Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Okul Psikoloğunun Anıları 4
Okul Psikoloğunun Anıları 4
Okul Psikoloğunun Anıları 4
Ebook396 pages4 hours

Okul Psikoloğunun Anıları 4

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Arabalar... Karınca sürüleri gibi sürekli çoğalan belediye otobüsleri, kamyonlar, otomobiller... Yollar genişlemese de trafiğe giren araçların sayısı her geçen gün artıyor... Gidip geldiğim sokaklarda, içinde bir ya da iki kişinin olduğu çok pahalı arabalar görüyorum. Şu bahtı kara, ağacı, parkı neredeyse hiç kalmamış, görenlere mezarlık hissi veren beton yığını şehirde binlerce araba var kapı önlerinde, kaldırımlarda, sokak aralarında ölü gibi yatan, bazen yalnızlıktan, bazen de benzin fiyatlarının pahalı olması yüzünden hareket edemeyen, yeni ama âtıl duruma düşmüş arabalar... Kimi otomobillerin, özellikle lüks araçların gösteriş için alındığı kesin... Böyledir bu işler; para çok olunca harcanacak yer aranır... Herkes benim gibi işsiz, sınav kazandığı, ‘sınavı kazanırsan mutlaka atarız’ dendiği halde ataması yapılmayan öğretmen değil ki... Evlerinde para sayma makinası olan aileler var. Birkaç yıl önce sizde görmüş olmalısınız valinin evindeki kasaları, liraları, üst üste yığılı dolarları, para sayma makinalarını... Yolsuzluk, devlet malını cebe indirme o kadar yaygın ki... Haliyle zengin sayısı da sürekli artmakta... Siyasete bulaşanların çoğu varsıl, anasının gözü, üçe alıp beşe satanlar... Fakir olup adaletten yana olanlar siyasette barınamıyor. Birde halka; diplomalı işsizlere, taşeron işçilere söylenen yalanlar var. Söz verildiği halde okullara yeterli sayıda öğretmen, işçi, memur alınmıyor. Para olmadığından değil, kaynakları yandaş müteahhitlere akıtıyorlar.
Bir de parayla banyo yapanlar var... Hiçbir şey yapamazlarsa gidip en iyisinden özel uçak alırlar. Binmek için değil, bazı otomobiller, uçaklar, yatlar, gemiler düşman çatlatmak için alınıyor. Söz buraya gelmişken kimi zenginlerin pul biriktirir gibi araba koleksiyonu yaptığını da belirtmeden geçemeyeceğim... Milyonlarca insan açken, bebekler süt bulamazken, anneler taşeron işçi olup günde on beş saat çalışıp evlerine et alamazken bu kadar israf günah değil mi? Bunun için mi Cumhuriyet kuruldu, en kanlı savaşlardan zaferle çıkıldı, memleket düşman işgalinden kurtarıldı? Sorarım size, bunun için miydi? Düşmanın süngüsü gitti, zengini daha zengin yapan, istemediğini hapse atan tarikatların süngüsü milletin başına bela oldu... Yol kenarları, otoparklar, sokak aralarına varıncaya kadar bütün yollar araçtan geçilmez durumda. Kimileri gömlek değiştirir gibi arabasını, teknoloji harikası akıllı arabalarla değiştirmekte. Daraldıkça daralan yollar, trafik uğultusundan çatlayacak hale gelen kulaklar, sabırlar, duygular bu kadar korna, motor, fren sesini kaldıramaz hâlâ geldi. Buna birde üst üste yığılan apartmanları, sayıları giderek artan camilerden düzensiz şekilde yükselen ezan seslerini ekleyin... Şehirlerimiz ne kadar kötü bir görünüm aldı farkında mısınız? İstanbul da artık beton, araba, elektronik eşya çöplüğü... Evet, haklısınız, bize özgü bir durum değil bu; bütün ülkeler betona gömüldü hırslarınız yüzünden... Ah siz var ya, cehennemde yakmalı hepinizi... Tarikatçı olup şeytana hizmet ediyorsunuz. Şu üç günlük dünyada doymadınız gitti. Doğanın yok olması pahasına her şeyin iyisini, son modelini istemeye ne gerek var... Hani dünya atalarımızdan miras değildi, hani biz onu çocuklarımızdan ödünç almıştık... Yalan söylemeyi de ne iyi bilirsiniz... Dediklerinizin tersini yapmak gibi kötü huylarınız var... Barış Bakanlığı der Savaş Bakanlığı kurarsınız...

LanguageTürkçe
PublisherYusuf Solmaz
Release dateMay 20, 2021
ISBN9781005556105
Okul Psikoloğunun Anıları 4
Author

