Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Göl Hikayeleri: Gahbe Gençlik
Göl Hikayeleri: Gahbe Gençlik
Göl Hikayeleri: Gahbe Gençlik
Ebook181 pages3 hours

Göl Hikayeleri: Gahbe Gençlik

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Bu öyküler okuru yüz yıl öncesine taşıyarak toplumun hangi evrilmelerden geçtiğine ışık tutuyor.


Aynı zamanda 1953’de başlayıp 68’lerde sonuçlanan ağaların doymak bilmeyen toprak hırsı yüzünden yöredeki Elmalı Avlan, Söğüt ve Gölhisar Göllerinin kurutulup toprağının paylaşılmasındaki eşitsizlikler ve bu durum karşısında yöre insanının duruşu tüm yönleriyle ele alınırken, güncelliğini yitirmeyen çevre yıkımlarını gözler önüne serer.


Ayrıca uğruna türküler yakılan, ölümüne yaşanan aşk öyküleri, yüz yıldır susmayan türkülerin öyküsü Gahbe Gençlik anlatılır. Bu yönüyle halk öykücülüğüne yakın yalın bir dil kullanılmış.


Coğrafya insanları şekillendirirken, insanlar da üzerinde yaşadığı coğrafyaya anlam kazandırır. Toplumlar diliyle, yaşadıklarıyla coğrafyalarında önemli izler bırakır. Bu yönüyle istedim ki yazdıklarım coğrafyanın bir belleği olsun. Bu öyküler okuru yüz yıl öncesine taşıyarak toplumun hangi evrilmelerden geçtiğine ışık tutuyor.


Aynı zamanda 1953’de başlayıp 68’lerde sonuçlanan ağaların doymak bilmeyen toprak hırsı yüzünden yöredeki Elmalı Avdan, Söğüt ve Gölhisar Göllerinin kurutulup toprağının paylaşılmasındaki eşitsizlikler ve bu durum karşısında yöre insanının duruşu tüm yönleriyle ele alınırken, güncelliğini yitirmeyen çevre yıkımlarını gözler önüne sermeye çalıştım.


Ayrıca uğruna türküler yakılan, ölümüne yaşanan aşk öyküleri ve yüz yıldır susmayan türkülerin öykülerini yazdım. Bu yönüyle halk öykücülüğüne yakın yalın bir dille anlatmaya çalıştım. “Göl Hikayeleri / Gahbe Gençlik” size geçmişin izlerinde sessiz, sakin ama derin, bir gezinti yaptıracağını düşünüyorum.


                                                                        



HALİL ERDEM


1961 Dirmil-Burdur doğumlu. Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Sınıf Öğretmenliğini bitirdi. Türkçe Bölümünde lisans tamamladı.


Kar Aydınlığı         (Roman)       Fam Yayınları 2014


Dirmil Ömürcüsü (Roman)       Fam Yayınları2006- 2014


Goca Meryem      (Roman)       Fam Yayınları 2014


Tokatçı                     (Çocuk Romanı) Kendi Yayını 2013


Teke Yöresi Halk İnançları (Araştırma - inceleme) Kendi Yayını 2008


Karacaoğlan Geleneğinde Dirmil Güzellemeleri ve Öyküler (Araştırma inceleme) 2011 Alter Yay.


Gece Mavisinde Aşk     (Şiir)       Kendi Yayını 1998


Ve Alışıldı Ölüme           (Şiir )      Temmuz Yayınları 1990


Kardan Adam        (Çocuk şiirleri) Kendi Yayını 1998


Işık Avcıları            (Çocuk şiirleri) Kendi Yayını) 2013


Çöpten Öğrendiğim Hayat   Çocuk Kitabı              2015


Göl Hikayeleri           (Öykü)                                     2015


 


Şiir ve yazılarını Bahçe, Mavi Umut, Bahar, Çalı, Öğretmen Dünyası, Dirmil, Noktam, Bezuvar, süje, Kar dergilerinde yayınladı. Beykonak Eğitim ve Kültür Vakfı Yirce Şiir Yarışmasında. Ne-Var Yok şiiriyle Birincilik aldı.(2004) Resim çalışmalarını da yürüten Halil ERDEM 3 kişisel, 25 karma resim sergi etkinliğinde bulundu.

