Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Denemeler
Denemeler
Denemeler
Ebook285 pages3 hours

Denemeler

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Michel de Montaigne Rönesans'ın en etkili isimlerinden biri ve deneme türünün en ünlü temsilcisidir. Kütüphanesinden ve deneyimlerinden beslenerek yazdığı denemelerde aşk, dostluk, din, şiir ve siyaset dahil çok geniş konulara değinmiştir. Denemeler evrensel ve zamansız bir eser olarak günümüzde dahi birçok insanı etkilemektedir.
LanguageTürkçe
Release dateNov 10, 2023
ISBN9786256843561
Denemeler
Author

Michel de Montaigne

Michel de Montaigne (1533-1592) was a French philosopher, essayist, and statesman. Born in Aquitaine at the Château de Montaigne, he was raised in a wealthy and powerful family with Spanish, Portuguese, and Sephardic Jewish ancestry. Educated by tutors from his father’s humanist circle, he went on to study under Latin scholar George Buchanan at the College of Guienne in Bordeaux. After completing a law degree, he was appointed counselor of the Parlement in Bordeaux and from 1561 to 1563 served as a courtier to Charles IX. After retiring from public life in 1871, he began working on his celebrated Essais (1580). Believed to be inspired by the loss of his dear friend Étienne de La Boétie, a prominent humanist and poet of the French Renaissance, the Essais contain Montaigne’s reflections on literature, the classics, philosophy, human nature, and selfhood. Considered a landmark work of pre-Enlightenment French philosophy, Montaigne’s magnum opus both popularized the essay as a literary form and influenced a wide range of Western thinkers, including William Shakespeare, René Descartes, Blaise Pascal, Ralph Waldo Emerson, Karl Marx, Sigmund Freud, and Friedrich Nietzsche.

Related to Denemeler

Related ebooks

Reviews for Denemeler

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Denemeler - Michel de Montaigne

    Denemeler

    Denemeler

    Michel de Montaigne

    Orijinal adı: Les Essais

    Fransızca aslından çeviren: Alev Er

    Yayına hazırlayan: Işıl Özgüner

    Türkçe yayın hakları: © Doğan Yayınları Yayıncılık ve Yapımcılık Ticaret A.Ş.

    Dijital yayın tarihi: /Eylül 2023 / ISBN 978-625-6843-56-1

    Sayfa uygulama: Yeşim Ercan Aydın

    Kapak tasarımı: Cüneyt Çomoğlu

    Doğan Yayınları Yayıncılık ve Yapımcılık Ticaret A.Ş.

    19 Mayıs Cad. Golden Plaza No. 3, Kat 10, 34360 Şişli - İSTANBUL

    Tel. (212) 373 77 00 / Faks (212) 355 83 16

    www.dogankitap.com.tr / editor@dogankitap.com.tr / satis@dogankitap.com.tr

    Denemeler

    Michel de Montaigne

    Çeviren:

    Alev Er

    I.

    KİTAP

    Aynı Sonuca Farklı Yoldan

    Kızdırdığımız birinin kalbini yumuşatmanın en bilinen yolu boyun eğmek, intikam diye yanıp tutuşan kişide merhamet, acıma duygusu uyandırmaktır. Ama tam tersine yiğitlenmek, metin ve kararlı davranmak da bazen aynı sonucu verir.

    Bizim Guyenne’imize uzun süre hükmeden, büyüklüğünü esas olarak şansa ve koşullara borçlu olan Galler Prensi Edward, Limoges’luların büyük direnişine rağmen kenti zorla ele geçirdiğinde halkın aman dileyen çığlıklarını, kıyıcılığını görüp ayaklarına kapanan kadın ve çocukların yakarışını dinlemedi bile. Ancak kentte dolaşırken muzaffer ordusuna inanılmaz bir çabayla direnen gözü pek üç Fransız soylusu gördü. Öfkesini anında dindiren de bu erdemli davranışı sayıp takdir etmesi oldu. Bu üçünden başlayarak bütün kent sakinlerini bağışladı.