Yusuf Solmaz

Rehber öğretmen Yusuf Solmaz, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi, Eğitimde Psikolojik Hizmetler Bölümü mezunu. Okullarda psikolojik danışman olarak görev yaptı. Solmaz, 1963 yılında Türkiye'de doğdu. İlkokul ve liseyi Yozgat'ta tamamladı. Üniversite eğitimine 1983 yılında Ankara'da Eğitim Bilimleri Fakültesi'nde başladı. Fakültenin, önceki adı Eğitimde Psikolojik Hizmetler (EPH), şimdiki adı Psikolojik Danışman ve Rehberlik (PDR) olan bölümünden mezun oldu. Ülkenin değişik yerlerinde okul psikolojik danışmanı olarak görev yaptı. İlkokul, ortaokul, lise, anaokulu, rehberlik araştırma merkezi gibi kurumlarda, otuz yıla yakın okul psikoloğu olarak çalıştı.Askerliğini, öğretmensizlik nedeniyle açılamayan bir okulda, adı terörle anılan, çok sayıda öğretmenin ve sivilin terör kurbanı olduğu bir bölgede, asker öğretmen olarak yaptı. Küçük bir mezrada, birleştirilmiş bir sınıfta Türkçe bilmeyen öğrencilere, bir yıl kadar, okuma yazma eğitimi verdi.Bir grup arkadaşıyla, öğretmenlerin mesleki sorunlarını ele alan, demokratik ve laik eğitimi savunan bir derginin çıkarılmasında, basılmasında, dağıtılmasında, yaşatılmasında gönüllü olarak görev aldı. Yeni kurulan eğitim sendikasına kaydını yaptırdığında, öğretmenlerin sendikalara üye olması yasaktı. Darbeci generaller, eğitimcilerin, akademisyenlerin, memurların sendika üyesi olmasını istemiyordu. Yusuf Solmaz, buna benzer anti demokratik yasalara karşı çıktı. Meslek hayatı boyunca darba hukukunu değiştirmeyen, bu hukuk üzerinden ülke yöneten iktidarları protesto eden eylemlere katıldı.Kimi dergi ve gazetelerde yayımlanan yazılarından dolayı adı defalarca soruşturmalara konu oldu. Birçok kez düşüncelerinden, mesleki çalışmalarından ve sendikal faaliyetlerinden, katıldığı eylemlerden dolayı kurum amirleri tarafından disiplin cezası ile cezalandırıldı. İş hayatının önemli bir kısmı bu cezaları iptal ettirmeye çalışmakla geçti. Görev yaptığı okulların çoğunda yöneticilerin sistematik yıldırma girişimlerine maruz kaldı.Yüksek lisans yapmaya hak kazanınca tekrar Ankara'ya döndü. Mastır çalışmalarını, üniversitenin Güzel Sanatlar Eğitimi alanında sürdürdü. Farklı üniversitelerden sanat eğitimi, sanat eleştirisi, sanat psikolojisi, sanat tarihi, sanat ve yaratıcılık, sanat ve insan, sanat ve varoluş psikolojisi üzerine dersler aldı.Eşcinsel eğilimleri olduğu ileri sürülen ünlü yazar Sait Faik'in hayatını tez konusu olarak inceledi. Bu çalışma, tez danışmanının eşcinselik konusuna itirazı nedeniyle tamamlamadı. Fakülde tarafından kabul edilmeyen tez, daha sonra bir yayınevi tarafından kitap olarak basıldı.Yusuf Solmaz, askerlik görevini tamamladıktan sonra mastırını bitirmek için tekrar üniversiteye döndü. Bu kez, tez konusu olarak, bir edebiyat eseri üzerinden karakter çözümlemesi yaptı; Orhan Pamuk'un Cevdet Bey ve Oğulları romanını psikolojik açıdan inceledi. Roman yazarına gönderme yaparak, romana konu olan olayları ve bu olayların karakterler üzerindeki psikolojik etkilerini ele aldı. Söz konusu tez, bir süre sonra kitap haline getirildi.Yusuf Solmaz, halen bir lisede psikolojik danışman olarak görevine devam etmektedir. Evli ve iki çocuk babasıdır.Lisans Eğitimi:Ankara Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Fakültesi, Eğitimde Psikolojik Hizmetler Bölümü, 1987Yüksek Lisans Eğitim: Ankara Üniversitesi Güzel Sanatlar Eğitimi Bölûmü, 2002Orta öğrenim: Yozgat Lisesi, 1983,Yozgat İstiklâl ortaokuluİlköğretim: Alacalıoğlu İlkokuluGörev Yaptığı Kurumlar1. Mardin Rehberlik ve Araştırma Merkezi2. Tokat Lisesi3. Ankara Fatih Sultan Mehmet Lisesi4. Ankara Kalaba Ortaokulu5. Ankara Faruk Verimer Ortaokulu6. Ankara Emniyetçiler Ortaokulu7. Ankara Çankaya Rehberlik Araştırma Merkezi8. Bodrum Cumhuriyet İlköğretim Okulu9. Bodrum Ayşegül Sevim Ali Rüştü Kaynak Lisesi10. İzmir Menderes Bayrak Anaokulu11. İzmir Menderes Alparslan İlköğretim Okulu12. Öğretmen Dünyası Dergisi Yazı Kurumu Üyeliği

Read more from Yusuf Solmaz

Related to Okul Psikoloğunun Anıları 4

Related ebooks

Reviews for Okul Psikoloğunun Anıları 4

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Okul Psikoloğunun Anıları 4 - Yusuf Solmaz

    Okul Psikoloğunun Anıları

    Sedanur Hanım

    4. Kitap

    Yazan: Yusuf Solmaz

    ©

    Yusuf Solmaz, 1963 yılında Yozgat’ta dünyaya geldi. İlk ve ortaöğrenimini Yozgat’ta tamamladıktan sonra Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi, Eğitimde Psikolojik Hizmetler Bölümü’nü bitirdi. Mardin, Tokat, Ankara, Bodrum, İzmir il ve ilçelerinde rehber öğretmen olarak görev yaptı. Güzel Sanatlar Eğitimi alanındaki yüksek lisans çalışmasını 2002 yılında tamamlayarak Bilim Uzmanı unvan ve yetkisi almaya hak kazandı. Yaklaşık 30 yıl eğitimin pek çok alanında görev yaptıktan sonra 2016 yılında emekli oldu.

    *

    Bu kitaptaki olayların gerçeklerle herhangi bir ilgisi bulunmamaktadır. Anlatılanlar tamamen kurgu olup düşünceler, söz ve ifadeler kurgu karakterlere aittir.

    *

    Birinci Yayın yılı: Mayıs 2021/ İzmir

    1

    Bugün

    Korana virüs salgını olanca şiddetiyle devam ediyor. Virüs nedeniyle ölenlerin sayısı bir yıl içinde 35 bine dayandı. Moraller çok bozuk; intihar oranlarında büyük artış olduğu konuşulmakta. Her yer hastalık riski taşıdığından ölüm korkusunun girmediği ev kalmadı. Şehirler arası yolculuk kısıtlandı; gündüz serbest, gece yasak olacak… Buna benzer mantık dışı kurallarla salgınla mücadele ediliyormuş gibi yapılıyor. Hastalanırız korkusu yüzünden gidecek bir yer de kalmadı. Nereye gitsen kalabalık, virüs kol gezmekte.

    Şu an evdeyim. Dün de evdeydim. Bir yıldır evdeyim. Herkes dört duvar arasına çekildi. Eşim emekli öğretmen. Ben de emekli okul psikoloğuyum. Çalışmak zorunda olmadığımızdan çok gerekmedikçe dışarıya çıkmıyoruz. Para kazanmak zorunda olanlar ne yapsın… Çaresizce metroda, otobüslerde hastalığı kapıp evdeki yakınlarına da bulaştırmaya devam ediyorlar.

    Komşumuz da hastalandı. Virüslü haliyle, kalabalık dolmuşlara binerek hastaneye nasıl gittiğini gözlerimle gördüm. Hasta olanları bile özel araçla taşıyıp evlerine götürmüyorlar. Kendi olanaklarınızla anne babanızın, çocuklarınızın arasına döneceksiniz, denmekte.

