Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

12 Öfkeli Öğretmen
12 Öfkeli Öğretmen
12 Öfkeli Öğretmen
Ebook570 pages5 hours

12 Öfkeli Öğretmen

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Hiç unutmuyordu, bir keresinde kamyonda arıza meydana geldiğinden tamirciden çıkamamıştı. Günlerce arabanın içinde yatıp kalkmıştı... Beli ağrıyınca ucuz bir otele gitmiş, otelin salonundaki televizyondan Selim Pirselimoğlu’nun Rıza adındaki filmini izlemişti. Filme bakınca o kadar şaşırmıştı ki. Sanki kendisini izliyordu. Rıza karakteriyle arasındaki tek fark, ayrıldığı eşiyle tekrar birleşmiş olmasıydı. Çok şükür o günler geride kalmıştı. Eşiyle arası, biraz da yaşlılıktan olsa gerek, artık eskisi kadar sorunlu değildi. İlk yıllar yoksulluğa bağlı nedenlerle psikolojileri çok bozulmuş, birbirlerine hiç gereği yokken kırıcı sözler kullanmışlardı. O günleri görmezden gelirsek Cemal’in hayattaki tek şansı, yuvayı dağıtmak istemeyen Esma’nın varlığı olmuştu. Ne kadar zor bir hayat yaşamışsa da karısıyla, çocukları olduğu için mutlu sayılırdı.
Boş kamyon, mandalina, portakal, limon, ayva, nar bahçelerinin olduğu bölgeye geldiğinde daha gün ağarmamıştı. Az sonra işçiler kasalardaki mandalinaları hızlıca kamyona yükleyecekti. Kasalardan, ağaçlardan etrafa mandalina kokuları dağılıyordu. Nar mevsimi geçmiş, sıra ayvaların toplanmasına gelmişti. Mandalinalardan sonra portakallar toplanacaktı. Hemen hepsi göçmen olan tarım işçileri çadırlarda yatıp kalkıyor, kazandıklarıyla ancak karınlarını doyurabiliyorlardı.
Cemal, yaşanan emek sömürüsünün ne kadar merhametsiz olduğunu düşündü. Yapay zekaların konuşulduğu 2023 yılında insanlar hâlâ karnını doyuramıyor, doktora, ilaca ulaşamıyor, ama bir taraftan da bilgisayar teknolojilerine dayalı yeni bir dünyanın kurulmakta olduğu söyleniyordu. Bu teknolojiye geçilmeden önce acaba insan sayısının azaltılacağı iddiası doğru muydu? Virüs salgınlarının nedeni de bu, diyenler vardı. Küresel ekonomiyle beraber, tarihte hiç olmadığı kadar zirve yapan emek sömürüsü, üreten, ürettiklerini kolayca taşıyabilen makinalar sayesinde son bulacak, emek sömürüsü diye bir şey kalmayacak, deniyordu.
Bir saat kadar sonra mandalinalar kamyona konmuş, Cemal yola çıkmıştı. Adana'dan sonra Osmaniye’den geçecekti. Sonra Gaziantep, Şanlıurfa, Adıyaman, Diyarbakır, Batman, Siirt, Bitlis ve nihayet Van’a ulaşacaktı. Adana’ya gelince, aynı araçta birlikte görev yaptığı iş ortağı Mustafa’yla buluşacaktı. Adana'dan sonra yola iki şoförle devam etmeleri gerekiyordu.

LanguageTürkçe
PublisherYusuf Solmaz
Release dateJan 10, 2024
ISBN9798201941116
12 Öfkeli Öğretmen
Author

Yusuf Solmaz

Rehber öğretmen Yusuf Solmaz, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi, Eğitimde Psikolojik Hizmetler Bölümü mezunu. Okullarda psikolojik danışman olarak görev yaptı. Solmaz, 1963 yılında Türkiye'de doğdu. İlkokul ve liseyi Yozgat'ta tamamladı. Üniversite eğitimine 1983 yılında Ankara'da Eğitim Bilimleri Fakültesi'nde başladı. Fakültenin, önceki adı Eğitimde Psikolojik Hizmetler (EPH), şimdiki adı Psikolojik Danışman ve Rehberlik (PDR) olan bölümünden mezun oldu. Ülkenin değişik yerlerinde okul psikolojik danışmanı olarak görev yaptı. İlkokul, ortaokul, lise, anaokulu, rehberlik araştırma merkezi gibi kurumlarda, otuz yıla yakın okul psikoloğu olarak çalıştı.Askerliğini, öğretmensizlik nedeniyle açılamayan bir okulda, adı terörle anılan, çok sayıda öğretmenin ve sivilin terör kurbanı olduğu bir bölgede, asker öğretmen olarak yaptı. Küçük bir mezrada, birleştirilmiş bir sınıfta Türkçe bilmeyen öğrencilere, bir yıl kadar, okuma yazma eğitimi verdi.Bir grup arkadaşıyla, öğretmenlerin mesleki sorunlarını ele alan, demokratik ve laik eğitimi savunan bir derginin çıkarılmasında, basılmasında, dağıtılmasında, yaşatılmasında gönüllü olarak görev aldı. Yeni kurulan eğitim sendikasına kaydını yaptırdığında, öğretmenlerin sendikalara üye olması yasaktı. Darbeci generaller, eğitimcilerin, akademisyenlerin, memurların sendika üyesi olmasını istemiyordu. Yusuf Solmaz, buna benzer anti demokratik yasalara karşı çıktı. Meslek hayatı boyunca darba hukukunu değiştirmeyen, bu hukuk üzerinden ülke yöneten iktidarları protesto eden eylemlere katıldı.Kimi dergi ve gazetelerde yayımlanan yazılarından dolayı adı defalarca soruşturmalara konu oldu. Birçok kez düşüncelerinden, mesleki çalışmalarından ve sendikal faaliyetlerinden, katıldığı eylemlerden dolayı kurum amirleri tarafından disiplin cezası ile cezalandırıldı. İş hayatının önemli bir kısmı bu cezaları iptal ettirmeye çalışmakla geçti. Görev yaptığı okulların çoğunda yöneticilerin sistematik yıldırma girişimlerine maruz kaldı.Yüksek lisans yapmaya hak kazanınca tekrar Ankara'ya döndü. Mastır çalışmalarını, üniversitenin Güzel Sanatlar Eğitimi alanında sürdürdü. Farklı üniversitelerden sanat eğitimi, sanat eleştirisi, sanat psikolojisi, sanat tarihi, sanat ve yaratıcılık, sanat ve insan, sanat ve varoluş psikolojisi üzerine dersler aldı.Eşcinsel eğilimleri olduğu ileri sürülen ünlü yazar Sait Faik'in hayatını tez konusu olarak inceledi. Bu çalışma, tez danışmanının eşcinselik konusuna itirazı nedeniyle tamamlamadı. Fakülde tarafından kabul edilmeyen tez, daha sonra bir yayınevi tarafından kitap olarak basıldı.Yusuf Solmaz, askerlik görevini tamamladıktan sonra mastırını bitirmek için tekrar üniversiteye döndü. Bu kez, tez konusu olarak, bir edebiyat eseri üzerinden karakter çözümlemesi yaptı; Orhan Pamuk'un Cevdet Bey ve Oğulları romanını psikolojik açıdan inceledi. Roman yazarına gönderme yaparak, romana konu olan olayları ve bu olayların karakterler üzerindeki psikolojik etkilerini ele aldı. Söz konusu tez, bir süre sonra kitap haline getirildi.Yusuf Solmaz, halen bir lisede psikolojik danışman olarak görevine devam etmektedir. Evli ve iki çocuk babasıdır.Lisans Eğitimi:Ankara Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Fakültesi, Eğitimde Psikolojik Hizmetler Bölümü, 1987Yüksek Lisans Eğitim: Ankara Üniversitesi Güzel Sanatlar Eğitimi Bölûmü, 2002Orta öğrenim: Yozgat Lisesi, 1983,Yozgat İstiklâl ortaokuluİlköğretim: Alacalıoğlu İlkokuluGörev Yaptığı Kurumlar1. Mardin Rehberlik ve Araştırma Merkezi2. Tokat Lisesi3. Ankara Fatih Sultan Mehmet Lisesi4. Ankara Kalaba Ortaokulu5. Ankara Faruk Verimer Ortaokulu6. Ankara Emniyetçiler Ortaokulu7. Ankara Çankaya Rehberlik Araştırma Merkezi8. Bodrum Cumhuriyet İlköğretim Okulu9. Bodrum Ayşegül Sevim Ali Rüştü Kaynak Lisesi10. İzmir Menderes Bayrak Anaokulu11. İzmir Menderes Alparslan İlköğretim Okulu12. Öğretmen Dünyası Dergisi Yazı Kurumu Üyeliği

