Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Aidiyet
Aidiyet
Aidiyet
Ebook251 pages3 hours

Aidiyet

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Asliyetimizi bulmaya mecburuz. Aidiyete olan yolculuğumuz işimizi kolaylaştıracak bir manada. O aşamadan sonra belki de yaptıklarımız bir anlam kazanacak. Yoksa dönüp duran kalp bu dünyada da öteki dünyada da bir arpa boyu yol alamayacak. Tekrar etmekte fayda var, biz kimiz, ne yapıyoruz ve de neden bunları yapıyoruz? Pragmatik algılayış için bile olsa kendimize bu soruları sormaya mecburuz. Alacağımız cevapların kimliğimize ayna tutacağı ve bizim aslında kim olduğumuzu haykıracağı muhakkak. Dalında duran yaprak yeşerir ancak. Dalından kopan ise er-geç sararıp solacak ve oradan oraya savrulup duracak.
Kökümüz, kimliğimizle irtibatlı. Dönüp onu bulmalıyız ki, bunalımlardan da uzaklaşalım. Bunun için de evvela bütüncül bir bakış lazım, sonra o bütün içindeki kendi resmimize sabit bir bakış atmamız... Bakalım biz kim için varız, kime hizmetkârız ne yapmamız lazım ve biz ne yapmaktayız? Burada kâl yani dil susar, sadece fiiliyatımız olan amel konuşur. O, hiç yalan söylemez zira. Öyle olmasaydı şayet, hesabın en çetin geçtiği hengâmede diller bağlanır da işin hakiki sahibi uzuvlara söz hakkı verilir miydi, değil mi?
İşte burada karşımıza çıkan yanılmayan ve yanıltmayan kimlik ‘hasbilik’. Hasbi, hesabını ahirete göre tutan yiğit. Çetelesini her daim bizzat kontrol edebilen kahraman. Yaptıkları karşısına çıkarıldığında her daim utanmadan onlarla yüzleşebilen civan. Sahip olduğu evlat ve malıyla her daim sınavda olduğunu hatırda tutan erdemli. Dün koşturduklarını bugüne saymayan babayiğit. Dünyada rahat arama gafletinde olmayan talihli. Rahatın önündeki ‘La’yı idrak edebilen nasipli. Her negatiften, pozitife bir yol bulabilen gayretli.
Hulasa, o kendisiyle barışık, başkaları için bir hayat sürebilme iradesinin adı. Kazancı ebedi, kaybı varsa da dünyevi. Kabri, tüm saf vicdanlar. Sermayesi, tertemiz hayatı. Mirası, her durum ve şartta ortaya koyduğu bütün güzelliklerin cümlesi. Dilde kolay ama icraatta zor bir halin adı. Ama Onsuz olan ahiret adına boş, Onsuz dünyada bulan da bulduklarıyla gafil bir sarhoş. Zira dünya, kendine meftun edeni sarhoş eden iğrenç bir meta. O yüzden demiyor mu asrın başında durup da muhataplarına seslenen Zat: “Ahirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde, fâni dünyada bıraktığın eserlere de kıymet verme!” diye...

LanguageTürkçe
Release dateNov 12, 2022
ISBN9781005007713
Aidiyet
Author

Birol Topuz

1978 yılında, Çorum'un Osmancık ilçesinde doğdu. İlk ve orta öğrenimini bu ilçede tamamladı. Lise eğitimini ise Kastamonu'daki Göl Anadolu Öğretmen Lisesi'nde tamamladı. 2001 yılında Uludağ Üniversitesi İngilizce Öğretmenliği bölümünü bitirdi. Dünyanın değişik ülkelerinde öğretmenlik yapma imkânı buldu. 2005-2008 yılları arasında kaldığı İngiltere’de İşletme alanında yüksek lisansını tamamladı. 2021’de Almanya’daki Potsdam Üniversitesi’nde din sosyolojisi alanında doktorasını tamamladı. Değişik zamanlarda haber7.com, haberx.com ve rotahaber.com gibi sitelerde köşe yazıları yazdı. Başta eğitim ve diyalog olmak üzere değişik alanlarda faaliyet gösteren pek çok sivil toplum kuruluşunda görevler yaptı. 2009 yılında gezip vazife yaptığı ülkelerde bizzat yaşadığı veya gözlemlediği olayları içeren denemelerden oluşan "İlk Cemre" isimli kitabı yayınlandı. 2021’de ise ikinci kitabı “Hicretten Hikmete” yayınlandı. Yazarımız evli ve iki kız çocuğu babasıdır.Crab Publishing’de yayınlanan kitapları:1. Hicretten Hikmete2. Değişim3. Buhran4. Aidiyet

