Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Kusursuz Kararlar Vermek Ve İkna Sanatı
Kusursuz Kararlar Vermek Ve İkna Sanatı
Kusursuz Kararlar Vermek Ve İkna Sanatı
Ebook360 pages3 hours

Kusursuz Kararlar Vermek Ve İkna Sanatı

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Beyinbilim odağında karar bilimi, karar anı, puslu mantığımız, her şey bizim iradenizle mi oluyor ya da neden irrasyonel ve sabırsızız? Uğur Batı'dan olağanüstü sorular ve ilham verici cevaplar.
Harvard Business Review Türkiye

Kararlarımızın anatomisi! Uğur Batı, ana damarda ilginçve etkileyici bir alan yakalamış. Çok çarpıcı bir üslup…
Bloomberg Businessweek Türkiye

Akıllı insanlar neden aptalcahatalar yapıyor? Uğur Batı'nın eşsiz kitabı bize kendimiz hakkında gizemli bir sorgulama alanı açıyor.
BrandMap
LanguageTürkçe
Release dateJul 13, 2023
ISBN9786050969207
Kusursuz Kararlar Vermek Ve İkna Sanatı

Related to Kusursuz Kararlar Vermek Ve İkna Sanatı

Related ebooks

Reviews for Kusursuz Kararlar Vermek Ve İkna Sanatı

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Kusursuz Kararlar Vermek Ve İkna Sanatı - Uğur Batı

    Kusursuz Kararlar Vermek ve İkna Sanatı

    Beyni Doğru Kullanmak

    DOĞAN KİTAP TARAFINDAN YAYIMLANAN DİĞER KİTAPLARI:

    https://www.dogankitap.com.tr/yazar/ugur-bati

    KUSURSUZ KARARLAR VERMEK VE İKNA SANATI

    Beyni Doğru Kullanmak

    Yazan: Uğur Batı

    Editör: Neclâ Feroğlu

    Yayın hakları: © Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. A.Ş.

    Bu eserin bütün hakları saklıdır. Yayınevinden yazılı izin alınmadan kısmen veya

    tamamen alıntı yapılamaz, hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz ve yayımlanamaz.

    Dijital yayın tarihi: /Ekim 2020 / ISBN 978-605-09-6920-7

    Kapak tasarımı: Özkan Kale

    Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. A.Ş.

    19 Mayıs Cad. Golden Plaza No. 3, Kat 10, 34360 Şişli - İSTANBUL

    Tel. (212) 373 77 00 / Faks (212) 355 83 16

    www.dogankitap.com.tr / editor@dogankitap.com.tr / satis@dogankitap.com.tr

    Kusursuz Kararlar Vermek ve

    İkna Sanatı

    Beyni Doğru Kullanmak

    Uğur Batı

    Tüm sevdiklerime...

    UYARI!

    Bu kitapta yazdığımız her cümle gibi bu cümle de yanlıştır!

    What is the Matrix demek istedik bir an!

    O zaman, kitabı alıp, zaman harcayıp okuduğunuz için

    teşekkür ederiz!

    Hayatta her şey gerçek bir paradoks değil mi?

    Sanki her şey beynimizin bir oyunu!

    Havva’ya Gelince,

    Belki Elmayı Seçmesinde

    Başka Bir Sebep Vardı!

    Musa gemisine her türden kaç hayvan almıştı?

    Cevabınız kaç oldu? Her türden değil mi?

    Ama hiç düşünmedik bunun kaç tür olduğunu?

    Siz düşünmeye devam ederken benim aklıma sanırım başka bir şey takıldı. Gemi saki Musa’nın değil Nuh’un gemisiydi değil mi? Peki, dürüst soru: Kaçınız bunun farkına varabilmişti? Birçok kişi, bir cümlede ya da soruda bir sözcük, çok benzer ancak doğru olmayan başka bir sözcükle değiştirildiğinde farkına varabilir. Bu duruma Moses Illusion yani Musa yanılsaması denir. Beynimiz, doğru kurgulanmış iyi sunulan bir hikâyede ufak ayrıntı olarak algıladığı bazı olguları göz ardı edip manipülasyonlara kolaylıkla kapıları aralayabiliyor. Sebebi anlaşılır, insan beyni bilişsel olarak cimridir. Açıktır ki insan beyni analizden çok sezgilerini kullanır.