    Epir Prensi İskender Bey ordusundan bir askeri öldürmek için kovalıyordu; asker onu yatıştırmak için her türlü alttan alma ve yakarmadan sonuç alamayınca kılıcını eline alıp beklemeye karar verdi: Ve efendinin dizginsiz öfkesini yatıştırıp onu bağışlatan da bu kararlı tavır oldu. Prensin olağanüstü gücünü, cesaretini bilmeyenler olayı farklı da yorumlayabilir.

    İmparator III. Conrad, Bavyera Dükü Welf’i kuşattığında teklif edilen en alçakça, en adi ödünlere rağmen teslim koşullarını yumuşatmak istemedi, sadece dükle birlikte kuşatma altında olan soylu kadınların taşıyabilecekleri kadar yükü sırtlanıp yaya olarak onurlarını kurtarmasına izin verdi. Koca yürekli kadınlar da kocalarını, çocuklarını, hatta bizzat dükü sırtlarında taşımayı göze aldı. İmparator bu soylu cesaretten çok duygulandı, gözyaşlarını tutamadı ve düke olan büyük, ölümcül düşmanca duygusunu bastırdı. O andan sonra ona, yakınlarına insanca davrandı. Ben bu iki yola da kolayca kaptırabilirdim kendimi, ama aman dileyenlere karşı büyük zaafım var, hoş görmek yanlısıyım. Bence yine de takdir etmekten çok merhamet duygusuna teslim olurdum doğal olarak – merhamet Stoacılar için berbat bir duygu olsa bile. Onlar acı çekene yardım edilsin ister, ama birlikte acı çekmeye, acıyı paylaşmaya yanaşmazlar.

    İki yönteme de başvuran insanların sarsılıp eğilmeden ayakta kaldığını gördükçe örnekler bana pek yerinde görünüyor. Kalbini merhamete yöneltmenin kolaycılık, adamsendecilik, yumuşak başlılık olduğu; kadınlar, çocuklar, halktan insanlar gibi zayıf yaradılışlılara daha çok yakıştığı, ama (gözyaşı ve yakarmadan etkilenmeyip) erdemin gücüne boyun eğmenin güçlü, eğilmez ruha işaret ettiği; onurlu, inatçı erkeksi karakter yansıttığı söylenebilir. Ama şaşkınlık ve takdir duygusu daha az bağışlayıcı karakterdeki insanlarda da aynı etkiyi yaratabilir. Buna tanık Thebai halkıdır; kendisine tanınan yetkileri aştığı için ağır biçimde suçlanıp yargılanan Pelopidas ancak yalvarıp aman dileyerek, zar zor kurtarabildi canını. Epaminondas ise tam tersine, yaptıklarını harikulade şekilde anlatıp tepeden bakan korkusuz bir tutumla halka düşmanını kötüledi, gücü kendinde toplamakla kalmayıp düşmanı dağıttı. Meclis de kahramanın yüksek cesaretini göklere çıkartıp onu kutladı.

    Yaşlı Dionysios, uzun ve çok zorlu bir mücadelenin ardından Rhegium kentini, onunla birlikte de kenti sebatla savunan iyilerin iyisi komutan Phyton’u teslim alınca trajik bir intikam dersi vermek istedi. İlk iş, bir gün önce oğlunu ve bütün yakın akrabalarını nasıl boğdurduğunu anlattı Phyton’a. Phyton buna onların kendisinden bir gün daha fazla mutlu olduğunu söyleyerek cevap verdi. Bunun üzerine Dionysios, giysilerini çıkarttırıp onu cellatlara verdi ve acımasız, iğrenç biçimde kırbaçlatıp sürükleterek kentte dolaştırdı. Ayrıca en ağır, en uygunsuz hakaretlere maruz bıraktı. Ama o ne cesaretini ne de kendini kaybetti. Tam tersine, kararlı bir yüz ifadesiyle ülkesini bir tirana teslim etmek istemediği için ölümün kendisine onur ve şan getireceğini haykırdı. Tanrıların Dionysios’u pek yakında cezalandıracağı tehdidini savurdu. Dionysios ordusunun bu yenik düşman karşısında cesaretlenmek yerine komutanlarından ve kazanılan zaferden nefret etmeye başladığını okudu askerlerinin gözlerinde. Ordu bu ender görülen erdemli tavır karşısında şaşırıp yumuşamıştı, Phyton’u işkenceden kurtarıp ölümünü durdurmak için ayaklanmaya bile hazırdılar. Dionysios da bunun üzerine Phyton’u gizlice denizde boğdurdu.