Read more from Yusuf Solmaz

Related to 12 Öfkeli Öğretmen

Related ebooks

Reviews for 12 Öfkeli Öğretmen

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    12 Öfkeli Öğretmen - Yusuf Solmaz

    16

    SUNUŞ

    Cumhuriyetimizin yüzüncü yılı olan 2023 yılına gelindiğinde, birçok kesimde işsizlik sorunu ciddi bir boyuta ulaşmıştı. İş arayan öğretmenler için de bu dönem oldukça yıpratıcı geçiyordu. İşsizlikle mücadele yerine, iktidar yandaşlarının işe yerleştirilmesini amaçlayan yeni bir dönem başlamış, manevi danışmanlık ve manevi rehberlik gibi yeni alanlar ortaya çıkmıştı. Daha doğrusu psikolojinin kavramları kullanılarak, sayıları giderek artan din eğitimi mezunları için yeni iş alanları uyduruluyordu. Bu yeni alanlar, sınav kazansa dahi işe giremeyen, ataması yapılmayan öğretmenler için umut kapısına dönüşmüştü.

    Ancak bu yeni iş fırsatlarına ulaşmak, manevi danışmanlık sertifikası alınsa bile, torpili olmayan öğretmenler için hiç de kolay değildi. Üniversite mezunu olmayanlar mesela imam liseleri başta olmak üzeri diğer liselerin mezunlarına da açık olan bu yeni alanlarda, isteyen herkes için kadrolu, sözleşmeli, ücretli olacak şekillerde işe girme olanağı vardı. İktidarı elinde bulunduran siyasal dinciler manevi danışmanlık hizmetlerine büyük önem verdiğinden, bu alandaki eğitmen açığı hızlı bir şekilde kapatılmaya çalışılıyordu. Kısa dönemli eğitimlerin ardından sertifika alanlar için bu yeni meslek alanlarında çalışma olanağı doğmuştu. Bu durum, işsizlikten bunalan birçok öğretmenin manevi danışmanlık kurslarına katılmasına yol açmıştı.

    Kitabın odaklandığı 12 öğretmen, bu sürecin tam ortasında yer alır. Söz konusu karakterler: Ayşe, Betül, Suna, Nuran, Remziye, Damla, Savaş, Barış, Devrim, Deniz, Hüseyin, Mahmut adındaki atanamayan öğretmenlerdir. Söz konusu öğretmenler, iş garantisi ve düzenli maaş gibi cazip avantajlar için manevi danışmanlık kursuna devam ederler. Ancak beklenmedik olaylar, bu öğretmenlerin hayatlarını derinden etkileyecek, manevi danışmanlık kursu devam ederken bazı sorunlar yaşanacaktır.

    Bu kitap, işsizlikle mücadele eden öğretmenlerin bu yeni iş fırsatlarına nasıl yönlendirildiğini, kısa süreli eğitimlerle nasıl donatıldıklarını ve bu süreçte başlarına gelen ilginç olayları ele almaktadır. Söz konusu öğretmenler, farklı branşlardan gelmelerine rağmen aynı manevi danışmanlık sertifikası için eğitime başlar. Senelerce devam eden işsizlikten sonra yeni bir umutla manevi danışmanlık sertifikasını almaya çalışırlar.

    Kursun son günlerine gelindiğinde işler karışacak, kurs yöneticileriyle öğretmenler arasında tartışma çıkacaktır.

    1

    Ayşe:

    Resim öğretmeni, işsiz… İşe girebilmek için türban taktığı günler oldu. Artık takmıyor. 27 yaşında.

    *

    S. Biraz kendinizden söz eder misiniz?

    A. Neyi merak ediyorsunuz?

    S. Hiç resim öğretmenliği yapabildiniz mi mesela?

    A. Hayır, iş bulabilirsem sınıf öğretmeni olarak ücretli derslere giriyorum.

    S. Siyasal dinci olduğunu söylediğiniz bu hükümet iş başına geldiğinde kaç yaşındaydınız?

    A. 96 yılında doğmuşum. On yaşına kadar, bütün çocuklar gibi, çevremde neler olduğunu gerçekten anlamadan büyüdüm. Dinci faşistler iktidara geldiğinde altı yaşındaymışım.

    S. Faşist kelimesinin anlamını kaç yılında öğrendiniz, hatırlıyor musunuz?

    A. Hatırlamıyorum… Ne demek olduğunu anlamam yıllar aldı... Büyüdükçe çevremdeki değişiklikleri, yaşanan korkuları hissetmeye, söylenenlerden etkilenmeye başladım.

    S. Nasıl bir korkuydu bu?

    A. Her şey, her an daha kötü olabilir korkusu bu. Sürekli takip altındasınız. Cep telefonlarınızın dinlendiğini düşünüyorsunuz. Toplumun geneli için değil de bir kesimin çıkarı için yapılan siyasetin neden olduğu korkular, televizyon kanalları, gazeteler, internet siteleri yoluyla sürekli yayılıyordu. Günlük yaşamda, sokakta, okulda, mahallede sürekli gerginlik vardı. Bu gerginlik, sokaklarda yürüyüş yaparken, okula giderken veya sadece evde ailemle zaman geçirirken bile hissediliyordu. Kimse gerçek düşüncelerini açıkça ifade edemiyordu, çünkü her an kötü bir şey olabilirdi. Sözlerin dikkatli seçilmesi gerekiyordu, özellikle topluluk içinde yanlış bir şey söylemek son derece tehlikeliydi. İnsan haklarının ihlalleri hakkında sürekli korkuları artıran haberler yapılıyordu. Bu durum, geleceğe dair kaygılarımı artırdı. Bu yüzden olacak, ben de erken yaşta, çevremdeki insanlar gibi, düşüncelerin özgürce ifade edilebildiği, mahkemelerin adil olduğu, kimsenin kimseyi dolandırmadığı, siyasetin ahlak kuralları içinde yapıldığı, insanın insandan korkmadığı, dostlukların kurulabildiği, barış içinde güzel bir ülkenin hayaliyle yaşamaya başladım.