Read more from Birol Topuz

Related to Aidiyet

Related ebooks

Reviews for Aidiyet

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Aidiyet - Birol Topuz

    TAKDİM

    Her dönemde gündemde olan temas ettiği yapıları, kurum ve kuruluşları hatta farkında olsak da olmasak da biz bireyleri dahi farklılaştıran, şekilden şekle sokan sihirli bir kelimedir değişim. Tahavvül etmek, farklı durum ve şekle girmek anlamlarına gelen ‘değişim’ Türkçemize yeni dönemde bir değişim sürecinde kazandırılan kelimelerdendir. Değişim sözcüğünün bir tahavvülün, farklılaşmanın, değişimin sonucunda hayatımıza girdiğine şahit olmaktayız. Bu bakımdan sözcüğün derununda da bir değişim söz konusudur desek yeridir. Bu zaviyeden bakıldığında, ‘değişmeyen tek şey değişimin kendisidir’ deyişi de lengüistik bakımdan nakıstır.

    Âşık Paşa, Garibname eserinde Her gün bir güneş doğar, güneş aynıdır ama her gün farklıdır derken bizim için yepyeni, güzelliklerle doldurulması gereken, değişimlere müheyya olan güne vurgu yapar, aynı zamanda değişenin yanında değişime sebep olan, vazife yönüyle değişmeyen unsura, güneşe de dikkat çeker. Etrafımızdaki her unsurda değişim rengini görmek mümkündür. Mevsimlerle birlikte tabiatın rengârenk olması, dünyaya yeni gelen bir sabinin her geçen gözümüz önünde serpilip şekilden şekle girerek değişime uğraması tabii bir süreçtir. Aslında bir bakıma değişimin bünyesinde tekâmül, olgunlaşma ve güzele doğru evrilme de vardır.

    Elbette her değişim müspet manada olmayabilir. Bazen bizi biz yapan değerlere bigâne kalma, öz değerleri bazı mülahazalarla hor görüp sırt çevirme neticesinde değişim karşımıza inhiraflar, kaymalar olarak çıkabilir. Bundan dolayı değişimin sınırları çizilmediğinde ya da öz değerlerin göz ardı edilmesi sonucunda bazen değişim; başkalaşma, özden uzaklaşma da olabilir.

    Değerli kardeşim Birol Topuz Bey’in kaleme aldığı çalışmada gündemimizi meşgul eden birçok mesele farklı perspektiften ele alınmış. Bir eğitimci gözüyle ahlaki değerlerden, yeni hicret mekânlarına uyum; Hizmet’i dünya markası haline getiren değerlerden, bizi tefessühe, yozlaşmaya sürükleyebilecek unsurlara kadar farkı temaları ele almış. Yeni hicret yurtlarında takip edilecek yollara ve yöntemlere vurgu yapılmış, değişim başlığı altında cemedilmiş. Mevlana’nın;

    Her gün bir yerden göçmek ne iyi.

    Her gün bir yere konmak ne güzel.

    Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş.

    Dünle beraber gitti, cancağızım,

    Ne kadar söz varsa düne ait,

    Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.

    Mısralarında buyurduğu gibi bulunduğumuz yerde ve konumda, öz kaynaklarımızın ışığında yeni projelere, yeni çıkışlara ve kapıları aralamaya dikkat çekilmiş.

