gelir. Yedkos olarak kısaltılmıştır. Emperyalizmi ve onun işbirlikçilerini ifade eder. Gezegenimizi yönetenler, şirketler, şirket patronları olarak algılanmalıdır. Dünyanın her yerinde devlet olarak bilinen şubeleri vardır. Allahla, parayla, siyasal güçle kandırılan sıradan insanlar, bu örgütlenme aracılığıyla hizaya sokulur. Köle hayatı yaşayan toplumlara özgürlük hissi veren bir yapıdır. Nihai amaçları, hayatı zenginler için dikensiz gül bahçesi haline getirmektir.

    Yeliz öğretmen: Kadir öğretmenin eşidir. Okul müdürünün yönetim anlayışına itiraz ettiği için F kasabasına sürgüne gönderilir. Bir yıl kadar sonra, yani darbe girişiminden önce, canlı bomba saldırısında hayatını kaybeder. Saldırı, başkentte meydana gelir. Ülkenin her yerinden gelen insanlar barış için miting yapmaktadır. O sırada iki terörist, kalabalığın en yoğun olduğu yere girerek kendilerini patlatır. Yeliz öğretmen iki çocuk annesidir. Mitinge, eşinin gitme demesine rağmen, öğretmen arkadaşlarıyla birlikte gitmiştir. Daha önce de ülkenin birçok yerinde bombalar patlamıştır. Artık herkes korku içindedir.

    I.

    Sevgili okurlarım,

    Uzun zamandır yazmaya fırsat bulamadım. Bu arada ilginç bir olay oldu. İki ay kadar önce e posta adresime bir yazı geldi. İşten atılan Kadir adında bir öğretmen, hayat hikâyesinin, benim beş yıl önce açtığım, ‘Yeni Edebiyat’ adlı internet sitesinde yayınlanmasını istedi. Ben de olur, dedim. Şimdi bu yazının ilk bölümünü okumanızı istiyorum. Önce şunu söylemeliyim: Son zamanlarda öyle olaylar oldu ki anlatmakla bitiremem. Bazı şeylerin derinliğini anlamak için kelimelerin ötesine geçmek gerekiyor. Her neyse… Daha sonra ne demek istediğimi anlayacaksınız. Kadir öğretmenin yazdıklarına dönelim şimdi. Sözünü ettiğim yazı şu cümleyle başlıyor: Hayat sandığınızdan daha kurgusal olabilir. Bu cümle üzerine çok düşündüm. Her neyse… Sözü şimdi hikâyesini okuyacağımız öğretmen arkadaşa bırakıyorum…

    *

    Merhaba sevgili dostalar,

    Yaşadığım bu olayların üzerinden yaklaşık bir yıl geçti. Gücüm yeterse her şeyi anlatmaya çalışacağım. Aslına bakarsanız yazmak bana göre bir iş değil. İddialı bir yazar yok karşınızda. Benim amacım bazı şeyleri bilmenizi sağlamak. Okuyacaklarınız belki canınızı sıkacaktır; Bu nasıl hayat hikâyesi… Okumaya değmez, demenizden korkarım. Roman yazma konusunda ne kadar beceriksiz olduğumu bilmenizi istiyorum. Daha önce yazmayı denedim. Zor bir iş olduğunu görünce vazgeçtim. Değer vermeyeceğinizi sandığım şeylerden söz etmiştim. Aptalca kaleme aldığım, sözde kurgusal ama içi boş olan, roman bile diyemeyeceğim yazılarımı, birkaç ay kendi açtığım internet sayfasında yayınladım. Okuyan olmadı. Okudularsa bile ben bunu anlayamadım. Buna rağmen hakkımda soruşturma açtılar. Öğretmen olduğum için, klasik yöntemle yayınlamadığım, üstelik takma isimle yazdığım iki romanım hakkında, amirlerime hesap vermek zorunda kaldım. Sen mi yazdın bunları? diye sordular. O zamanlar şimdiki kadar cesur olmadığım için, Hayır! dedim. Roman mı yazmışım ben? Şaka mı bu? Ne diyorsunuz siz? Ne romanı? Kim söyledi benim yazdığımı? diyerek, hiçbir şeyden haberi olmayan şaşkın adam rolü oynadım. Mecburdum böyle söylemeye. Şimdi olsa, Yazdım, evet ben yazdım, yasak mı roman yazmak? der, kafa tutardım. Göğsümü gere gere, Ben yazdım, derdim. En çok şuna şaşırmıştım: Nasıl olmuştu da benim yazmış olabileceğimi, en azından tahmin etmişlerdi… Neyse... Bu konuya ileride tekrar dönmek isterim. Şimdi tekrar neden yazma ihtiyacı duyduğuma geliyorum. İçim çok acıyor ve yazarak kendimi avutmak istiyorum. Hepsi bu… Şu anda iki arkadaşım ölüm orucunda ve ikisinin de hayati tehlikesi var. Onlar bizim için; hepimiz için hayatlarını ortaya koydu. Ama değer mi? Onur dediler, mücadele dediler, demokrasi dediler hayatlarını tehlikeye attılar. Ne onuru? İnsanlık onuru gerçekten var mıdır bilmiyorum? Onlar bunun için ölümü göze aldıklarını söylüyor. Ben de kendime soruyorum: İnsanlar gerçekten onurlu yaşamak istiyor mu? Ya da şöyle sorayım, onur dediğimiz şey gerçekten var mı? Ne kadar vahşi yaratıklar olduğumuzu, insanlığa, kendisinde olmadığı halde, dışarıdan onur yükleyerek, pisliklerimizi gizlemeye mi çalışıyoruz? Onur varsa bile atalarımıza; özellikleri bize benzemeyen eski insanlara aitmiş. Siz bana bakmayın. Öfkemden böyle söylüyorum. İçimi saran ateş o kadar büyüdü ki, bazen ne dediğimi bilmiyorum. İnsanlığa olan güvenimi kaybetseydim şimdi bunları yazmaya kalkar mıydım? Ortak ruhumuzda hala iyi olduğumuzu varsayarak sizlere bir şeyler anlatmak istiyorum. İnsanlık eskiden çok onurluydu; ya da değillerdi… Şurası kesin ki: Hepimiz onurlu bir hayat yaşamak isteriz ama gereğini yapamayız. Bunun birçok nedeni var. Umutsuzca da olsa onurlu yanlarımızı yeniden canlandırabileceğimizi düşünüyorum. Ne kadar safım. Ama olsun… Unutulan onur için bir şeyler yapmak zorundayız. Şunu da söyleyeyim ki, ben güçlü bir insan değilimdir. İnsanlık onurunu canlandırmak gibi büyük bir amacı tek başıma gerçekleştiremem. Bunu düşünmüş olmam bile aptalca… Onur mücadelesi dünyanın her yerinde varlığını sürdürmüyor mu? Öfkemi bir tarafa bırakınca böyle bir gerçekle karşı karşıya geliyorum. En azından bu insanlara yanınızdayım," demek istiyorum. Şu âlemde bir karınca kadar değerim olmasa da benim de bir gücüm var. Sinek, böcek, diyerek geçemezsiniz beni. Buna izin veremem. Güzel şeyler için bir araya gelmiş milyonlarca böceğin gücünü kimse yabana atmamalı. Böcekleri tanımıyorsunuz siz… Hayatı nasıl ördüklerini bilmemeniz onların suçu değil ki… Bu durumda kendinize bakacaksınız. Ne kadar cahil olduğunuzu görseniz, utanırdınız kendinizden.