    S. İsminizin gizli tutulmasını istediniz. Ne düşündüğünüz bilindiğinde nasıl bir sorunla karşılaşırsınız?

    A. En azından ücretli öğretmen olma hakkımı kaybederim. Öğretmenliğe giriş sınavını kazandım. Atanmayı bekliyorum. Kim olduğum bilinirse, daha çok beklerim... İsmimin önüne ‘sakıncalı öğretmen’ yazılır.

    Betül:

    Müzik öğretmeni… işsiz. İşe girmek için türban taktığı günler oldu. Ücretli öğretmenlik hakkından yararlanabilmek için türbanlı görünüp solculardan uzak durmak gerektiğini söylüyor. 28 yaşında…

    *

    Ayşe gibi Betül de dinci faşistlerin iktidara nasıl geldiğini hatırlamıyor. Hayatının çoğunu faşizmin gölgesinde yaşamış. Ne zaman bu karanlık dönemi hatırlamayı denese, zihninde bir boşlukla karşılaşıyor. Bu, faşizmin neden olduğu baskıların sonucu olsa gerekir. Tehlikeden korunmak için, saçma bulduğu halde mesela, adil yargılanma hakkının olmadığını unutmak istediğini söylüyor.

    Üniversitedeyken, aynı sınıfta okuduğu arkadaşları, faşistlere hakaret etmek suçundan yargılandılar, okul hayatları sona erdi. Betül, onlar gibi olmak istemediğinden konuşurken neyi nasıl ifade etmesi gerektiğine fazlasıyla dikkat ediyor.

    Ne yazık ki bu korku dolu yaşam, umutlarının açmadan solmasına, yurt dışına, özellikle Almanya’ya gitme arzusunun büyümesine neden olmuş. Almanya’da ya da Fransa’da doğsaydım kim bilir nasıl bir hayatım olurdu? sorusunu aklından çıkaramıyor.

    Sosyal medya kullanmaktan bile korkuyor, çünkü sürekli takip edildiği endişesiyle yaşıyor. Düşünce ve ifade özgürlüğünün yokluğu, bütün benliğini ateş gibi yakıyor, çürütüyor. Dünyada ve ülkesinde asla adaletin olmadığına inanıyor Betül. Herkesin eşit ve adil bir şekilde muamele görmesi gerektiğine dair inancıyla, demokrasinin yeniden kurulabileceğine olan umutları çürümeye yüz tutmuş durumda.

    Hakları ve özgürlükleri yok sayan bir rejim altında yaşamak, içinde sürekli bir huzursuzluğun, öfkenin ve korkunun büyümesine neden olmuş. Yarın kimin başına ne geleceğinin bilinmiyor olmasını zihninden atamıyor.

    Her gün, gözlerini açtığında neyle karşılaşacağını bilemediğini, bunun kaygılarını çok artırdığını, yaşam enerjisini düşürdüğünü belirtiyor. Düzensiz yaşamanın, uykusuzluğun, kronik işsizliğin, düşük ücretle çalışmanın, çok çalışıp az kazanmanın, çalışarak içinden çıkamadığı yoksulluğun ruh sağlığına son derece olumsuz etkisi olduğunu hissediyor.

    Ayrıca Betül, görünmez gözlerin, sokak kameralarının, cep telefonlarının, iletişimden sorumlu bakanlığın her adımını izlediğine inanıyor. Bu durum, hayatını korku içinde geçirmesine, yaşamdan zevk alamamasına neden oluyor.

    Suna:

    Tarih öğretmeni, 29 yaşında, işsiz. İşe girebilmek için türban taktığı günler olmuş.

    *

    S. Neden istemediğiniz halde türban taktığınızı açıklar mısınız? Açıkça, türban takmadığınız için işe kabul edilemeyeceğinizi söyleyen oldu mu?

    S. Hayır. Kimse açıkça türban takmam gerektiğini söylemedi ama biliyorum ki, siyasal dinci hükümetin seçerek atadığı yöneticiler türban takmayan öğretmenlere karşı negatif tutum takınıyor. Bunu hissetmemek için aptal olmak gerekir. Sizin de çok iyi belirttiğiniz gibi, başımı kapatma nedenim, gittiğim okullarda saçı açık, kadrolu öğretmenlere uygulanan mobbingden kaçınarak iş bulma şansımı artırmaktı. Başka neden söyleyemem. Saçımı kapattığımda, özellikle tarikatçı kimliğiyle bilinen özel eğitim kurumlarında ücretli öğretmen olarak çalışma olasılığım artıyor. Türban takmam iş bulmamı kolaylaştırıyor. İstemediğim halde iki yüzlü davranmak zorunda kalıyorum...

    S. Biraz daha anlatabilir misiniz bu konuyu?

    S. Doğuştan suçlu biriymişim gibi saklanarak yaşamak zorunda kalıyorum. Kimse ne düşündüğümü, nasıl biri olduğumu bilmemeli… Ben de diğerleri gibi olmalıyım… Bu durum, olduğum gibi görünme arzuma, öz saygıma zarar veriyor. Her günümü zehir eden bu ağırlıkla başa çıkmak zorundayım. Düşüncelerimi gizlemeye mecbur kalmam sürekli maskeli dolaşacağım anlamına geliyor… İçimdeki gerçek duyguları bastırmak, insanlarla yüzleşmek yerine onların beklentilerine uymaya çalışmak, tükenmişlik duyguları yaşamama neden oluyor. Daha pek çok nedenle, öz saygımı kaybetme korkusu yaşıyorum, canım sıkılıyor. Başkalarının gözünde neyim ki? Okul yöneticilerinin üzerinde iyi izlenim bırakmak, ihtiyaçlarımı giderebilmek için bu yüzü takmak zorunda kalıyorum. Takınmak zorunda kaldığım maskeler, kim olduğumu daha iyi anlamama neden olurken, bir taraftan da kendim olamadığım için acı çekiyorum.

    S. Neden suçlu hissediyorsunuz?

    S. Öyle hissettiriyorlar… Demokrasiden, eşitlikten, insan haklarından, hukuk devletinden yana olmak, başka dine inanmak, ibadeti herkesin yaptığı gibi yapmamak ya da ateist olmak suç mu? Neden farklı düşünenlere eşit davranılmıyor? Neden ülkeyi yönetenler bölücülük yapılmasına aracılık ediyor? Kafamda bunlara benzer bin bir soruyla yaşamak zorunda kalıyorum. Gördüklerimi, yaşadıklarımı kabul edemediğimden ülkemden ayrılabilmenin hayalini kuruyorum. Kendi değerlerimle çelişen şeyleri söylemek, kendime ve inançlarıma ihanet etmek anlamına geliyor. İnsanlar arasında uyum sağlamak ve çatışmalardan kaçınmak için bu yüzü takmak, sadece gururumu kırmıyor, ölme isteği duymama neden oluyor. Bir lokma ekmek için kimse bu kadar eğilmemeli… Bu yapılanları inanın düşman yapmazdı. İşgal altında yaşasak daha merhametli davranılırdı...

