Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Anton Çehov Öyküler
Anton Çehov Öyküler
Anton Çehov Öyküler
Ebook157 pages1 hour

Anton Çehov Öyküler

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Perde, Başkalarının Derdi,Besleme,Bir Hasta, Gusev, Önemli Bir Olay,Prenses,Yeni Yazlık, Aşçı Kız Evleniyor, Bayramda, Nişanlı Kız isimli öykülerden oluşan bir seçki.
LanguageTürkçe
Release dateDec 6, 2023
ISBN9786256843516
Anton Çehov Öyküler

Read more from Anton çehov

Related to Anton Çehov Öyküler

Related ebooks

Reviews for Anton Çehov Öyküler

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Anton Çehov Öyküler - Anton Çehov

    Anton Çehov'dan Öyküler

    DOĞAN KİTAP TARAFINDAN YAYIMLANAN DİĞER KİTAPLARI:

    https://www.dogankitap.com.tr/yazar/anton-pavlovic-cehov

    Anton Çehov'dan

    Öyküler

    Anton Çehov

    Rusça aslından çeviren: Ergin Altay

    Yayına hazırlayan: Serra Tüzün

    Türkçe yayın hakları: © Doğan Yayınları Yayıncılık ve Yapımcılık Ticaret A.Ş.

    Dijital yayın tarihi: /Eylül 2023 / ISBN 978-625-6843-51-6

    Sayfa uygulama: Taylan Polat

    Kapak tasarımı: Cüneyt Çomoğlu

    Doğan Yayınları Yayıncılık ve Yapımcılık Ticaret A.Ş.

    19 Mayıs Cad. Golden Plaza No. 3, Kat 10, 34360 Şişli – İSTANBUL

    Tel. (212) 373 77 00 / Faks (212) 355 83 16

    www.dogankitap.com.tr / editor@dogankitap.com.tr / satis@dogankitap.com.tr

    Anton Çehov'dan Öyküler

    Anton Çehov

    Çeviren:

    Ergin Altay

    Başkalarının Derdi

    Kovalev hukuk fakültesini yeni bitirmiş, bitirir bitirmez de evlenmişti. Genç karısıyla birlikte kupa arabalarına binmişler, bir köye gidiyorlardı. Daha sabahın altısı bile olmamıştı. Şimdiye kadar hiç bu kadar erken kalkmamışlardı. Durgun yaz sabahı çok güzeldi. Ancak masallarda olabilecek bir güzellikti çevrelerindeki.

    Her yer yemyeşildi. Elmas çiy taneleri pırıl pırıl parlıyordu otların, yaprakların üzerinde. Güneşin ışınları ormanın koyuluğunda uzanıyor, ayna gibi parlayan nehrin yüzeyinde yansıyordu. Masmavi, berrak havada olağanüstü bir tazelik vardı. Doğa sanki banyodan yeni çıkmış, daha sağlıklı, daha taze olmuştu.

    Karı koca Kovalevler daha sonra o sabahı hatırladıklarında her zaman, şöyle söyleyeceklerdi: O sabah balayımızın da, hayatımızın da en mutlu sabahıydı.

    Hiç susmadan gevezelik ediyor, şarkılar söylüyor, nedensiz yere kahkahalarla gülüyorlardı. Sonunda çocukça davranışlarını öylesine ileri götürmüşlerdi ki, arabacıdan bile utanır olmuşlardı.

    Yalnızca şimdi değil, yaşamlarının sonuna kadar mutlu olacaklarından kuşkuları yoktu. Mutluluk gülümsüyordu onlara. Şimdi, evlenmeye karar verdikleri günden beri hayalini kurdukları çiftliği, küçücük, şirin çiftliklerini görmeye gidiyorlardı.

    Gelecek için ikisi de çok güzel şeyler düşünüyorlardı. Koca Kovalev toprakla uğraşacaktı. Bilimsel çalışmalar yapacaktı. Emeğinin karşılığını alacaktı. Kitaplarda okuduğu, tanıdıklarının anlattıklarından öğrendiği bütün bu mutluluklar göz kırpıyordu ona şimdi.