    Altı yıl önce bugün

    Zeynep öğretmen geldi. Memleketi olan kasabadan döndüğünü, doğup büyüdüğü sokakları tanıyamadığını, her şeyin çok değiştiğini, beton dökülmedik, bina yapılmadık yer kalmadığını, tarlaların bile çok katlı apartmanlarla dolup taştığını anlattı. Görsen ağlarsın, düşman yapmaz bunların yaptığını, bahçeli evimizin yerinde şimdi yeller esiyor. Her tarafa bina yapmışlar. Güzelim erik bahçelerini, ceviz ağaçlarını kesmişler. Portakal, limon bahçelerine beton dökmüşler. Bol güneşli evlerin küçük ahırları olurdu, etrafta tavuklar gezer, oğlaklar meleşirdi. Hiçbir şey bırakmamışlar. Ah Sedanur, durumlar çok kötü. Güzelim memleketimiz kuruyor. Aslına bakarsan dünyanın her yeri böyle… Her yerde katliam var; doğayla birlikte insanları, anılarımızı da katlediyorlar. Hayvan nesilleri tükendi, düşünebiliyor musun? Kirlenmez sanılan denizler çöplük oldu. Balıklar ölüyor. Bitki nesilleri kuruyup yok oldu. Dünya yalnız insana mı ait? Eski olanı hoyratça yıkıyorlar, yerine koydukları ne… Aha da bu bilgisayarlar, cep telefonları… Başka da bir şey bilmiyorlar… dedi. Zil çalınca koşarak derse gitti.

    *

    Zeynep öğretmen geldi. Dersinin boş olduğunu söyleyip oturdu. Bir önceki ders, öğrencilerin cep telefonlarını topladığını, herkes telefonla oynadığından ders yapamadığını anlattı. Birden konuyu değiştirip çocukken kendinden küçük kardeşlerini leğende nasıl yıkadığından, şimdiki neslin böyle şeyleri bilmediğinden, her şeye kolay sahip olmanın insanı nasıl bozduğundan söz etti. Konuyu dolaştırıp eski günlere getirdi: Sedanurcuğum, açlığın ne olduğunu bilirim, çok aç kalmışlığım var. Bu çocuklar öyle değil, inan bana… Okul psikoloğu da olsan zor, bunlarla baş edemezsin. Bak ne anlatacağım, öyle yoksulduk ki, aslında babam tüccardı ama cimri olduğundan çok açlık çektik. Bahçeli evimizin yıkılmasına da babamın aç gözlülüğü neden oldu. Birden apartman yapıp satma sevdasına kapıldı. Daire satıp hızlıca sermayesini katlamanın hayalini kurar oldu. Neyse… Evimiz yıkıldı, güzelim ağaçlarımızı kestiler mi… Kendi elimizle apartman dairesine taşındık mı… Şu işe bak sen… Aydınlığı bırakıp karanlığa, dört duvar arasına girdik mi… Apartmanmış… O zamanlar herkesin gözü apartmanlarda… Eski evler müteahhitlere verilir, yerine daireler alınırdı. Herkes, bahçeli evini yıktırıp apartmana taşınmak isterdi… Neyse kuzum, yeni evimiz, betondu, çok katlıydı, banyosu vardı, duvarları fayans döşeliydi ama pencereleri kuzeye baktığından karanlıktı… dedi. Zil çalınca sözünü yarıda bırakıp sınıfa koştu.

    *

    Sekizinci sınıf öğrencilerinden Elif geldi. Annesine, kardeşlerine şiddet uyguladığından babasını sevmediğini anlattıktan sonra korkunç bir rüya, daha doğrusu kâbus gördüğünden söz etti. Bağırarak uyandığı uykusunda galiba annesinin ya da annesine benzeyen teyzesinin kesik başını lavabonun içinde kanlar içinde görmüş… Ders zili çalınca sınıfa geç kalmamak için hemen ayağa kalktı. Görüşmenin yarım kalmaması için öğretmeninden izin alabileceğimi söyledim. Kabul etti. Eline rehberlik servisinde olduğunu gösteren bir kâğıt yazıp verdim. Kâğıdı öğretmenine verip döndü. Kaldığı yerden anlatmaya devam etti… Babasına, annesine, şiddet mağduru kardeşlerine ilişkin pek çok şey anlattıktan sonra, bir bayram günü babasının nasıl koyun kestiğini hatırladı. Evin banyosunda Allah için de olsa kan akıtılır mı Hocam? diye sorduktan sonra şöyle devam etti: O zamanlar apartmanın beşinci katında oturuyorduk. Küçüktüm, ilkokula yeni başlamıştım. Arada sırada umutsuzca meleyen koyun çok katlı binanın daracık, loş merdivenlerinden yukarı katlara doğru, boynundaki iple zorla götürülüyordu. Arkadan gelerek olanları izliyordum. Beton zemine zeytin taneleri gibi dışkılarken zavallı hayvanı zorla dairenin kapısından içeri sokmuşlardı. Annem Olmaz, evde kurban kesilmez, aklını mı kaçırdın herif!" dese de babamı durduramıyordu. Babam böyledir; kimse engel olamaz ki ona, kafasına bir şey mi koydu, mutlaka yapar… Annem mecbur kenara çekilince, kızgın suratıyla babam, çamurlu ayaklarıyla halıya basmasın diye hayvanı tüylerinden kaldırdığı gibi, meleterek, çuval gibi banyoya götürüp bıraktı. Sonra da ayaklarından tutup yere yatırdı. Ayakları bağlanan koyun meleyerek ağlar gibi sesler çıkarmaya devam ediyordu… Evin ne hale geldiğini düşünün Hocam… Babamı size nasıl anlatayım bilmem ki… Küçük kardeşim birden ağlamaya başladı. Onun küçüğü de susturmaya çalışırken gözyaşlarını tutamadı. Ben de onlar ağladığından gözyaşlarıma engel olamadım. Ağlamayanlar babam, annem, bir de ağabeyimdi. Onlar bir an önce hayvanı Allaha kurban edip evi temizlemenin çaresine bakıyorlardı. Böyle bayram mı olur Hocam… Ağabeyim, babama yardım etmeye, er isteneni yapmaya mecburdu. Ağlar gibi gelen meleme sesi, banyonun fayans kaplı duvarlarında yankılanıp duruyordu. Babam önceden hazırladığı bıçakları anneme seslenerek getirmesini söyledi. Annem uçları keskin bıçakları getirip yere koydu. Gün ışığı sızan ufacık camıyla uzunluğu üç, eni iki metre kadar olan banyonun mezbahaya benzeyen halini anlatamam… Herkes et yer de, banyoda, leğenlerin, sabunla şampuanların arasında kesilen koyunun etini yemek o kadar zor ki Hocam… Zaten o günden sonra uzunca bir süre et yiyemedim. Et kokusu, hele de koyun eti kokusu öyle kötü çağırışımlar yapar ki bende… Başım döner, hemen duvara tutunma ihtiyacı duyarım; bir yere oturur, uzunca bir süre kendime gelmeye çalışırım… O, ölmek istemiyorum dercesine, küçücük banyonun duvarları arasında meleyen koyunun kesilip bir kenara atılan başı gözümün önünden hiç gitmez... Bir gün iyileşirim değil mi Hocam, zaman her şeye ilaç olur… Babam, kınalı koyunu ayaklarını bağladıktan sonra bıçağın altına, banyo yaptığımız yere, banyo kazanının yanına yatırdı. Bağlı ayakların nasıl çırpınıp, kalkıp kaçmak istediğini gözlerimle gördüm. Dört duvar arası küçük olduğundan içeriye giremiyordum. Kapının önünde ayakta bekliyor, kardeşlerimi olay yerinden uzaklaştırmaya çalışıyordum. Önümde annem, içeride de babamla ağabeyim vardı... İkisi birden kan gölünün içinde duruyordu. Keşke o anı hiç görmeseydim. Hırıltıya benzeyen sesler arasında banyonun beyaz fayansına birden foş diye kan sıçramıştı; babam bıçağı, besmele çekip kurbanın boynuna çalınca kan, çeşmeden boşanırcasına tazyikle akmış, beyaz duvarlar kan içinde kalmıştı. Daha önce gırtlaktan kanın nasıl boşaldığını, acemi kasapların elinde duvarlara nasıl çarptığını hiç görmemiştim. Bıçak altındaki koyundan çıkan sesleri, babamın elindeki kanlı bıçakları, banyodaki manzarayı görür görmez duyduğum bulantı hâlâ içimde duruyor. Geçer değil mi Hocam… Hatırlamak nasıl unutulur bilir misiniz? İstemediklerimizi hatırlamayı unutturan teknikler var mıdır? Varsa öğrenmeyi çok isterim. Fayansa çarpan kan oradan da babamın yüzüne sıçramıştı. Babamın gözleri, kanlı yüzünde deli gibi parlıyordu. O da sıçrayan kan tokat gibi suratına çarptığından korkmuş gibiydi. Böyle bir şey beklemiyor olmalıydı.