    İnsan boş, değişken, kendiyle çelişen bir varlık kuşkusuz. İnsana dair istikrarlı, herkesi kapsayan bir değerlendirme yapmak zor. Örnek de halkın hatasını kendi üstlenip cezayı tek başına çekmekten korkmayan yurttaş Zenon’un erdem ve yüce gönüllülüğüne olan saygısı sebebiyle Mamertinlerin kentini toptan bağışlayan Pompeius. Sulla ise Perugia kentinde benzer bir erdem gösterse de bundan ne o kazandı ne de başkaları.

    Ve verdiğim ilk örneklerin tam karşıtı olarak, insanların en cesuru ve yenilene karşı en merhametlisi İskender, Gazze kentini büyük zorlukla ele geçirdikten sonra kentin komutanı Betis’le karşılaştı. Betis’in kuşatmada ne harika işler yaptığını bizzat görüp takdir etmişti; ordusunca terk edilip yalnız bırakılan, paramparça olmuş zırh ve silahlarıyla kan revan içindeki Betis her yanını kuşatıp saldıran çok sayıda Makedonyalıya karşı savaşmayı sürdürmüştü. Ve İskender, zaferin bu kadar pahalıya mal olmasının (çünkü gördüğü birçok zararın yanı sıra bedeninde iki de yeni açılmış yara vardı) acısıyla ona şöyle dedi: Ölümün gönlündeki gibi olmayacak Betis: bir esir için icat edilecek her tür işkence acısına kendini hazırlamalısın. Öteki ise, sadece kendinden emin değil, gururlu ve tepeden bakan bir tavırla da bu tehdide karşı tek kelime etmedi. İskender bu inatçı suskunluğu görüp şöyle dedi: Diz mi çöktü ki? Yalvaran bir ses mi çıktı ağzından? Ben bu suskunluğu yeneceğim. Tek söz alamasam bile en azından bir inleme kopartacağım ağzından. Ve öfkeden kudurarak onun tabanlarının yarılmasını, arabanın arkasına bağlanıp canlı canlı parçalanmasını, organlarının kopartılmasını emretti.

    Cesaret onun için o kadar doğal, sıradan bir şey miydi; bırakın takdiri, bu yüzden daha mı az saygı duyuyordu ona? Yoksa böyle yüksek bir cesareti sadece kendisine yakışan bir erdem olarak görmek istiyor, bir başkasının bu kadar cesur olmasını kıskanıyor muydu? Ya da öfkesinin doğal taşkınlığına mı engel olamıyordu?

    Thebai kentinin ele geçirilip yerle bir edilmesi sırasında savunmasız halkın, onca yiğit insanın kılıçtan geçirilip yok edildiğini gördüğünde öfkesi dinmiş olmalıydı aslında. Çünkü altı binden fazla insan öldürülmüştü orada ve hiçbiri ne kaçmış ne aman dilemişti. Tam tersine, insanlar sokak sokak dolaşıp muzaffer düşmanla karşılaşmak, yüzleşmek istemişti. Savaşı çıkaran, onurlu bir ölüm de bahşetmeliydi onlara. Hiçbiri yalvarıp yakarmamış, son nefesini verirken bile intikam almaya çalışmıştı. Umutsuzca savaşıp birkaç düşman öldürerek kendi ölüm acılarını yatıştırmaya çalışmışlardı. Bu erdemli tavır ise hiç merhamet uyandırmamış, bir gün boyunca süren vahşet İskender’in hıncını yatıştırmaya yetmemişti. Katliam dökülebilecek son damla kana kadar sürmüş ve silahsız, yaşlı, kadın ve çocuk otuz bin esir alınmadan da sona ermemişti.

