Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Arka Bahçemdeki Sırlar
Arka Bahçemdeki Sırlar
Arka Bahçemdeki Sırlar
Ebook183 pages1 hour

Arka Bahçemdeki Sırlar

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Tesadüfen doğmuş mecburen yaşayan çocuklar kendi yazgılarını yazabilir miydi?
Herkesin hayatı DNA sarmalı gibi birbiri ile iç içe geçmiş olabilir mi? Geçmiş dediğimiz şey bizim geleceğimizse. Geçmişi değiştirecek özel bir güce sahip olmadığımıza göre geleceğimizi şekillendirmemiz bizden başka kime bağlı olabilir ironik olan şudur ki bizim geleceğimiz bizden sonraki neslin beğenmediği geçmişi olacak.
Sadece kızlar mı analarının kaderini yaşardı? Eğer öyle ise, öyle olduğuna çok az bir inancımız bile varsa sonunu bildiğimizi sandığımız bu hayatı yaşamaktan vazgeçecek miydik?
Herkes kendi hikâyesinin kahramanı olma derdinde ama bu kahramanlık hikâyeleri tek başına yazılmıyordu, hikâyemiz daha biz ana rahmine düştüğümüz an da başladıysa. Belki hikâye bellidir de biz yolculuk edip bir sonraki durağa ulaştırıyoruzdur.
Yalan üzerine kurulu hayatlar, açığa çıkmamış sırlar size rağmen saklı kalmaya devam eder mi?
Hayatın sizin için bir planı varken, bunu unutup tutunduğumuz yalanlara yeni yaşamlar inşa edebilir miyiz?

LanguageTürkçe
PublisherYol Akademi
Release dateJan 26, 2024
ISBN9798223043614
Arka Bahçemdeki Sırlar

Related to Arka Bahçemdeki Sırlar

Related ebooks

Reviews for Arka Bahçemdeki Sırlar

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Arka Bahçemdeki Sırlar - Ebru Özsalcı

    ARKA BAHÇEMDEKİ SIRLAR

    Ebru ÖZSALCI

    MYTHOS KİTAP – 49785

    ISBN: 978-625-8208-59-7

    UYARI

    Elinizdeki kitap tablolar ve şekiller gibi görsel öğeler içerdiğinden dolayı, e-kitap versiyonuna çevrilirken kullandığınız elektronik okuyucuya bağlı olarak az da olsa bir takım şekil bozuklukları içerebilir. Kitabın basılı versiyonu bu tür hatalar içermezken, her okuyucunun kullandığı teknolojiye bağlı küçük hatalar içermesi ihtimalinden dolayı affınıza sığınırız.

    ––––––––

    Y’ol Kurumsal Hizmetler  San. Ve Tic. Ltd. Şti.  Hasan Mevsuf Sokak Aydın Apt. No:2 K:4 ÇANAKKALE

    0 850 244 17 02

    www.yolakademiyayinevi.com

    ––––––––

    Bir tiyatro sahnesinde karşıma çıkan,

    hayatın büyük bir sahne olduğuna inanan ve

    yaşam senaryosundaki bütün zorluklara inat

    mucizeleri gerçekleştirebilme gücüne sahip

    olduğuma beni ikna eden yol arkadaşıma,

    Ailenizin size bırakacağı en büyük miras

    bir kardeşe sahip olmaksa

    çok değerli bir hazineye sahip olduğumu hissettiren canım ablam Esra’ya,

    Ve dünyaya gelişiyle;

    evrenin bütün renklerini sevebilmeyi,

    koşulsuz sevgiyi öğreten canım yeğenim Ege’ye,

    Cennetten beni izleyen biricik ANNEM ve BABAM’a...

    EBRU ÖZSALCI

    15 Mayıs 1981 senesinde İstanbul’da dünyaya geldim. Öğrenim hayatımı İstanbul’da tamamladım. Anadolu Üniversitesi Halkla İlişkiler mezunuyum. 2 sene çocuk tiyatrosunda oyun yazarlığı ve aynı anda oyuncu olarak görev aldım. Yaklaşık yirmi yıl telekomünikasyon sektöründe çalıştıktan sonra kurumsal iş hayatımı sonlandırmaya karar vererek büyük bir çoğunluğun hayali gibi emekliliği beklemeden Ege’ye yerleşmeye karar verdim. Egenin uçsuz bucaksız mavi ve yeşilliğinin sonsuzluğunda okumaya ve yazmaya devam ediyorum.