    Hani Avrupa Birliği’ne girecektik ya Hocam… Avrupa normlarına uymamız isteniyordu. Bundan sonra kurban kesme işlerini de kapalı mekanlarda, çocukların olmadığı, temizliğin kolay yapılacağı yerlerde yapmamız gerekecekti. Avrupalılar her kapı önünde hayvan boğazlanmasını doğru bulmuyor, daha medeni bir ülke olmamızı istiyorlardı… O günlerden söz ediyorum. Dışarıda koyun kesmek yasak olup para cezası uygulandığından o yıl babam, banyomuzu kurban kesme yeri yapmıştı. Sonuç olarak, evimizde bırakın Allaha kurban adamayı, cinayet işlenmiş gibi oldu. Çocuk aklımla bunu görebiliyordum. O güne kadar mutfak ya da banyomuzda tavuk bile kesilmemişti. Babam hiç böyle kanlar içinde kalmamıştı. İlk defa babamın el ve bileklerinde bu kadar yoğun kan görüyordum. Bıçağı tutan parmakları sanki kan gölüne batıp çıkmış gibiydi. O kanlı bıçak o kadar büyüktü ki… Ya da çocuk olduğumdan bana öyle görünüyordu, bilmiyorum. Dehşetle korktuğumu hatırlıyorum. Daha önce ki evimiz bahçeliydi… Ağaçların altında kurban kesmek, etleri tencerelere doldurmak evdeki kadar korkunç gelmezdi. Toprakta, hayır için hayvan kesmenin az da olsa insaflı yanı var… Akan kan toprağa, açtığınız çukura karışır gider. Betonun üstündeki kan bir yere gitmiyor. Su döküp deliğe süpürmek gerekir. Süpürdükçe, kan kırmızısı hemen yok olmaz, suyla birlikte çoğalır… Annemin banyodaki hali de gözlerimin önünden gitmez. O da cinayeti ört bas etmeye çalışanlar gibi dökülen kanı temizlemenin telaşı içine girmişti. Bir taraftan da babama kızmaya devam ediyordu. Nerede banyoda kurban kesildiği görülmüş, Allahım sen aklıma mukayyet ol! diyerek hem süpürüyor hem söyleniyordu. Eli yüzü kan içindeki babamsa ilk kez gözüme merhametsiz biri gibi, ne bileyim, katil gibi görünmüştü. Bana kalırsa Allah böyle ibadetleri kabul etmez. O bayram sabahı merdivenlerden apartman katına zorla çıkarılan zavallı koyun, her şeyi sezmiş, başına gelecekleri anlamış, kaçıp kurtulmak istemişti sanki. Banyoya girmemek için çok direndiğini hatırlıyorum… Kim demiş hayvanlar anlamaz diye... Kınalı koyunlar anlıyor Hocam… Allahın kan dökülmesine ihtiyaç duymadığını, bunun ibadet değil aptallık olduğunu biliyorlar. Gözlerini hatırlıyorum da yalvaran bakışları sanki, bana ne yapacaksınız? diye soruyordu. Babam o sıra, bir şey görmüyor, inadına anneme kızıyor, normal dışı bir şey yokmuş gibi davranmaya devam ediyordu. Kim bilir, koyunu bağlayıp bıçağı eline aldığında aklından neler geçmiştir. Yıllar sonra bazı cinayet sahneleri izledim; kimi filmlerde seri katiller, kurbanlarını banyoda doğruyor Hocam… Bir hayvanın üzerinden de olsa bunun nasıl korkunç bir şey olduğunu o gün gözlerimle gördüm…"

    *

    Okul müdürü çağırdı. Sekizinci sınıfların birinde Kurban Bayramı aleyhine konuşma yaptığımı söyledi. Bir daha dini konularda bilgi aktarmamam, psikolojinin sınırları dışına çıkmamam, din işlerini din bilgisi öğretmenine bırakmam gerektiği yönünde uyarıldım.

    *

    Bugün

    Virüse bağlı ölümlerin hızla arttığı, aşı çalışmalarının aşı yokluğundan kesintiye uğrayıp sonra tekrar devam ettiği, yolsuzlukların neden olduğu parasızlık yüzünden salgınla gerektiği gibi mücadele edilemediği bu günlerde, tarikat hükümetini, hedefinde devleti ele geçirmek olan başka bir tarikat yapılanmasına karşı uyanık olmaya çağıran, en genci yetmiş yaşındaki emekli komutanlar hakkındaki soruşturmayla, gözaltına alınan kimi komutanların evlerinde yapılan aramalar devam etmekte…

    Anayasayı tamamen askıya alanlar, kimseye burunlarından kıl aldırmıyor. Gözünün üzerinde kaşın var diyen kendini hâkim karşısında bulmakta.