    (1. Kitap/ 1. Bölüm)

    Gerçeğini Bulamayınca Sahtesine Yönelmek

    Bizim soylulardan biri fena halde gut olmuş, doktorlar bir an önce tuzlu etten uzaklaş, deyince de tuhaf bir tepki vermeyi alışkanlık edinmişti. Hastalığın dert ve ağrılarından öfkesini almak için kâh sosise, kâh sığır dili ya da jambona sövüp lanet okur, kendini hafiflemiş hissederdi. Ama vurmak için kalkan kolun tutturamayıp boşa gittiğinde canımızın yanması gibi, bir şeyin bize hoş görünmesi için onu kaybetmemek, boşluğa savurmamak, akla yakın mesafede tutmak gerekir,

    Ventus ut amittit vires, nisi robore densae

    Occurant silvae spatio diffusus inani,¹

    yine, ürpertili, heyecanlı bir düşüncenin tutunacak yer bulamadığında yok olup gitmesi gibi: Ona tutunacağı, uğruna mücadele edeceği bir hedef sunmak gerekir. Plutarkhos maymun ya da küçük köpeklere sevgi besleyenlerle ilgili, içimizdeki sevginin tutunacak uygun şey bulamayınca boş durmaktansa sahtesini, uyduruğunu bulduğunu söyler. Ve görürüz ki insan o tutkulu haliyle herhangi bir şey için harekete geçmektense yanlış, hayali, hatta mizacına bile aykırı bir hedef bulur.

    Hayvanlar da onları yaralayan taş ya da demire saldırır: Dişleriyle kendi acılarını hissedip intikamlarını öyle alırlar.

    Pannonis haud aliter post ictum saevior ursa

    Cui jaculum parva Lybis amentavit habena,

    Se otat in vulnus, telùmque irata receptum

    Impetit, Et secum fugientem circuit hastam.²

    Başımıza gelen felaketlerle ilgili bahaneler uydurmaz mıyız? Bir şeye sahip olmak ya da ona ulaşmak için haklı haksız kapışmaz mıyız birbirimizle? Uğruna acımasızca dövüştüğün, sana o sevdiğin kardeşi kör kurşunla kaybettiren şey ne yolduğun sarı saç örgüleridir, ne de o apakça göğüs: Onu başka yerde ara. Livius büyük birer komutan olan iki erkek kardeşini kaybettiği İspanya’daki Roma ordusundan söz ederken şöyle der: Flere omnes repente et offensare capita.³ Hepimizin yaptığı bu. Filozof Bion yas tutarken saçlarını yolan şu kralla şöyle alay etmişti: Bu adam kelliğin yası hafiflettiğini mi sanıyor? Para kaybetmenin hıncını almak için kimilerinin oyun kartlarını ağzına atıp çiğnediğini, zarları yuttuğunu görmez miyiz? Kserkses denizi kırbaçladı yenildiğinde, Athos Dağı’na meydan okuyan bir mektup yazdı. Kyros aşarken ölesiye korktuğu İndus Irmağı’ndan öç almak için ordusunu günlerce oralarda oyaladı ve Caligula annesinin hapsedildiği malikâneyi zevk için yerle bir ettirdi.

    Gençken insanlar bana komşu bir kralın Tanrı’nın sopasını yiyince intikam yemini ettiğini anlatırdı: On yıl boyunca dua etmeyi, Tanrı’dan söz etmeyi, hükümdarlığı süresince ona inanmayı yasaklamış. Bununla bir halkın doğal gururu kadar aptallığı da anlatılmak isteniyordu. Ama aslında bütün bunlar hep birbiriyle ilişkili şeyler, aptallıktan çok kendini bir şey sanmakla ilgili.

    Caesar Augustus denizde fırtınaya yenik düşünce Tanrı Neptün’e meydan okumaya kalktı, görkemli sirk oyunlarında öteki tanrılarla aynı düzeyde anılan adını kaldırdı intikam için. Hepsinden daha da bağışlanmaz olanı ise emrindeki Quinctilius Varus Almanya’da savaşı kaybedince öfke ve çaresizlikle başını duvarlara vurup Varus, bana askerlerimi geri ver diye bağırmasıydı. Çünkü bu dine saygısızlığın yanı sıra Tanrı ya da Kader’in yakınıp dövünmelerimizi duyacak kulakları olduğunu varsayan, deliliğin ötesinde bir tutumdu. Gök gürlediği ya da şimşek çaktığında Titanlara özgü öç alma duygusuyla gökyüzüne oklar savuran Traklar örneğinde olduğu gibi. Oysa Plutarkhos’taki şu eski ozanın da dediği gibi,

    Olanlara zerre öfkelenmemeliyiz, hiçbir öfke onların canını yakmaz.