    Karısı Bayan Kovaleva’nın ise mutluluktan başı dönüyordu. Onları bekleyen mutlu, romantik günleri düşündükçe içi içine sığmıyordu. İki yanı ağaçlı, gölgeli park yollarında kol kola dolaşacaklar, birlikte balık avlayacaklar, gecelerin çiçek kokusu dolu havasını ciğerlerine çekeceklerdi...

    Sohbet ederken, kahkahalarla gülerken sekiz on kilometre yolun nasıl bittiğini anlayamamışlardı. Yedinci dereceden devlet memuru Mihaylov’un çiftliği derenin dik yamacında, geniş bir kayın ormanının içindeydi. Bu çiftliği görmeye gelmişlerdi.

    Uzaktan koyu yeşilliğin arasında çiftlik binasının kırmızı çatısını görmüşlerdi. Dere boyunca taze fidanlar dikilmişti.

    Araba derenin geçit verdiği yerden karşı kıyıya geçerken Kovalev şöyle dedi:

    – Anladığım kadarıyla manzara fena değil... Ev yamaçta. Yamacın dibinde de dere... Bundan iyisi can sağlığı! Ama merdiven güzel değil, Veracığım... Kaba görünümüyle bütün güzelliği bozuyor... Burayı alırsak ilk işimiz bu merdivenin yerine güzel bir demir merdiven yaptırmak olsun...

    Manzara Vera’nın da hoşuna gitmişti. Kahkahalar atarak, şakadan bedenini sağa sola eğerek merdivenden yukarı çıkmaya başladı.

    Kocası da onu izliyordu. Soluk soluğa koruluğa vardılar. Eve geldiklerinde karşılarına ilk çıkan uykulu yüzüyle, saçı başı birbirine karışmış iriyarı bir köylü oldu.

    Kapının eşiğine oturmuş, bir çift çocuk çizmesinin çamurlarını temizliyordu.

    Kovalev,

    – Bay Mihaylov evde mi? diye sordu. Koş, çiftliği görmeye geldiğimizi haber ver kendisine.

    Köylü şaşkın şaşkın baktı gelenlerin yüzüne. Kalkıp ağır adımlarla yürüdü. Eve gireceğine, biraz ötedeki mutfağa gitmişti. Mutfağın penceresinden birbirinden uykulu, şaşkın birkaç yüz uzandı.

    Bir ses duyuldu:

    – Çiftliği alacak olanlar gelmiş. Tanrım, sen yardımcı ol bize... Mihaylovo çiftliğini satıyorlar... Alacak olanlar ne kadar da genç insanlar...

    Yapıların arkasında bir köpek havladı.

    Kuyruğuna basıldığında kedinin çıkardığı sese benzer bir ses duyuldu. Avludaki huzursuzluk çok geçmeden bahçede sakin sakin dolaşan tavuklara, kazlara, hindilere geçti.

    Uşağa benzeyen kısa boylu biri mutfaktan çıktı, Kovalevlere şöyle bir baktıktan sonra, ceketini yolda giymeye çalışarak eve doğru koştu... Neden oldukları bu telaş karı koca Kovalevlere komik gelmişti. Gülmemek için zor tutuyorlardı kendilerini.

    Kovalev karısının yüzüne bakarak,

    – Ne tuhaf insanlar! dedi. Merih’ten gelmişiz gibi bakıyorlar bize.

    Bir süre sonra ufak tefek, sakalsız, saçı başı karmakarışık yaşlıca biri çıktı evden. İşlemeli yırtık terliklerini sürüyerek Kovalevlerin yanına geldi. Dalgın bakışını soğuk soğuk gülümseyerek dikti davetsiz konukların yüzüne.

    Kovalev şapkasını çıkarıp şöyle dedi:

    – Yanılmıyorsam, Bay Mihaylov olacaksınız? Saygılar sunarım... Ziraat Bankası’nın duyurusunu okuduk da... Çiftliğiniz satılıkmış... Bir görelim dedik... Belki alırız... Zahmet olmazsa, karımla bana çiftliğinizi dolaştırabilir misiniz?..