    Eserinde son dönemde vuku bulan hadiselerin konumlandırılması da oldukça isabetlidir. Hz. Yakup ve Hz. Yusuf’un başından geçenlerin günümüzdeki mağdurlar ile özdeşleştirmesi, çekilen çileleri ilahi kaynaklı davalara özgü imtihan olarak nitelendirilmesi de mağdurları teselli bakımından güzel bir misaldir.

    Hocaefendi’nin İnsanların kendilerini iyi ve yeterli görmesi kadar öldürücü bir virüs yoktur. sözüne atıfta bulunan yazar, sürekli yenilenmeye ve öğrenmeye vurgu yaparken Yüce Nebi’nin İki günü eşit olan aldanmıştır. düsturundaki hakikatlerin her dem ter ü taze olduğunu çağrıştırmaktadır.

    Eser, belli bir süreçte cereyan eden hadiselerin müşahedesi ile kaleme alındığından güncel ve taze, okuyucuların satırlar arasında kendisine ait bir şeyler bulması açısından da ilgi çekicidir. Okuru bol olması temennisiyle…

    Prof. Dr. Erkan Karacan

    16 Temmuz 2022

    AİDİYET

    İnsanın, insaniyet namına sunabileceği en mühim şeyin derdinde olması onun Hak ile arasındaki mesafeden haberdar olması ile mümkündür ancak. En hayırlının yolu işte bu sapakta başlamakta. En çok kim ise hemcinslerine faydalı, işte odur diyor benim nezdimde kıymetli.

    Gün gelecek âlem yüzleşecek yapıp ettikleriyle. O demde insanın inanç ile ameli arasındaki tezatları dikilecek karşısına belki iğreti bir şekilde. Yahut tasdik edecek hadiseler kendisini nihai noktada ortaya koyduğu hamule ile.

    Entelektüel manada sorumluluk, inancı şart kılar. İnanmadan sorumluluk duyamaz muhatap. Hatta inandığı ölçüde sorumlu addeder kendisini. Yani inanmayan sorumlu değil olsa olsa sorunlu olabilir. Gerçi her sorunlu kişinin inanç noktasında sıkıntıları yok değildir. İnanmak ise sahiplenmeye iter muhatabını. Varlığımız sorumluluğumuzla doğrudan orantılı. Hal de istikbal de ona endeksli. Aidiyet, kimlik karmaşasını bertaraf etme adına mühim tespit. Kim olduğumuz ne yaptığımızla da doğrudan alakalı.

    Mesela bir ordu düşünelim. Bir anda birçok cephede savaş halinde olan bir ordu. Aynen ecdadın son demlerinde olduğu gibi. Bir taraf Balkanlarda yaka-paça, diğer kısmı Kafkaslarda, bir diğer cenah ise taa Libya önlerinde Trablusgarp’ta. Ve bu ordunun birkaç cephesinde bozgunlar yaşadığını ve askerlerinin bir kısmının şehit, bir kısmının yaralanıp gazi olduklarını, diğer kısmının ise esir edilip tutuklandığını düşünün. Böyle bir tablo karşısında, hala direnç gösterebilen ve hayatta kalan ya da o cepheye fazla saldırı olmadığı için hiçbir hasar almayan diğer askerler, kendilerini ödüllendirmek için eğlence yapabilirler mi? Diğer tarafta yaşanan acıları bile bile, yapılan zulmü göre göre, insanların perişan hallerine şahit ola ola kendilerini ödüllendirip de bir kutlama yapabilirler mi? Diğerlerinin yaşadıklarını hiç olmamış sayarak böyle bir gaflete düşebilirler mi?