    Altı yıl önce bugün

    Yedinci sınıf öğrencilerinden Fatma geldi. Tuvalette sigara içerken yakalandığını, disipline verildiğini söyledi. Fatma, olayı ailesinin duymasından korkuyor. Korkmasının nedeni bir daha okula gelemeyecek, diploma alamayacak olması.

    *

    Fatma’yı tuvalette sigara içerken yakalayan nöbetçi öğretmen Nagehan Hanım’la konuştum. Nagehan, olayı disipline taşımayacağını ama Fatma'yı korkutmamız gerektiğini söyledi. Yarın Fatma’yla görüşme yapacağım.

    *

    Fatma’nın arkadaşı geldi, sigara paketinin kendisine ait olmadığını, birinin cebine koyduğunu, kimin koyduğunu görmediğini söyledi.

    *

    Müdür, sigaranın zararları, kapalı ortamda, üstelik de öğrenci olup okul ortamında sigara içmenin yasal yaptırımları hakkında sınıflara girip öğrencilerle görüşme yapmamın işe yaramayacağını, en etkili mücadelenin disiplin cezasıyla bazı öğrencileri okuldan uzaklaştırmak olduğunu dile getiriyor. Öğretmenler, kapı önünde, öğrencilerin arasında sigara içmese iyi olacak.

    *

    Handan öğretmen geldi. Kat nöbetçisi olduğunu, koridorun yine sigara koktuğunu, kokunun kız öğrenci tuvaletinden geldiğini söyledi. Yeter, yoruldum, ne halleri varsa görsünler, vallahi uğraşamayacağım, dedi. Çayını içerken bir çırpıda, öğrencilerin, ailelerin eskisi gibi olmadığını, istediklerini kolay elde eden şımarık çocukların sayısında artış olduğunu, öğretmenlerin alamadığı telefonlarla derslere girildiğini, ders sırasında bilgisayar oyunları oynandığını, açık saçık resimlerle mesajlaşma yapıldığını, cep telefonlarını sınıflara sokmamamız gerektiğini, eğitimin bittiğini, sadece din eğitimine önem verildiğini bu yüzden de her şeyin bozulup çürümeye başladığını dile getirdi. Sonra da yeni kaybettiği babaannesinden söz etmeye başladı. Aslında öldüğü iyi oldu. Kurtuldu kadıncağız. En son küçük olan amcamın yanında kalıyordu. Apartmanları geziyordu anlayacağın. On gün arayla oğullarının evine gidiyordu. Sabit yeri yoktu anlayacağın, bu da istenmediği duygusu içinde yaşamasına neden oluyordu… Olmaz mı… On gün arayla ev ev gezmek… Gelinler, torunlar istememeye başlamıştı…. Bu yüzden üzülmedim… Hatta sevindim bile… Ölüme de seviniyor insan. Yalnızlıktan hızlı yaşlandı… Yıllardır dizlerinden rahatsızdı, yerinden zor kalkıyor, tutunarak yürüyebiliyordu. Köyde büyümüş, ağaçların altında yaşamış kadınlardan… Şehirde yaşamak da mutsuz olmasına neden oldu. Sokağa inse de oturacak ağaç gölgesi mi kaldı… Yer gök beton oldu… Kocası ölünce köyden bir geldi, geliş o geliş… Betonun içinde kaldı mı… Bir daha da güneş yüzü göremedi… Cenazesi bile dört duvar arasında, apartmanın koridorunda yıkandı. Alt kat dükkanlarla dolu olduğundan bahçeye çıkılamadı. Köyde olsa bir ağacın altında yıkanacaktı belki de... Neyse... ölmesi iyi oldu. Allah herkese hayırlı ölümler nasip etsin ne deyim. Evlat eline kalmak da zor bu zamanda, dedi.

    *

    Handan öğretmene, hiç evde kurban kesildiğini duydun mu diye sordum. Evin içinde değil de apartmanın koridorlarında kesildiğini görmüş. Koridor geniş olduğundan üç kurbandık koyunu apartmanın beşinci katında aynı gün kesip doğrayıp leğenlere doldurmuşlar. Her halde koyunları asansörle yukarı kata çıkardılar.

    *

    Sınıflarda otobiyografi uygulamaya başladım. Olumsuz bulduğum, yardıma ihtiyaç duyan öğrenci hayatlarını sadece sınıf öğretmenleriyle paylaşıyorum.

    *

    Öğrenciler kendilerini anlatmaktan kaçınıyor ya da ifade güçlüğü yaşıyorlar. Yüzlerce öğrenciden iki paragraftan uzun otobiyografi yazan yok desem yeridir. Kimi yazılara paragraf bile denmez… Bir cümle, bazen de üç beş cümle yazıp bırakıyorlar.

    *

    Sınıfın birinde otobiyografi sorusunu şu cümlelerle genişletmeye çalıştım: Unutamadığınız, olumlu ya da olumsuz bir anınızı anlatın, fakat biraz detaylı olsun, duygularınızı da öğrenmek istiyorum. Olay oldu diyelim, o sırada ne hissettiniz… ‘Üzgün hissettim’ deyip kapatmayın konuyu… Biraz durun üzerinde… Neden üzgün hissettiniz, aklınızdan neler geçti… Hiç mi kendini anlatan birini görmediniz canım… Anlatın işte… Vaktimiz var, acele etmeniz gerekmiyor.

    *

    Son sınıf öğrencilerinden birinin otobiyografisi şöyle: Niye yaşadığımı bilmiyorum Hocam. Herhangi bir amacım da yok. Hiç unutamadığım olay şu; geçenlerde küçük bir kedinin, araba tekeri altında nasıl ezildiğini gördüm. Üzüldüm elbet. Sokak hayvanlarını, bazen de kimi kimsesi olmayanları öldürenlere, organlarını çalıp satanlara ceza verilmediğini düşündüm. Üzüntümün nedeni adaletsizlikti. Hiçbir yerde adil olunmadığına, torpili olanların şanslı olduğuna, hayatlarımıza yön veren siyasetçilerin yalnızca zenginler arasından seçildiğine, kimsenin de bunu düzeltmeye çalışmadığına inanıyorum.

    *

    Ayhan öğretmen geldi. Sınıfına uyguladığım otobiyografiler hakkında bilgi istedi. Sınıf öğretmeni olduğundan aslında bunu kendisinin yapması gerekiyordu. Neyse… Sınıf öğretmenliği görevini iyi yürütenler de yok değil. İsteyen öğretmenlere, bir şey beklemeyip Oturmaktan, çay içip gezmekten başka rehber öğretmen ne işe yarıyor? diyerek dedikodumu yapanlara da psikolojik hizmetler konusunda destek olmaya çalışıyorum. Otobiyografiler yoluyla yardıma ihtiyacı olan bütün öğrencileri tespit edebileceğime karar verdim.