    Orson Welles, Doktorum bana dört kişilik samimi yemek sofralarından uzak durmamı söyledi; özellikle de diğer üç kişi olmadığında... diyor. Off of demek istiyoruz. Karar bilimi disiplininde hep söyleriz: İnsanlar sonsuz derecede ilginç ve karmaşıktır! Lakin çıktıları son derece basittir. Anlamadığımız kısım da genellikle ikinci kısmıdır? Nasıl bu kadar basit olabiliyoruz? Akıllı insanlar nasıl aptalca hatalar yapabiliyor? Nasıl bu kadar kolay ikna oluyoruz, kandırılıyoruz? Nasıl karar veriyoruz? Seçimlerimizdeki motivasyonlarımız ne oluyor?

    Doğrusu hayatımda masal gibi insanlar oldu, bir vardılar bir yoktular! Kitapta tüm bunları irdeleyeceğiz. Harika bir maceraya hazır mısınız?

    ÖNSÖZ

    Bir Karar Vereceksiniz,
    Verdiğiniz Karar Sizi Kahraman da Yapabilir
    Cani de!

    Satrancın çekiciliği tek bir şeyden kaynaklanır, stratejinin farklı beyinlerde

    farklı biçimlerde gelişmesinden.

    – Stefan Zweig, Satranç

    1

    KARŞIMDA PEDALI YENİ KIRILMIŞ emektar bisikletim, en sevdiğim belgesel televizyonda, kızım Elvin YouTube’da bağır çağır Kral Şakir izliyor, hava sıcak, aklımda özgüven... Bu kitapta yazacağım bölümlerden biri. Şimdi düşünüyorum da aklıma şu soru geliyor: Beyin, biseps, penis, para ve özgüven beşlisinden, Hangisi en büyük olmalı diye sorulduğunda katılımcılarımız ne cevap verir acaba? Erkekler ne der? Peki kadınların cevabı ne olur? Cevap, hangi anda verildiğine göre değişebilir mi? Mesela Dostoyevksi okurken cevaplasalar ne derler? Bodrum’da en popüler beach’te kaslı erkekler etrafta dolaşırken cevapları ne olur? Ya da en sevilmeyen kuzenin Instagram’daki Monaco tatil görüntülerini izledikten sonra sorsak? Şehvet dolu bir gecede tam önsevişmeden sonra sorsak soruyu? Değişir mi?

    Temel, İstanbul’dan köyüne kahkahalar içinde geri dönüyordur. Bunu duyan köylüler Temel’in niçin güldüğünü sorarlar.

    Temel, Otobüs şoförünü kazıkladum der.

    Köylüler, Nasıl kazıkladun? diye sorarlar.

    Temel der ki, İstanbul terminalden uygun fiyat olduğu içun gidiş-dönüş bileti aldum, şu anda geldim fakat geri dönmeyeceğum!

    Beyin önemli değil mi?

    Önemli.

    İnsan zekâsı, beynimiz plan yapıp, bunları amaçlandırıp çözdükçe artıyor. İnsan beyni de bizleri doğal bir şüpheyle dünyanın nasıl çalıştığını anlamaya yönlendiriyor. Bu kitabı kaleme almamdaki temel neden de bu basit şüphenin peşinden gitmek oldu. Tüm profesyonel hayatım boyunca ikna işinin içinde oldum. İnsanların karar vermesine yardımcı olmaya çaba gösterdim. Bu da yetmedi, profesyonel fikir ve mesaj tasarımlarıyla bu karar verme sürecini etkinleştirmeye ve hızlandırmaya çalıştım.

    Hizmet verdiğim markaların seçilen, doğru algılanan olmasını sağlamaya uğraştım. Tüketicileri anlamaya, trendleri takip edip insanların seçimleri arkasındaki nedeni bulmaya da... Bu yetmedi yazdığım kitaplar, yaptığım araştırmalarla içgörüler elde etme amacında oldum. Üzerinde çalıştığım şey ise her iletişimci gibi aslında beyindi!