    Böyle bir hale bırakın diğer cephelerdeki omuz omuza çarpıştığı silah arkadaşlarının tepki göstermesini, sitem etmesini, kızmasını duysa düşmanları bile şaşar kalır. Belki de bir nevi paletler altında ezilen o insanları düşmanın saldırısı değil ama silah arkadaşlarının bu vurdumduymaz tavrı daha çok sarsar. İleride bir gün bir araya gelirlerde kimi o dönemde çektiği meşakkati anlatırken, gezip gördüğü yerleri anlatmaktan utanır sıkılır diğeri. Sözcükler boğazında düğümlenir durur. Bırakın onun karşısında bu hali anlatamamayı, yarın herkesin huzurunda her şey ortaya saçılacağı andaki perişaniyetini düşünün siz bir de. Gerçekten sen o dönemde bunları mı yaptın? Nasıl yapabildin? sadasını…

    Aynen öyle de aynı cephenin savaşçıları olduğunu iddia edenler her hallerine ve her yaptıklarına dikkat etmek ve şuurluca hareket etmek mecburiyetindedirler. Ki yarın yaptıklarından dolayı derin bir mahcubiyet yaşamasınlar, nefis motifli amelleriyle bizzat kendileri kendilerini yalanlatmasınlar. Biz ehli dünya değiliz iddiasındayız. Haliyle neden ehli gaflet gibi rahat ve rehavetin peşinde dolanıp duran bir zavallı gibi olalım ki? Bir de yol arkadaşlarımızın bir kısmı hapiste, bir kısmı gaybubette, bir kısmı gurbette bir kısmı da ahirette iken neden biz düşmanlarımızın bile lanet edeceği bir gaflete yelken açalım ki?

    Ancak ahiret olgusundan nasiplilerin kavrayabileceği bir realitedir bu. Neticede karşımızda duran yaptığı ve yapamadığı her şeyden hesap vereceği hakikatiyle sarmaş dolaş bir yaşam sürme gerçeği. Efendiler efendisinin, Abbas’ın iniltisi uyutmadı beni sözü siyerde önemli veri bizim adımıza. Elleri sıkıca bağlanmış Hz. Abbas’ın o hali, o dönemde Efendimiz’in (sav) amcası sıfatıyla rahatsız etmedi Nebiler Nebisini. O, Mekke’de Hizmet için bırakılmıştı. Bedir öncesi de tüm sahabeler ‘Hz. Abbas karşınıza çıkarsa kılıç sallamayın’ diye uyarılmıştı. İşte, bu sahabenin çektiği sıkıntı ve geceye yaydığı inilti, yemeden içmeden kesmişti Nebi’yi.

    Dava arkadaşı inilerken, sağa sola dönmüş, geceyi sabah edememişti Efendimiz (sav). Ve ilk iş olarak da onu rahatlatmak istemiş ve rica etmişti gevşetilsin diye elleri. Bu tablo bir şey anlatır işin ardından koşturup duranlara. Ne zaman, nasıl davranmalı iman ordusunda nefer olma iddiasında bulunanlar? Aslında dilin söylediğini bizzat halinin yalanlaması, kişinin kendisi ile olan bir iç savaşın da adı. Kendi beden sathındaki bu savaş, sahibini de elbette etkileyecek. Peki, inanç ve amel arasındaki bu zıtlık sahibine ne kazandıracak? Mühim bir soru.

    Biz asliyetimizi bulmaya mecburuz. Aidiyete olan yolculuğumuz işimizi kolaylaştıracak bir manada. O aşamadan sonra belki de yaptıklarımız bir anlam kazanacak. Yoksa dönüp duran kalp bu dünyada da öteki dünyada da bir arpa boyu yol alamayacak. Tekrar etmekte fayda var, biz kimiz, ne yapıyoruz ve de neden bunları yapıyoruz? Pragmatik algılayış için bile olsa kendimize bu soruları sormaya mecburuz. Alacağımız cevapların kimliğimize ayna tutacağı ve bizim aslında kim olduğumuzu haykıracağı muhakkak. Dalında duran yaprak yeşerir ancak. Dalından kopan ise er-geç sararıp solacak ve oradan oraya savrulup duracak.