    S. Aylık kazancınız ne kadar?

    S. Çok az… Ailemden ayrılıp tek başıma bir eve çıkamam mesela... Elime geçen her kuruşun, yediğim her lokmanın bedeli çok ağır. Biliyorum ki bu böyle devam edemez. Kendi değerlerime sadık kalmadan, gerçek benliğimi ifade etmeden, öz saygımı koruyamayacağımın farkındayım. Bu durum böyle devam etmemeli. Bu ülkede emeğe saygı diye bir şey yok, sürekli sömürü var. Herkes Müslüman olduğunu iddia ediyor, Müslümanlık yarışları yapılıyor ama kimse emeğin hakkını vermeye yanaşmıyor. Üstelik bunu yasaları uygulamaktan sorumlu, din üzerinden yürüttüğü siyasetlerle iktidarını koruyan hükümet yapıyor. Bu durum sadece ekonomik durumumu değil, ruh sağlığımı da olumsuz etkiliyor.

    S. Sağlık güvenceniz yok mu?

    S. Çalışırsam var, o da sınırlı… Sağlık güvencem kadrolu çalışanlarla aynı değil. Az kazanıp çok çalıştığımdan beslenmeme, uyku düzenime dikkat edemiyorum. Evim giderlerine bile yeteri kadar katkım olmuyor. Sağlık harcamaları büyük bir yük oluşturuyor, bu da tedavi ve ilaçlara erişimimizi kısıtlıyor. Sağlıklı gıdaya ulaşmak neredeyse lüks haline geldi, temel tüketim mallarına olan erişimimiz giderek zorlaşıyor.

    S. Hayalinizden söz eder misiniz?

    S. Öncelikle güvenceli bir iş istiyorum. Kazancım düşük olduğu için bugüne kadar birçok hayalimi gerçekleştiremedim. Mesela bu yaşıma kadar hiç tatile gidemedim. Emek sömürüsünün güçlükleri içinde kaybolurken, aileme, özellikle de üniversitede okuyan kardeşime yardım edememek beni çok üzüyor. Evimizdeki ekonomik sıkıntılar, her gün biraz daha gücümün tükenmesine neden oluyor. Babam da annem gibi bizim yüzümüzden erken çöktü. İyi beslenmek, sağlıklı yaşamak, hayatta ilerlemek isteyen iki çocuğun ihtiyaçlarına yetişmek, bu olanaksızlık içinde o kadar da kolay değil. Bir yandan karnım aç, diğer yandan aileme destek olamamak kahrolmama neden oluyor. İkinci bir işte de çalışmam gerekiyor, ancak zaman sıkıntısı var. İş ararken, bir yandan da ücretli öğretmenliğe devam etmeye çalışıyorum. Bu, ruhsal olarak beni oldukça zorluyor. Hayatın acımasız gerçekleriyle yüzleşip durmaktan yorgun düştüm. Bir şey yapamıyor olmanın verdiği güçsüzlük ruhumu daraltıyor. Geleceğim kalmamış gibi… Karamsarlık duygularıyla çaresizce, süründüğümü gizleyerek yaşamaya çalışıyorum.

    Nuran:

    Felsefe öğretmeni, 30 yaşında, işsiz… Arada türban takmak zorunda olduğunu söylemekle birlikte öğretmenlerin türbanla derse girmesine karşı biri.

    *

    S. Neden arada türban taktığınız halde, eğitimde türbana karşı gelinmesi gerektiğini söylüyorsunuz?

    N. İşiz kalmamak için türbanlı görünmek zorunda kaldığım günler oldu. Bazı okulların müdürleri aşırı gerici, bazıları o kadar değil.

    S. Duruma göre mi türban takıyorsunuz?

    N. Maalesef öyle...

    S. Bir taraftan da eğitimde türbana karşısınız?

    N. Anlaşılması güç bir durum gibi görünse de bu, öyle değil… Bana göre sadece eğitimde değil, kamu kurumlarının hiçbirinde türban olmamalı. Türbanlı savcı, avukat, hâkim, polis var. Olacak şey değil. Laik bir devlette dini sembol olmaz. Demokraside yaşıyorsak eğer bütün dinlere eşit mesafede durmak gerekir. Okulda da türbana karşıyım çünkü, öğretmenler öğrencileri için örnek alınacak kişilerdir. Okulda, hangi din olursa olsun, dini sembollerle eğitim verilmesini, öğrencilerin zorunlu din derslerine tabi tutulmasını doğru bulmuyorum. Bu durum ayrımcılığa neden oluyor… Laik ülkelerde öğretmenler dini işaretler, giysiler kullanmamalı, bunları öğrencilerin gözüne sokarak ders anlatmamalılar. Demokraside yaşıyorsak devletin bütün dinlere, inançlara, hatta inanmayanların görüşüne de saygı duyması gerekir. Demokrasi ve laiklik, farklı inançlardaki insanların ortaklaşa oluşturduğu temel ilkelere dayanır. Bunlar toplumun en önemli değerleridir. Okullar, bu değerleri aşılamak, öğrencileri geleceğin vatandaşları olarak yetiştirmek için çok önemli bir rol oynar. Ancak, okullarda dini sembollerin kullanılması, özellikle de öğrencilere ders anlatırken, bazı zorlukları beraberinde getirir. Ayrımcılık bunlardan sadece bir tanesi… Bir ülkede demokrasi varsa, devlet, vatandaşları arasında bölücülük yapamaz. Yapılırsa toplumsal barış bozulur. Bizler öğretmen olarak öğrencilerimize örnek olmalıyız. Öğrenciler, davranışlarımızı ve tutumlarımızı gözlemleyerek değerlerini şekillendirirler. Bu nedenle, dini giysiler içinde ders vermek, farklı inançlara sahip öğrenciler arasında ayrım yapılmasına neden olur. Birbirini kayıran gruplar ortaya çıkar. Her öğrencinin kendi inançlarına ve dünya görüşüne saygı duymak gerekir. Laik bir ülkede yaşıyorsak, dinle inanç işleri birbirine karıştırılmamalıdır.

    S. Arada bir de olsa türban takarak siz de gericiliğe hizmet etmiş olmuyor musunuz?

    N. (Gülümseyerek) Benimkisi işsizlikten, açlıktan korunma çabası… Bu yüzden aynı şey değil… Mazeretim olduğu için bağışlanabilirim diye düşünüyorum.

    Remziye:

    Sosyoloji öğretmeni… 31 yaşında, işsiz… Hiç türban takmamış. Diplomasına uygun düzenli iş arıyor. Bula bilirse ücretli öğretmen olarak beden eğitimi, resim, müzik dahil pek çok işe girme hakkı var. Sosyoloji dışında neredeyse girmediği ders kalmamış.