    Ama yine de ne yapsak aklımızın karışmasına yeterince sövmüş olamayız.

    (1. Kitap/ 4. Bölüm)


    1. Ormanın sıklığı engel olamadığında / Rüzgârın boşlukta dağılması gibi.

    2. Libyalı iple bağlı mızrağı savurup isabet ettirdiğinde Panonya ayısı iyice vahşileşti.

    Yarasının üstüne yatıp yuvarlanarak onu delip geçen sivri ucu ısırmaya çalıştı, çılgınca öfkesiyle ve kendisiyle birlikte dönen demirin peşine düştü.

    3. Herkes ağlamaya ve dövünmeye başladı.

    Kuşatılan Komutan Müzakere İçin

    Dışarı Çıkmak Zorunda Kalırsa

    Roma başkomutanı Lucius Marcius, Makedonya Kralı Perseus’la savaşında ordusunun eksiklerini tamamlamak üzere gereken zamanı kazanmak için konuşarak anlaşmayı önerdi, durumu kavramayan kralın kabul ettiği birkaç günlük ateşkes düşmanına savaşmak için zaman ve fırsat kazandırdı. Kralın son yıkımını getiren de bu oldu. Ama ata geleneğini hatırlayan Senato’nun yaşlıları bu tutumu eski tarza aykırı bulup Lucuis Marcius’u suçladı. Onlara göre erdemli savaşmalı, kurnazlığa, gafil avlamaya, gece muharebelerine başvurmamalıydı ve karar alınıp da muharebe yeri belirlendikten sonra yaygın uygulama gereği sahte ricatlara, baskınlara yer olmamalıydı savaşta. Romalılar bu bilinçle hain hekimini Pirus’a, kalleş okul öğretmenini de Falisklere geri gönderdi. Burada gerçekten bir Romalı tavrı var; Helen kurnazlığı veya Kartaca kalleşliği ya da hileyle yenmeyi güç kullanarak yenmekle eşdeğer tutan anlayış değil. Aldatmak bir an işe yarayabilir; ama savaş hileyle ya da şansla değil mertçe, ordular meşru ve adil biçimde karşı karşıyayken kazanılmışsa kaybeden için yenilgidir. Şu güzel sözün kimi iyi insanların dilinde hâlâ kabul gördüğünü de biliriz:

    Dolus an virtus quis in hoste requirat?

    Akalar der Polybios, savaşta her tür hileden tiksinir, düşmanın cesaretini kırmadıkça kendilerini zafer kazanmış saymazdı. Eam vir sanctus et sapiens sciet veram esse victoriam, quœ salva fide, et integra dignitate parabitur⁵ der bir başkası:

    Vos ne velit, an me regnare hera: quidve ferat fors virtute experiamur.

    Ternate Sultanlığı’nda, bizim küçümseyerek Barbar dediğimiz o kavimlerin geleneğinde önceden duyurmadan savaşmak yoktur. Savaş ilan edildiğinde şunlar da belirtilmelidir: Savaşta hangi araçlardan yararlanılacağı, kaç kişinin kaç saldırı ya da savunma silahı ve cephanesiyle savaşa katılacağı. Ama bunu yaparak girilen savaşta kazanmayı sağlayacak her tür yöntem ve acımasızlık serbesttir.

    Eski Floransalılar düşmanı gafil avlayıp üstünlük sağlamaktan uzak dururdu; sefere çıkmadan bir ay önce Martinella denen çanı sürekli çalar, düşmanı uyarırlardı.