    Şimdi beş ay öncesine dönelim. Başkentte o gün neler yaşanmıştı? Anlatacağım… Sözünü edeceğim olaylar iki ayrı yerleşim yerinde geçiyor. Biri Başkent… Diğeri de adını yazmak istemediğim kasabamdır. Kasabamdan söz ederken B harfini kullanacağım. Buna neden gerek duyduğumu tam olarak ben de bilmiyorum. Belki ileride anlatmaya çalışırım, ya da anlattıklarım, söylemek istemediğim şeyleri gözler önüne serer. Neyse… İhraç edilmeden önce Öğretmen olarak bu B kasabasında görev yapıyordum. Karım ölmüştü. İki çocuğumla yaşıyor, okuldaki görevime devam ediyordum. Neden işten atıldığımı ilerleyen sayfalarda uzunca anlatırım. Dile getireceğim hikâye aslında ülkenin tamamını ilgilendiriyor. Merkeze Başkenti korsanız ve ülkenin her yerine bu merkezden bir çizgi çekerseniz, hikâyemin omurgası ortaya çıkmış olur. Sadece kendi kasabamdan söz edersem, diğer bölgeleri ve orada yaşananları yazmamış olurum. Kasabımın ya da yaşadığım şehrin tek adı yok: Hikâyemin tamamı Türkiye topraklarında geçmektedir. ‘Kasabam’ dediğim yer bu toprakların tamamıdır. Sizin de böyle olduğunu varsaymanızı rica ederim. Nedenini okudukça daha iyi anlayacaksınız.

    Bu bir yıllık dönemi, ister istemez biraz karışık anlatacağım. Amacım, sistemli olmak, günü gününe olayları anlatmaktı ama bunu başaramayacağımı görüyorum. Şunu tekrar hatırlatayım ki, okuyacaklarınız sizi mutlu etmeyecektir. Keşke ben de birçok yazar gibi gülünesi şeyler yazabilseydim. Başıma gelenler o kadar canımı sıkıyor ki ne komik şeyler yazabilirim ne de aşktan söz edebilirim size... Yapılan bir araştırmaya göre, kitapçı pazarlarında en çok aşk romanları satıyormuş. Aradığınız aşk hikâyeleriyse hemen söyleyeyim: Benim hikâyemde aradığınız türden bir aşk bulamazsınız. Aşksız da yazdığımı söyleyemem. İçimde, hayalleri yıkılmış bir öğretmenin, yaşama yeniden aşkla tutunma çabası var. Aşk, yaşamayı istemekse, hala yaşama olan inancım yüzünden yazıyorum. Boş verin aşkı… Aşk her yerde… Bu kadar olayın içinde nefes almaya çalışırken kurgusal aşk ya da macera romanları yazmaya hiç de gerek olmadığını düşünüyorum. Öyle fanteziler, öyle aşklar var ki hayatta… Bana sorarsanız hayatı yazmak en iyisi. Yazar olmak isteyen arkadaşlara özellikle hikâyelerini hayattan almalarını önerim. İnsanlara masal anlatmayın. Nasıl acı çektiğimizi, nasıl bir saçmalığın içinde yaşadığımızı anlatın… Neyse… Bu konuda kimseye öğüt veremem. Bunlar edebiyat eleştirmenlerinin, edebiyat üzerine kafa yoranların işi. Ben şimdi hikâyemize dönüyorum.