    *

    S. Biraz kendinizden söz eder misiniz?

    R. Hayatımın birçok alanında başarılı olamadım.

    S. Neden?

    R. Ülkenin şartlarından dolayı olsa gerek…

    S. İktidar partisinin yetkilileri, halkın bir kısmı, ileri demokrasiden söz ederken, siz neden faşizmde yaşandığını düşünüyorsunuz?

    R. Siz düşünmüyor musunuz?

    S. Konu sizsiniz?

    R. Peki o zaman… Yargısı olmayan, mahkemeleri birilerinin talimatıyla karar alan demokrasi olur mu? Hangi birini anlatayım? Hukuk diye bir şey kaldı mı? Yarın hapse atılmayacağınızdan, evinize, varsa paranıza el konmayacağından emin misiniz? Kendimi bildim bileli faşizme bağlı nedenlerle içimde hep bir kaygı taşıdım. Bu kaygı ne yalan söyleyeyim, millete ne olacağıyla ilgili değil, bana ne olacağıyla ilgiliydi. Böyle bir ortamda nasıl nefes alacak, nasıl insanca bir hayat yaşayacaktım… Milleti düşünmekten gerçekten yoruldum. Millet bu kadar duyarsız olduğu için dinci faşistleri başımızdan defedemiyoruz.

    S. Millet halinden memnun mu, bunu mu demek istiyorsunuz?

    R. Demek istediğim elbette bu değil. Millet acı çekiyor, olayın bu kısmı doğru. Yoksulluktan, açlıktan, çaresizlikten, yarın ne olacağının bilinmemesinden, adalete erişemediğinden çıldırıp evlatlarını öldüren insanlar da acı çeker. Maalesef milletimiz cahil bir aile gibi... Ya da ne bileyim… Belki de bütün suç bendedir. Belki de işe yaramazın tekiyim de bunu kendime bile itiraf edemiyorum. Bencilliğim yüzünden bu hale geldiğim de söylenebilir. Bütün toplum bencil olduğundan ortalık faşistlere kaldı. Bu ülkede, kimseye yaslanmadan, kimsenin hakkını yemeden bir baltaya sap olmak o kadar zor ki. Sosyoloji alanındaki eğitimim ve bu alana olan tutkum, benim için büyük bir gurur kaynağıydı. Neye yaradı? Hiç. Onca yıl neden okudum? Niye bu kadar diploma alacağım diye çile çektim? Sosyolojinin bu kadar eğitimden dışlanması, laf olsun, torba dolsun anlayışıyla eğitimlerin yapılması gerçekten de canımı çok sıkıyor. Seneler oldu bu durum hiç değişmedi, değişecek gibi de görünmüyor.

    S. Sosyoloji eğitiminin sizi değiştirdiğini söylemiştiniz?

    R. Evet, bu eğitim yüzünden bu hale geldim. Önceleri faşizmi bu kadar derinden hissetmiyordum. Okuduğum kitaplar, aldığım dersler göremediklerimi görmeme neden oldu. Belki de bu yüzden bu kadar mutsuz oldum. Önceki yıllarda iktidarda, seçimle gidecek bir parti olduğunu sanıyordum. Cumhuriyetin yıkılıp yerine parti devletinin kurulduğunu, kurumların değil, sadece bir kişinin karar aldığını daha net görmeye başlayınca ruhum daraldı.

    S. Sosyoloji, felsefe, sanat gibi eğitimlere, yaşamakta olduğumuz siyasi gerçekliğin bilinmemesi için mi önem verilmiyor?

    R. Kesinlikle… Erken yaşta gerçeklerin algılanması istenmiyor. Bu yüzden sosyoloji, felsefe, resim, müzik gibi dersler zorunlu eğitim döneminde yok denecek seviyeye indirildi. Tarih, edebiyat gibi derslerin de içeriği boşaltıldı. Ülkemde sosyoloji başta olmak üzere, çok boyutlu düşünmemize aracılık eden derslerin eğitimine verilen önemin yetersiz olduğunu görmek, beni gerçekten korkutuyor. Toplumun daha fazla bilinçlenmesi ve değişmesi için sosyolojiye olan ihtiyaç açıkça ortada değil mi? Sosyolojiden yoksun bir eğitim programının ne kadar yanlış, yetersiz olduğunu bilmek gerekir.

    S. Siyasetçilerin cahilliğini de yeterli sosyoloji eğitimi almamalarına mı bağlıyorsunuz?

    R. Hayır, erken yaşta aldıkları din eğitimlerine bağlıyorum. Ne yazık ki toplumumuzun neredeyse yüzde doksanı erken yaşta, ağırlaştırılmış zorunlu din eğitimleri almaya başladı. Bu durum beni çok korkutuyor. Yeterli sosyoloji dersleri okutulmadığı için de yönetenlerimiz bu kadar cahil. Dünyayı anladıklarını sanıyorlar ama hiçbir şey anlamıyorlar. Mesela batının Hristiyanlar kulübü olduğunu düşünüyorlar. Halbuki batı, papazların hakimiyetini yıkıp, dizginledikten sonra batı oldu. Hristiyanlığa karşı verilen savaşı demokrasi kazandı.

    S. Sosyolojinin yetersizliği başka nelere neden oluyor?

    R. Sosyoloji, toplumları, olayları daha derinlemesine anlamamızı sağlar. İnsanların davranışları, inançları ve ilişkileri hakkında daha fazla bilgi sahibi olursak, toplumun nasıl işlediğini ve neden belirli olayların gerçekleşip gerçekleşmediğini daha iyi anlarız. Bu olaylara, olasılıklara bakarak durumumuz hakkında bilgi sahibi oluruz. Toplumsal sorunların çözümünde sosyolojinin kritik bir rol oynadığına inanıyorum. Sosyologlar, toplumun karşılaştığı ekonomik, siyasi ve kültürel sorunları araştırarak çözüm önerileri sunar. Bu da daha adil ve sürdürülebilir toplumlar inşa etmemize yardımcı olur. Gel de anlat bunu bu ülkenin eğitim bakanına, eğitimden sorumlu yetkililerine. Tek dertleri var daha çok din eğitimleriyle toplumu iyice geriletmek.

    S. Neden halkın oylarıyla seçilenler ülkeyi geriletsin ki? Böyle düşünmenizin nedenini sorabilir miyim?

    R. Hep söylenir ama bir kez de ben söyleyeyim. Türkiye gerçekten Türkiye’den yönetilmiyor. Siyasi partiler emperyalistlerin memuru gibi hareket edip, onlar adına iktidarı ele geçiriyorlar. Biz de ülkede demokratik seçimler yapıldığını sanıyoruz. Bütün partiler bir araya gelip millete oyun oynuyor. Ne yazık ki milletçe bu oyunu bozamadık, bozamıyoruz. Belki de toplum uyanmasın diye sosyoloji eğitimine önem verilmiyor. Eğitim, dünyayı, yaşanılan toplumu anlama, kavrama olanağı verirse, sistemin sahipleri ceplerini eskisi kadar kolay dolduramazlar. Haliyle eğitim adı altında da topluma cehalet pompalanıyor. Sosyoloji bilirsek insanlar arasındaki etkileşimleri ve çatışmaları anlarız. Bu da daha iyi iletişimler kurmamıza, daha sağlam ilişkiler geliştirmemize yardımcı olur. Bunlar istenmeyen şeyler.