    Mihaylov bu kez soğuk soğuk gülümsedi. Yüzü kızardı. Gözlerini kırpıştırdı. Şaşkınlıktan başını kaşıyarak, zaten karışık saçlarını daha da karıştırdı. Sakalsız yüzünde sıkılgan bir ifade vardı. Öyle ki, Kovalev ile Vera bakıştılar, tutamadılar kendilerini, hafiften gülümsediler.

    Mihaylov,

    – Pekâlâ, dedi. Emrinizdeyim... Uzaktan mı geliyorsunuz?

    – Kunkovo’dan... Orada yazlıktayız.

    – Yazlıkta mı?.. Hayret!.. Affedersiniz, yataktan yeni kalktık da... Her yer karmakarışık... Bağışlayın...

    Soğuk soğuk gülümseyerek ellerini ovuşturdu Mihaylov. Konukları evin arkasına götürdü.

    Kovalev gözlüklerini takıp, antik yapıtları inceleyen meraklı bir turist tavrıyla çevresine göz gezdirmeye başladı. Önce büyük, taş binayı incelemeye koyuldu. Evin armalı, aslanlı, ağır mimari bir yapısı vardı. Sıvası yer yer dökülmüştü. Çatısının uzun zamandır boyanmamış, camlarının temizlenmemiş olduğu belliydi. Merdiven basamaklarının arasında otlar büyümüştü. Ev her şeyiyle çok eskiydi. Ama Kovalev gene de hoşlanmıştı evden.

    Bu evin her zaman çocuk kalan güleç yüzlü bir teyze gibi duygulu, alçakgönüllü, cana yakın bir görünümü vardı. Giriş kapısının önündeki havuzda iki ördek ile oyuncak bir kayık yüzüyordu. Evin çevresini aynı boyda, aynı kalınlıkta kayın ağaçları kuşatmıştı.

    Kovalev güneşten gözlerini kısarak,

    – Ooo! dedi. Havuz da var. Bu güzel işte. Alabalık var mı havuzunuzda?

    – Var efendim... Bir zamanlar havuz sazanı bile vardı. İçini temizlemeyi bırakınca hepsi öldü...

    Kovalev, bir öğretmen tavrıyla,

    – Yazık! dedi. Havuzu elden geldiğince sık temizlemek gerekir. Üstelik, içinden çıkan pislik ve yosun da ekinler için çok yararlı bir gübredir. Veracığım, burayı alırsak havuzun ortasına ayaklar üzerine oturan bir kameriye ve kameriyeyi kıyıya bağlayan bir köprü yaptırırız. Böyle bir kameriye ile köprüyü Prens Afrontov’un köşkünde görmüştüm.

    Vera tatlı tatlı bir soluk aldı.

    – Sabahları böyle bir kameriyede çay içmek ne hoş olur...

    – Haklısın... Tepesi sivri şu kule neyin nesidir acaba?

    Mihaylov,

    – Konuk odaları... dedi.

    – Ha çöktü ha çökecek... Orayı da yıktırmamız gerekecek.

    Ansızın bir kadın çığlığı duyuldu. Karı koca Kovalevler sesin geldiği yana baktılar. Tam o anda pencerelerden birinde ağlamaktan şişmiş iri bir çift göz görmüşlerdi. Arkasından hemen kapanmıştı pencerenin kepengi. Biri ağladığı için utanmış olacaktı... Mihaylov, zaten buruşuk yüzünü soğuk gülümsemesiyle daha da buruşturarak,

    – Bahçeyle öteki yapıları da görmek ister misiniz? diye sordu. Gidelim... Asıl önemli olan onlardır çünkü...

    Ahırlarla ambarları görmek için yürüdüler. Hukukçu Kovalev her ambarı, her ahırı tek tek gezip inceledi.

    Bu işlere yabancı olmadığı belliydi. Çiftliğin arazisinin kaç dönüm olduğunu, ahırlardaki hayvanların sayısını sordu. Ormanlarda ağaçların kesilmesini yasaklamadığı için Çarın hiç iyi etmediğini söyledi.