    Olayların başlaması şöyle oldu: Devletin içine cin girdi, dediler. Şaka gibi söyledim ama gerçek bu… Şu anda ne yaptığını bilmeyen, önüne geleni terörist ilan eden, cin çarpmış gibi, hukuk tanımaz bir devletimiz var. Ben buna Koalisyon diyorum. İlerde nedenini açıklayacağım. Koalisyonu kuran kişiler, cinle, şeytanla çok fazla vakit geçiriyordu. Hatta zamanlarının çoğu, cin kovalamakla, şeytan taşlamakla geçerdi. Ne olduysa bir gece yarısı bu cinliler (aynı zamanda cemaat üyesiydiler) darbe yapmak suretiyle iktidarı devirmeye çalıştı. Cinliler Cemaatine üye olanlar kimlerdi peki? Bu soruya kısaca şu cevabı verebilirim: İktidarda bulunan herkes. Bir de onlara oy veren seçmenler vardı. Bunların hepsini cin çarptı diyebilirim. Şu anda herkes devletin içindeki cini çıkarmakla meşgul. Çok da emin olamıyorum bundan. Bana sorarsanız cinlerin yarısı devletin içinde, yani kurumlarına, yarısı da devletin ruhuna sızdı. Dışarıda gezenler de var… Nereye varacak bu işin sonu anlamak mümkün değil. Burada küçük bir açıklama yapmak istiyorum. Cinlerden söz ederken Cemaat sözcüğünü de kullanacağım. Koalisyon dediğimde de cinli devletten söz ettiğimi aklınızdan çıkarmayın. Bazen de Cin derim. Kafanız karışmasın. Çünkü bu cinliler önce bir cemaatin çatısı altında toplanmıştı. Her neyse… Cemaatin darbe girişiminden, bir ay kadar sonra tek bir kararla yüzbinlerce insanı işten attılar. Her şey birdenbire olmuştu. Önce cinlilerin darbe girişimi bastırılmıştı. Bunu nasıl anlatayım size: Cin, cine karşı derler ya... Koalisyon diye buna diyorum işte… Koalisyon’un içinde kimler yok ki… Bir ucunda Amerika var. Diğer ucunda CN dediğim Cinlilerin Nöbetçisi; Cinnör duruyor. Bunu da anlatacağım. Neyse… Cinliler zaten iktidardaydı ama devleti bölüşememeye başlamışlardı. İşten atmalar darbeden sonra oldu. Korku, toplumum tümünü esir aldığı için kimse ne olduğunu sorup öğrenemiyordu. İnsanları işten çıkaran kimdi? Devletin ruhunu ele geçiren cinler mi, devleti elinde bulunduranlar mı bunu yapıyordu? Dışarıda kalan Cinşer taraftarı cinler Artık biz cin değiliz, demeye başlamıştı. Cinlikten istifa ettik, darbeyi yapanlar devletin ruhunu ele geçiren Cinefe’nin cinleridir. Onlara karşı savaş aştık, inşallah en kısa zamanda devletin ruhunu bu cinlilerin elinden kurtaracağız, diyordu ama yine de cin gibi bakıyor, cin gibi yaşıyorlardı. Ülkenin, devletin geleceği ne olacaktı; herkes bunu konuşmaya başlamıştı. Olağan üstü bir döneme girildi, deniyordu. Bundan sonra ülke normal kanunlarla yönetilmeyecekti. Cin çıkarma kanunlarına ihtiyacımız var arkadaşlar. Başka türlü olmayacak. Devlet elden gidiyor. Derhal önlem almalıyız. Bundan sonra ülkeyi, bize özgü, farklı bir kanunla yönetelim. Demokrasiyi unutmak zorundayız. En azından devleti cinlilerden temizleyinceye kadar yönetim şeklimizi değiştirmemiz gerekiyor, demişlerdi ve ülkeyi Ciçıka’yla (Cin Çıkarma Kanunları’yla) yönetme kararı almışlardı. Bu ilginç darbe girişimiyle ilgili ne çok şey var anlatmam gereken. Cinlilerin darbenin üzerinde üç ay geçmişti. O kadar çok hukuksuzluk yaşanmıştı ki, kime gidilecek, kimden yardım alınacaktı? Hâkimleri de cin çarpıştı. Sivil toplum örgütleri tek kelime edemez hale gelmişti. İktidar yandaşı olmayan, cinlilere biat etmeyen gazeteler, televizyonlar kapatılmıştı. Yüzlerce gazeteci hapse atılmıştı. Cinli olduğu söylenen birçok iş adamının mallarına el konmuştu. Onlarca özel üniversitenin Cinliler örgütüne bağlı olduğu söyleniyordu. Cinli, cinliyi bir kaşık suda boğmaya çalışıyordu. Toz duman arasında göz gözü görmez olmuştu. Dedim ya, anlatmakla bitiremem bu olayları diye… Birini anlatıyorsam onunu unutuyorum. Şimdilik şunu söylemekle yetineceğim: Şu satırları yazdığım günlerde hala cin, cini boğmaya çalışıyor. Biz artık cin değiliz, cinlikten istifa ettik, devlet olduk, bundan sonra bildiğiniz normal bir devlet gibi davranacağız, diyenlerin, istediğini tutuklayabildiği, malına, mülküne hatta canına el koyabildiği bir döneme girilmişti. Bütün bu haksızlığa, hukuksuzluğa kimse ses çıkaramayacak mıydı? Herkes evinde oturmaya, başına gelecekleri beklemeye devam mı edecekti?

    İşte böyle bir zamanda genç bir kadın sokağa çıktı. Tek başına oturma eylemi yapmaya başladı. Yer olarak da Başkentteki Hürriyet Anıtı’nın önünü seçti. Eline de İşimi ve öğrencilerimi istiyorum, yazılı bir pankart almıştı. Bu talep daha sonra anlatacağım eylemlerin sloganı oldu. Binlerce insan bu slogana sarılarak, ilerleyen günlerde sokağa dökülecekti. Bu kadın bir üniversitede akademisyen olarak görev yapıyordu… Kendisinden söz ederken Hava ya da Havva Hanım diye hitap edeceğim. Bu ülkede yaşıyorsanız Havva’yı internette ve televizyon kanallarında görmüş olmalısınız. Havva, tek başına eylemlerine devam ederken bir gelişme daha yaşandı. Bu kez Âdem adında bir öğretmen ortaya çıktı. Âdem ile Havva el ele verip Hürriyet Anıtı’nın önünde oturmaya başladılar. Böylece birken iki oldular. Havva kadınları, Âdem erkekleri temsil ediyordu. Dünya medeniyetlerinin kalbi olan bu topraklarda, iki genç insan, sınırsız zulme karşı, çok az kuvvetle nasıl mücadele edilebileceğini bir kez daha gösterdiler. Bu bir destandı. Ben size işte bu destanı anlatmaya çalışacağım gücüm yettiğince.