    En nihayetinde içgörüleri ortaya koyup bunları yönlendirmeye uğraşıyoruz. Eskiden anketler, odak grupları gibi yollarla, gözlemlerle çözmeye çalışırdık her şeyi. Şimdi farklı beyin görüntüleme cihazlarıyla çok boyutlu çalışmalar bütünü var. Her şeyi en doğru şekilde anlamak ve sonrasında uygulamak için bunlar yeterli mi? Net cevap: Hayır!

    Özellikle her ne kadar hayal ötesi bilimsel makaleler yayımlamış, son teknolojiyle birçok keşfe imza atmış olsak da, şu an insan beyninin tam kapasitesini, neler yapabileceğini kavramanın henüz başında olduğumuzu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu çalışmalara yapılacak her türlü katkı, dünya için küçük (Belki dünya için de büyüktür), bu katkıları takip edenler için büyük bir adım olarak kabul edilmeli! Bu kitap da bunlardan biri olacaktır diye umut ediyorum.

    Şunu da belirteyim. Ben bir nörobilimci ya da nörobiyolog değilim. Karar bilimi ve ikna üzerine çalışan bir iletişim profesyoneli ve akademisyeniyim. Bu nedenle kitabı kaleme alırken iletişimci bakış açısıyla, ara yolları görerek, anlamaya çalışarak, insanı odağa koyarak, koyu bir akademik üslupla değil ama gerektiğinde işin teknik detaylarından da söz ederek hareket etmeye çalıştım. Konuların ilginç ve düşündürücü olması için de özellikle çaba gösterdim. Umarım olmuştur dileğimi söylüyor ve iyi okumalar diyorum.

    2

    BU KİTAPTA ÇOK FAZLA SORU soracağız çünkü biliyoruz ki insan zihni en çok sorularla açılıyor. Size de öneririz, hayatınız boyunca çok fazla soru sorun.

    Sizi ısındırmak için biriyle başlıyoruz. Bir karar vereceksiniz, verdiğiniz karar sizi kahraman ya da cani yapabilir mi?

    Karar bilimi yazınında, bu sorunun cevabı olabilecek çok önemli bir paradokstan söz edilir: Vagon Açmazı ya da Tanrı Çıkmazı. Bu paradoksta felsefe ile bilinç arasındaki ilişkiden ve kararların izafi olmasından... Paradoksta, sizin kendinizi bir senaryo içerisinde nasıl davranacağınızı düşünmeniz sağlanmaktadır.

    Senaryo şu şekilde gelişmektedir: Bir tren vagonu, kontrolden çıkmış, raylarda hızla ilerlemektedir ve aşağıda ise beş işçi rayların onarılmasıyla uğraşmaktadır. Siz de yakından geçiyorsunuz ve hepsinin öleceğini hemen anlıyor, bu arada yanı başınızdaki makasa müdahale ederek vagonu, tek bir kişinin öleceği biçimde yönlendirebileceğinizi de fark ediyorsunuz. Ne yaparsınız? (Not: Soruda herhangi bir tuzak ya da gizli bilgi yoktur).

    Eğer siz de çoğu insan gibiyseniz, müdahalede bir an bile tereddüt etmezsiniz: Bir kişinin ölmesi beş kişinin ölmesinden iyidir nasılsa, öyle değil mi? Evet, doğru bir seçim!

    Diyelim ki aynı vagon yine aynı raylardan geçiyor ve yine aynı beş kişi tehlikede. Ancak bu sefer rayların üzerinden uzanan köprüde bir izleyicisiniz ve yakınlarınızda da çok şişman biri var. Fark ediyorsunuz ki eğer onu aşağı iterseniz, vücudu treni durdurup o beş işçiyi kurtarmaya yetecek irilikte. Peki, onu iter misiniz?

    Eğer çoğu insan gibiyseniz, masum bir insanı öldürme fikri sizi de çok korkutacaktır. Bu seçiminizi bir önceki seçiminizden farklı kılan nedir? İşin matematiksel hesabı aynı değil midir?

    Bu iki hesaplamanın birbirinden bu denli farklı algılanması Kant felsefesine dayandırılarak açıklanabilir. Bu duruma göre kişiyle temas, kararı etkiliyor. Düşünün, kişiyle temas etmeden bir kapağı açarak onu aşağı düşürebiliyorsunuz, bu sefer bu alternatife daha sıcak bakar mısınız?

