Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Reyhan
Reyhan
Reyhan
Ebook130 pages1 hour

Reyhan

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Ne sofraya zamanında oturur ne töre dinlerdi ne kural. Ne kızmaktan anlardı ne cezadan. Korkusuz ve inatçıydı.
Gel dediğin yere gelmez, kendi yolunu seçerdi. Onu gören tanıyan “Gözünü korkut, bununla ileride baş edemezsin. Yılanın başını küçükken ezeceksin” diyordu. Yarısından sonrası kararmış, üzeri yanmaktan kabuk bağlamış küçük parmaklarını göstere göstere konuşurdu. Paçaları lastikle sıkıştırılmış pazen donunun içine sokardı lastik ayakkabılarını eskimesin diye. Yoksulluğu çıplak ayakları ile ezer geçerdi. Küçücük bedeni, dimdik yürüyüşü ile dev bir kısrağa dönüşürdü. Köylüler onu, dizginlenemez, durdurulamaz, ehlileştirilemez, üzerine gidilince zapt edilmez asi atlara benzetirdi.

LanguageTürkçe
PublisherDavul Kitap
Release dateOct 27, 2020
ISBN9781005161224
Reyhan

Related to Reyhan

Related ebooks

Reviews for Reyhan

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Reyhan - Arzu Yildiz

    REYHAN

    Arzu Yıldız

    Published by Davul Kitap at Smashwords

    Copyright © 2020 Davul Kitap

    Tüm hakları saklıdır. Bu yayının herhangi bir bölümü, yayınevinin önceden izni olmaksızın, hiçbir formatta ve hiçbir amaçla çoğaltılamaz, dağıtılamaz, yayılamaz, bir veri tabanı veya bilgi kurtarma sisteminde saklanamaz.

    Bu e-kitap sadece sizin kullanımınız için lisanslanmıştır. Bu e-kitap başkalarına tekrar satılamaz veya verilemez.

    Eğer bu kitabı paylaşmak istiyorsanız lütfen her birey için bir kopya satın alın. Eğer bu kitabı okuyorsanız fakat satın almadıysanız veya sadece sizin kullanımınız için satın alınmadıysa lütfen satın alan kişiye iade edin ve kendinize bir kopya satın alın.

    Yazarımızın emeğine saygı gösterdiğiniz için teşekkür ederiz.

    Reyhan

    Arzu Yıldız

    Yayın No: 7

    Roman: 2

    Yayın yönetmeni: Deniz Zengin

    Editör: Ali T. Dağ

    Kapak resmi: Meltem Arıkan

    Kapak tasarımı: Nazende Bahar

    Teknik hazırlık: Ali T. Dağ

    Yayın tarihi: 30.10.2020

    E-book ISBN:

    E-posta: davulkitap@gmail.com

    Twitter: @davulkitap

    ARZU YILDIZ

    İstanbul Bilgi Üniversitesi Televizyon Gazeteciliği Bölümünden mezun oldu. Tarih eğitimi aldı. Meslek hayatına televizyon kanallarında ve araştırmacı gazetecilik konuları içeren belgeseller de muhabirlik yaparak başladı.

    2009-2013 yılları arasında Taraf Gazetesinde adliye muhabirliği yaptı. Ardından bağımsız haber sitelerinin kurulmasında öncülük etti. Birçok haber sitesinde serbest gazetecilik ve temsilcilik görevi üstlendi. 17 Aralık 2013'te ortaya çıkan ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın kabine bakanları ve yakınlarını ilgilendiren yolsuzluk skandalı, Güneydoğu'da Kürt iş adamlarına karşı işlenen çözülmemiş cinayet davaları, Suriye'ye yasadışı silah temini ve yardım kuruluşu olan Deniz Feneri e.V davalarını takip etti. Yolsuzluk iddialarını içeren sayısız habere imza attı.

    Devlete ait gizli bilgileri yayınlamak, ulusal güvenliğe zarar verecek devlet sırlarını açığa çıkarmak ve Erdoğan'a hakaret etmekle suçlandı ve hakkında davalar açıldı. 15 Temmuz darbe girişiminin hemen sonrasında işkence karşıtı sosyal medya paylaşımları nedeniyle polis tarafından evine baskın düzenledi. Hakkında açılan davlardan dolayı tutuklanma emri var.