    Damla:

    Rehber öğretmen… 32 yaşında, işsiz... Daha önce özel okulların birinde ücretli rehber öğretmenlik yapmış. Şimdi ücretli sınıf öğretmenliği yapıyor… Kalıcı, kadrolu iş arıyor. Türban takmıyor. Eğitim kurumlarında, mahkemelerde, hastane gibi kamu alanlarında türban takılmasını doğru bulmadığını söylüyor.

    *

    S. Manevi danışmanlığa karşı mısınız?

    D. Manevi danışmanlığa değil, din sömürüsüne karşıyım.

    S. Biraz açar mısınız bu konuyu?

    D. Bizdeki manevi danışmanlık batıdaki gibi değil. Biz de manevi danışmanlık adı altında toplumun tamamına Sünni Müslümanlık aşılanmak isteniyor.

    S. Din sömürüsü derken?

    D. Şunu söylemek istiyorum: Din sömürüsü üzerinden iktidarını daim kılmaya çalışan bir partiyle karşı karşıyayız. Toplumun laik kurallar içinde yaşamasına tahammül edemeyen, herkesi kendine benzetmeye çalışan, inançlar arasında ayırımcılık yapan bu parti, beyinleri yıkayıp tarikatçı anlayışlara uygun hale getirmeye çalışıyor. Maalesef manevi danışmanlık konusu Cumhuriyetimizin laik niteliğini ortadan kaldırmak için gündeme getirildi.

    S. Avrupa'da da olduğu söyleniyor?

    D. Evet var, ama Avrupa'da devleti Hristiyanlaştırmaya çalışan iktidarlar yok. Bizim yöneticilerimizin Cumhuriyetle, Cumhuriyetimizin laik niteliğiyle sorunu var. Bunu defalarca dile getirdiler ve getirmeye de devam ediyorlar. Sıkıştıkları zaman Avrupa'dan örnekler gösteriyorlar, Avrupa'nın dinine daha düşkün olduğunu kanıtlamaya çalışıyorlar. Oysa ki Avrupa Hristiyanlıkla kavga ederek bu günkü gelişmişlik seviyesine ulaştı.

    S. Aldığınız eğitimden söz eder misiniz?

    D. Psikolojik Danışma ve Rehberlik bölümü mezunu olarak eğitimimi tamamladım. Düzenli iş bulamadım, hep geçici işlerde çalıştım.

    S. Rehber öğretmen olarak mı?

    D. Hayır, sınıf öğretmeni olarak da görev yaptım. Resim, beden eğitimi, müzik derslerine de girdim.

    S. Şimdi hangi derse giriyorsunuz?

    D. Şu anda devlet okullarının birinde ücretli öğretmenlik yapıyorum. Seneye hangi işi yapacağım belli değil…

    S. Sürekli alan değiştirmek zor olmuyor mu?

    D. Oluyor ama yapacak bir şey yok. Zaten kimse sizden iş beklemiyor. İstenen tek şey bekçilik. Olay çıkmasın, herkes akşam olunca evine dönsün, eğitim yapılıyor sanılsın yeter.

    S. Okullarda yeterli rehber öğretmen olmadığını söylemiştiniz…

    D. Evet, öğrencilerin rehberlik hizmetlerine ihtiyacı var. Devlet her okula rehber öğretmen atamıyor, ama her okula manevi danışman düşünülmekte. Şu anda içinde bulunduğum durum, beni zor bir çıkmazın içine soktu.

    S. Nasıl bir çıkmaz?

    D. Sertifika alırsam manevi danışman olma şansım olacak. Oysa ben diplomamın gereği olarak psikolojik danışmanlık yapmak istiyorum. Ne yazık ki manevi danışman olmaya zorlanıyorum. Manevi danışmanlık sertifikası alırsam işsizlikten kurtulacağımı düşünüyorum. Bu durum, içimde birçok karmaşık duygu ve düşünceyi beraberinde getiriyor. Demokrasi iktidara gelenlerin her istediklerini yapacakları bir rejim değil ki… Şunu soruyorum kendime: Nasıl oluyor da hükümet, milletin vergilerini kendi siyasi amaçları için har vurup harman savurabiliyor. Okullara rehber öğretmen yok ama manevi danışman olmalı öyle mi?

    S. Rehber öğretmeni olmayan okullar küçük okullar mı?

    D. Küçük okullar başta olmak üzere binlerce okulda rehber öğretmen bulunmuyor.

    S. Neden?

    D. Hangi okula kaç öğretmen verileceği öğrenci sayısına göre yapılıyor. Mesela köy okulları, yeterli öğrenci olmadığı gerekçesiyle kapatıldı, güya taşımalı eğitime geçildi. Öğrenci mevcutları beş yüzün altında olduğu için bugüne kadar, binlerce okula bir tane dahi rehber öğretmen ataması yapılmadı. A okulundaki rehber öğretmene, mesela, 400 öğrencisi olan B okuluna da sen bakacaksın, dendi. Yasalara uygun olmadığı halde bu türden görevlendirmeler yapıldı.

    S. Manevi danışman ataması yaparken de öğrenci sayılarını dikkate alırlar herhalde… Almazlar mı?

    D. Bence almazlar. Konu manevi danışmanlık olunca öğrenci mevcutlarına bakmadan bütün okullara atama yapacaklarından o kadar eminim ki… Ayrıca bu okulların hepsinde bir ya da iki din dersi öğretmeni var. Bizim manevi danışmaya değil, milletçe psikolojik danışmaya ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum.

    S. Neden?

    D. Nedeni şu: Nereye dönseniz, kime baksanız karşınıza manevi danışmanlar, yani imamlar, hocalar, şeyhler, şıhlar, vaizler, şunlar bunlar çıkıyor. Devlet başkanımızdan tutun bakanlarımıza kadar kim varsa imam kökenli. Böyle bir toplumda manevi danışmaya ihtiyaç olduğunun söylenmesi aklımızla alay edilmesinden başka bir şey değil.

    S. Neden psikoloji alanına ilgi duyduğunuzu da anlatır mısınız?

    D. Psikolojik danışmanlık alanına olan ilgim, edindiğim bilgiler, yıllar önce beni bu mesleği seçmeye yönlendirdi. Şimdi büyük bir hayal kırıklığı içindeyim. İnsanların psikolojik sorunlarına yardımcı olma fikri bana çok ama çok cazip görünüyordu. Şimdi öyle düşünemiyorum. Toplumumuzun psikolojik sorunlarıyla da maalesef imamlar, sadece imamlar ilgileniyor. Mahalle aralarında muska yazan, bunun için evinin duvarına vergi levhası asan, ticari faaliyette bulunduğunu kayıt altına aldırmış imamlar var.

    S. Gerçek mi?

    D. Siz duymadınız mı?

    S. İlk defa sizden duyuyorum.

    D. İletişim çağında yaşıyoruz ama artık her şey kolayca duyulmuyor.

    S. Haklısınız. Şunu merak ediyorum. İsteyen herkesin manevi danışman olduğunu duydum, doğru mu bu?

    D. Kısmen doğru. Lise belgenizin olması yeterli... Hangi alandan olursa olsun, üniversite mezunları, hatta lise mezunlarına kadar kim varsa gelin manevi danışman yapalım sizi deniyor.