    Araştırmalarda çoğu kişi bu seçeneğe daha sıcak bakmış çünkü kapağı açarken duygusal değil motor planlama yapmış olmak kişilerin kararında daha etkili olmuştur. İnsanlar aslında, kendi elleriyle bir insanı ölüme göndermekten korkmuşlar ve bu işe, sonuçta kurtarılacak insan sayısı anlamında fark olmasa bile dahil olmak istememişlerdir.

    Dokunmaktan kaçınmalarının nedenini, bu tür bir kişisel etkileşimin duygusal ağları harekete geçirmesinden ve problemi soyut, kişilerüstü bir matematik problemi olmaktan çıkarıp kişisel ve duygusal bir karara dönüştürmesinden çekinmeleriyle açıklamamız mümkündür.

    Beynimizde rasyonel ve duygusal ağlar arasındaki çekişme, zamanının büyük ilgi gören gerilim ve fantastik yapımı Alacakaranlık Kuşağı’nın eski bölümlerinden birinde ele alınmaktadır. Bölümün ismi Kutu’dur ve hikâyenin akışı aşağıdaki gibidir:

    Paltolu bir yabancı, bir adamın kapısında belirir ve ona bir teklifte bulunur: İşte üzerinde tek bir düğme bulunan bir kutu. Tek yapman gereken, bu düğmeye basmak. Bunu yaparsan sana bin dolar vereceğim.

    Peki, düğmeye bastığımda ne olacak? diye sorar adam. Yabancı yanıtlar: Düğmeye bastığında çok uzaklarda, hiç tanımadığın biri ölecek.

    Adam bütün gece, içine düştüğü bu ahlaki açmazdan dolayı kıvranır. Düğmeli kutu mutfak masasının üzerinde öylece durmaktadır. Kutuya uzun uzun bakar, çevresinde döner durur. Nihayet, içinde bulunduğu berbat mali durumu da değerlendirmeye kattıktan sonra kutuya doğru atılır ve düğmeye basar. Hiçbir şey olmaz. Ortalık sessizdir. Derken biri kapıya vurur. Paltolu yabancıdır gelen. Adama parasını verir ve kutuyu alır. Bekle! diye bağırır adam arkasından. Şimdi ne olacak?

    Yabancı yanıtlar: Kutuyu alacağım ve sıradaki kişiye vereceğim. Çok uzaklarda, hiç tanımadığın birine.

    Kişi aksiyon içinde olmak, bu nedenle düğmeye basmak istemiyor. Buradaki karar mekanizması, kişinin aklı ile vicdanı arasındaki ikircikli durumu ifade etmektedir.

    3

    BİR KARARIN NÖROANATOMİSİNE BAKARSAK göreceklerimiz şunlar olur:

    İnsanların tehlike, tehdit, risk, kriz, haz, kendi çıkarları gibi hayatın kritik zamanlarında aldıkları kararlara bakılacak olursa, Bertrand Russell’ın, İnsanın akıllı bir hayvan olduğu söylenir. Hayatım boyunca bunun kanıtlarını aradım ancak bulamadım şeklindeki ifadesinin haklı olabileceğini düşünmekte yarar vardır. Çünkü ikna, öğrenme ve davranışla ilgili tüm bilişsel ağırlıklı kuramların tersine, insanların salt aklın değil çoğunlukla duyguların yönlendirmesiyle harekete geçtiğini düşünmemiz son derece normaldir.

    Beynin gelişimini yaklaşık 500 milyon yıl önce tamamlamış ilk yapısı, arka (veya alt) beyindir. Bu bölge sürüngenlerle ortak olan yapıdır ve solunum, vücut sıcaklığı, beden sıvıları ve kendi kendine çalışan (soluk alıp verme, kalp vurumu vb.) unsurlardan sorumludur. Bu yapının üzerinde yer alan orta beyin bölgesi ise görme ve işitme duyularını koordine eder; tehlike, tehdit ve haz konusundaki röle (aktarma) istasyonlarını barındırır.