    İşini kaybetmiş, cin mağduru bir öğretmen olarak ben, bu iki öğretmenin eylemine sonradan dâhil oldum. Havva adında bir kadının sokağa çıktığını öğrenince önce Başkente gittim. Beş ay önce yani… Âdem ile Havva Özgürlük Caddesi’ndeki anıtın önünde oturuyordu. Kısa sürede içinde eyleme katılanların; destek için gelenlerin sayısı yirmi olmuştu. Sayımız azdı ama etkileme gücümüz oldukça yüksekti. Buna anlamak için cinli devletin polis kalabalığına bakmak yetiyordu. Yirmi kişinin çevresinde polis ordusu diyebileceğim korkunç bir kalabalık vardı. Lütfen bu manzarayı hayal etmeye çalışın. Bir avuç insanı çevreleyen kalabalığı polis olarak düşünmeyin. Hakiki polisler başımızın tacıdır. Sözünü ettiğim emniyetçilere cingözüyle bakacaksınız. Binlerce cin on kişinin etrafını ablukaya almıştı. Neden bu kadar kalabalık olduklarını ve sıkı güvenlik önlemi aldıklarını belki tahmin etmişsinizdir. Bana göre tek neden vardı: Cinliler, çok sayıda polisi başımıza dikerek topluma, ayağa kalkanı ezerim, şeklinde bir mesaj iletmek istiyordu.

    O yirmi kişinin arasında, onurlu bir şekilde yer almak benim için son derece önemliydi. Âdem ile Havva mutlu görünüyordu. İki kişi değil, artık yirmi kişi olmuşlardı. Kısa bir süre sonra bir kargaşa oldu; polis, saldırıya geçti. Hepimizi yerde sürükleyerek darp ettiler. Üstümüze gaz fişeği attılar. Coplar havaya kalktı. Cinliler, polis gücünü kullanmak suretiyle önüne geleni döverek kovalamaya başladı. Ben, bana yapılanlar dışında, önüm sıra kaçanlara neler yapıldığını görebildim ancak. Polis barikatının önünde beklerken birden yüzüme gaz sıktılar. Ne olduğunu anlamadım. Her şey aniden oldu. Vücudumda ezilmedik yer bırakmadılar. Sırtıma, bacaklarıma tekmelerinin izi çıktı. Kız öğrencileri saçlarından tutmuş, sürükleyerek merdivenden aşağıya indiriyorlardı. Elim, yüzüm, beyaz gömleğim kan içinde kalmıştı. Kızların etekleri yırtılmıştı. Gaz bulutundan göz gözü görmez olmuştu. Biz, duman yüzünden kaçacak yer bulamazken gaz maskeli cinliler çok rahat görünüyordu. Bizim gibi nefesleri kesilmiyor, görüş alanları daralmıyordu. Yakaladıklarını yerde sürükleyerek cinli devletin arabasına bindirmeye çalışıyorlardı. Yani polis aracına atıp karakola götürüyorlardı.

    Dedim ya, o güne kadar, sokak eylemlerine katılmayan, çekinik bir öğretmendim. Devleti protesto etmek bana korkunç gelirdi. Yine de katıldığım eylemler vardı. Gösterilerdeki yerim genellikle arka sıralar olurdu. Öne geçenler gibi polislerle yüz yüze gelmek istemezdim. Çünkü hepsinin cinli olduğunu bilirdim. Cin çarpınca insanın bütün hayatı alt üst oluyor. Dayak yemeyi, tutuklanmayı, karakola götürülmeyi göze alamazdım. Cinlilere karşı gelmekle suçlanmaktan, işten atılmaktan korkardım. Çekinerek, slogan atanların arasında karışırdım. Böcek gibi rengimi değiştirir, görünmemeye çalışırdım. Cin karşıtları gibi her şeyi göze alarak bağıramazdım. Kısık sesle, dile getirilen taleplere, ancak bir sineğin vızıltısı kadar destek verebiliyordum. Genellikle polislerin, gazetecilerin, kameraların olmadığı yerlerde dururdum. Üstelik o günlerde cinli devlet şimdiki kadar güçlü değildi. Hukuk sistemi tamamen iktidarın emrine verilmemişti. Darbeden sonra devletin bütün kurumlarına cinli yöneticiler tayin edildi. Herkesin üzerinde bunun verdiği büyük bir korku vardı. Hukuk sistemi de artık cinli olduğu için insanlar haklı bile olsa suçlu görülebiliyordu. Böyle bir ortamda benim değişmem, cin tanımaz olmam, artık hiçbir şeyden korkmamam olacak şey değildi ama oldu işte. Çünkü artık, öğretmen olarak, baba olarak, vatandaş olarak cinli devlette yaşamam değil, ölmem isteniyordu. Ciçıka denen yasaya dayalı olarak işten atılınca ölmekten başka çare bırakmadılar bana. Hani derler ya, kediyi köşeye sıkıştırırsanız o bile kaplan kesilir, diye… Mesleğimi, onurumu, vatandaşlık haklarımı ayaklar altına aldıkları için ölsem de önemli değildi artık. İçime doğan öfkeden, aşağılanmışlık duygusundan çocuklarımı bile düşünemez hale geldim. Para kazanamayan, hakkını arayamayan, köpek gibi kapı önüne atılmış bir baba olarak eve gidesim kalmamıştı. Bundan sonra benim yerim sokaklar olacaktı.