    Kökümüz, kimliğimizle irtibatlı. Dönüp onu bulmalıyız ki, bunalımlardan da uzaklaşalım. Bunun için de evvela bütüncül bir bakış lazım, sonra o bütün içindeki kendi resmimize sabit bir bakış atmamız… Bakalım biz kim için varız, kime hizmetkârız ne yapmamız lazım ve biz ne yapmaktayız? Burada kâl yani dil susar, sadece fiiliyatımız olan amel konuşur. O, hiç yalan söylemez zira. Öyle olmasaydı şayet, hesabın en çetin geçtiği hengâmede diller bağlanır da işin hakiki sahibi uzuvlara söz hakkı verilir miydi, değil mi?

    İşte burada karşımıza çıkan yanılmayan ve yanıltmayan kimlik ‘hasbilik’. Hasbi, hesabını ahirete göre tutan yiğit. Çetelesini her daim bizzat kontrol edebilen kahraman. Yaptıkları karşısına çıkarıldığında her daim utanmadan onlarla yüzleşebilen civan. Sahip olduğu evlat ve malıyla her daim sınavda olduğunu hatırda tutan erdemli. Dün koşturduklarını bugüne saymayan babayiğit. Dünyada rahat arama gafletinde olmayan talihli. Rahatın önündeki ‘La’yı idrak edebilen nasipli. Her negatiften, pozitife bir yol bulabilen gayretli.

    Hulasa, o kendisiyle barışık, başkaları için bir hayat sürebilme iradesinin adı. Kazancı ebedi, kaybı varsa da dünyevi. Kabri, tüm saf vicdanlar. Sermayesi, tertemiz hayatı. Mirası, her durum ve şartta ortaya koyduğu bütün güzelliklerin cümlesi. Dilde kolay ama icraatta zor bir halin adı. Ama Onsuz olan ahiret adına boş, Onsuz dünyada bulan da bulduklarıyla gafil bir sarhoş. Zira dünya, kendine meftun edeni sarhoş eden iğrenç bir meta. O yüzden demiyor mu asrın başında durup da muhataplarına seslenen Zat: Ahirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde, fâni dünyada bıraktığın eserlere de kıymet verme! diye…

    RASYONALİTE

    Büyük kızım çocukken kendisinin hoşuna gitmeyecek bir şey duyacağını anladığında kulaklarını kapatırdı. Sanki onu duymazsa büyü bozulmayacak, hiçbir sorun çıkmayacakmış gibi. Mesela yaptığı bir şeyi bırakması gerektiğinde ya da yapmadığı bir şeyi yapması kendisinden isteneceğini anladığında hemen kulaklarını elleriyle kapatırdı. Gülerdik biz de annesiyle o böyle yapınca. Aslında kendince önlem alıp, sevdiği konfor alanının bozulmasını istemiyor, duymadığında da eskisi gibi devam edeceğini zannediyordu. Aslında bu çocukça görülen çözümü hayatın her alanında görmek mümkün. Noam Chomsky, Toplumun genelinin neler döndüğünden haberi yoktur, hatta haberi olmadığından dahi haberi yoktur. der. Oysa bunun bir tık ilerisinden bahsettim ben yukarıda, bazıları karşılaşacakları gerçekle yüzleşmek istemediklerinden, neler döndüğünü öğrenmekten korkar, sorması gerekli olanı sormaz, bilmek zorunda olduğunun peşinden de koşmazlar. Çünkü görüp duydukları neticesinde yeni bir yapı ve anlayış inşa etmek zorunda kalacaktır. Oysa kurulu bir düzen var, ağır-aksak da olsa benim işlerimi şimdilik hallediyor yaklaşımı daha konforlu gelir çoğuna.