    Bu tür şeylere pek inanmayan bizlerse savaştan kim kazançlı çıkarsa onurlu olanın o olduğunu düşünür ve Lysandros’un peşinden gidip şöyle deriz: Aslan postu yetmezse ona bir parça da tilki postu eklemek, böylelikle en kolay gafil avlama fırsatını elde etmek gerekir. Ve yine deriz ki, komutan dediğin gerek müzakere sırasında, gerekse barış anlaşması yapılırken gözünü dört açmalı. Bu yüzden zamanımızın bütün savaş adamlarının ağzında şu bir kuraldır: Kuşatılmış bir yerin yöneticisi asla müzakere için tek başına dışarı çıkmamalıdır. Nansau kontuna karşı Mouson’u savunan Senyör Montmord ve Assigni babalarımız zamanında böyle davrandığı için ayıplandı. Ama kontun güvenlik ve üstünlüğünü korumak amacıyla dışarı çıkması da bir şekilde mazur görüldü. Örneğin Kont Guy de Rangon, Escut senyörünün müzakere için ona geldiği Reggio kentinde böyle yaptı: Kalesinden henüz biraz uzaklaşmıştı ki müzakere sırasında küçük bir çatışma oldu ve o kargaşada Alexandre Trivulce oracıkta öldürüldüğü için görüşmeye gelen Escut senyörü ve yanındaki birlik de kendini zor, zayıf durumda hissetti, iyisi mi kontun suyuna gideyim, darbe almaktan kurtulmak için kendimi kentin surlarının içinde güvenceye alayım diye düşündü.

    Antigonos kuşattığı Nora kentinde Eumenes’i görüşmek için dışarı çıkmaya zorladı, ona yaptığı birçok hamlenin ardından en güçlü, en büyük benim diye düşünüyordu çünkü, ama Eumenes şu soylu cevabı verdi: Kılıcım beni güçlü kıldığı sürece asla kimseyi benden büyük kabul etmem. Ancak Antigonos’un onun talebiyle kendi öz yeğeni Ptolemaios’u rehine olarak göndermesinden sonra dışarı çıkmaya razı oldu.

    Saldırganın verdiği sözle dışarı çıkmayı doğru bulan da var. Örneğin İngilizlerin Commercy Şatosu’nda Barthelemy de Bonnes komutasında kuşattığı Champagne Şövalyesi Henry de Vaux; şato büyük ölçüde dışarıdan çökertilmişti, geriye sadece ateşe verilip kuşatılanları enkaz altında imha etmek kalmıştı. Kaçınılmaz yıkımı gözlerinin önüne serilen bu Henry çıkıp müzakerenin kendi yararına olacağını, düşmanın isteğine uymaya fena halde mecbur kaldığını düşündü, kendisini ve askerlerini düşmana teslim ettikten sonradır ki bina ateşe verildi, önce ahşap payandaları çöken şato sonra tümüyle yıkıldı.

    Ben başkasının sözüne kolay inanırım. Ama sözün açık yüreklilikle ve dürüstçe değil de çaresizlikle, istemeye istemeye verildiğini düşünürsem bunu daha zor yaparım.

    (1. Kitap/ 5. Bölüm)


    4. Hile ya da erdem; düşman karşısında bunun önemi var mı?

    5. Erdemli ve bilge kişi gerçek zaferin meşru yoldan, onurla kazanılacağını bilmelidir.

    6. Gerçek muktedir olan kaderin imparatorluğun geleceğini size mi yoksa bana mı bağışlayacağını cesurca sınayalım.

    Müzakere Anı Tehlikelidir

    Ordumuzun zorla yerinden ettiği yetmezmiş gibi gafil avlayıp kılıçtan da geçirdiği insanların ihanet bu diye çığlıklar atarak tepki verdiğini, buna başkalarının da katıldığını en son Mussidan’da yakın çevremde gördüm; çünkü uzlaşma müzakereleri sürüyordu ve yapılan anlaşma hâlâ geçerliydi. Başka yüzyılda olsa bu tepki haklı görülebilirdi; ama yukarıda da söylediğim gibi biz bu kurallardan iyice uzaklaştık. Anlaşmaya son mühür vurulmadıkça kimsenin kimseye güvenmesini beklememek gerekir; dahası öyle bir durumda daha da temkinli olunmalı.

    Ne olursa olsun, zafer kazanmış düşman askerinin uzlaşarak teslim olan bir kente verdiği sözde durmasını beklemek, olayın sıcağı henüz sürerken kente serbestçe girmesine izin vermek her zaman için tehlikelidir. Roma praetor’u L. Aemilius Regillus kent sakinlerinin eşsiz bir kahramanlıkla savunduğu Fokaia kentini almak için boşu boşuna zaman kaybedince Fokaialılarla anlaşma yaptı; onlara Roma halkının dostu muamelesi yapacak, ama Fokaialılar da onun özerk bölgeye girer gibi kente girmesine izin verecek, bu bizim düşmanımız korkusu duymayacaklardı. Ama o ordusunu kente soktuğunda adamlarını durdurmaya çalışmak yerine üstünlüğünü kabul ettirmek için kentin büyük ölçüde yağmalanmasına seyirci kaldı. Aç gözlülüğü ve öç alma duygusu otoritesine ve askeri disiplinine galebe çaldı.