    ÖNSÖZ

    Neden baba olmak istediğinizi düşündünüz mü ya da neden anne olmak istemediğinizi? Geçmiş gerçekten geçmiş midir? Biz geçmişimizden bağımsız yeni yolların kaldırım taşlarını döşeyebilir miyiz?

    Çocukluk, ergenlik, yetişkinlik derken fark ediyorsun ki Hayatın her evresinde şekilleniyor, değişiyor, gelişiyorsun. Bazen dünya kendi etrafında dönsün isterken hayat sana diyor ki yavaşla ve gör. Hayatının ipleri senin elindeyken geleceğine sen şekil verdiğini sanıyorsun değil mi? Fark ediyorsun ki seni sen yapan beğenmediğin çevren, çatıştığın ailen, anlaşılamadığını düşündüğün arkadaş ortamın, bir bütünün parçasısın. Hayatlar şeffaflık üzerine kurulu olsa ve herkes birbirinin içini görebilse kuşkusuz hayat daha çekilebilir bir oyuna dönüşürdü. Bu kitapta yalanların çığ gibi büyüdüğü bazen sır saklamanın ömür boyu süreceğini sananların yanılgıları ile söylenen yalanlarla örülü hayatların nasılda iç içe geçmiş bir şekilde karşınıza düğüm olarak çıktığını anlatıyor. İronik olan şudur ki herkes ailesi tarafından sakın yalan söyleme diye büyütülürken en büyük yalanların aileniz tarafından söylendiğini öğrenseniz geleceğinizi geçmişinizin şekillendirdiğini anlarsanız ne yaparsınız?

    Ebru ÖZSALCI

    Tesadüfen doğmuş mecburen yaşayan çocuklar kendi yazgılarını yazabilir miydi?

    Herkesin hayatı DNA sarmalı gibi birbiri ile iç içe geçmiş olabilir mi? Geçmiş dediğimiz şey bizim geleceğimizse. Geçmişi değiştirecek özel bir güce sahip olmadığımıza göre geleceğimizi şekillendirmemiz bizden başka kime bağlı olabilir ironik olan şudur ki bizim geleceğimiz bizden sonraki neslin beğenmediği geçmişi olacak.

    Sadece kızlar mı analarının kaderini yaşardı? Eğer öyle ise, öyle olduğuna çok az bir inancımız bile varsa sonunu bildiğimizi sandığımız bu hayatı yaşamaktan vazgeçecek miydik?

    Herkes kendi hikâyesinin kahramanı olma derdinde ama bu kahramanlık hikâyeleri tek başına yazılmıyordu, hikâyemiz daha biz ana rahmine düştüğümüz an da başladıysa. Belki hikâye bellidir de biz yolculuk edip bir sonraki durağa ulaştırıyoruzdur.

    Yalan üzerine kurulu hayatlar, açığa çıkmamış sırlar size rağmen saklı kalmaya devam eder mi?

    Hayatın sizin için bir planı varken, bunu unutup tutunduğumuz yalanlara yeni yaşamlar inşa edebilir miyiz?

    Ω

    Karşımda duran ışıklı dev pano tüm sokağı deniz feneri gibi aydınlatıyordu. Oysa deniz fenerleri dünyanın her köşesinde bir simge olarak çok kapsamlı anlamları barındırır. Denizin buz gibi sonsuz gücüne karşı, içinde ateşler yanan, sabırlı, bilge ve karizmatik bir yol gösteren olduğu şekilde yorumlanır. Bütün Beyoğlu’nun elektrik tüketimini tek başına bu dev pano üstleniyor olmalıydı. Panoya kocaman harflerle Kazananlar Kulübü yazılmıştı. Burası bir eğlence mekânı olarak geçiyordu ama içeri giren herkesin bildiği bir şey vardı ki içeri de ufak çapta -kumar demeyip adına- şans oyunları oynattıkları bir yer vardı. Bu ironikti kazananlar kulübü denilen yerde mekânın sahibi dışında kazanan olmayacaktı elbette ama para ve zaman kaybettiğinin farkına varmayanlar için koca bir illüzyondu.

    Kazananlara karşıdan mı bakmayı tercih ediyorsunuz diyen sesle irkildim.

    -Ahh! Korkuttum mu sizi, kusura bakmayın lütfen.

    -Yok boş bulundum dalmışım.

    Kazanlar Kulübünden misiniz’ diye sordu başıyla karşımızdaki panoyu göstererek

    -Yok ben kaybedenler kulübü onursal başkanıyım.

    -Değdi mi bari?

    -Efendim.