    Bu yaklaşım biraz da Franz Kafka’nın Biraz daha uyusam bu olanlardan kurtulabilir miyim, belki uyandığımda her şey düzelmiş olur anlayışıdır. Oysa gerçekle yüzleşip daha gerçekçi ve akla daha yatkın çözümler peşinde olanlar ise Nietzsche gibi Uyuyunca geçmez. Kalkın! Konuşmamız gerek. derler. Önümüzde duran bu iki anlayışın özünde şu vardır: Biri sorunları unutmak, diğeri ise çözmek ister!

    Bu girizgâhtan sonra aslında ne yapmalıyla ilgili üç belki de dört yazı yazmayı planlıyorum nasip olursa. İlk ikisi Hizmet’in bilimsel yapısının tespitiyle alakalı. Üçüncüsü ise bu yapının fertlerinin bulundukları mecralarda yapmaları gerekli olan şeylerle alakalı. Aslında her şey şu gerçekte saklı: Demir çubuğun fiyatı 3 TL’dir. Onu at nalına dönüştürdüğünüzde değeri 40 TL olur. Eğer biraz emek harcayıp da onu iğneye dönüştürürseniz bu sefer fiyatı 3000 TL’dir. Biraz daha bilinçli hareket edip aynı demiri saatlerin balansında kullanırsanız bu sefer değerini 300.000 TL’ye çıkarmış olursunuz. Yani aslında bizim değerimizi bir yere kadar içinde bulunduğumuz yapı tayin eder, sonrasını ise bizim neler yapabildiğimiz belirler. Bu gerçeği şimdilik burada muhafaza edip Hizmet ile alakalı reel tespitlerimize geçelim.

    İçinde bulunduğumuz ve kimilerinin cemaat kimilerinin de camia diye isimlendirdiği oluşum, sosyal bilimler açısından sosyal bir harekettir. Bu sosyal hareket biraz daha spesifik olarak tanımlanacak olursa, sosyal dini bir harekettir. Bu tanıma da biraz daha yakından bir mercek tutulacak olursa bu sefer karşımıza çıkan oluş yeni dini hareket olarak tanımlanır. Bizim için yeni olsa da aslında özellikle ABD’de 1960 sonrası başlayan ve çok yaygın olan bir akımdan bahsediyoruz burada. Dünyada o zamandan bu zamana binlerce yeni dini hareketler oluşmuş ve bunların milyonlarca da üyesi vardır.

    Bu hareketlerin ortak özelliklerinden birisi de sürekli bir değişim yaşamalarıdır. Çünkü ortaya çıktıkları dönem, teknolojinin vites yükselttiği, değişimlerin hızlandığı bir dönemdir. Haliyle de o dönemde ortaya çıkan her oluşum gibi onlar da bu değişimlerden müspet veya menfi etkilenmek durumunda kalıyorlar. Bazılarında bu değişimler dönüşüm boyutunda da olabiliyor. Eğer, değişimler kontrollü veya kontrolsüz bir dönüşüme evrilirlerse, işte o zaman o dini hareketler içinde de kopmalar, ayrılmalar hatta ve hatta dağılmalar olabiliyor. Eğer akademik bir makale yazma niyetim olsaydı, tam da burada bu bahsettiğim gerçekle örtüşen örnekler verirdim ama esas amacım o değil bu kısa yazıda. Hareketi bu değişim veya dönüşüme sürükleyen etkenler çoğu zaman dış etken kaynaklıdır. Hiç hesap edilemeyen bir durumla karşılaşıldığında verilen reaksiyon aslında yapının genlerine göre bu durumu ya en az hasarla atlatılmasını ya da kontrolsüz bir savrulma yaşanmasına neden oluyor. Bu tür yapıları ayakta tutan, onların ömürlerini uzatan esas şey ise onların bu değişim süreci esnasında ortaya koydukları önlemlerle alakalıdır.