    S. Manevi danışman olursanız iş bulmanız kolaylaşacak mı?

    D. Kolaylaşır.

    S. Psikoloji alanında değil de din alanında çalışacak olmanız olacak şey mi?

    D. İşsiz olunca, devlet de böyle bir kapı aralayınca her şey mümkün… Manevi danışman olmaya zorlanmak, içimde büyük bir çelişkiye neden oluyor. Elbette manevi danışmanlık da mesela en azından Almanya’da olduğu kadar demokrasimiz olsaydı, tek adamlar tarafından değil de demokrasiyle yönetilen Müslüman ülkeler için de önemli, gerekli bir meslek dalı olabilirdi.

    S. Bu koşullarda yapılan manevi danışmanlık hizmetlerine karşı olduğunuzu söyleyebilir miyiz?

    D. Evet, karşıyım… Din alanında eğitim almadım ve dini konulara ilgi duymuyorum. Kendi isteklerimi, tutkularımı bastırmak, geçine bilmek için istemediğim bir mesleğe zorlanmak beni çok huzursuz ediyor.

    S. Dinde huzur aranması doğru değil mi?

    D. Sürekli sömürü aracı olarak görülen din huzur getirse, kalkınmaya, daha mutlu bir hayatın yaşanmasına aracılık etse, Müslüman ülkeler bugün bu durumda olur muydu? Dincilikleriyle meşhur yönetenlerimize bakın, hiç ölmeyecekmiş gibi yaşıyorlar. Bence, milleti maneviyattan yoksun sananlara manevi danışmanlık yapılmalı… Bakın Gazze’ye… İsrail’i yönetenler iç siyasetlerinde ne zaman sıkışsalar çevrelerindeki Müslümanlarla savaşa tutuşuyorlar. Sivillerin üzerine bombalar yağdırılıyor. Caydırıcı gücü olmayan Araplar da olanı biteni izlemekle yetiniyor, biz de onlardan farklı değiliz. Böyle, dinle uyuşturulmuş güçsüz bir ülke olmayalım istiyorum.

    S. Kararlı mısınız manevi danışmanlık sertifikası almaya?

    D. Kararlı olduğum için değil… Güvenceli işe ihtiyacım var… bir çıkış yolu arıyorum. Eğitim aldığım alanda insanlara yardımcı olmayı dört gözle beklerken, manevi danışman olma seçeneği önüme kondu. Ya bunu yaparsın ya da aç kalırsın, ücretli öğretmenliğe devam edersin, bu durumda ev kiranı bile ödeyemeyeceksin deniyor. Oysa ben aldığım eğitim doğrultusunda kendi yolumu seçmek istiyorum. Bu sadece benim meslek seçimim olmalıydı. İçimdeki bu çatışma, beni büyük bir üzüntüye sürüklüyor. Öğrendiklerimi, umutlarımı hayata geçiremiyorum ve geçiremeyeceğim... Lise mezunlarına önerilen işi yapacağım…

    S. Psikolojik danışmayla manevi danışma arasında büyük bir fark var demiştiniz. Biraz açar mısınız bu konuyu?

    D. Şöyle… Manevi danışmanlık din temelli, psikolojik danışmanlıksa bilimsel bir alan. Dinin isteği, inançla ilgili konuların eleştirisiz kabul edilmesidir. Bir bilim olarak psikoloji ise sorgulamayı öngörür. Manevi danışmanlar, inancı sorgulamayan bireyler isterken, psikologlar bireyi, kişisel kararları olumsuz etkileyen doğmalardan uzaklaştırmaya çalışır. En azından şunu diyebilirim: bizdeki anlamıyla manevi danışmanlık, batıda olduğu gibi görünmüyor. Kimse kimseyi kandırmasın. Bizdekilerin amacı, din temelli, sorgulamayan toplumu inşa etmek. Psikologlar, ruhsal, sosyal, bireysel sorunlara, bilimsel yaklaşımlarla çözüm bulmaya çalışır. Manevi danışmanlık, batılı anlamıyla düşünürsek, daha çok kişinin inançlarına ve manevi ihtiyaçlarına odaklanır. İkisi arasındaki bu farkları anlamak ve kabul etmemiz gerekli. Ayrıca demokrasiye yürekten bağlı biri olarak dincilerin amacına nasıl hizmet edebilirim? Buna rağmen manevi danışman olmaya zorlanıyorum. İçine düştüğüm ekonomik güçlükler çıkış kapısı olarak bana manevi danışmanlığı gösteriyor. Gerçekten çok zor durumdayım. Bu çatışma, beni duygusal olarak da etkiliyor. Psikolojik danışmanlık alanında başarılı olmak isteyen biri olarak, manevi danışmanlık konusuna sıcak bakamıyorum.

    –Yine de manevi danışmanlık sertifikası almaya çalışıyorsunuz. Bu çelişkiyi nasıl açıklıyorsunuz?

    –Dedim ya… Ekonomik nedenlerle açıklayabilirim… Daha önce, ücretli öğretmenlik yaparken din derslerine girmiştim. Derste öğrencilere Sünni Müslümanlığı değil de dinlerin ortaya çıkışını, tarihini anlatıyordum. Sınıfın kapısı kapatılınca kimse ne anlattığıma bakmıyordu. Manevi danışman olursam bu defa da psikolojik danışma yapmayı düşünüyorum. Neden olmasın? (Yüzünde acı bir gülümseme belirir.)

    Savaş:

    Sınıf öğretmeni, 27 yaşında, işsiz… Diplomaların önemini kaybettiği, sadece adamı olanların işe yerleştirildiği, tarikatçı bir toplumda yaşandığını düşünmekte… Devlet bütün dinlere, inançlara aynı mesafede dursaydı ne türbana ne başka bir dini sembole karşı olurdum, demekte.

    *

    S. Biraz kendinizden söz eder misiniz?

    S. Nereden başlayayım?

    S. İstediğiniz yerden başlayabilirsiniz?

    S. Peki… Hayallerimi nasıl kaybettiğimden başlayayım…

    S. Olur.

    S. Öğrencilik yıllarımda, nasıl bir siyasetin içinde yaşadığımızı bilmediğimden hayal kurabiliyordum. Yaşananlar karşısında bırakın hayali, düşünemez oldum. Geçmişi düşünüyorum da bir gün her şeyin bu kadar kötü olacağı aklıma hiç gelmemişti. Benim gibiler için, bu açık hava hapishanesinden kaçıp kapağı yurt dışına atmak bile çok zor. Geleceğe dair umutlarım, iş aramaya başladığım günden beri yeşeremez oldu. Geçen her gün kuruduğumu hissediyorum.