    Önce Âdem ile Havva korku duvarını yıkmıştı. Havva, cinlilerin baskıyla bizi değil, bizim gibi olup da sokağa çıkamayanları korkutmaya çalıştığını söylüyordu. Korku çok garip bir duygu… Öğrenilmiş çaresizlik de korkunun içinde büyüyüp yeşeriyor. Öyle bir sınıra geliyorsunuz ki artık iplerinizi kırmanız gerekiyor. Zincire de vurulmuş olsa ayaklarınızı koparıp kaçmanız gerekiyor. Ölsem ne olur? Niye yaşıyorum ki? demeye başlıyorsunuz. Ben bu noktaya geldim. Artık ölsem ne olur ki? diyorum. Bu kadar haksızlıktan, adaletsizlikten sonra ölsem ne olur? Bizi korkutamaya çalışanlara şunu demek istiyorum: Allah’a bir can borcumuz var, onu da ancak Allah alır; ne zaman isterse o zaman alır! Başka neyimiz kaldı verecek? Ya herkes bizim gibi olursa? O zaman ne yapacaklar? Yani herkes bir gün Yeter! diyebilir. Herkes bir gün bizim gibi, cinli demez, cinlilerde gaz maskesi var, silah var, köpek var demez sokağa inebilir. Can pazarı bu… Belli mi olur… Aç kalanların, zincire vurulanların bir gün ne yapacağını kimse tahmin edemez.

    Polis saldırısı başladığında saat üç sıralarıydı sanırım. Çok sert gözaltı yapmaya başlamışlardı. Kiminin kafası, kiminin gözü yarılırken şunu anladım: Bu cinliler önce kaçanı kovalıyorlardı. Ne yana kaçacağını bilemeyen yüzlerce insan kafelere, lokantalara, bina girişlerine sığınmıştı. Kimi yakaladılarsa alıp götürdüler. Bir ara arkadaşımın sesini duydum. Ölüyorum! diye bağırıyordu. Biber gazı içinize dolduğunda bir an ölecek gibi olursunuz. Arkadaşıma yardım etmeye çalışıyordum ama hiç halim kalmamıştı. Güçlükle yürüyor, düşe kalka alandan uzaklaşmaya çalışıyordum. Bir ara öyle çok gaz attılar ki, sokaklara koyu bir sis çökmüştü sanki. Az ilerideki binaları bile görmüyordum. Gözlerim yanıyordu. Sisin içinden bir an önce çıkmak istiyordum. O anki duygularımı anlatamam size. Ölecek gibiydim. Bir anda aklımdan bir sürü şey geçti. Daha önce, İstanbul’daki büyük miting sırasında, biber gazı bulutu altında ölenler olmuştu. Cinliler, bu ölümlerin polis şiddeti yüzünden olduğunu kabul etmiyordu. Böyle şeyleri hiçbir zaman kabul etmezler. Kendilerinden olan cinli doktorlara emrederler: Ölüm raporu yazarken polisi suçlamayın, derler. Bunun üzerine yetkililer, ölümlerin kalp krizi sonucu olduğunu dile getirir. O an bunları düşündüm. Birazdan ölecektik ve cinliler yine aynı şeyi yapacaktı. Bizlerin, biber gazından değil, hasta olduğumuz için öldüğümüzü söyleyeceklerdi. Şunu aklınızdan çıkarmayın: Bizler hasta insanlar değiliz. Adalete, demokrasiye, insan hak ve özgürlüklerine susadık sadece…

    Gözaltına alınıp bırakıldıktan sonra kasabamıza döndüm. Âdem ile Havva her gün aynı yerde eylem yapmaya devam ediyordu. Evde olmak, çocuklarımla ilgilenmek babalık görevimdi ama benim gibi Ciçıka’yla işten atılan Âdem ile Havva’ya yapılan cinli saldırılar yüzünden yerimde duramıyordum. Hep Başkente gideyim, onların yanında kalayım, öleceksek onlarla birlikte öleyim istiyordum. Bir süre sabrettim. İnternetten Âdem ile Havva’ya destek mesajları yazdım… Durdum durdum yine duramadım. Bir akşam tekrar Başkente doğru yola çıktım. Hürriyet Anıtı’nın önü yine kalabalıktı. Cinliler yine gaz sıkarak kalabalığı dağıtmaya çalıştı. Bir hafta önce, bizler gibi Ciçıka mağduru arkadaşlarım M, polis şiddetinden kaçarken kalp krizi geçirmişti. Önceki eylemde ne olmuşsa o gün de aynı şeyler yaşanmıştı. Güvenlik güçleri, kullandıkları silahların arasına bu kez köpekleri de eklemişti… Yanlarında getirdikleri köpekleri süs gibi tutuyor, arada sırada da bize karşı kışkırtamaya çalışıyorlardı. Bu kez M’nin ölümüne neden olan cinlileri protesto için basın açıklaması yapılacaktı. Etrafımız yine cinli polislerle çevriliydi. Kim ya da kimler, güvenlik elemanlarına, Gaz sıkın, vurun, kırın, acımayın, öldürün, diyorsa M’nin katil onlardı. Katil ya da katiller kendilerini biliyordu. Basın açıklamasının konusu, ölümleri protesto etmenin dışında, bir kez daha cinli iktidara yılmadığımızı, direnmeye devam edeceğimizi göstermekti.

    Bugün kimse bizi dikkate almıyor ve dinlemiyor. Ama bu böyle devam edemez. Cinliler bizim terörist olduğumuzu iddia ediyor. Kendileri de biliyor ki bizler terörist değiliz. Hepimiz öğretmeniz, memuruz, işçiyiz; halkız biz… İşimizi, çocuklarımızın geleceğini geri istiyoruz. Şunu söylemeyi unuttum: İşten atıldığımı öğrenince doğru mahkemeye koştum. Ama hâkimler de artık eskisi gibi değildi; onların da içine cin kaçmıştı. Cinli savcıya gidip yalvarıyordum: İzin verin, hakkımı arayayım savcı bey. Yargısız infaz olmaz. Madem suçluyum, kanıtlayın o zaman. Allahınızı seviyorsanız yapmayın bunu bana, diyordum. Karşımdakinin cinli şeytan olduğunu hep unutuyordum.