LanguageTürkçe
Release dateDec 1, 2015
ISBN9786059285506
Göl Hikayeleri: Gahbe Gençlik

Read more from Halil Erdem

Related to Göl Hikayeleri

Related ebooks

Reviews for Göl Hikayeleri

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Göl Hikayeleri - Halil Erdem

    HALİL ERDEM

    1961 Dirmil-Burdur doğumlu. Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Sınıf Öğretmenliğini bitirdi. Türkçe Bölümünde lisans tamamladı.

    Kar Aydınlığı              (Roman) Fam Yayınları 2014

    Dirmil Ömürcüsü              (Roman) Fam Yayınları2006- 2014

    Goca Meryem              (Roman) Fam Yayınları 2014

    Tokatçı              (Çocuk Romanı) Kendi Yayını 2013

    Teke Yöresi Halk İnançları (Araştırma - inceleme) Kendi Yayını 2008

    Karacaoğlan Geleneğinde Dirmil Güzellemeleri ve Öyküler (Araştırma inceleme) 2011 Alter Yay.

    Gece Mavisinde Aşk              (Şiir) Kendi Yayını 1998

    Ve Alışıldı Ölüme              (Şiir ) Temmuz Yayınları 1990

    Kardan Adam              (Çocuk şiirleri) Kendi Yayını 1998

    Işık Avcıları              (Çocuk şiirleri) Kendi Yayını) 2013

    Çöpten Öğrendiğim Hayat Çocuk Kitabı 2015

    Göl Hikayeleri (Öykü) 2015

    Şiir ve yazılarını Bahçe, Mavi Umut, Bahar, Çalı, Öğretmen Dünyası, Dirmil, Noktam, Bezuvar, süje, Kar dergilerinde yayınladı. Beykonak Eğitim ve Kültür Vakfı Yirce Şiir Yarışmasında. Ne-Var Yok şiiriyle Birincilik aldı.(2004) Resim çalışmalarını da yürüten Halil ERDEM 3 kişisel, 25 karma resim sergi etkinliğinde bulundu.

    ÖNSÖZ

    Coğrafya insanları şekillendirirken, insanlar da üzerinde yaşadığı coğrafyaya anlam kazandırır. Toplumlar diliyle, yaşadıklarıyla coğrafyalarında önemli izler bırakır. Bu yönüyle istedim ki yazdıklarım coğrafyanın bir belleği olsun. Bu öyküler okuru yüz yıl öncesine taşıyarak toplumun hangi evrilmelerden geçtiğine ışık tutuyor.

    Aynı zamanda 1953’de başlayıp 68’lerde sonuçlanan ağaların doymak bilmeyen toprak hırsı yüzünden yöredeki Elmalı Avdan, Söğüt ve Gölhisar Göllerinin kurutulup toprağının paylaşılmasındaki eşitsizlikler ve bu durum karşısında yöre insanının duruşu tüm yönleriyle ele alınırken, güncelliğini yitirmeyen çevre yıkımlarını gözler önüne sermeye çalıştım.

    Ayrıca uğruna türküler yakılan, ölümüne yaşanan aşk öyküleri ve yüz yıldır susmayan türkülerin öykülerini yazdım. Bu yönüyle halk öykücülüğüne yakın yalın bir dille anlatmaya çalıştım. Göl Hikayeleri / Gahbe Gençlik size geçmişin izlerinde sessiz, sakin ama derin, bir gezinti yaptıracağını düşünüyorum.

    Halil ERDEM


    GÖL HİKAYELERİ /

    GAHBE GENÇLİK

    HALİL ERDEM


    GAHBE GENÇLİK

    Kahpe de gençlik geldi de geçti yel gibi

    Tadı da damağımda kaldı eller bal gibi

    Mehmet Emin

    Göl kıyısında kişneyen atlar, anıran eşekler, böğüren öküzler, meleyen koyunlar, kuzular güneşli bir baharda yaşam bereketiyle göz kamaştırıyordu. Eteklerini çemremiş kadınlar sazları biçiyorlardı. Sazların hışırtısında yüzlerce kuş çığlık çığlığa havada savrulup gökyüzünde kanat ışıltısıyla insanın içinde bir top sevinç bırakıyordu. Göl kıyısında onlarca köylü olta atıyor, ağ gerip umut çekiyordu.