    *

    Çaycımız Huriye Hanım geldi. Kız öğrencilerin tuvaletinden baca borusu gibi sigara dumanı çıktığını, kattaki nöbetçi öğretmenin yerinde olmadığını söyledi… Müdür ilgilensin… Uğraşamayacağım…

    *

    Bugün

    Korona virüsle mücadele kapsamında taksilerin trafiğe plaka numarasının son hanesine göre çıkabileceği söylenmekte. Halbuki belediye otobüsleriyle, metrolarla işe gidip gelmek serbest. Kısaca durum şu, bütçedeki milyar dolarları kaybedenler, pek çok ülkenin yaptığı gibi vatandaşın geçimini sağlayarak on beş günlük tam kapanmayı gerçekleştiremediklerinden ‘virüsle mücadele ediliyor’ tiyatrosunu oynamaya devam ediyorlar.

    *

    128 milyar dolar nerede? afişlerine polis müdahalesi de devam eden olaylar arasında. Bazı şehirlerde paranın akıbeti şive ve mâni gibi yöntemlerle sorgulanır oldu. Kastamonu’da bir davulcu, Ramazan gelmiş şehrime, bölüşmeli hep birlikte, sormaktan hiç yorulmayız, 128 milyar dolar nerede? diye mâni okuyup davul çalınca sosyal medyada gündem oldu. Polisin, Kastamonu sokaklarında bu davulcuyu aramaya çıktığı, henüz bulamadığı konuşulmakta.

    Altı yıl önce bugün

    Dokuzuncu sınıflara uyguladığım otobiyografi çalışmasını tamamladım. Bazılarını okudum. Kalanları da yarın okuyacağım.

    *

    Kaynaştırma öğrencisi Songül geldi. Kim olduğumu, neden oturduğumu, neden üzgün göründüğümü, ne iş yaptığımı, odamın neden karanlık olduğunu, bana niye güzel oda vermediklerini, en güzel odada neden müdürün oturduğunu sordu. Rehber öğretmen olduğumu, öğrenci sorunlarıyla ilgilendiğimi, üzgün göründüğümün farkında olmadığımı, okulun imkanları ölçüsünde ancak bu kadar rehberlik servisi odası yapılabildiğini söyledim…

    *

    Müdür çağırdı, hafta sonu sınav görevim olduğunu söyledi. Önümüzdeki hafta ortaokul öğrencileri için liselere geçiş sınavı yapılacak.

    *

    Fizik öğretmeni Hüseyin Bey geldi. Emekli olmak istediğini ama üniversite mezunu, biri kız biri oğlan iki çocuğunun henüz işe giremediğini, bu yüzden bu yılda emekli olma planını ertelemek zorunda olduğunu, yorulduğunu, eğitimin bittiğini, herkesin eğitim yapılıyormuş gibi davrandığını, aslında istenen tek eğitimin din eğitimi olduğunu, okulların sadece partiye beyni dinle uyuşturulmuş elemanlar kazandırmak için açık tutulduğunu söyledi.

    *

    Hüseyin öğretmen hakkında soruşturma başlatıldığını duydum. Derste, hükümete hakaret edip alkol kullanımını özendirecek şekilde konuşma yaptığı söyleniyor.

    *

    Hüseyin öğretmenin sınıfından gelen öğrencilerle konuştum. Bazı öğrencilerin öğretmenlerine ihanet ettiğini, imzasız dilekçeyle şikâyette bulunmuş olabileceklerini söylediler.

    *

    Felsefe öğretmeni Tahire Hanım geldi. Müdürün, Hüseyin öğretmeni, yaşlı ve Atatürkçü olduğu için istemediğini, tecrübeli öğretmenlerle çalışamadığını, liyakatsiz, torpille genç yaşta müdür olduğundan idari işleri bilenlerin yanında ezik hissettiğini, Hüseyin öğretmenin, öğretmenler kurulunda yaptığı, okul idarecilerini eleştiren konuşmalarından rahatsız olduğunu söyledi.

    *

    Bazı öğrencilerden aldığım bilgiye göre Hüseyin Bey, derste son sınıf öğrencilerine hitaben şunları söylemiş: Umutsuzluğa kapılmayacaksınız gençler. Atatürk’tün hitabetinde olduğu gibi davranacaksınız. İkinci bir kurtuluş savaşına ihtiyacımız var. Düşmanı bu kez aramızdan seçtiler. Böyle durumlarda rehberimiz daima Atatürk olmalı.