    Neden anlatıyorum ki bunları? Cinliler sözden anlamadığı için derdimizi millete, yani size anlatmaya çalışıyorum. Millet, yalnızca bana değil, hepimize sahip çıksın istiyoruz. Bizleri unutmaz da dualarınızda hatırlarsanız, cinleri devletin içinden çıkarmamız daha kolay olacaktır. Yarın ne olacağını bilemezsiniz. Kimsenin iş güvencesi kalmadı. Can, mal güvencesi diye bir şey yok artık bu ülkede. Bugün, işim var, cinden, cinlilerden bana ne, diyenler, yarın işsiz kalabilir. Başka şeyler de olabilir: Arsanızın bulunduğu araziyi cinli bir iş adamına vererek evinizi satılığa çıkarabilirler. Her şey olur. Yarın yok artık; evlatlarınızın geleceği diye bir şey kalmadı. Cinliler, Ben ne istersem onu yaparım, diyor. Buna izin vermeyeceğiz. Gücümüzün son damlasına kadar hepinizi bu cinli faşizme karşı direnmeye çağırıyorum. Çünkü biz, cinlilerle işi olmayan onurlu insanlarız. Onursuz bir hayatı kabul etmeyeceğiz. Bir ülkede adalet yoksa ve kimse bunun için mücadele etmiyorsa, devletin içine sızan cin çıkarılamıyorsa, kimsede onur diye bir şey kalmadığındandır. Bizi öldürsünler. Artık önemi kalmadı. Biz zaten ölmüşüz. Ölüler, korkusuz olur. Unutmayın ki ancak yaşayanlar, daha doğrusu yaşadığını sanan ölü ruhlar korkar. Gerçekten yaşayanlar, ölseler dahi yaşamaya devam ederler.

    Şuna rahatlıkla söyleyebilirim: Cumhuriyet devletini, içine cin girmiş devlete çevirenler bizden korkuyor. Hem de çok korkuyorlar. Neden peki? Ordu var ellerinde, sayısız polisleri var buna rağmen bizden korkuyorlar. Bir kişi de olsak üzerimize orduyla geliyorlar. Kimiz biz? Elimizde bomba yok. Silahla değil, kalemle hakkımızı arıyoruz. Polis, gazlama yaparken benim elimde yalnızca M’nin fotoğrafı vardı. Fotoğrafı elimden alıp yere attılar. Üzerinden polis araçlarıyla geçtiler. Halay çekmemizden, türkü söylememizden bile korkuyorlar. Ama şunu bilsinler: Biz yaşadığımız sürece korkacaklar. Çünkü bizler haklı bir davanın savunucularıyız; ölsek bile cin devletinde yaşamayı kabul edemeyiz. Şu bilinsin ki sadece adalet istiyoruz. Zalimin zulmüne boyun eğmeyeceğimizi söylüyoruz. İlahi adalet varsa bu ülkede de cinli diktatörlük elbet bir gün yıkılacaktır. Nasıl yıkılacağını bilmiyorum ama bu böyle devam etmeyecek.

    II.

    Sevgili okurlarım,

    İşinden ihraç edildiğini söyleyen Kadir öğretmenin anlattıklarını yayınlamaya devam ediyorum. Bu arada şunu söylemeyi unuttum: Sizin de bildiğiniz gibi Yeni Edebiyat Sitesi’ni kurmamın nedeni, piyasadaki bazı romanların neden bu kadar ilgi gördüklerine açıklık getirmekti. Yani bir nevi eleştiri sitesi oluşturmak istemiştim. Kadir öğretmenin anılarının Yeni Edebiyat Sitesi’nin kuruluş amacına ters olduğunu söyleyen okurlarım oldu. Bu takipçilerime şunu söylemek isterim: Kendi çapında bir edebiyatsever olarak, öğretmenimizin yazdıklarını ilginç buldum. Şu ana kadar piyasa da yaşadığımız olaylara bu şekilde yaklaşan herhangi bir kitap bulunmuyor. İlerleyen sayfalarda ne demek istediğim daha iyi anlaşılacaktır… Yeni şeyler okuyacağınızdan emin olabilirsiniz. Romanın ya da metnin eleştirisini bu kez size bırakacağım. Şimdilik bu tartışmayı kapatıyorum ancak söyleyeceklerim bitmedi. Şimdi konumuza dönelim: Öğretenimiz hikâyesini anlatmaya şöyle devam ediyor:

    *

    Şimdi sizi, kasabama yani sürekli eylem yaptığım yere götüreceğim. Başkente her zaman gidemediğim için eylemlerimi genellikle kasabamızın hükümet binasının önünde yapıyorum. Bu binanın önü genellikle kalabalık olur. İnsanların olmadığı yerlere gidecek değilim. Cinli hükümete karşı eylem yapacağım yerlerde çok insan olsun istiyorum. Sesim herkese ulaşsın. Ama izin vermiyorlar. Bazen üst üste, bazen de iki güne bir, apar topar gözaltına alınıyorum. Hep böyle oluyor; önce tutukluyor, sonra bırakıyorlar.

