Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Müebbet Izdıraplar
Müebbet Izdıraplar
Müebbet Izdıraplar
Ebook153 pages1 hour

Müebbet Izdıraplar

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

İnsanların yaşadığı acıları anlatma görevinin, tarihten ziyade edebiyat ve sinema özelinde sanatın görevi olduğuna inanıyorum.
Tarih, zulüm altında inleyen insanların çığlıklarını kaydederken, ben de bu kitabın kenar sularına kendimce notlar aldım.
İnsanın ruhunu saran, hatırından çıkmayan, aklında birer kıymık gibi batan acılar vardır. Bu acıları bünyesinde barındıran ve kitaba adına veren, daha önce www.magduriyetler.com sitesinde yayınlanmış hikâyeler oldu. Unutulması mümkün olmayan, insanla beraber yaşayan ve yaşayacak olan Müebbet Izdıraplar...
“Acemi marangozun talaşı, tahtasından fazla olurmuş” sözü benim yazı tecrübelerimi özetliyor olsa da kusurumun, hulusuma bağışlanacağını ümit ederim.

LanguageTürkçe
Release dateSep 22, 2020
ISBN9781005902001
Müebbet Izdıraplar
Author

Ferit Can

Yaklaşık elli yıllık bir ömrün büyük kısmını İstanbul ve Ankara da geçirdi. Aslında nerede yaşarsa yaşasın hayatının merkezinde hep kitaplar ve okumalar vardı. Edebiyat ve felsefe üzerinde yoğunlaşan okumaların yanı sıra 2005 yılından bu yana edebiyat sitelerinde yazılar yazdı. Yazılarını “acemi marangozun talaşı, tahtasından fazla olurmuş” sözü ile tanımlıyor ve kusurunun hulusuna bağışlanmasını istiyor.İlk kitabı Hüznün Dip Uğultusu'nun ardından ikinci kitap yayına hazır şekilde bekliyor.Olayları tarih anlatabilir belki ama acıları ve duyguları ifade etmek sanatın özellikle edebiyatın görev ve sorumluluğunda olduğuna inanıyor.

Related to Müebbet Izdıraplar

Related ebooks

Reviews for Müebbet Izdıraplar

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Müebbet Izdıraplar - Ferit Can

    MÜEBBET

    IZDIRAPLAR

    Ferit Can

    Published by Crab Publishing at Smashwords

    Copyright © 2020 Crab Publishing

    Tüm hakları saklıdır. Bu yayının herhangi bir bölümü, yayınevinin önceden izni olmaksızın, hiçbir formatta ve hiçbir amaçla çoğaltılamaz, dağıtılamaz, yayılamaz, bir veri tabanı veya bilgi kurtarma sisteminde saklanamaz.

    Bu e-kitap sadece sizin kullanımınız için lisanslanmıştır. Bu e-kitap başkalarına tekrar satılamaz veya verilemez.

    Eğer bu kitabı paylaşmak istiyorsanız lütfen her birey için bir kopya satın alın. Eğer bu kitabı okuyorsanız fakat satın almadıysanız veya sadece sizin kullanımınız için satın alınmadıysa lütfen satın alan kişiye iade edin ve kendinize bir kopya satın alın.

    Yazarımızın emeğine saygı gösterdiğiniz için teşekkür ederiz.

    Müebbet Izdıraplar

    Ferit Can

    Yayın No: 62

    Hikâye: 8

    Yayın yönetmeni: Halit Emre Yaman

    Editör: Mehmet Ali Özcan

    Kapak tasarımı: Nazende Bahar

    Teknik hazırlık: Yücel Darcan

    Yayın tarihi: 22 Eylül 2020

    E-book ISBN:

    E-posta: crabspublishing@gmail.com

    Twitter: @CrabPublishing

    FERİT CAN

    Yaklaşık elli yıllık bir ömrün büyük kısmını İstanbul ve Ankara da geçirdi. Aslında nerede yaşarsa yaşasın hayatının merkezinde hep kitaplar ve okumalar vardı. Edebiyat ve felsefe üzerinde yoğunlaşan okumaların yanı sıra 2005 yılından bu yana edebiyat sitelerinde yazılar yazdı. Yazılarını acemi marangozun talaşı, tahtasından fazla olurmuş sözü ile tanımlıyor ve kusurunun hulusuna bağışlanmasını istiyor.

