Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Düğüm
Düğüm
Düğüm
Ebook109 pages1 hour

Düğüm

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Kaderin attığı her düğüm çözülmeye mecburdur. Bazen saatler içinde, bazen yıllar sonra. Düğümün içinde kaybolanlar da olur; kendi düğümünü çözüp çıkanlar da.

 

Bu, kim olduklarını bilmedikleri beş kişinin "normal" hayatlarını "normal" bir şekilde sürdürmeye çalışmalarının hikayesidir.

Yaşadıkları her saniye düğümü biraz daha sıkar.

Ta ki kaçınılmaz sona kadar.    

 

Cover image credit: Stuart Jantzen

LanguageTürkçe
PublisherCeyhun Varol
Release dateSep 12, 2020
ISBN9781393065692
Düğüm
Author

Ceyhun Varol

Born in Turkey, 1985 He offsets corporate life with desire to write

Related to Düğüm

Related ebooks

Reviews for Düğüm

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Düğüm - Ceyhun Varol

    Düğüm

    Ceyhun Varol

    Published by Ceyhun Varol, 2020.

    This is a work of fiction. Similarities to real people, places, or events are entirely coincidental.

    DÜĞÜM

    First edition. September 12, 2020.

    Copyright © 2020 Ceyhun Varol.

    ISBN: 978-1393065692

    Written by Ceyhun Varol.

    İçerik tablosu

    Title Page

    Copyright Page

    Dedication

    Düğüm

    Sign up for Ceyhun Varol's Mailing List

    About the Author

    Annem Sevin Varol için...

    1.Ali

    Bilen bilir, ODTÜ Endüstri bölümünü dereceyle, hem de bir dönem önce bitirmek herkesin harcı değildir. Ardı arkası kesilmeyen sınav ve projeleriniz, bozuk bir çift gözünüz ve sürekli sorguladığınız üç buçuk yılınız olur... 72 saat uyumayabilirsiniz. Ya da uyuyabilirsiniz. Hangisi daha içler acısıysa... Düzensiz bir hayatınız olur. Sosyallikten kastınız haftada bir kez konuştuğunuz annenizden amcalarınızın dedikodusunu almak olabilir. Veya üst üste üç gece pizza kolayla lab’da sabahlayabilirsiniz... Peki nasıl mı katlanırsınız bunca şeye? Hani o pozitiflikle polyanacılık arasındaki ince çizgi vardır ya. Ah o çizgi! İşte onu silin kafanızdan. Çünkü Ali direkt polyanaydı.

    Bir insan yaşadığı her zorluğu, yediği her kazığı, maddi manevi her kaybını iyi bir şeye yorar mı arkadaş! Ali yorardı. Üstelik hiç kendini zorlamadan, doğuştan bir yetenekmiş, ona özel bir geni varmış gibi pembe görürdü her şeyi. Bir keresinde gecenin bir vakti gasp edilip cüzdanı çalınmış, yine de adamlar cebine bakmayı unuttuğu için sevinmişti. Olaydan beş dakika sonra bir taksi çevirecek Abi, Çankaya’ya doğru gidelim taksimetre 20 lira yazınca ineceğim deyip gülerek takdim edecekti parayı taksiciye.

