Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Son Defa
Son Defa
Son Defa
Ebook218 pages2 hours

Son Defa

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Naz'in çalıştığı kafeye bir kadın gelir. Kadın bir kahve ısmarlar ve Naz'ı görür. Onunla bir süre sohbet etmek ister. İkili kısa bir süre konuştuktan sonra kadının telefonu çalar ve gizemli bir şekilde kafeden ayrılır.
Kafeden gece geç saatlerde ayrılan Naz, yalnız başına evine giderken kafede onunla konuşan kadını bir bankın önünde, kan havuzu içinde bulur. Kadın ölmüştür. 
Cinayet büro polisleri Caner ve Merve olay yerine gelirler ve kadının kalbinden iki kez bıçaklanmış olarak öldüğünü öğrenirler.

Korkular, pişmanlıklar ve sonu düşünmeyen hataların içerisinde belki de iyi olabilecek tek bir şey ortaya çıkar. Caner ve Naz'ın kalplerinden geçen, sınırları henüz çizilmemiş bir aşk hikayesi.

Bu yabancı kadın kimdir ve Naz'ı nereden tanıyordur? Neden onunla konuşmak istemiştir ve neden öldürülmüştür?

 

Pişmanlıkların getirdiği bedel son defa ödenecektir...

LanguageTürkçe
Release dateFeb 26, 2024
ISBN9786259438009
Son Defa
Author

C. Buğra ESER

C. Buğra Eser wurde 1998 im Bezirk Sarıkaya von Yozgat geboren. Nach seinem Schulabschluss in Sarıkaya ging er nach Yozgat, um dort zu studieren. C. Buğra, der sein Studium für das Lehramt der türkischen Sprache abgeschlossen hat, widmet sich nun den Genres Krimi, Mystery, emotionale Fiktion und Intrige; er schreibt weiterhin Bücher voller dramatischer Lebensgeschichten, die sich mit den grausamen Seiten des Lebens und der tiefen Psychologie der Menschen befassen. Die Autorin beschränkt sich nicht auf ein einziges Genre und bietet ihren Lesern die Möglichkeit, eine neue Generation von Romanen zu lesen. Im Krimi-Genre befasst er sich mit dem schmerzhaften Privatleben gewöhnlicher Menschen.

Related to Son Defa

Related ebooks

Reviews for Son Defa

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Son Defa - C. Buğra ESER

    Caner Karaosman'ın bu macerasını; bende derin izler bırakan, çocukluğumun ruhani rehberi olan büyükbabam Cenani Hoca'ya, hürmetli amcam Emin Eser’e ve sevgili babam Veli Eser’e armağan ediyorum.

    Saygılarımla.

    YAZIR DAĞI

    Bu yıl bu Yazır'ın karı erimez,

    Eser hadi sabah yel bozuk bozuk.

    Türkmen kalkmış yaylasına yürümez,

    Yürüyeceğim ama yol bozuk bozuk.

    Bahara erişir ne olur beni

    Suya susamış gibi özledim seni,

    Her insana kardeş gibi,

    Yürüyeceğim ama yol bozuk bozuk.

    Çamlığım dumanı da hiç gitmez,

    Sarıkaya' nın sıcak suyu da bitmez

    Vatanı olmayanın başı dik olmaz,

    Yürüyeceğim ama yol bozuk bozuk.

    Celalettin Cenani ESER

    Emin Eser

    1. BÖLÜM

    HER ZAMANKI YOĞUN GÜNLERDEN birini yaşıyorduk. Kafede ki bütün masalar doluydu, tıkış tıkış dı her yer. Sanki herkes yarını yokmuş gibi konuşuyordu. Sanki, damar yollarından çay geçiriyorlardı. Sanki son kez nefes alıyorlarmış gibi, oksijen yerine, ciğerlerini sigara dumanıyla dolduruyorlardı. Bütün kafe sis içerisinde kalmıştı, arkada kulakları sağır etmese de göğsü hoplatan ve bir kafe ortamına yakışmayan heavy metal müziği... Çığlık atsam kimse beni duymazdı.