    Biraz da başka şeylerden, ya da durun, kendimden söz edeyim. Lisede öğrenciyken Ali eniştemle birlikte kömür ocaklarında çalıştım. Eğitim fakültesini bitirdikten sonra uzunca bir süre iş bulamadım. Tekrar maden ocağına döndüm. O zamanlar ocaklarda çalışmak için torpil gerekmiyordu. Ali eniştemin ricasıyla ustabaşı bana da iş veriyordu ama üniversiteden sonra bu işi yapamaz oldum. Canım sıkıldı. Lisede okuduğum yıllarda ocakların birinde patlama olmuştu. Az daha ölüyordum. Madene inmeye geç kalmıştım. Ali eniştemin mesaisi daha başlamamıştı. O gün akşama kadar ocaktan ceset çıkardık. Ölenlerin çoğu gençti. Birinin adı Murat’tı. Liseyi birlikte okuyorduk. O günlerin kâbusu hala üzerimdeydi. Üniversiteden sonra enişteme artık yapamayacağımı, madende çalışmaya dayanamadığımı söyledim. Sık sık ocaklarda kaza oluyordu. Bir akşam, kazmayı küreği atıp çıktım. Paraya ihtiyacım vardı. Tekrar şehre döndüm. Dershanelerde iş aramaya başladım. Öğretmenlik deneyimim olmadığı için dershane sahipleri iş vermek istemiyordu. Verince de düzenli maaş vermeye yanaşmıyorlardı. Bazen hiç para alamıyordum. Yine de çalışıyordum. Nasıl olsa bir gün verecekler, diyordum. Geç de olsa paramı veriyorlardı. Uzunca bir süre hiç para vermeyenler de olmuştu. Kaçak işçi olduğum için mahkemeye gidip Maaşımı vermiyorlar, diyemiyordum. Bunu dersem belki de bir daha hiç iş bulamayacaktım. Dershane patronları benden korkacaktı. İş veririz, sonra da bizi mahkemeye şikâyet eder, diyeceklerdi. Bu yüzden mahkemeye gitmiyor, başka dershanelerde iş aramaya başlıyordum. Bir süre de böyle idare ettim. Sonra ücretli öğretmenlik yapma şansı doğdu. Devlet artık fazla öğretmen almıyor, öğretmen açığını ücretli öğretmenlerle kapatmaya çalışıyordu. Bir taraftan da kadrolu öğretmen olabilmek için sınavlara girip çıkıyordum. İstenilen puanı alıyordum ama yine de atamamı yapmıyorlardı. Bekleyeceksin, diyorlardı. Kaç yıl bekleyeceğimi söylemiyorlardı. Üç yıl geçtikten sonra tekrar sınava çağırıyorlardı. Yine kazanıyordum… Tekrar, Bekle, diyorlardı. Her neyse… Sonunda kadrolu olmayı başarmıştım. Bir süre sonra rahmetli eşim Yeliz’le tanıştım. Karımla ilgili anlatacaklarımı şimdilik kapatayım istiyorum. Bu konu ne zaman açılsa içim çok acıyor ama her şeyi anlatacağım… Şu ana kadar anlattığım şeyler ne kadar yüzeysel oldu değil mi? Madenlerde, dershanelerde yaşadığım üzüntüyü hissedebildiniz mi? Gereksiz ayrıntılara girerek kalbinizi karartmak istemiyorum. Bazı şeyleri ben anlatmasam bile tahmin edersiniz... Neyse… Kadrolu öğretmen olarak yirmi üç yıl devlet hizmetinde bulundum. Şu hep aklınızda olsun; daha önce de söyledim: Ciçıka denen yönetim anlayışıyla bir anda; mahkemeye çıkarmadan, işime son verdiler. Bunu sık sık tekrarlayacağım. Sokaklarda da her gün tekrar ediyorum. Burası önemli: Durduk yere, yargı yolları kapatılarak, suçlu sayılmanın ne demek olduğunu bilemezsiniz. Suçluyorlar, terörist olduğumu söylüyorlar ama hapse atmıyorlar. Anlatabiliyor muyum? Boşuna demiyorum cinli devlet diye… Mesela cinayet işliyorsunuz ama ceza olarak hapsedilmiyorsunuz, sadece işten çıkarıyorlar. Bir daha para kazanamayın, ailenizi geçindiremeyin istiyorlar. Bu durumda her yer hapishane oluyor. Enteresan bir ceza… Ülkenin neresine giderseniz gidin hapishaneden çıkamıyorsunuz. Yaşadığınız her yer zindana dönüşüyor. Kimin aklına gelir; cin fikirli olmak lazım değil mi böyle bir cezayı düşünebilmek için… Bu konuşmamda halka dönerek şöyle demiştim: Ellerinizi, ayaklarınızı bir duvara çivileseler, çocuklarınızı aç bıraksalar, sizi seyirlik maymun yapsalar, ne hissederdiniz? İsyan etmez misiniz? Hakkınızı aramaz mısınız? Bu konuşma sırasında bayağı alkış almıştım.

    Darbeden önceki günlerde de cinliler, okullarda huzur bırakmamıştı ama ben yine de işimi seviyordum… Cinli parti devleti kurulunca, mümkün olduğu kadar okulda siyaset konuşmamaya çalıştım. Eşimi de bu konuda sık sık uyarıyordum. Ortalık çok karışıktı. Cinlilere sempati duymayanlarla ilgili fişlemeler devam ediyordu. Bunu biliyordum. Bu yüzden hep sustum. Kızım Meral, o zamanlar on sekiz yaşındaydı. Cinlilerle ilgili yazdığı bir hikâyeden dolayı az daha okuldan atılacaktı. Eşime, kızıma, oğluma sık sık aynı şeyleri söylüyordum. Siyasetten uzak durmamız gerekiyordu. O günlerde karakola gitmemi gerektirecek herhangi bir olay olmamıştı. Herkes gibi sıradan bir hayat yaşıyordum. Ya da öyle olduğunu sanmışım. Sıradan biri olmadığımı, cin düşmanlığı yaptığımı, bilmeden cinleri üzerime çektiğimi işten çıkarılınca anladım. Bir de baktım ki aslında ben, cin düşmanı bir teröristmişim. Hiç yoktan böyle bir suçlamayla karşılaştım. Bu nasıl suç diye çok düşündüm, kendimce bazı araştırmalar yaptım. Yanlışlıkla işten çıkarılmış olmalıydım. Bunu kanıtlamak için aklınıza gelebilecek her yola başvurdum. Dilekçelerime cevap alamadım. Ciçıka nedeniyle işime son verildiğini, cevap olarak başka bir açıklama yapamayacaklarını söylediler. Kirada oturuyoruz, çocukların eğitimi vardı… Babayım ben… Allahınızı seviyorsanız yardım edin… Bir kusurum olduysa bilmeden yapmışımdır. Sicilime bakın inanmıyorsanız. Hayatım, devlete itaat etmekle geçti. Daha önce sendika üyesiydim ama istifa ettim. Kızıyorsunuz, terörist diyorsunuz diye sendikadan bile ayrıldım. Nasıl istiyorsanız öyle yaşamaya çalıştım. Bağışlayın beni. İnanın suçsuzum ben… diyerek yalvarıyordum. Ne söylediğime bakmıyorlardı. Sadece işten atıldığımı, Ciçıka nedeniyle yargılama yapılmayacağını söylüyorlardı.