    Ama işte kader midir, karma mıdır bilinmez; Ali’yi şu anda bulunduğu noktaya getiren de aynen bu inatla hayata bağlanmasıydı. Üniversite biter bitmez tam burs kazanarak Cambridge’de İşletme master’ı yaptı. Orayı dereceyle bitiremedi ama (yok artık) İngilizcesini Mr and Mrs. Brown’dan ana dili seviyesine çıkardı; özgeçmişine kapı gibi Cambridge yazdı. Sonra henüz 24 yaşında birkaç arkadaşının da yardımıyla kurduğu küçük şirketini 27 yaşında 1 milyon dolara İngilizlere sattı. Bu 1 milyon doları nasıl 10 milyon dolar yapsam diye düşünmedi; dünya turuna çıktı, neredeyse hepsini harcadı. Ama nereleri gezmedi ki... Henüz küçücük çocukken nereden bulduğu bilinmez, eski püskü bir dünya haritası vardı. Harita kelimesine aldanmayın, avuç içinden biraz daha büyük, tüm Avrupa’nın 5-6 ülke, Amerika’nın 2 büyük ülkeden oluştuğu, Türkiye’nin kıpkırmızı parlayıp dünyaya hükmettiği masalsı bir kâğıt parçası. Arkadaşları sokakta top oynayıp dünyanın birkaç sokaktan ibaret olduğunu düşünedursunlar, Ali taa o yaştan kafasına koymuştu; başka yerler, yüzler görecekti... İşte o haritaya iştahla bakan gözler, yıllar sonra aynı iştahla Londra’yı, Paris’i, Bağdat’ı, Phuket’i, New York’u, Moskova’yı, Seul’u ve daha birçok yeri görecekti.

    İki yıl su gibi akıp geçti. Biraz da annesinin ricasıyla(!) memlekete döndü Ali. Zaten özlemişti de bayağıdır. Hayattaki en büyük ironi, insanın tüm servetini harcayıp yüzlerce farklı yer gördükten sonra memleket gibisi yok be noktasına gelmesiydi. Tabi bizim polyana hiç o derin konulara girmedi. Uzun uzun hasret giderdi annesi, babasıyla. Her gün farklı bir arkadaşıyla buluşup maceralarını anlatıyordu. Kimisi yediği en ilginç yemeği, tanıştığı en garip insanı soruyordu; çoğu buraya göre ne iyi ne kötü kıyaslaması yapmasını istiyordu; hemen herkes de Ee şimdi? diye soruyordu. Bilmiyordu cevabını. Aklında birkaç fikir vardı aslında ama ilginçtir ilk seferki gibi heyecanlı değildi. Sanki evrenden bir işaret, mesaj bekliyordu...

    O mesaj Türkiye’ye döndükten 2 ay sonra geldi. Canan’dı mesajın adı... Onu ilk gördüğünde beyninden vurulmuşa döndü. Sanki birisi sihirli bir değnekle dokunmuş; hayatını adayacağın, uğruna öleceğin kadın işte bu demişti... Aşkla ilgili tüm klişeleri saniyenin onda birinde yaşadı. Nerede olduğunu unuttu resmen. Keşke hatırlasaydı! Ayağı koşu bandının kenarına takıldı, ağzının üzerine düştü... Ayağa kalktı. Burnu kanıyordu ama gel bunu aklı dahil her yeri uyuşmuş Ali’ye anlat. Sanki eski bir dostunu görmüş gibi Canan’ın olayı kavramaya çalışan bakışları altında yanına gitti ve İfmizi örelemifim? diye sordu. Kanayan burnu dışında henüz farkına varamadığı şey ön dişlerinden birini yutmak üzere olduğuydu... Canan birkaç saniye cevap veremedi. Olayı kavramaya çalışıyordu. Hakkını vermek lazım. Dev bir sesle koşu bandından düşen, ağzı yüzü kan içinde olan birisi hiçbir şey olmamış gibi yanınıza geliyor ve bir şeyler geveliyordu. Bir taraftan korkuyor, bir taraftan da gülmemek için kendini zor tutuyordu. Kaderin Ali’ye kıyağı olsa gerek, ikincisi oldu. Önce sessizce, sonra da gözünden yaş gelerek gülmeye başladı Canan. Dahası Ali de katıldı ona. Onca insanın bakışları altında ve hakikaten iki eski dostmuş gibi kahkaha atıyorlardı...

    Aradan geçen koca bir yıldan sonra bile ne zaman bu anı hatırlasalar kahkahalarını bastıramayacaklardı.

    Keşke hasta bakıcılar da böyle tanısalardı Ali’yi. Belki o zaman saatler içinde mi yoksa sabaha karşı mı ölecek diye bahse girmezlerdi.