    Olayları tarih anlatabilir belki ama acıları ve duyguları ifade etmek sanatın özellikle edebiyatın görev ve sorumluluğunda olduğuna inanıyor.

    Daha önce Crab Publishing’den Hüznün Dip Uğultusu isimli kitabı yayımlandı.

    İÇİNDEKİLER

    ÖNSÖZ

    BİLEKLİK

    BİR BABA TANIDIM Kİ...

    SANCI

    BİR GARİP ÖLÜ

    MAVİ ÇÖP POŞETİ

    MERİÇ

    BİR ADANMIŞ YÜREK

    DÂR-I DÜNYA KERBELÂ'DIR

    HAKKINI HELAL ET ZEKİ

    HÜCREDE KENDİMLE

    MÜLTECİ

    HATIRALAR ENKAZI

    NAKİL TALEBİ

    TUTUKLU MİSAFİR

    HAYATTAN TAHLİYE

    SEYREYLE GÜZEL

    GURBETTE BİR KALEM

    KAZA

    COĞRAFYA KADER MİDİR?

    BİRADER-İ CANBERABERİM

    DEJAVU

    LUNAPARK

    YANGIN VAR!

    ÖNSÖZ

    İnsanların yaşadığı acıları anlatma görevinin, tarihten ziyade edebiyat ve sinema özelinde sanatın görevi olduğuna inanıyorum.

    Tarih, zulüm altında inleyen insanların çığlıklarını kaydederken, ben de bu kitabın kenar sularına kendimce notlar aldım.

    İnsanın ruhunu saran, hatırından çıkmayan, aklında birer kıymık gibi batan acılar vardır. Bu acıları bünyesinde barındıran ve kitaba adına veren, daha önce www.magduriyetler.com sitesinde yayınlanmış hikâyeler oldu. Unutulması mümkün olmayan, insanla beraber yaşayan ve yaşayacak olan Müebbet Izdıraplar…

    Acemi marangozun talaşı, tahtasından fazla olurmuş sözü benim yazı tecrübelerimi özetliyor olsa da kusurumun, hulusuma bağışlanacağını ümit ederim.

    Ferit Can

    Eylül 2020

    BİLEKLİK

    Dalgınlık, şimdilerde tabiatımın bir parçası oldu sanki. Bakışlarımın sabitlendiği, dakikalarca aynı noktaya bakarak, düşüncelere dalıp gitme neredeyse bir alışkanlığa dönüştü. Hâlbuki çevremde, bakışları bir noktada sabit fakat nerelerde seyahat ettiği pek kestirilemeyen insanları görünce, nasıl da hayret ederdim. Hele cezaevinin insanın gölgesi ile beraber düşüncelerini de emen, sağır ve kalın gri duvarlarına bakışlarını çivilemiş, düşüncelerini ayrı düştüğü anne babasının, eşinin dostunun, kızının oğlunun hasretine sabitlemiş, ruhunu her şeyden haberi olan Rabbi Rahiminden gelecek teselli esintilerine bağlamış insanların, başka bir boyuta geçiyormuş gibi dalıp gitmelerini nasılda dikkat ve şaşkınlıkla izler ve incelerdim.