    Şu an Kanada’da yaşıyor ve iki çocuğu var. Eski Türkçe (Osmanlıca) ve İngilizce biliyor.

    Yayınlanmış kitapları

    AKP’yi Sarsan 10 Gün (Fatih Yağmur’la Birlikte)

    Sokak (Roman)

    Pizza Dükkânı (Hatıra)

    Reyhan (Roman)

    - 1 -

    Altın renkli Mardin başıma yıkıldın… Sarı taşlı evlerin, sokakların boşaldı. Kurak topraklarının mavi gölünün suyu çekildi. Çöl mü oldun sen şimdi. İri dudaklı, yüzü telaşlı asi Bukelafos sır mı oldun sen şimdi?

    67 yaşında yaşlı bir adam hayatının en ağır gecesini yaşıyordu. Tek katlı, iki göz evinin mavi demir kapısının girişindeki dört basamaklı merdivenin en üst basamağına düşecekmiş gibi oturdu. Merdivenin alt basamağındaki hasır sepetin içindeki yaz elmalarına baktı. Bukefalos’un oturduğu yerde… Dizlerini onun gibi uzattı. Elmalar toplanınca hep merdivenin aynı köşesine hasır sepete konurdu. Merdivende duran dizginlenemez, hırçın Bukelafos, evcimen değildi. Yaz elmasını alır, o merdivenin en ucuna, düşecek gibi otururdu. Ya korkutmayı seviyordu ya da düşmekten korkmamayı.

    Ne sofraya zamanında oturur ne töre dinlerdi ne kural. Ne kızmaktan anlardı ne cezadan. Korkusuz ve inatçıydı.

    Gel dediğin yere gelmez, kendi yolunu seçerdi. Onu gören tanıyan Gözünü korkut, bununla ileride baş edemezsin. Yılanın başını küçükken ezeceksin diyordu. Yarısından sonrası kararmış, üzeri yanmaktan kabuk bağlamış küçük parmaklarını göstere göstere konuşurdu. Paçaları lastikle sıkıştırılmış pazen donunun içine sokardı lastik ayakkabılarını eskimesin diye. Yoksulluğu çıplak ayakları ile ezer geçerdi. Küçücük bedeni, dimdik yürüyüşü ile dev bir kısrağa dönüşürdü. Köylüler onu, dizginlenemez, durdurulamaz, ehlileştirilemez, üzerine gidilince zapt edilmez asi atlara benzetirdi.

    Doğduğu günü hatırladı. Ağustos ayının son günleriydi. Savur, yangın yeri gibi sıcaktı. Büyük bir sessizlik vardı. İçeriden bebeğin ağlama sesi geldiği halde, bir türlü gelmeyen zılgıt sesinden oğlu olmadığını anladı. Kontrol etmek için içeri girdiğinde beyaz kundağa sarılmış bebeğin, tüy gibi ince sarı saçlarını, sanki öfkeyle buruşturduğu alnını, minik yüzünü gördü. Onca zahmetle geldiği dünyaya yorgun olduğunu göstermemeye çalışır gibi mavi gözlerini açık tutuyordu. Onun o sert halini görünce kucağına alıp koşarak oturduğu merdivenin oraya kadar gelmiş, zılgıt çekmeye başlamıştı. Bağıra bağıra Savur’a deniz geldi, göl geldi, ırmak geldi. diyordu. Zılgıt sesini duyanlar, bir süre önceki suskunluğu hatırladı. Köyde daha önce hiçbir erkek, kızı olunca onun gibi zılgıt çekmemişti. Bebek oğlan mıydı?

    Onun her halini an be an hatırlıyordu. Çıplak ayak koşarak ter içinde eve gelişini, kollarını sallaya sallaya yürüyüşünü, karşısına dikilip efelenerek konuşmasını, ilkokula başlarken giydiği siyah önlüğü, saçlarının uzayıp asi bir kısrağa, esmeye hazır bir rüzgâra dönüşünü…

    Kimse ağlarken onu görmemişti. Merdivende oturup, kaldı. 67 yıllık hayatında ilk kez hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Herkes şaşkındı. Evin etrafını saran kalabalığa aldırmadan, veda bile edemediği kısrağının gidişinin yasını tutuyordu. Ciğerinin içinde yangın vardı. Yıllar önce aynı merdivende attığı zılgıtı yadırgayanlar, şimdi onun aynı yerde, bağıra bağıra ağlamasını izliyordu.