    Hiçbir hareket üyesi, özellikle ömrünün en güzel ve verimli yıllarını içerisinde harcadığı yapının göz göre göre avucunun içerisinden kayıp gitmesini istemez. Böyle bir durum ortaya çıksa bile bunu kabul etmez, bu minval üzere konuşan, yorum yapanları ya kınar ya onların bozulduğu avuntusuyla kendisini teselli eder ya da onlara çok sert reaksiyonlar gösterip fanatikleşir. Aslında bu, aşırı sevgiden kaynaklı anlaşılabilir bir halin yansımasıdır. Ama gerçek ise maalesef başkadır. Bu uzun tasvirini yaptığım durumun benzerini son altı yedi yıldır aslında bir yeni dini hareket olan Hizmet de yaşamaktadır.

    Hareketin kendi içinde veya dışında ortaya çıkan değişimle birlikte gerçekte olanları anlama çabaları gözlemliyoruz. Kimileri iyi niyetli, kimileri ise intikam hevesiyle hep bir ağızdan Hizmet hakkında atıp tutuyor, bilen de bilmeyen de bir şeyler karalıyor. Bazıları canhıraş bir halde bunlara karşı koyuyor, birçoğu ortaya saçılan tutarsızlıkları, dağınıklıkları ya da tüm çıplaklığı ile yaşanılanları aynen büyük kızımın çocukken yaptığı gibi görmek ya da duymaktan kaçınıyor. Peki, buradaki realite ne? Ne olacak yani bu işin sonucunda? Birileri haklı-haksız Hizmet’e saldırmaya devam etse Hizmet yıkılacak ya da diğerleri ne olursa olsun biz savunmaya devam edeceğiz derse ayakta mı kalacak yapı? Her ikisi de olmayacak.

    Bazılarından hicret edilen bir beldede karşılaşılan bir örnek üzerinden yapılan Hizmet devam edecek, ileride çok farklı güzellikler olacak gibi iyi niyetli yorumlar duyuyoruz dönem dönem. Hakikaten öyle mi olur ya da olacak? Ya da münferit bazı kabiliyetli arkadaşlarımızın gittikleri beldelerde elde ettikleri tek tük ayrıcalıklı durumlar genelleştirilebilir ve bunun üzerine bir Hizmet geleceği projeksiyonu tutulabilir mi? Dilerseniz bunu gönlümüzden geçen temenniden öteye geçmeyen ifadeler yerine dini hareketlerin doğası üzerinden değerlendirmeye çalışalım.

    Bir dini hareketin varlığını devam ettirip ettiremeyeceği değişim süreçlerinde göstermiş olduğu reaksiyonlara bağlıdır. Bunun ise iki türlü göstergesi vardır: İç faktörler ve dış faktörler. Bu hafta kısaca sadece iç faktörlerden bahsetmeye çalışacağım.

    Evet, bir hareketin varlığını devam ettirebilmesi için değişim esnasında gösterdiği iç ve dış etkenler vardır bunlar özetle:

    1) Değişim esnasında gösterilen tavır: Her değişim süreci sancılıdır. Zira değişim, aslında eski alışkanlıkları yani konforu tehdittir. O yüzden dünya tarihindeki bütün değişimler öncelikle tepkiyle karşılanmıştır. Zaman içinde de değişim gerçeği özümsenerek yavaş da olsa ortaya çıkan yeni durum kabullenilmiştir. Dolayısıyla hareketin içinde olan insanlarda da karşılaşılan bu yeni duruma karşı mantıklı veya mantıksız, tutarlı veya tutarsız reaksiyonlar olabilir, bu gayet normaldir. Ya da insanlar ortaya çıkan bu değişimin sebeplerini, etkenlerini açık veya saydam bir şekilde sorgulayıp öğrenmek isteyebilirler. Bu süreçte özellikle hareketin sorumluluk makamında oturan kişiler tarafından insanlara gösterilen tavır aslında hareketin devam edip etmeyeceğine de karar verecektir. Çünkü ölçüsüz bazı tepkiler sürekli kopuşlara, hareketten soğumalara, ayrılıklara zemin hazırlayabilir. Bu durum bazen fiziki olabileceği gibi bazen de duygusal boyuttadır. Duygusal kopuşlar ise aslında ölçülebilir. Şayet hareketin üyesi harekete mesafeli ise ritüellerine katılma eğiliminde değilse, sadece yeni beldesinde karşılaştığı ve kendi başına aşamayacağını düşündüğü ihtiyaçlarını gidermek için irtibatta kalıyorsa, önceki kurumlarla irtibatı zayıflamışsa ya da açıktan ya da gizli tepkiler veriyorsa bu süreçteki tavırlardan etkilenmiş demektir.