    Yayla havasıyla, göl havasının birleştiği bu bereketli topraklarda onlarca köy ve bu köylerde kök salmış aileler vardı. Gölün doğusunda dağlara sırtını yaslamış Hisarardı köyü bu köylerden biriydi. Bu köyün gençlerinden 1895 doğumlu Mehmet Emin, on dokuzuna çoktan basmış yağız bir delikanlıydı. Gözlerinin karasından gayri kara bir yeri yoktu. Eli yüzü paktı. Düz kumral saçlarını yana taramasını severdi. Birkaç yıl önce kasabada babasıyla bir berbere girdiklerinde ilk kez aynayı görmüş, gözlerini kendine bakmaktan alamamıştı. Daha bu yıl babası ahşap pencere kapaklarının yerine şehirden at sırtında getirdiği camlardan bir pencere yapmış, Mehmet Emin bu camlı pencereyi ayna gibi kullanmaya başlamıştı. Köyün ilk camlı penceresi olduğundan herkes gelir geçerken başını o güneş gibi parlayan camlı pencereye çevirirdi.

    Mehmet Emin, sabahleyin erkenden gözlerini yumuştur-madan uyandı. Ocakta kararmış isli tencerenin başına oturup sıcak tarhana çorbasını içti. Kalkıp annesinin hazırladığı katık torbasını aldı. Ağıla inip ne kadar hayvan varsa önüne koyup göl kıyısına doğru yola çıktı. Anası da ardından hayvanların geceden yaptığı dışkıları çalı süpürgesiyle süpürmeye koyuldu. Mehmet Emin göl kıyısına vardığında sığırlar baharın çiğli çimenlerini damaklarıyla biçmeye başlayınca keyfe geldi. Köyden gelen hayvan sürüsünün ardında Güldalı’nın üzerindeki rengi aradı, seçemedi. O vişneçürüğü renkli, puantiyeli fistanı ilk kez şeker bayramında giymiş, bir daha çıkarmamıştı. Soluk bir hal alsa da başka giyeceği olmadığından genellikle bu fistanını giyiyordu. Bu renk Mehmet Emin’in aklında oturup kalmıştı.

    Güldalı bu kadar erken sığırların peşinden gelmez, diye düşündü. Torbasına koyduğu orağı çıkarıp göl kıyısındaki sazlığa yöneldi. En iyi büyümüş, düzgün, hışırtısı bol bir sazlığın alanını önce gözüyle seçti, sonra biçmeye başladı. Biçtiği sazları kuruması için deste deste olduğu yere bıraktı. Sazlardan anası hasır dokuyor, divan yastıkları yapıyor, babası da pazarlara götürüp satıyordu.

    Yokluk zamanlarında bu sazları tokmakla iyice dövüp üstlerine başlarına giysi bile yaparlarmış. Koruyacağından değil, bedenlerine bir gerelti, bir örtü olsun diye giyerlermiş.

    Göl kenarı çoktan hayvan pazarına dönmüştü. Sığırlar, koyunlar, atlar, eşekler hepsi de geceden boşalan midelerini şişirmek için taze çimenleri keyifle yiyorlardı. Hatta iki genç boğa, dişilere sahip olmak için alan mücadelesine girişti. Ön ayaklarıyla her ikisi de eşinmeye başladı. Aha boynuz boynuza kavga başladı. Burun deliklerinden hışımla soluyan boğalar bir ileri, bir geri bir türlü yenişemiyorlardı. Sonunda genç olan pes etti. Çayır çimen bu kavganın bitmesiyle sakin bir güne başladı.

    Sabahleyin göl üzerinde oluşan buğu, güneş ışıklarıyla birlikte yavaş yavaş kalktı. Mehmet Emin, sazlıktan çıkıp Güldalı’nın yolunu gözlemeye başladı. Güldalı kumral teni, ince uzun dal gibi boyu, yeni kıvrılmış dudakları ve çekici güzelliği ile göze batan genç bir kızdı. Mehmet Emin ile iki yıldır sevgiliydiler. Bu yıl söz kestiler. Gelinlik bir kız da olsa hala sığır peşinden gidiyor, göl kıyısında sözlüsü Mehmet Emin’le gün boyu zaman geçiriyordu. O yüzden Mehmet Emin, Güldalı’nın yoluna bakıp duruyordu. Sevdiceği göründü. Yüreğine her zaman olduğu gibi ılık bir kan aktı. Yeni bir Nazilli dokuması alarak o solmuş elbisesinden sözlüsünü kurtaracaktı. Babasıyla yarından sonra Horzum’a pazara gidip hem hasır satacaklar, hem Güldalı’ya kumaş alacaktı. Ama bunu söylemeyecek sürpriz yapıp sevincini yüzünde görecekti.