    Şimdilerde, bazen otururken, bazen dua etmek için ellerimi açtığımda, kolumdaki zeytin ve hurma çekirdeklerinden yapılmış bilekliğe bakışlarım değdiğinde, düşüncelerimin yoğunlaştığını, dalıp giderken yakalıyorum kendimi. Dikkatimi dağıtacak farklı bir ses duyup irkilene kadar bir seyahate çıkmış gibi hissediyorum. Ufukta bakışları kaybolmuş denizcileri andıran dalgın bakışlı insanları şimdilerde daha iyi anlıyorum. Onları her hatırladığımda paylaştığımız zaman dilimleri geçiyor hafızamın penceresinden.

    Zamanı ve insanın geçmişini bir nehire benzetenler galiba haklılar. Ne zaman ayağım bu akarsuya değse, kuvvetli bir girdap yahut ters bir akıntı, beni hemen çekip alıveriyor içerisine. Bazen yüzleri geliyor gözümün önüne tanıdıkların. Hatice Abla'nın o temiz siması sanki yanındaymışım gibi bir saygı hissi uyandırıyor bende. Melike Hanım'ın engelli oğlunu kayınpederine teslim edip, kollarını kelepçe için uzattığını anlatırken yaşadığım ürpertiyi hala hissediyorum. Gelinlik hayali kurarken, kendilerini bu zindan damında bulan, henüz yüzlerindeki çocukluk saflığı dahi silinmemiş, yirmili yaşlarda Filiz, Nurten, Derya ve Esma’nın Abla, biz de buradan çıkar ve bir yuva kurabilir miyiz? sorusunda, ümitlerini taze ve diri tutma arayışlarını hatırlıyor, o anları tekrar yaşıyorum. Koğuşun neşesi Nilüfer'i ve insanların yüzlerindeki keder örtüsünü kaldıran espri ve şakaları hatırlayınca bir tebessüm yayılıyor çehreme.

    Ne zaman bir bebek ağlaması duysam, Arzu Hanım'ın, bir yaşını dahi doldurmamış oğlu Harun'u ranzasının kenarında emzirmesini, sallamasını ve sessiz sessiz ağlamasını yudumluyor gibi oluyorum. Şeker hastalığı ile sanki vücudundaki su çekilmiş de kuru bir dal gibi titreyen, altmış iki yaşındaki Hayriye Teyze'yi ve Beni, burs verdiğim için terörist diye, bu yaşımda kara zindanlara tıkanlara, hakkımı helal etmiyorum. Ne terörü ne örgüt üyeliğini bilirim ben. Gençler okusun diye rahmetliden kalma emekli maaşından verdiğim bursu terörü desteklemek olarak anlayıp, beni bu zor durumda bırakanlarla yarın mahşer günü hesaplaşacağım. sözleri hala kulağımda perde perde yankılanıyor.

    Üç ay yattıktan sonra tahliye olurken hiç sevinmeden, bizlere sarılıp, gözlerimizden öperken, ellerinin sıcaklığını hâlâ yüzümde hissettiğim oluyor Hayriye Teyze'nin.

    Günün son aydınlığının, kendini karanlığın içerisine bıraktığı, gündüzün geceyle buluştuğu akşamüzerleri, sayım sonrası koğuşu kaplayan koyu ve derin hüznü, televizyondan yayılan bir türkünün herkesi keder zincirlerine vurup, alıp götürmesini duyumsuyorum ta içimde. Rüzgârın sert, akıntıların ters aktığı bir zaman diliminde, insanların insafsız, hüküm sahiplerinin vicdansız, çevrenin duyarsız olduğu gerçeğini içerideyken hissettiğim gibi hissediyorum.

    Bir sabah namazı vakti, evimizin biri kadın yedi polisle basılışını, yüzüstü yatırılan eşim Ersin’in ellerine arkadan kelepçe vurulmasını, evimizin aranmasını, çocukların korkudan kuruyan dillerine ve damaklarına bir bardak suyu çok görüşlerini unutmam ne mümkün.