    2) Hareket içinde değişimden etkilenen insanlara karşı sergilenen tavır: Her insanın dayanma gücü bir değildir. Ayrıca her hareket üyesi süreçten aynı şekilde etkilenmemiştir. Haliyle bazıları değişim esnasında yaşadıkları tecrübelere göre aşırı tepkiler gösterebilirler. O zamana kadar sorgulamadıkları ya da sorgulama ihtiyacı hissetmedikleri şeyleri sorgulayabilirler. Aslında bu, birer paydaşı olduğunu düşündüğü yapıyı anlama çabasıdır ve oldukça da mantıklıdır. Ama o zamana dek böyle bir durumla karşılaşmamış, kendisine hesap sorulmamış, kimseye hesap vermemiş tamamen müntesipleri arasında güven üzerine devam eden ilişkilerin bu yeni durum karşısında hareketin vereceği tepki de çok mühimdir. Hareketin değişim sonucunda ortaya çıkan bu yeni durumu anlamaya çalışan insanları nasıl algıladıkları önemlidir. Ya da insanlar bir taraftan gerçeği öğrenmeye çalışırken sanki ortada bir sorun yok, her şey devam ediyor, herkes kendi işine baksın gibi bir tavır da onların önemsenmediği, kale alınmadığı, hatta küçümsendiği gibi bir algıya sebebiyet verebilir. Hele ki, bu değişim esnasında bazı somut veri, olay ve kişilerle alakalı ciddi bulguları olan insanların sözleri kale alınmıyor, kulak ardı ediliyorsa, bu durum ciddi kopuşları bugün olmasa da yarın beraberinde getirebilir.

    3) İnsanları harekete geçirebilme becerisi ve tarzı: Değişim esnasında mutlaka yapısal ve fonksiyonel başkalaşımlar da baş gösterecektir. Bu kaçınılmaz bir sonuçtur. Dolayısıyla ortaya çıkan bu yeni duruma herkes anında ayak uyduramayabilir. Çünkü eskiden var olan mevcut kurumlar insanlarda bazı Hizmet alışkanlıkları oluşturmuşlardı. Özellikle yıllara dayanan birikimlerle elde edilen yapı, kim gelirse gelsin devam ettiriliyor, insanlar her nereye giderlerse gitsinler hemen orada bulunan ve aşina oldukları yapıya kanalize olup yabancılık çekmeden hareketin işlerini devam ettirebiliyorlardı. Oysa değişim sonrasında ortaya çıkan yapısal değişiklikler, insanların nasıl hareket etmeleri gerektiği ile ilgili bir karmaşaya sebebiyet verebilir. İnsanlar özellikle yeni yerlerinde kurumlar olmadan nasıl hareket edeceklerini, ne yapacaklarını bilmeyebilirler. Bir de bu esnada yukarıda belirtilen sorgulama süreci yaşıyorlarsa, ciddi ve profesyonel bir yaklaşıma ihtiyaçları var demektir. Bu, hafife alınacak bir durum değildir. Çünkü bir hareket, daha önceden devam ettirdiği işleri devam ettirebiliyorsa ya da değişimin etkisi ölçüsünde yeni hareket alanları bulabiliyorsa varlığını sürdürebilir. Ve bunu da ancak müntesipleri ile yapabilir. Haliyle, kendi bünyesinde bulunan insanların zihinlerinde oluşan soru işaretlerini bertaraf etmesi, insanları ikna etmesi veya eski işlerine ya da ortaya çıkan yeni durumdan dolayı hızlıca tespit ettiği

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1