    Güldalı hayvanlarını sürüp geldi. Kıyıda çoktan çürümeye bırakılmış bir kayığın üstünde oturan Mehmet Emin’in yanına varıp kayığa dayandı:

    -Hayırlı sabahlar, dedi yüzünde bahar ışıltısı bir gülümsemeyle.

    -Hayırlı sabahlar Gül, dedi gözlerine bakarak Mehmet Emin. Hep gözlerine bakardı önce. Çünkü Güldalı’yı orda okur, ona göre söze girerdi. Evet, bu gün altında oturdukları gök kubbe kadar geniş bir yüreği, altında oturdukları güneş kadar aydınlık bir ışıltısı vardı. İkisinin de mutlulukları konuşmalarından, gözlerindeki ışıltıdan belli oluyordu.

    -Saçlarını ne güzel taramışsın öyle Mehmet Emin.

    -Seni geliyor diye gölden ıslatıp tarayıverdim kemik tarakla, güzel olmuş mu?

    -Olmamı ülen!

    -Tarağın da güzelmiş.

    -Al senin olsun, bizde bir iki tarak daha olacaktı.

    -Olur mu Mehmet Emin?

    -Olur, neye olmasın.

    Konuyu değiştirip anasıyla babasının kararını söylemek için kızın ta gözlerinin içine varıp orda durdu.

    -Ne? Bir şey söyleyecek gibisin?

    -Valla söyleyeceğim, hem de güzel bir şey.

    -Ne duruyorsun o zaman vay?

    -Anam babam dün karar verdiler bizim düğünü yapmaya.

    -Deme ülen!

    -Dedim bile! Ben askere gitmeden harmanların kalkmasıyla birlikte yaz, güz bereketiyle yapalım dediler.

    -Çok güzelmiş be bu haber, deyip her ikisi birden fingirdeştiler. Sonra da gören oldu mu acaba diye sağa sola bakındılar. Uzakta hayvanlarının başında kendi halinde oynayan birkaç çocuktan başka kimseyi göremediler.

    -Ama sizinkilere söyleme, onlar kendileri aralarında konuşurlar nasılsa.

    -Tamam, öyle olsun.

    -Ben yarın sabah erkenden balığa çıkacağım. Balık gelirse hasırların yanında onu da satarım.

    -Pazar keyfi süreceğim desene?

    -Düğün kararlaştırılsın hele bir, seninle de gideriz pazara.

    -Gider miyiz gerçekten?

    -Gideriz, niye gitmeyelim Gül?

    -Valla bilmem ki anam babam gönderir mi?

    -İş iyice ciddiye binsin hele bir, o zaman eğer seni seviyorlarsa, senin mutlu olmanı istiyorlarsa bırakırlar.

    -Bilmem ki Mehmet?

    -Bilmeyecek ne var bunda?

    -Şimdi bunlar evlenirken anaları babaları uzak köylerden onlar adına beğenip getirirler, al bu sana karı olacak derlemiş. Beğenecek mi, beğenmeyecek mi soran yok tabi. O bakımdan bu senin dediklerini bize şimdi çok görebilirler.

    -Belli mi olur, bakarsın gönderiverirler. O zaman biz de kamışlıkta buluşmaktan kurtuluveririz. Aslında insanlardan utanıyorum bazen biliyor musun Mehmet Emin.

    -Sazlıkta buluşmayalım da hasretlikten mi ölelim?

    -O da doğru ya.