    Kleomenes savaşta düşmana bir miktar kötülük yapılabileceğini, bunun adaletten öte olduğunu, insanlar kadar tanrıların katında da hesabının sorulamayacağını söylerdi. Nitekim Argoslularla yedi günlük ateşkes anlaşması yapıp, anlaşmada geceyle ilgili hüküm bulunmadığı gerekçesiyle üçüncü gece herkes uyurken baskın yaptı, kentteki insanların çoğunu boğazlattı. Ama tanrılar bu iğrenç kurnazlığı cezalandırdı.

    Casilinum kenti de, halkın güvenliğini sağlamak için müzakereyle oyalanırken gafil avlanıp ele geçirildi. Ve bu Roma’nın askerlik sanatında en üst düzeyde olduğu, en adil komutanların olduğu bir yüzyılda yaşandı. Çünkü bazen düşmanın korkaklığı kadar aptallığından da yararlanmak gerektiği henüz bilinmiyordu. Şurası kesin ki önyargılara rağmen savaşın mantıklı birçok özelliği vardı doğal olarak. Ve şu kural doğru değildi: "Neminem id agere ut ex alterius praedetur inscita."

    Ama Ksenophon’un o mükemmel imparatorunun sözlerine ve çeşitli fetihlerine bunca değer atfetmesi beni şaşırtıyor: Çünkü Sokrates’in ilk öğrencilerinden o; filozof ve komutan olarak da olağanüstü önemli işler yapmış biri. Ama her yerde ve her konuda istediğini yapabilecekmiş gibi davranmasını onaylamam.

    Senyör d’Aubigny çılgın bir topçu saldırısının ardından Capua’yı kuşattığında, kentin komutanı Senyör Fabrice Colonne’un kale burcundan müzakereye başladığını gören askerleri savunmayı biraz gevşetti. Bunun üzerine bizimkiler hepsini yakalayıp kılıçtan geçirdi. Daha yakın bir tarihte ise Yvoy kentinden Senyör Jullian Romero o yanlış adımı atıp soylu başkomutanla müzakere için dışarı çıktı, döndüğünde kentini işgal edilmiş buldu. Himayemiz altındaki Cenova’yı yöneten Doge Ottaviano Fregoso’yu kuşatan Pescara markisiyle de şunlar oldu: İkisinin müzakeresi herkesin bu iş bitti diyeceği kadar ilerlemişti ve anlaşma imzalanmak üzereydi ki İspanyollar kente girip zafer kazanmış gibi davrandı. Ve sonra, Barrois’da Brienne kontunun yönettiği Ligny’yi imparator bizzat kendisi kuşattı, kontun yardımcısı Bertheuille müzakere için dışarı çıktı ve kent de tam o müzakere sırasında ele geçirildi.

    Derler ki, "Fu il vincer sempre mai laudabil cosa, Vincasi o per fortuna o per ngegno."⁸ Ama düşünür Hrisippos aynı fikirde değil, ben de pek değilim. Çünkü ona göre koşuda rakipler var gücüyle hızlı olmaya mecburdur, ama asla ellerini kullanıp rakibi durduramaz ya da düşürmek için çelme takamazlar.

    Ve daha da soylu bir davranış olarak Büyük İskender, Darius’a saldırmak için gece karanlığından yararlanmasını öneren Poliperkhones’e şöyle cevap verir: Asla çalıntı zafer peşinde koşacak biri değilim ben.

    Malo me fortunœ poeniteat, quam victoriœ pudeat.

    Atque idem fugientem haud est dignatus Orodem

    Sternere, nec jacta cœcum dare cuspide vulnus:

    Obvius, adversoque occurrit, seque viro vir

    Contulit, haud furto melior, sed fortibus armis.¹⁰

    (1. Kitap/ 6. Bölüm)


    7.

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1