    *

    Hüseyin Bey’in öğrencilerinden Ayça geldi. Üzgün görünüyordu. Öğrenci olarak biz ne yapabiliriz, elimizden ne gelir, yardım etmek istiyorum, öğretmenimizi işten mi atacaklar? diye sordu. Aceleyle anlatmaya başladı. O gün boş dersleri olduğunu, dışarıya taşan gürültü nedeniyle sınıfa giren öğretmenin hükümete hakaret içeren herhangi bir cümle kullanmadığını, kimseyi alkole teşvik etmediğini söyledi. Hüseyin Bey’in, bir ara çocukluk anılarını, şimdiki öğrencilerin şımarık olduğunu anlattığını, çocukluk ve gençlik yıllarında okula giderken her zaman harçlığının olmadığından, parasızlıktan simit tatlısı yiyenleri, ekmek arası dönerle ayran içenleri uzaktan seyrettiğinden, en çok ihtiyaç duydukları yıllarda evlerine yeteri kadar yumurta alınamadığından, çocukça özlemlerinden birinin de üniversiteyi bitirip işe girince doyasıya yumurta yemek olduğundan, çocuklarını yumurtasız bırakmamaya yemin ettiğinden, ikinci yumurtayı bulamayan annesinin üzüntü içinde haftada bir kere kardeşlerine bir yumurta kaynatıp verdiğinden, kendi payını da oğlunun önüne koyduğundan, küçük olduğu için ablalarının bunu anlayışla karşıladığından, en büyüğü on beş yaşında olan kız kardeşlerinin de sağlıklı kalmak için hiç olmazsa haftada iki yumurtaya ihtiyaç duyduğundan, her gün bir yumurta yiyemediklerinden, ineklerinin sütünü, evin diğer ihtiyaçları için satmak zorunda kaldıklarından, altı kardeşin en küçüğü olup kışın bile naylon ayakkabıyla okula gittiğinden, kız kardeşlerinin erken yaşta evlenmek zorunda kaldığından, o günleri düşündüğünde hâlâ çok üzüldüğünden, yoksulluğun neden olduğu sorunlardan, mesela kadın cinayetlerinden, hırsızlık yaparken ölen ve öldürenlerden, hapishaneleri dolduran yoksullardan, en çok yoksulların suçlu olup cinayet işlediğinden, hapishanelerde yer kalmadığından, okul ve öğretmen ihtiyacına rağmen, para yok denip yeni hapishaneler yapıldığından, buna rağmen hapishanelerde yer kalmadığından, mahkumların sıkışık odalarda üst üste yatmak zorunda bırakıldığından, sürekli yeni polis ve gardiyanların işe alındığından, bu koşullarda mutlaka okumamız gerektiğinden, bilgisayar oyunlarıyla değerli vaktimizi, yıllarımızı geçirmemizin doğru olmadığından, yüz binlerce öğretmenin iş bulamadığından, vatanın, cumhuriyetin bizden hizmet beklediğinden, özgürlüklerin kısıtlandığından, bunun eğitimi de olumsuz etkilediğinden, her şeyi açıkça anlatamadığından, siyasi eleştiri yapılamadığından, düşünenlerin, düşündüğünü ifade edenlerin hapse atıldığından, hükümeti eleştirenlerin terörist olmakla suçlandığından, kimsenin düşüncelerini açıklayamaz hale geldiğinden, kırk yıl önce de düşünenlere kelepçe vurulduğundan, laik, demokratik bir ülkede yaşamadığımızdan, Demokrasinin, anayasanın, yasaların rafa kaldırıldığından, hakimlerin talimatla karar verdiğinden, bunların sır olmadığından, her gün medyada konuşulup yazıldığından fakat, pek çok yazarın fikirlerinden dolayı sürekli hakim karşısına çıkarıldığından, hukuk devletinin ele geçirilip yok edildiğinden, savaş nedeniyle sınırda bekletilen kamyon şoförlerinden, babasının da başkasının kamyonunda şoför olup çok çalıştığından, annelerinin cahillik nedeniyle sıkça hamile kaldığından, eskiden doğum kontrolü yapıldığından, devletin bunu teşvik ettiğinden, bu günün yönetenleri, ‘doğrun’ dese de çok doğuran kadın olmanın, iş bulmanın, sağlıklı gıdaya ulaşmanın, parasızlıktan aile birliğini devam ettirmenin güçlüğünden, okumanın, öğrenmenin öneminden, yoksul bir evde büyümenin ne demek olduğunu bildiğinden, kışın babasıyla balık tuttuklarından, yakacakları olmadığından ormandan kaçak odun kestiklerinden, hasta babasının evde yatarken millet malına zarar vermekten tutuklanıp hapse atıldığından, bir yıl kadar babasız yaşadıklarından, ürettiklerini satamayan tarla sahiplerinden, fiyatlar düşsün diye ürünü zamanında almayan tüccarlardan, hapisten çıkınca babasının tekrar şoförlük yaptığından, babası gibi bazen rakı içtiğinden, geçen yılbaşı içkiyi fazla kaçırdığından, fazla içkinin baş ağrısı yaptığından, karısının da kendisiyle arada sırada kadeh tokuşturduğundan, ama rakının çok pahalandığından, eskisi kadar içemediklerinden, zaten yaşının ilerlediğinden, bünyesinin iki kadeh rakıdan fazlasını kaldıramadığından, rakı içenlerin hükümete oy vermediğinden, bunu bilenlerin sürekli alkole zam yaptığından, böylece bir taşla iki kuş vurmuş gibi olduklarından, içki içen biri olarak hakkını ülkeyi soyanlara helal etmediğinden, en pahalı benzin gibi en pahalı alkolün de Türkiye de satıldığından, torpili olmayanların işe giremediğinden, herkesin hayat tercihinde özgür olup devletin hayat tarzlarına karışmasının doğru olmadığından, yönetenlerin nasıl yaşanacağına karışmak yerine işsizliğe çare bulmaları gerektiğinden, iki evladının üniversiteyi bitirdiği halde iş bulamadığından, et fiyatlarının pahalılığından, et yiyemeyen çocukların zihinsel olarak gelişemediğinden, zihni geliştiren şeylerden birinin de protein olduğundan, dünyayı et tüketimi yüksek olan ülkelerin yönettiğinden, beslenme alışkanlıklarımızı cahillik ve parasızlık yüzünden değiştiremediğimizden, ileri de bunun da mutlaka değiştirilmesi gerekeceğinden söz ettiğini dile getirdi.

    *

    Müfettişler hâlâ okulda. On beş gün oldu gitmediler. Hüseyin öğretmenle birlikte sendikalı diğer öğretmenlerin de soruşturulduğu söyleniyor.

    *

    Müfettişler çağırdı. Okula sarhoş gelen olup olmadığını sordular. Olmadığını, böyle bir olayla karşılaşmadığımı söyledim. Nasıl olur, dedikten sonra, bazı öğrencilerin alkol kokan öğretmenler olduğu yönünde ifade verdiğini dile getirdiler. Bu öğretmenlerin kim olduğunu ya da kimler olabileceğini, haklarında ne bildiğimi anlatmamı istediler. Mesela Hüseyin öğretmen nasıl biridir?.. Alkollü olarak okula gelir mi?.. Potansiyel olarak böyle bir ihtimal var mı? diye sordular. Öğrencileri tarafından sevilen çok iyi biri olduğunu, bunun dışında hakkında fazla bir şey bilmediğimi, Hüseyin Bey dahil, alkol kokan öğretmenle karşılaşmadığımı dile getirdim. Siz alkol kullanır mısınız? sorusuna, Bazen canım çeker kullanırım ama bu sizi ilgilendirmez, cevabını verdim fakat, hâlâ sinirim geçmedi. Böyle bir soru sormaya hakları yoktu.

    *

    Hüseyin öğretmene, devlet büyüklerine hakaretten otuzda bir oranında maaş kesimi cezası verildiği konuşuluyor.

    *

    Hüseyin Bey geldi. Verilen cezayı önemsemediğini ama bu cezanın herkes üzerinde psikolojik baskı anlamına geldiğini söyledi. Soruşturma sırasında öğrencilere de güvenilemeyeceğini, pek çok öğrencinin hainlik içeren sorgulama usullerini bilmediğinden, yönlendirici sorularla tuzağa çekilebildiklerinden söz edip öğrenci ifadelerinin, partizan müfettişler tarafından kolaylıkla değiştirilebildiğini anlattı.

    *

    Sendika temsilcisi Savaş öğretmen geldi. Müfettişlerin, soruşturma dışına çıkarak, kimsenin özel hayat hakkında soru soramayacağını, okul dışında, kimlerin alkol kullandığının, sarhoş olup olmadığının araştırma konusu yapılamayacağını söyledi. Benim gibi pek çok öğretmene alkolle ilgili benzer soruların sorulduğunu öğrendim. Savaş öğretmen konuyu sendikada ele aldıktan sonra basın açıklaması yapacaklarını dile getirdi.