    Köy evinin etrafında toplanan kalabalık ‘ağlamanın erkekliğin şanına yakışmadığına’ inansa da dayanılmaz bir acı içerisinde olan yaşlı bir adamın gözyaşları karşısında suskundu!

    Ağır bir sessizlik çökmüştü. Onu kucağına alıp, oğul gibi bağrına basıp, zılgıt çektiği o merdivenin başında, bu kez de döş-bağır yırtan bir ana gibi ağıt yakıyordu.

    Altın renkli Mardin başıma yıkıldın… Sarı taşlı evlerin, sokakların boşaldı. Kurak topraklarının mavi gölünün suyu çekildi. Çöl mü oldun sen şimdi. İri dudaklı, yüzü telaşlı asi Bukelafos sır mı oldun sen şimdi?

    Merdivenin etrafına toplanan kalabalık da onun haline bakıp, ağlamaya başladı. Ağıt, içinin dolup taşmasını engellemiyordu. Kaç saat orada öyle ağladı bilemedi. Kafasını kaldırdığında gün ağarmaya başlamış, etraftaki kalabalık kaybolmuştu. Varsa da birileri o görmüyordu. Hiçbir ses duymuyordu.

    Kendi sesi de kısılmış, boğazı dolmuştu. Asi kısrağının iri pembe dudakları, sarı uzun kirpikleri, koşturmaktan hiç kurumayan terli pembe, kirli ve yanık suratıyla tam karşısında dikildiğini fark etti. Gözlerini açıp onu izliyordu.

    Bana niye Bukelafos diyorlar baba?

    Sese doğru dikkatlice bakınca, karşısındakinin aynı asi kısrağı gibi duran, küçük torunu Mustafa olduğunu anladı.

    Erkenden uyanmıştı. Çıplak ayakları, üzerine bol gelen pijaması ile tam karşısında duruyordu.

    Babam gibi annem de mi gitti dede? Ne oldu ona? Gelmeyecek mi?

    - 2 -

    Mustafa’nın yüzü annesine hiç benzemiyordu. Ama hareketleri, bakışı, duruşu bire bir annesiydi.

    Şafak vaktinde kalkıp, dedesini aramış, her yere bakınmış en son onu kapının önünde bulmuştu.

    Tüm gece aldığı haberin sarsıntısından kurtulmaya çalışan ve merdivende oturan yaşlı adam, Mustafa’nın yüzünde kızını gördü. Kendini toparlamaya çalıştı. Birkaç saniye öncesine kadar ayağa kalkacak gücü de yoktu. Mustafa sorduğu sorunun cevabını bekliyor, dedesinin gözlerine bakıyordu. Şafak söküyor, imamın okuduğu ezan sesi köyü sarıyordu.

    Annen çalışmaya gitti. Gelecek.

    Babama da öyle dediler ama o da gelmedi.

    İkisi birlikte gelecekler oğlum. Sen yat. Düşünme bunları. Bak, biz varız.

    Mustafa, dedesi yanında yattığı için rahatlamıştı. Köyde geceleri korkuyordu. Çok fazla çekirge sesi geliyordu. Sıcak olmasına rağmen gece hafif esinti oluyordu. Esinti sokaklardaki boş poşetleri, arka avluya asılan çamaşırları oynatıyor; çıkan tüm sesler Mustafa’yı ürpertiyordu.

    Bir önceki sene köye geldiklerinde çocuklar ona Mardin’deki akreplerden bahsetmişti. Bir kralın oraları almak için akrepler getirip her yere attığını, insanları askerlerin değil akreplerin öldürmeye başladığını söylemişti. Onu duyduktan sonra köyde yatarken, sanki o akreplerden biri gelip onu sokacak gibi korkuyordu. Yanında biri yattığı zaman ise tüm bu korkularından arınıyordu.

    Akrep gelmez değil mi dede?

    Yok, oğlum ne akrebi, hem akrep gelse de bir şey olmaz. Korkma!

    Mustafa, dedesinin sözleri ile sakinleşmiş, rahatlamıştı. Ne de olsa dedesi hiç

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1