    Emniyet nezarethanesinde geçirdiğim, hapisten daha beter gözaltındaki dört günü… İsim vermem için ısrar edilen sorgu seanslarını… Özel bir üniversiteye hazırlık kursunda çalıştığımız için terör örgütüne üyelik ithamı ve iddiasıyla savcı sorgusundan sonra mahkemeye sevk edilişimizi… Daha kendimizi ifade edemeden tutuklanmamızı… Hemen hemen her tutuklunun yaşadığı şeyler. Ve bunlar, hapisten çıkacak da olsak, müebbet ızdıraplar olarak kalacak her birimizde.

    Eşimle aynı gün tutuklanıp, tam vedalaşamadan sürgülü demir kapıların ardında dört duvar arasına koyulmamızı, sonra iç görüş denilen akraba mahpuslara birbiriyle görüşme imkânı veren görüş günlerinde birbirimize bakışımızı, gözyaşlarımızı, sabahın erken sessizliği gibi ürpertici bir endişeye kapılışımızı ve sonra tekrar ümitle kendimize gelişimizi anımsıyorum.

    İç posta gününü sabırsızlıkla bekleyişim, Ersin'in hiç aksatmadan yazdığı haftalık mektubu bir yaz susuzluğu içerisinde içer gibi okuyuşum, onun yağmurun şarkılı sesine benzer şiirsel ifadeleri, kalbinden taşan ve beni yüreklendiren duruşu ve sözleri, belleğimde renkleri hiç solmayacak görüntüler olarak hep saklı kalacak.

    Hele evlilik yıldönümümüzün olduğu hafta düzenli gelen mektubun gelmemesinden dolayı Ersin'e ettiğim sitemleri, iç ezikliklerimi, gönül kırıklıklarımı, unutmuş olmasını affedebilir bulmayışımı, saati ağır çalışan ve geçmek bilmez zamanların mekânı hapishaneyi kendime nasıl dar ettiğimi düşünüyorum.

    Koğuşun üst katında oturuyorum. Arzu Hanım bebeği Harun ile ilgileniyor. Ninniler söylüyor, yine gözleri yaşlı. Alt kattan sesler geliyor. Bir koşuşturma var belli ama umursamıyorum. Bütün kapılarını kapatmış durumdayım. On üç senelik evliliğimizde, badireleri atlatmış, yokluklara katlanmış, bir dönem işsiz kalmış, zor şartlarla mücadele etmiş ama her zaman bir aile olmanın bilincini, birbirimize dayanmanın, varlığının her daim farkında olmanın gereğine inanmış ve böyle hareket etmiştik. Cezaevinde olsak da burada da böyleydi bu haftaya kadar. Eşim Ersin'in renkli kişiliği, coşkusu, ailesine olan tutkusu ve kendine olan özgüveni ben de hep hayranlık hissi yaratır, elini bana uzattığı an, onunla sorgusuz sualsiz her yere gidebilirdim. Oysaki artık o da coşkusunu kaybediyor olmalıydı. Her zaman tuttuğum el, bu hafta uzatılmamıştı. Belki yersizdi ama nedense üzüntü çapraz kementler atmış beni bir de kendisi tutsak etmişti bu mahpus damında.

    Kollarım, kendime doğru çektiğim dizlerimi kavramış şekilde ranzamda otururken, bizim kızlardan Filiz geldi. Abla aşağıya gelsene dedi.

    Ben biraz burada kalacağım dedim. Israr etti kolumdan tutup biraz çekiştirdi. Hadi abla… deyip indirdi ranzamdan. Aşağı katta bir sessizlik vardı. Normalde bu saatler hareketli olurdu. Çok da tadım tuzum yoktu. Aşağı indiğimde önce bir alkış tufanı koptu, Evlilik yıldönümün kutlu olsun. dediler. Eşimin kantinden ısmarladığı pastayı kesmem için ucu küt meyve bıçağını elime verdiler. Tarifsiz duygular içindeydim.

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1