    S. Neden?

    S. Neden olacak… Okudum, çalıştım, öğretmen olmaya karar verdim… Aklımın ucundan geçirmediğim olaylar yaşandı. Mesela mezhepçilik, bölücülük başladı. Hem de bunu devlet yaptı. Toplumun bir kesimini, özellikle devrimcileri, Atatürkçüleri devlet kadrolarının dışına attılar. Böyle bir şey kimin aklına gelirdi? Hayallerim gerçek olsaydı, genç nesilleri aydınlatan, tarikatçıların değil, kendi iradelerince yaşayan gençlerin yetişmesine yardımcı olabilecektim. Ancak hayat, hiç beklemediğim şeylerle karşıma çıktı. İşsiz kaldım, dost görünen insanların nasıl kalleşlik yapabileceklerine tanık oldum. Fakülteden sonra işe giremeyince, torpil bulup, düşünebiliyor musunuz, market işçiliği yaptım... Tarikatçı olmayanlara tuvalet işçiliği de olsa verilmiyor. Geçimimi sağlayacak kadar bir iş bulmak için çalmadığım kapı kalmadı.

    S. Taksi şoförlüğü yaptığınızı söylemiştiniz, o nasıl oldu?

    S. Uzaktan akrabamız olan birinin taksisi vardı. Yevmiye usulü şoförlük yapmaya başladım. İyi de kazanıyordum. Bu kez başka bir engel çıktı. Oysa daha yeni hayal kurmaya başlamıştım. Belki bu işte bir geleceğim olur, kimseye muhtaç olmam, baba evinden ayrılırım, sevgili bulurum, onunla yaşarım, bir süre evlenmen, önce birbirimizi tanırız, evlilik kolay değil, insan insanı bir çatı altına girmeden tanıyamaz diye düşünüyordum…

    S. Sonra?

    S. Öyle hayallere dalmıştım ki sormayın gitsin… Akşamları bir kadeh rakı bile içmeye başlamıştım. Markette çalıştığım yıllarda rakıları rafa dizer, bir tanesini bile satın alamazdım. Alkollü içeceklere sürekli zam yapıldığından, inanır mısınız, içmek bile lüks oldu.

    S. Ne kadar süre taksi şoförlüğü yaptınız?

    S. Çok değil. Bir yıl sürmedi… Bu sürede biraz yakayı topladım… Köfte yiyorum, eve tereyağı alabiliyorum. Ayda bir rakı bile içebiliyorum derken, babamı terörle suçlayıp işten attılar.

    S. Ne iş yapıyordu babanız?

    S. Polis memuruydu. Yirmi yıldır polis olarak görev yapıyordu. O günden sonra devletin gözünde terörist babanın çocuğu oldum. Babam polis memuru olarak yıllarca devlete hizmet etmişti. Ama nasıl olduysa terör suçlamasıyla işten çıkarıldı. Adalet arayışımız sürerken taksideki şoförlüğüme de son verildi. Taksinin sahibi, babamın durumu yüzünden benimle çalışamayacağını, denetleme yapıldığını, valilikten, terör suçlularına yardım edilmemesi yönünde uyarı aldıklarını söyledi.

    S. Sonra yine işsiz kaldınız…

    S. Evet… O günden sonra iş bulmam inanılmaz zorlaştı. Tabi şu soruyu da kendime çok sordum. Nasıl oluyordu da emeklisi gelmiş olan babam seneler sonra terörist olarak suçlanıyordu? Devletin istihbaratçıları yok mu? Hadi babam sonradan terörist oldu diyelim. Devlete terörist memur alan suçluların yargılanması gerekmiyor mu? Nasıl olur da ömrünü devlete adamış bir memuru siz bir gecede terörle ilişkilendirir, sonra da yargılanmasına izin vermeden işsiz bırakırsınız? Bu olay gerçekten aile olarak hepimize çok ağır geldi.

    S. Sonra sınıf öğretmeni olmaya karar verdiniz?

    S. Okulu bitirdiğimden beri mesleğimi yapmaya çalışıyorum. Sınıf öğretmeni olarak sınavı kazandım ama devletin güvenlik soruşturmasından geçemedim, babamın durumu yüzünden… İnsanların gözünde, terörist ailenin evladı olarak damgalandım. Üstelik dinci tarikatın üyesi olmakla suçlandık. Böyle bir suçlama olacak şey değildi… Bir kuşu köpek olmakla suçlamak ne kadar saçmaysa, bizim suçlanmamızda öyleydi… Ama kimse itirazlarımıza kulak vermedi.

    S. Sonra ne oldu?

    S. Diplomama uygun iş aradım, arıyorum. Ama yok, ben de babam yüzünden terörist sayıldım. Hani hep konuşuruz ya, suçun şahsiliği ilkesi vardır diye. Bir kişi suçluysa onun oğul, kızı, ailesi, akrabaları suçlanmamalıdır. Bu iktidar onu da yapmadı. Bazı aileleri sülale boyu açlığa mahkûm ettiler.

    S. Neler hissettiniz o günlerde?

    S. Çok kötü duygular hissettim elbette… Uğruna şehit düşülen vatanımda, adalet içinde yaşamımı sürdürebilmek istiyordum. Öğretmen olmaya hak kazandığım halde, güvenlik soruşturmasına takıldığımı öğrendiğim gün öyle büyük bir umutsuzluğa kapıldım ki… Bu duyguları anlamak için yaşamak lazım... Geceleri yatağımda yorgun argın, ezilmiş, haksızlığa uğramanın sıkıntıları içinde, neler olup bittiğini anlamaya çalışarak gözyaşları döktüm. Babamın haksız yere suçlanması, beni derinden sarstı. Devlete olan bütün güvenimi kaybettim. Hayatın acımasızlığına, adaletsizliğine karşı bir şey yapılmalıydı, ama ellimden bir şey gelmiyordu.

    S. Manevi danışman olma fikri nereden aklınıza geldi?

    S. Çevremde benim gibi olup manevi danışmanlık yapanlar var. İş olsun da ne olursa olsun, razıyım artık. Maddi manevi kimsenin yardımı olmuyor. Aramızda kalsın da gerçekten bu manevi danışmanların, nerede ve kime danışmanlık yaptıklarını çok merak ediyorum…

    S. İstemediğiniz halde manevi danışmanlık sertifikası almaya kararlı olduğunuzu söylemiştiniz…

    S. Evet, kararlıyım. Başka çarem kalmadı. Paraya ihtiyacım var. Ücretli öğretmenlik geçici iş ve hiç kazandırmıyor. Manevi danışman olursam kadrolu çalışma şansım olacak. Şunu özellikle belirtmek isterim ki, bu ülkede adalet diye bir şey yok. Ama yine de umut etmekten, savaşmaktan başka çarem olmadığını düşünüyorum. Belki bir gün, bu haksız, hukuksuz devlet, babamdan, ailemden, benden, benim gibi bütün mağdurlardan özür diler. Şimdilerde sadece hayatta kalmaya çalışıyorum. Bir taraftan da hayatın bana attığı bu zorlu kazığı unutmak istiyorum.

    S. Manevi danışmanlıktan umutlu musunuz?

    S. Umutlu olmak istiyorum. Şansımı bir kere de manevi danışmanlıkta deneyeceğim. Madem diploması olan herkesi danışman yapıyorlar, ben de bu şanstan yararlanmak istiyorum.

    S. Mezhepçiliğe

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1