    Bunca gübreyi kullanmadığı için Mihaylov’a sitem etti... Bütün bunları söylerken arada dönüp dönüp Veracığına bakıyordu. Vera da tutku dolu bakışlarını ayırmıyordu kocasının yüzünden. İçinden şöyle geçiriyordu Vera: Çok zekisin be sevgilim!

    Ahırları dolaşırlarken biraz önceki hıçkırığı gene duydular.

    Vera,

    – Bir dakika, dedi, kim ağlıyor orada?

    Mihaylov Boş ver! der gibi kolunu salladı. Başını öte yana çevirdi.

    Hıçkırıklar giderek çoğalıyordu. Vera mırıldandı kendi kendine:

    – Çok tuhaf! Sanki birini acımadan dövüyorlar ya da kesiyorlar.

    Mihaylov karşılık verdi:

    – Karım... Allah yardımcısı olsun!

    – Neden ağlıyor karınız?

    – Zayıf yaradılışlı bir kadındır. Doğup büyüdüğü yuvasının satılmak üzere olduğunu görmeye dayanamıyor.

    Vera sordu:

    – Karınız satılmasını istemiyorsa neden satıyorsunuz çiftliğinizi?

    Mihaylov,

    – Ben satmıyorum ki efendim, dedi. Banka satıyor...

    – Engel olun bankaya, sattırmayın.

    Mihaylov şaşırmış gibi baktı Vera’nın yüzüne, omuz silkti. Şöyle cevap verdi:

    – Bankadan aldığımız kredinin faizini ödeyemiyoruz. İki bin ruble borcumuz var bankaya, kolay değil! Nereden bulursunuz bunca parayı? İster istemez çiftliğimizi satmalarına ses çıkarmıyoruz. Kadınlara gelince, böyle şeylere dayanamıyorlar. Yuvasını, çocuklarını, beni bu durumda görünce üzülüyor... Ayrıca, hizmetçilerden, uşaklardan da utanıyor... Havuzun başında konuşurken şurayı yıktırmak, buraya şöyle bir şey yaptırmak gerektiğini söylüyordunuz. Dedikleriniz hançer gibi saplanmıştır yüreğine...

    Dönüşte evin yanından geçerlerken Vera pencerede saçları dibinden kazınmış bir lise öğrencisi ile iki kız çocuğu gördü. Mihaylov’un çocuklarıydı bunlar. Çiftliği almak için gelen konuklara bakarken ne düşünüyorlardı acaba? Vera anlıyordu akıllarından geçeni...

    Kente dönmek üzere arabaya bindiklerinde taptaze sabahın güzelliği de, şirin çiftlik hayalleri de Vera için tüm çekiciliğini yitirmişti. Kocasına dönüp şöyle dedi:

    – Çok acı bir durum! İki bin rubleyi verip onları kurtarsak bence daha iyi etmiş oluruz. Satılmaz zavallıların çiftliği... Yuvalarından olmazlar...

    Kovalev gülümsedi:

    – Çok akıllı bir insansın be karıcığım! Acımasına ben de acıyorum onlara, ama suç onlarda. Çiftliklerini ipotek ettirip kredi almalarını kim söyledi onlara?.. Neden hiç ilgilenmemişler topraklarıyla? Acımayacaksın öylelerine! Çiftliğin toprağını akıllıca işleselerdi, bilimsel tarım yapsalardı... Hayvancılığın, şunun bunun hakkını verselerdi borçsuz harçsız, kredi almadan pekâlâ yaşayıp giderlerdi... Allah’ın tembelleri, yemiş içmiş, yan gelip yatmışlar... Kesin, sarhoşun, kumarbazın tekidir... Suratını görmedin mi? Karısının da giyimine kuşamına, süsüne püsüne düşkün şıllığın teki olduğuna kalıbımı basarım. Bilirim ben böylelerini!

    Vera,

    – Nereden bilirmişsin bakalım? diye sordu.

    – Bilirim işte! dedi Kovalev. Kredinin faizini

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1