    Açıklamak istemedikleri gerekçenin ne olduğunu tahmin ediyordum. Neden çok açıktı: Bizler, cinli hükümet istemeyen öğretmenlerdik. Ama ben, itirazımı açıkça dile getirmemiştim. Cinli eğitim sistemine karşı çıkan makaleler yazmıştım ama mümkün olduğu kadar yumuşak bir dil kullanmaya çalışmıştım. Romanlarımda da devlet düzenini eleştirip durmuştum. Makale yazdığım yıllarda cinli devletten korkmuyordum. Ya da şöyle söyleyeyim; cinlilerin ne kadar vicdansız adamlar olduğunu yeteri kadar anlayamamıştım. Onlar da o günlerde şimdiki kadar eli kanlı değildi. Kanlı ellerini görünmez yapabilme yetenekleri vardı. Darbe girişimiyle birlikte suratları vampir gibi ortaya çıktı. O güne kadar kendimi, olana bitene sessiz duran biri olarak görüyordum. Aklıma bir sürü şey geliyordu ama işten atılacağım gelmiyordu. En çok, sürgüne gönderirler belki, diyordum. Karımı F kasabasına sürgüne gönderdiklerinde sıranın yakında bana geleceğini düşünmeye başlamıştım. F’ye sürülmem korkunç bir şey gibi görünmüyordu. İki yıl kadar önce yaz tatilini F’de geçirmiştik. Deniz kıyısında güzel bir yerdi. Çocukları da alır, F’de yeni bir hayata başlarız, diyordum. Yaşadığımız olaylar bütün tahminlerimizi alt üst etti. Şeytan işi derler ya, birden öyle şeyler oldu. Küçük bir fırtına kopacak derken denizleri yerinden kaldıran koca bir kasırga koptu; cin, karanlık sulardan dışarıya çıktı, okyanuslar ortadan ikiye yarıldı ve şeytanların korkunç gözleri üzerimize çevrildi. Yılların öğretmeni ben, birdenbire anarşist olmakla suçlandım. İnternette yazdığım yazılarım yüzünden demek ki hep takip edilmişim. Parti, yazdıklarını inkâr eden, her şeye razı görünmeye çalışan bir öğretmen olmamdan memnun kalmamıştı. Karımın şu sözleri aklımdan hiç çıkmıyordu: Ne yapsan yap bu iktidara yaranamazsın. Çünkü sen cinli değilsin, ağzınla kuş bile tutsan cinliler seni sevmeyecektir. Doğduğumuz şehre, üyesi olduğumuz sendikaya, hangi derneğe ya da camiye gidip gitmediğimize bakıp, hangi mezhebe mensup olduğumuzu, cinli olup olmadığımızı anlamış olmalılar. Ama şu yolu da kapamamışlardı: Gelin, bize katılın, partimize, sendikamıza üye olun! Kabul etseniz de bir şey değişmeyecekti. Sizi mundar tavuk gibi bir tarafta tutmaya devam edeceklerdi. Aralarına girecektiniz ama partiyle aranızda hep bir mesafe olacaktı. Ne yaparsak yapalım dönek pislik muamelesi görmekten kurtulamayacaktık.

    Defalarca söylemişlerdi bana: Yapma hocam, etme hocam, demişlerdi. Gel bizim sendikamıza üye ol. Ayırıl o sendikadan. Bölücü onlar. Cemaatimize buyur… Sen vatansever birisin. Ne işin var yanlarında. Kendini düşünmüyorsan çocuklarını düşün. Burası Türkiye. Artık Cemaatler ülkesinde yaşadığımızı aklından çıkarma. Kabul et bunu… Allah göstermesin, yarın bir şey olur, başına bir iş gelir. Cemaatten başka kim var yardımını isteyebileceğin? Cinli oldukları için ne demeye çalıştıklarını pekiyi anlamıyordum. Anlarmış gibi yapardım hep. Gülünç, saçma şeyler konuşulardı. Sözlerine katılamazdım. Öyle tuhaf insanlardı ki bunlar, Müslüman olduklarını söylerlerdi, sonunda cinli, cinliye düşman oldu. Aralarında uzunca bir zamandan beri, medyanın bilmediği, gizli anlaşmazlık varmış. Darbeyi kim yaptı? Devletin içine cin, nasıl yerleşti? Bu da ayrı bir konu… Yeri geldikçe anlatacağım. Ne kadar mantık dışı işler oluyor… İktidardaki cinli partinin birkaç tane sendikası vardı. Bu arada iktidardaki parti dediğimde, halen ülkeyi yönetmekte olan cinli hükümetten söz ettiğimi aklınızdan çıkarmayın. Devletin içine kaçan cine paralel devlet de diyorlar. Bu hesaba göre devleti canavar gibi düşünürseniz, bu canavarın iki başı var. Birinci başı söyledim: Seçimle iş başına gelen hükümet. Diğeri, devletin içine kaçan cin ve bu cini idare eden, cinlilerin efendisi. Cinlilerin efendisi şu anda Amerika’da yaşıyor. Amerika’ya niye gittiği çok uzun bir hikâye… Belki anlattıkça, ilerleyen sayfalarda bu konuya da açıklık getirmiş olacağım. Neyse… Konuyu dağıtmayalım. Sendikalardan söz ediyordum. Devletin içine cin kaçınca doğal olarak

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1