    Ön beyin (prefrontal bölge), sadece insana özgü olan okuma, yazma, hesap yapma, sembolizasyon, akıl yürütme gibi işlevleri yerine getiren alandır. İnsan beyni geçirdiği evrim süreci içinde, hayatımızı kolaylaştıran şeylere yönelmek, zararlı görünenlerden de kaçınmak üzere yapılanmıştır ve verdiği tepkileri, aldığı kararları iki ayrı bölgede işlemden geçirir.

    Bunlardan birincisi, beynin gelişim açısından daha eski bir bölgesi olan alt ve orta beyin yapılarının etkili olduğu hisseden beyin, diğeri konuları irdeleyen düşünen beyindir.

    Beynin tabanında yer alan eski yapı hızlı, güçlü ancak tepkiseldir ve dolayısıyla rasyonel değildir. Buna karşılık daha üstte yer alan irdeleyici düşünen beyin, yavaş ve bilinçlidir.

    Tehlike, tehdit, risk, kaygı, ödül, haz gibi uyarıcılar karşısında kararlar, öncelikle hisseden beyinden çıkar ve daha sonra kuvvetli gerekçelerle desteklenmek ve mantık süzgecinden geçirilmek üzere düşünen beyne havale edilir. İnsanların duygularının sağ beyinde, mantıklı düşünme süreçlerinin de sol beyinde olduğu yönündeki hepimizin yıllardır bildiği görüş sadece sınırlı ölçüde geçerlidir. Çünkü insanın sahip olduğu iki tür düşünce süreci, beynin sağı ve solu tarafından yönetilmekten çok, aslında aşağıdaki ve yukarıdaki yapıları tarafından yürütülür.

    4

    UNUTMAYALIM Kİ HİSSEDEN bir beynimiz var! Hisseden adını verdiğimiz tepkisel düşüncelerin merkezi, esas olarak beyin kabuğunun (serebral korteks) altındadır. Beyin kabuğu duygusal sistem için de kritik bir işleve sahip olmakla beraber, duygularla ilgili birçok süreç evrimsel gelişimin daha eski dönemlerinde gelişmiş olan bazal ganglion denen yapı ve limbik sistemde gerçekleşir.

    Limbik sistem, beynin iç ortasındaki ağsı yapıya verilen isimdir. Bu bölge yiyecek, içecek, sosyal statü, cinsellik, para gibi insana haz veren şeyleri tanıma ve onları yönetme konusunda önemli bir role sahiptir.

    Bu bölge, dış dünyadan gelen ve haz vaat eden uyaranlar için bir ilk değerlendirme ve aktarma istasyonudur. Tüm canlılar hayatını sürdürmek için tehlikeden ve riskli uyaranlardan hızla uzaklaşma, buna karşılık haz veren ve ödül vaat eden uyaranlara yönelme eğilimindedir. Bu bölgenin beyin kabuğuyla milyarlarca bağlantısı vardır ve mesaj buradan beyin kabuğuna gönderilir.

    Hisseden beynin işleyişinde, risk ve ödüle giden belirli kalıp ve işaretleri tanımak, karşılaşılan insanların kişilikleriyle ilgili karar vermek gibi farklı sorunları değerlendiren birçok yapı devreye girer. Bütün bu işleyişin ortak özelliği hızlı, otomatik ve bilinçli düşünce düzeyinin altında yer almasıdır.

    FİKRİN ÖZÜ

    Yaşam standartlarının kötüleştiğini belirterek Mayıs 2018’de İsviçre’de kendi yaşamına son vermek istediğini açıklayan Avustralya’nın en yaşlı biliminsanı 104 yaşındaki David Goodall, tartışmalara sebep olan isteği gerçekleşmeden yaşamını yitirdi. Yaşadığı durumu Utanç verici yaşlanma olarak ifade eden Goodall, ötenazi işleminin iğneyle yapılacağını ve bu esnada bazı aile üyelerinin de kendisiyle birlikte olacağını açıklamış ve Uygun zaman geldiğinde ölmeyi seçmek serbest olmalı demişti.