    -Kazandıklarınız, diyorum kaybettiklerinize değdi mi? Kurucu üyesi ya da onursal başkanı olduğunuza göre büyük oy almışsınızdır ya da büyük yatırım da bulunmuşsunuzdur. Büyük yatırımlar ardında büyük vazgeçişler gerektirebilir.

    Sesinin tınısına ve konuşurken yanağında beliren gamzeye takılmamak elde değildi.

    -Kazandıklarım bir zafer değildi, kazanmak için bir tercih yapıp kaybetmem gereken şeyler olmadı-ben öyle sanıyordum-, sadece elimde olanlara sahip çıkmak istedim. En azından kısa vadede bir zafer gibi gelmedi sadece hayatta kalmayı başardım diyelim. Ama sonra dönüp bakınca ardıma kazandım sandıklarım aslında bir kayıpmış. Çok azdır bir tercih yapayım da pişman olmayayım ben iflah olmaz bir iyimser ve kaybedenim.

    -Uzun vade de o zaman buna zafer diyeceğinize eminim.

    Havaya kalkan kaşımla nasıl bir bakış atmış olmalıyım ki açıklama gereği duydu.

    Tanıtmadım kendimi Can ben, yatırım uzmanıyım, siz kısa vade deyince mesleki deformasyon diyelim o nedenle uzun vadede kazanacağınıza inanacağımı söyledim. Sabırsız yatırımcıların ortak özelliğidir, kısa vadede çok kazanç bekleyip, ileriyi görmek istemeden sadece kazanma hırsları vardır ve şansları yaver giderse kısa vadede kazanırlar da yalnız emin olun daha kısa sürede daha fazlasını kaybederler. Çünkü hep kazanacaklarını zannedip daha çok hırslanıp yanlış kararlar verirler, çok konuştum kusura bakmayın ismini bağışlarsanız ben susmuş olayım.

    Tünay ben memnun oldum. diyerek uzatılan eli sıktım.

    -Tanıyorum sizi, Taçmin’in prenses Tünay’ı.

    -Ah! Yine mi aynı hikâye bu kız tam bir çenesi düşük.

    -Yoo çok doğru bir benzetme yapmış bence. Herkes bahçe de ben de terasa çıkayım dedim ama siz benden önce keşfetmişsiniz. Rahatsız etmedim umarım isterseniz yalnız bırakabilirim.

    -Estağfurullah, sonuçta benim gizli yerim değil rahat edin lütfen.

    -Kaçış rampası.

    -Efendim?

    -Karayollarında ki kaçış rampalarını bilirsiniz, görmüşsünüzdür mutlaka. Bir davete gittiğim zaman böyle kalabalık yerlerde ilk önce etrafa göz atar kendimi ilerleyen saatler de saklayabilecek ya da nefes alabilecek yer ararım. Arkadaşlarım alıştığı için beni bulamazlarsa yine mi kaçış rampasındaydın diye takılmaya başlarlar.

    -Hep böyle stoklu mu kaçarsınız rampaya?

    -Nasıl? Hım çok pardon, kusura bakmayın lafa daldım içer misiniz?

    Elindeki biranın tekini uzatırken gamzelerine yeniden gözüm takılmıştı. Aslında sadece gamzelerine değil, karşımda ki adamın ağzı, burnu, kaşı gözü çok muntazamdı yani deriz ya bazen Allah özene bezene yaratmış işte öyle biriydi. İçimden adını sayıkladım Can diye sanki hatırlamaya çalıştığım kayıp bir anıyı çağırır gibi, yatırım uzmanı Taçmin’in nereden arkadaşıydı daha önce adını duymuş muydum anımsayamadım.

    Ω

    TAÇMİN

    Gören kişinin en fazla 25 yaşında diyebileceği minyon tipli, zayıf, kocaman eşek gözlere sahip, cıvıl cıvıl bir genç kızı andıran küçük kadınım benim. 40’ncı yaş gününü yaptığına kimse inanmazdı pastanın üzerinde kocaman 4 ve 0 mumları olmasaydı. Doğumum dışında her anıma tanıklık eden bu kızı 32 senedir tanıyordum, tanımak hafif kalır ciğerini bilirim ben onu derler ya konuşmadan ne demek istediğini anlar, dudağının bir hareketinden ruh halini çözerdim. Sanki Taçmin’den önceki hayatım yoktu hiç hatırlayamıyordum.