    30 yaşında, yeşil gözlü, 1.70 boyunda.

    E hasta kabul raporuyla uyuşmuyor, 29 diyor yaşına burada... Aa dur tamam 89 doğumlular kaç yaşında oluyordu şimdi? Doğru doğru 30. Vay arkadaş 89’lular 30 yaşında mı oluyor yahu! Gördün mü Rafet, yıllar nasıl geçiyor... Tamam sen bunu üçüncü kata götür Nermin bir kopyasını alsın.

    Tamamdır. Bu arada bayağı bir kalabalık var aşağıda. Zar zor sıyrıldım aralarından. Herkes durumunu soruyor.

    Sabahı görmez Rafi, kan kalmamış yüzünde çocuğun.

    Allah’tan umut kesilmez yine de ya!

    Öyle de işte ne bileyim... Neyse hadi oyalama beni yemeği bıraktım geldim. Fırla.

    Dım.

    Bu konuşmadan iki saat kadar önce son model bir cip yanaşmıştı Acil’in önüne. Süslü püslü bir kız indi şoför koltuğundan; YARDIM EDİN! diye bağırmaya başladı. Onu görenler bir an kriz geçirdiğini düşündüler ama sonra arka koltuğun kapısı açıldı, bir kişi daha çıktı. O da başladı bağırmaya SEDYE! HEMEN!. Bahçeye sigaraya çıkan birkaç hasta bakıcı yardıma koştular. Arka koltukta boylu boyunca uzanmış, her yeri kan içinde genç bir çocuk vardı. Arabayı kullanan kız Çok kan kaybetti, bıçaklamışlar sanırım. diyordu. Bu sırada sedye geldi. Herhangi bir yerine daha fazla zarar vermemeye çalışarak sedyeye taşıdılar. Çocuk belli belirsiz bir şeyler mırıldanmaya başladı. Bir taraftan sanki tebessüm ediyordu. Bir ara gözünü bile açtı. Ama gel gör ki göz kapakları davul gibi şişmişti, açık tutamadı çok fazla... Apar topar içeri götürdüler. En yakındaki odaya taşındı. İki dakika geçmeden iki hemşire ve bir doktor odaya girdi.

    İşi olmayan herkes çıksın lütfen! Gülnur, gömleği keselim. Bacakta bir şey yok gibi görünüyor, kan sıçramış... Nermin, 3. kattaki ameliyathaneyi hazırlasınlar... Beyefendi çıkar mısınız?

    Arabanın arka koltuğundan inen genç adam boş gözlerle kanlar içindeki adama bakıyordu. Sanki bir şeyler söylemek istiyor ama bir türlü dudakları kıpırdayamıyordu. Bu sefer aynı boş gözlerle doktora baktı. Kendisine hitap ettiğini anlaması biraz zaman aldı. Odadan çıkmak istedi, ayaklarına söz geçiremedi. Derken arabayı kullanan kız usulca koluna girdi ve Gel hadi, dışarıda bekleyelim. dedi. Ancak bu ses kendine getirebilirdi onu. Sedyede yatan çocuğa son bir bakış attı ve kızın elini tutup dışarı çıktılar.

    Ne oldu içerde Allah aşkına? Dondun kaldın bir an.

    ...

    Heeey kime diyorum?

    Haa! Özür dilerim canım ya! Bilmiyorum... Bir an için garip bir hüzün çöktü valla. Sanki çocuğu bir yerden tanıyormuşum gibi ama... Acaba bir yerlerde mi karşılaştık daha önce? Nereden almıştın çocuğu?

    "Dedim ya Bahçelievler taraflarında seni almaya gelirken... Tam yerini hatırlamıyorum. Trafikten kaçmak için yan yola sapmıştım. Bir taraftan da navigasyona bakıyorum işte. Derken çıkmaz sokağa girmişim. Tam geri döneyim derken, ileride yerde yatan

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1