    5

    BU DA YETMEZ, DÜŞÜNEN (REFLEKTİF) bir beyniniz de var! İnsan beyni, sezgi ve duygudan daha fazlasını barındırır. Beynin düşünen tarafının büyük bölümü alnın arkasında, ön lobun da önünde olan prefrontal bölgede bulunur. Bu bölge, davranışların ve kararların amaçlarını derinlemesine denetleyen yönetim merkezidir. Bu bölgede, beynin çeşitli bölümlerinden gelen bilgiler, geçmiş deneyimlerin süzgecinden geçirilir, anlamlı bütünlere dönüştürülerek organize olur, geleceğin planlarını da içine alan bir tepkiye dönüştürülür.

    Düşünen beynin önemli bir bölgesi de sayısal ve sözel bilgileri işleyen parietal kortekstir. Düşünen beyin duyguların yorumunu yapar ve akıl yürütür. Örneğin bahaneler bulmak ve analitik değerlendirmeler yapmak bu beynin görevidir. Analitik süreç, kişinin yaptıklarının bilincinde olduğu ve sorumluluk üstlendiği bir süreçtir.

    Iowa Üniversitesi’nde hisseden ve düşünen beynin egemenliğiyle ilgili ilginç bir araştırma yapılmıştır. Ondan söz edelim. Araştırmada öğrencilerden bir sayı dizisi ezberlemeleri istenmiş ve daha sonra yemek için meyve salatası veya çikolatalı kekten birini seçmeleri talep edilmiştir.

    Öğrenciler ezberledikleri sayı yedi haneliyse % 63 çoğunlukla çikolatalı keki, iki haneliyse % 56 ihtimalle meyve salatasını seçmiştir. Düşünen beyin sağlık için meyve salatasının yararlı olduğunu bilir ancak hisseden beyin çikolatalı kek için sabırsızlanır. Düşünen bir beyin yedi haneli bir sayıyı akılda tutmak gibi yoğun bir meşguliyet içindeyse, hisseden beyin bu fırsattan yararlanarak kişiye haz verecek olan seçimin hayata geçmesini sağlar. İlham verici, değil mi?

    Peki, düşünen beynin devreye girdiği ve çözemediği durumlarda ne olmaktadır? Tekrar hisseden beyin devreye girer ve kişinin duygusal ve fiziksel dengesi bozulmaz. Örneğin birçok insan, özellikle kadınlar, GDO’lu ürünlerden büyük korku duyar, bu nedenle doğal ürünler kullanmaya veya beslenmeye önem verir. Oysa ne ojede, ne rujda, ne de kullanılan parfümlerde doğal bir maddeden söz etmek mümkündür. Ancak kozmetik ürünlerinden vazgeçmek kadınları mutsuz edeceğinden, düşünen beyin, görevini hisseden beyne devretmiştir. Sonuç itibariyle kadınların mutsuz olmalarının önüne geçilmiş olacaktır.

    İnsan zekâsı, beynimiz plan yapıp, bunları nedene bağlayıp, çözdüğü zaman artıyor. Evet, insan zekâsı artabiliyor. İnsan beyni de bizleri doğal bir şüpheyle dünyanın nasıl çalıştığını anlamaya yönlendiriyor. Benim bu kitabı kaleme almamdaki temel neden de bu basit şüphenin peşinden gitmek oldu. Size de öneriyorum. Karar bilimi ve ikna olağanüstü alanlar. Öğrendikçe sizi içine çeken, irdeledikçe saran, içine düştükçe hayretler içinde bırakan olağanüstü bir alan. Ben bu alana yeni insanın anahtarı diyorum ve bu anahtarı elinize almanızı salık veriyorum. Bu kitap bunun için çok iyi bir araç olacaktır.

    İnsan olmak büyüklüğünü gösteremedin. Bu nedenle, denize atılan küçük bir taş gibi sessizce ortadan kalkacaksın sen.

    [Wilhelm Reich, Dinle Küçük Adam]

    ANAFİKİR

    Siz izin vermedikçe hiç kimse sizin adınıza düşünemez!

    GİRİŞ

    Beynimin Sır Perdesini Aralar mısınız
    Bir Zahmet?

    Bütün zevklerimiz, mutluluğumuz, kahkahalarımız ile jestlerimiz ve acılarımız, kederlerimiz, ümitsizliklerimiz ve gözyaşlarımız beyinden ve yalnızca beyinden kaynaklanır.