    Bir sonbahar sabahı okulların yeni açıldığı hafta olmalıydı, annem bir eliyle elimi tutmuş diğer eliyle sıkıca ördüğü saçlarımın kurdelesini düzeltirken ben elinden kurtulmak için mızmızlanıyordum. Çocuk parkının köşesinde aslında rengi kahverengi olan zamanla yağmurdan, rüzgârdan rengi solmuş griye dönmüş ama inatla ayakta kalmaya çalışan geleni geçeni selamlar gibi duran bankın üzerinde ağlarken gördük annemle onu.

    ‘Neden ağlıyorsun burada, okuldan mı kaçtın, kayboldun mu yoksa’ diye annemin ahiret soruları karşısında kafasını kaldırmış, kendisinden beklenmeyecek güvenle ‘ben büyüdüm tek başıma okula gidebilirim, saçlarımı toplayamadım öğretmenim yarın da böyle gelirsen seni derse almam’ dedi onun için oturuyorum, ağlamıyorum dedi.

    Annem elimi bırakmış karşısındaki küçük kız çocuğunun arkasına geçmiş saçlarını örmeye başlamıştı. Örgü istemiyorum sadece atkuyruğu istiyorum dese de annem işine gelmeyenleri duymadığı için saçını örmeye devam ediyordu. Bir yandan annemin annen nerede baban nerede okula nasıl gidiyorsun tek başına bu tehlikeli değil mi? Sorularına tek tek cevap verirken bir yandan bana bakıp elindeki siyah tokayı sıkıca tutuyordu. Annemin örgüsü bitince ‘ver bakalım kurdeleni takalım’ demesine rağmen elindeki siyah tokayı uzatmış kurdelem yok sadece bu var derken bir yandan bana göz kırpıp cebindeki beyaz kurdeleyi gösteriyordu.

    Bu bizim hayatımız boyunca birbirimizin sırlarını asla ortaya çıkarmayacağımızın ilk işaretiydi. Karşılıklı gülüşürken annem hadi geç kalacaksınız kıkırdamayın kızlar demesiyle daha çok gülmeye başlamıştık.

    -İsmin ne senin?

    -Taçmin efendim. Kraliçe demek

    -Bu küçük hanımın ismi de Tünay

    -Prenses mi demek?

    Annem kahkaha atmış hayır akıllı şey seni gece ve ay aynı zamanda geceyi aydınlatan demek demişti.

    -Saçma! Bence prenses olsun saçları sapsarı prensesler gibi.

    Okulun bahçesine girdiğimiz de koşarak sınıflarımıza gitmiştik. O gün bütün teneffüslerde Taçmin’i aramış konuşmak için fırsat kollamıştım. Ama o okulun bahçesinde arkasında hep birileri ile koşup duruyordu. Beni görünce el sallamış sen de gel bizimle oyna prenses diye bağırmıştı. Herkes bana bakıyor gibi gelmiş utanmış sınıfa koşmuştum.

    Bütün okula yetecek enerjiye sahipti bu kız çocuğu, öğretmenlere sarılıp, erkek çocuklarının toplarını alıp oyunlarını bozar ama yine de kimse kızmazdı.

    Ertesi sabah yine aynı köşede karşılaşmış bağırarak günaydın prenses günaydın prensesin annesi teyze hanım diyerek el sallamıştı. Annem bu içten kız çocuğuna bakıp gülmüştü.

    -Günaydın Taçmin Kraliçe

    Bu çok hoşuna gitmiş olmalı suratına kocaman bir gülümseme yayılmıştı. Yine mi saçlarını toplamadın, gel otur bakalım hemen örelim demişti annem.

    -Dün öğretmenim saçlarımı çok beğendi. Atkuyruğu yap bir dahakine dedi diyerek annemi ikna etmeye çalışıyordu.

    Annem gülümsemiş ‘eminim öğretmenin atkuyruğu da çok yakışır demek istemiştir ama örgülü gelmeni ister ’demişti.

    Annem saçını ördükten sonra montunun cebinden kurdele çıkarmış Taçmin’in saçına takarken, Taçmin’in siyah lastiği tutan kolu havada kalmıştı. Zeynep sultana karşı ilk mağlubiyetini almıştı.

    Ω

    ZEYNEP 

    17 yaşında Marmaris’ten İstanbul’a Hukuk fakültesini kazanıp okumaya gelmiş ve daha sonraları çok az ziyaret edeceği şehre hasret İstanbul’da kızını büyütmeye çalışan kadındı. Sarı saçları yemyeşil gözleri ile hemen dikkat çeken bu genç kız annesinin deyimiyle ‘okumaya diye

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1