    Ertesi sabah sabahleyin kuşla kurtla uyanan Mehmet Emin, akşamdan söküklerini onardığı serpme ağını sırtına alıp yola çıktı. Göl köye bir adımlık yerdeydi zaten, yolculuğu çok sürmedi. Eski teknesine atlayıp hemen kürek çekti. Uylupınar’daki kayalıkların önüne vardı. -Bismillah deyip oltayı attı, ipini kayığa bağladı. Tek oltaya güven olmazdı. Serpmesini şemsiye gibi havada açarak fırlattı. Attığı serpmeyi güç bela çekti. Ağda sabahın ilk siftahı iki yüz dirhemlik üç yayın çıktı. Onları ağdan usulca çıkardı. Tekrar serpmeyi attı. Bu kez irice bir yayın balığı daha geldi. Sonrasındaki atışlarından hiçbir şey çıkmadı. Yoruldu soluklanmak için kayığına uzandı. Bu balıktan ne olacak bir öğünlük bir şey, diye düşünürken gözlerini kapatıp kollarını bağladığı anda oltanın vurduğunu duydu. Gözlerini açıp oltada hareket var mı diye baktı, yoktu. Demek ki vurup geçmişti. Tekrar gözlerini kapattı. Aynı balık tekrar vurdu. Bu kez doğrulup pür dikkat oltadan gelecek hareketi izlemeye başladı. Olta yaklaştıkça sarsıntı arttı, elindeki misinayı çekmekte zorlanıyordu, elini bir bıçak gibi kesebilirdi. Misinayı kıl abanın koluna doladı, çekti. Yüzeye yaklaşan oltanın ucundaki balık çırpınışını hızlandırdı. Bir süre hareketsiz kaldı. Mehmet Emin balığın oltadan kurtulduğunu sandı. Ama öyle olmadığını balığın ikinci çırpınışında gördü: –Ülen uğraştırma gayri gel, bak sana yem vereceğim ülen gel hadi gayri, uğraştırıp durma beni, diyordu. Misinasına güvense çekip alacaktı ama kopuvermesinden korkuyordu. Misinanın zaten birkaç eklemesi vardı. Yavaşça çekecekti ki balık bir hamleyle kayığın altından geçti. Gide gide balık serpme ağlara takılmasın mı? Mehmet Emin:

    -Bu kez hiç şansın kalmadı, gel bakalım şöyle derya kuzusu gel, deyip ağları çekti. Sen, de on beş, ben diyeyim yirmi okkalık bir balık. De babam de! Bu Güldalı’nın şansı her hal arkadaş, bu pazar ona elbiselik kumaş alma sözü verdiydim ya kendi kendime, işte bu onun şansına arkadaş, valla onun şansına. Bunu ona söyleyeceğim, göl de bizi düşünüp duru, diyeceğim. Göl düşünüyorsa, bizim işler pek güzel olacak demektir, diyeceğim. Gel bakalım derya kuzusu, deyip bu yaşına kadar gördüğü en büyük balığı kayığın içine uzattı. Balık hala canlıydı. Zıplayıp göle atlamasından korktu. Kayığın küreğini kaldırdığı gibi balığın başına indirdi. Balıkta hareket diye bir şey kalmadığını görünce küreği ağır ağır çekti. Kıyıya vardı. Balıkları ağlara sardı. Omzuna alarak yayan yapıldak eve vardığında sevinçten adeta bayram yaptılar baba oğul.

    -Aferin be oğlum, iyi bir iş yaptın tam pazar sabahı. Baba bu Güldalı’nın nasibiymiş, ona bir elbiselik alayım diye içimden geçirmiştim ki böyle bir nasip çıkıp geldi, hem de zahmetsiz, dedi.

    Anası babasına söz bırakmadan:

    -Al aslanım al, çok iyi düşünmüşsün, zaten söz keseli beri bir çöp bile veremedik kıza. İnşallah satarsınız. Babası gülümsedi:

    -Satarız be oğlum. Geçen hafta Kavurmacı Ahmet bu gölde sazdan, kamıştan başka bir şey yetişmez mi, balık yok mu? Dediydi. -Doğruca ona gideriz, bir de balığı mı düşüneceğiz pazarda; bunu bir kişi alamaz, alsa da tüketemez zaten, en doğrusu Kavurmacı Ahmet’e vermek.

    -Valla ben karışmam baba, parayı veren düdüğü çalar, dedi.

    Atlara hasırları sarıp en üstüne de balık sepetini sıkıca bağladılar. Kuşluk vakti pazara giriş yaptılar. Babasının her pazar hasır sattığı bir köşesi vardı, oraya yüklerini indirdiler. Komşu tezgâh sahipleri pazarcılara:

    –Hayırlı işler arkadaşlar, dedi. Onlar da aynı dilekte bulunup hal hatır sordular. Babası Mehmet

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1