    – Bundan İki Milenyum Önce Hipokrat

    1

    BRİTANYALI BİR ADAM, DOMINIC O’BRIEN, olağanüstü beyin kapasitesinin farkına vardığında para kazanmak için bir yol arar ve bulur ama maalesef bu becerisini çok kötü bir yolda kullanmaya karar verir. O artık bir kumarbaz, azılı bir blackjack oyuncusudur! Her akşam bir kumarhaneye giderek 21 diye de bilinen blackjack adlı oyunu oynamaya başlar. Bu oyunda kâğıt takip etmek son derece hayati olduğundan, bütün kâğıtları hafızasına alan ve hangi kâğıdın kullanıldığını bilen Dominic O’Brien, her akşam büyük paralar kazanmaya başlar. Bir süre sonra gerçekten zengin bir adam haline gelir. Ancak onun bu yeteneğini keşfeden kumarhane sahipleri, O’Brien’ın kumarhanelerine girmesini yasaklar.

    Nasıl yasaklamasınlar ki? Aynı adam 1 Mayıs 2002’de rastgele dizilmiş 2808 iskambil kartını (54 paket) her karta sadece bir kez baktıktan sonra belleğine alarak Guinness Rekorlar Kitabı’na girmiştir. Bu rekorunda sadece 8 hata yapmış ve bunların da 4’ünü hemen düzeltmiştir. Şimdi soru şu: Bu nasıl bir zihinsel potansiyeldir? Peki, bu sadece Dominic O’Brien’ın potansiyeli midir, yoksa bu potansiyel hepimizde az buçuk vardır da biz mi bilmiyoruz?

    Bakalım, cevaplamaya çalışalım.

    Başlangıçta söyleyelim de sevinin, size bahşedilmiş 300 trilyon dolar değerinde bir organınız var: Beyniniz! Cidden öyle! Nörobilimci Dr. W. Grey Walter gerçekleştirdiği simülasyonda, insan beynine benzer bir makinenin yapılabilmesi için 300 trilyon dolardan fazla paraya ihtiyaç olduğunu iddia ediyor. Çok da haksız değil. Nörobilim perspektifi, ortalama bir insan beyninin yüz binlerce kütüphaneyi taşıma kapasitesine sahip olduğunu ifade ediyor. 200 trilyon kitabı alacak bir kapasiteden söz ediliyor. Nasıl, kafanızda bu kapasiteye dair kabaca bir resim oluştu mu? Durum böyleyken bu kapasitenin sınırına varmak, onun en azından maksimumunu kullandığımızda neler olabileceğini düşünmek de pek zor değil.

    Şimdi ellerime bakıyorum, 10 parmağım var! Tüm isteklerimi tek parmakla yapıyor olabilseydim, niçin 10 parmağa ihtiyaç duyayım ki derdim. Peki beynim? İnsanın, beyninin % 100’ünü kullanamayan tek tür olduğu gibi bir söylenti dolaşır durur. O zaman ben de sorarım: Eğer birazını, mesela % 10’unu kullanıyorsam (Kimi görüşler ancak % 1’ini kullandığımızı söylüyor, kimisi başka rakamlar; ancak hepsi düşük rakamlar, o kesin.), niçin beynim bunun 10 katı hücreyle dolu? Böyle olması, beni ve sizi çevreye ve diğer varlıklara karşı az biraz uyumsuz yapmaz mı?

    Eğer gerçekten böyleyse yapar. Peki öyle mi?

    Haydi akıl yürütmeye devam edelim. Yunusları düşünün. Ne şekerler değil mi? Son derece uyumlu, eğlenceli, akıllı yaratıklar olduğunu hepimiz biliyoruz. Ya beyinlerinin % 100’ünü kullanabildiklerini söylesek? Evet, aynen öyle! O zaman insanların da daha fazla beyin kapasitesinin kullanımıyla daha mutlu, daha uyumlu bir yaşam sürebileceğini söylemek yanlış olmaz. İlginç bir iddiayı dile getirelim mi? Beynimizin % 100’ünü kullansaydık, belki de dünyada daha az kavga, suç, savaş, açlık, salgın hastalık gibi kötü hadiseler olacaktı!