    *

    Müdürün, sınıflardaki partili öğrencileri, sevmediği öğretmenlere doğru yönlendirdiği, bu öğrencileri kullanarak bilgi topladığı, sevmediği öğretmenleri iftirayla okuldan uzaklaştırmaya çalıştığı konuşuluyor.

    Bugün

    Tabipler Odası, korona virüse bağlı ölüm ve vaka sayılarının doğru açıklanmadığını, açıklanan rakamları en az üçle çarpmak gerektiğini söylüyor. Buna göre salgına bağlı ölenlerin toplamı 100 bini geçmiş durumda. Yetkili kişi şunları dile getirmekte: Bundan sonra hastalık katlanarak gider. İnsanlar solunum cihazlarına erişemeyecekler. Bakanlığın yatak doluluk oranı hakkında yüzde 65-70 gibi oranlar vermesi gerçeği yansıtmıyor. Çünkü bakan özel hastaneleri de katarak konuşuyor. Solunum cihazları olmayan 2. basamak, 3. basamak dediğimiz yoğun bakımları da sayıyor. Önemli olan solunum cihazı olan birinci basamak yoğun bakımlardır. Ve o yataklar da şimdi yüzde yüz dolmuş durumda. Ancak, ya biri ölecek veya iyileşecek, yoğun bakım yatağı boşalacak ki yerine yeni hasta gelsin. Bu tıpkı en kötü örneğini İtalya ve İspanya'da gördüğümüz solunum cihazı yetersizliğine bağlı ölümlerin olduğu döneme benziyor. Türkiye giderek artan vaka ve ölüm sayısıyla, yeterli solunum cihazı bulunmayan ülkeler arasına girdi. Şu anda ölüm oranı bakımından Avrupa’da birinci sıradayız…

    Altı yıl önce bugün

    Sınıf öğretmeni Resul Bey geldi. Okul ve ders kurallarına uygun davranış sergilemeyen Fuat ve ona eşlik edenler yüzünden ders yapamadığını söyledi. Resul öğretmenin 7/A sınıfıyla görüşme yapılacak.

    *

    Din dersi öğretmeni Resul Bey’in 7/A sınıfına girdim. Sınıf içi kuralların gereği, öğrenci ders başarısına etkisi hakkında bir kez daha görüşme yaptım.

    *

    Handan öğretmen geldi. Kolları uzun ceketle dolaşan Resul Bey’in sınıfını yönetemediğini, öğrencilerin bu yüzden yaramazlık yaptığını dile getirdi. Önce boyuna uygun bir ceket alıp giyse iyi olacak, dedi.

    *

    Sekizinci sınıf öğrencilerinden Belgin geldi. Öğretmeni tarafından gönderildiğini söyledi. Neden diye sordum. Okula gelirken eteğimi katlıyormuşum, nedenini öğrenmek için gönderildim, dedi.

    *

    Kız öğrencilerin etek boyları sorun olmaya devam ediyor. Müdür, etek boyunun diz üstünü geçmemesini, öğrencilerse geçmesini arzu etmekte.

    *

    Sınıflara uyguladığım otobiyografileri okumaya devam ediyorum. Yazılanlardan hareketle sekizinci sınıf öğrencisi Demet’le babasının ölümü ve suçluluk duygusu üzerine görüşme yaptım. Demet otobiyografisinde şunları dile getirmişti:

    "Unutamadığım en acı olay babamım ölümüdür. Bu ölümden en çok kendimi sorumlu tutuyorum Hocam… Bir yıldır kötü şeyler düşünüp üzülüyorum. Bir keresinde eve misafir gelmişti. Amcam Almanya'da çalışıyordu. O ve ailesi için özel yemek yapılmıştı. Yemekte köfte ile makarna vardı. Yendi, içildi. Misafirler gidince babam beni yanına çağırdı. Yüzüme bir tokat attı. Ben, göz yaşları içinde suçumun ne olduğunu düşünürken, yemekte görgüsüzlük yaptığımı, makarnadan az yediğimi, hep köftelere uzandığımı, misafirlere köfte bırakmadığımı söyledi. O gece yatakta, yorganın altında çok ağladım. Dua ettim, o kadar çok dua ettim ki, bütün kalbimle yalvardım babam ölsün diye… Dualarım kabul oldu… Yine bir sabah, gün ağarmadan madenci giysilerini giyip yola çıktı. Cehenneme kadar yolu vardı. İnşallah gidecek bir daha da dönmeyecekti. Gittiğini duymuştum, bundan sonra yüzüne hiç bakmayacak, hep ölmesi için dua edecektim. Akşam oldu, gece yarısı oldu televizyonlar maden kazasından söz etmeye başladı. Birden evlerden sokaklara insan seli aktı, herkes madene koşuyordu. Biz de annemle yola çıktık. Birden ağlamaya başladım. Annem de ağlıyordu ama benim ağlamam başkaydı… Hayatım boyunca bundan daha büyük acı yaşamadım Hocam. Nasıl anlatayım size… Bu kadar büyük pişmanlık duymadım. Benim yüzümden öldü babam. Yediğim bir tokat yüzünden dua etmiştim, babam ölse de kurtulsak diye… Annem kocasını yitirdi, kardeşlerim benim yüzümden babasız kaldılar. Allah duamı kabul etti ama dünyam başıma yıkıldı… Hâlâ bu yıkıntıların altından kalkamıyorum. Annem gibi bazı yakınlarım da doğru düşünmediğimi söylese de kalbim huzur bulmadı, bulmuyor. Hep böyle mi kalırım Hocam. İçimdeki bu sıkıntı geçer mi? Kaç kez babamı rüyamda, fırtınalı denizde boğulurken gördüm. Peşinden gittim, baba diye bağırdım ama beni duymadı. Sanki görüyor da, yüzüme bakmak, durup bir şey söylemek içinden gelmiyor, yok sayıyor beni. Ağlayan sesimi, çığlıklarımı duymuyor. Niye duysun ki… Ölümü için dua eden evladı hangi baba affeder. Kim babasının ölümünü ister ki benim gibi…

    *

    Bugün

    A’dan Z’ye bütün okullar bugün de kapalı. Bir yıl oldu eğitim yapılamıyor. Gün geldi, normalleşiyoruz deyip bazı sınıfların yüz yüze eğitime devam edeceğini söylediler. Bütün itirazlara rağmen kapalı ortamlarda sınav yaptılar. Öğrenciler toplu taşıma araçlarıyla ders ya da sınavlara gidip geldi. Kâh köy okullarını açtılar, kâh liselerin son sınıfıyla birinci sınıfları açık tuttular; kafalar

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1