    Bu, şu anlama gelir: Başka bir deyişle, bizler de diğer canlılar gibi mükemmel yaratılmışız ancak onlar gibi tüm potansiyelimizi kullanamıyoruz. Neden? Belki bizler diğer canlılar gibi enerji kaynağına nasıl bağlanacağımızı bilemiyoruz ya da kendi özgür irademizi kullanma konusu umurumuzda değil. Belki de özgür irade, sadece bedeninin tepkilerine cevap veren düşük kapasiteli beyin kullanımlı insanlar için çok karmaşık bir ifadedir! Çocukluğumuzdan beri öğrendiğimiz klişelerdendir.

    Fakat bu konuyu yorumlayıp bir kenara koyalım, çünkü çok önemli.

    İDDİA

    İnsanlar beyinlerinin % 3’ünü (% 5’ini, % 10’unu vs.) kullanıyormuş. Einstein bile % 5’ini kullanıyormuş. Kimi insanlar özel egzersizlerle bu oranı % 4’e ancak çıkarabiliyormuş. Demek ki % 100’ünü kullansak kim bilir neler yapacağız!

    GERÇEK

    Herhangi bir zihinsel rahatsızlığı olmayan bütün insanlar ve diğer tüm canlılar beyinlerinin % 100’ünü kullanabilir.

    Şöyle ki, bu iddianın temeli, 1890’da Harvard Üniversitesi Psikoloji Bölümü araştırmacılarından William James ve Boris Sidis’in geliştirdiği rezerve enerji teorisine dayanmaktadır. Tamamen başka bir amaçla yapılmış bu araştırmanın hatalı yorumlanması, hızlıca sahte bilime dönüşmüştür ve günümüzde insanların zekâlarının % 3-10 arasını kullandığı şeklinde değerlendirilmiştir. Oysa doğduğumuzun andan itibaren beynimizdeki metropol yavaş yavaş inşa olmaya başlar.

    Duyu organlarımızla aldığımız veriler, bilgiler beynimizdeki sinirler arası bağlantıları artırır ve 2 yaşına kadar bu çok büyük bir hız ve kapasiteyle olur. Fakat burada beyin gelişimi durmaz, hep devam eder. İnsan sürekli öğrenen bir türdür. Beynimiz durmaksızın gelişip yenilenir ve iyi haberi size verelim: Uygun koşulları sağladığımızda beynimizin % 100’ünü kullanıyoruzdur. Bırakın % 97’lik kısmını, % 1’lik kısmının bile kullanılmadığını iddia etmek, bir doğa yasası olan evrimle çelişecektir. Çünkü insanda böylesi büyük bir alanda işlev yitimi olsaydı, bu insanın sabit bir denge içerisinde kalmasını mümkün kılmazdı.

    İnsanlar (hatta beyni olan hayvanların tümü), beyinlerinin % 100’üne yakınını kullanır. Beynimizin kullanılmayan bir noktası olduğu bilgisi henüz bir literatürde ispatlanmamıştır. Doğaldır ki, kimi koşulda, bazı bölgeler daha fazla, bazı bölgeler daha az çalışıyor olabilir. Ancak bu kullanılmadığı anlamına gelmemektedir. Şu da söylenmelidir ki, tabii ki doğru beslenme, doğru egzersizler, düşünerek, üreterek beynimizi daha doğru kullanmamız ve onun potansiyelini artırmamız mümkün olabilir ancak bu başka bir konudur.

    Beynimizin potansiyeli gerçekte nedir? Ve biyolojinin bu en büyük bilinmezi gerçekte nasıl çalışmaktadır? Çok şükür ki, son teknolojik gelişmeler, biyolojinin en büyük bilinmezine, beynin gerçekten nasıl çalıştığı sorusuna merhem olabilecek gibi duruyor. Zamanı tam olarak ne olacak bilmiyoruz ama bir ilerleme kaydedildiği kesin. Merak etmeyin, bu konu daha yüzlerce, belki binlerce yıl uzun uzun tartışılacaktır. Bu paragraflarla bu iş bitmez! Lakin bu gibi kitaplar, bu konuda en azından insanları düşündürmek için faydalı araçlar olacaktır sanırız.

    2

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1