    İnsanlar o kadar kendi hayatlarına odaklanmıştı ki çevrelerindeki ayrıntıları kaçırıyorlardı. Belki biraz daha müziğe kulak verseler heavy metalin ortamla olan uyumsuzluğunu fark edeceklerdi. Belki de içtikleri çay bardağındaki kırmızı rengin tonunu tahmin edebileceklerdi. Ya da tüttürdükleri sigaranın izmaritinin kül tablasındaki bıraktığı izin şekline, peçeteliğin masayla olan simetrisi, şekerlerin nasıl dizildiği, camdaki oluşan lekeler, çay altığının yapışkan olması...

    Herkes kendi hayatına o kadar odaklanmıştı ki ayrıntılar çok fazla atlanıyordu. Sanki, küçük ve önemsiz hayatları evrenin merkezi gibiydi. Bu işi ilk yaptığımdan beri fark ettiğim detaylardan birisiydi bu. Çoğu insan kendi hayatını çok önemsiyordu ama çok gereksiz bir önemseme olanından. Konuştuklarına biraz kulak verseniz şunları duyabilirsiniz: En son aldığı rujun ten rengi ve dudak ile olan uyumu, etrafındaki insanların onun hakkındaki iyi veya kötü bütün düşünceleri, gün içinde sanki dünyayı fetih etmişçesine yaptıkları, yeni aldığı ikinci el arabanın camlarının filtrelenmesi, halı sahadaki rastgele attığı golü ünlü bir futbolcu edasıyla anlatması... Belki de çoğu insan buna yanlış deyip, onlar sadece muhabbet ediyor denilebilirdi. Bana göre bu muhabbet değildi. Çünkü şu kısacık yetmiş beş yıllık hayatımızı neden böyle şeyleri konuşarak geçirmemiz gerekiyordu ki?

    Kollarımı bağladım ve kafenin tam ortasından geçen kolondaki boy aynasından kendimi inceledim. Saçlarım kısaydı, boynuma kadar geliyordu, onları tam ortadan ayırmıştım, uçları hafif de olsa dalgalıydı; beyaz bir tişört ve siyah dar kot pantolonum üstümdeydi. Boyum çok uzun değildi, 1,63'dü sadece. Kilom ise 56 civarıydı. Yorgunluktan gözlerimin altında çizgiler ve mor izler belirmeye başlamıştı. Ne kadar bu izlerin üzerini kapatmaya çalışsam da işe yaramıyordu. Hafif de makyaj yapmıştım. Bunu her gün tekrarlardım. Kirpiklerime hafifçe rimel, yanaklarıma da tatmin olana kadar fondöten. Tırnaklarıma ise gül kırmızısı oje... Şimdi bana kızıp kıyas yapacaksınızdır. Ben günlük hayatımda o kadar da makyaj takıntısı olan bir insan değilimdir. Tek fark; onlar için ölüm kalım meselesi haline gelen bu aktivite, benim için işimden dolayı makyaj da yapmamdı.

    Annemle birlikte bu kafeyi işletiyoruz. Buradaki bütün işlere neredeyse ben koşturuyorum, kafe müdürü gibi bir şey oluyorum. İşim gereği, bütün günüm insanları gözlemekle geçiyor. Onların gereksiz ve işe yaramaz muhabbetlerini dinliyorum. Onları dinledikçe kendi acizliğimin farkına varıyorum. Yanlış anlaşılmasın kimseyi gömmek, kendimi yükseltmek veya egomu tatmin edip insanları yerdiğim yok.

    Yoğun bir cumartesi günüydü. İkindi vakti geçiyordu, güneş bütün kafeyi neredeyse dik bir açıdan kızıla boğuyordu. İnsanların güneşe bakan suratları kızıl renge boyanmıştı, gözlerinin renkleri daha da açık bir tona bürünmüştü. Cadde manzarası tam da önümüzdeydi, orası da kızıla boyanmıştı. Gölge kalan yerlerin ve kızılın zıt uyumu... Güneş sanki bir ressamdı, kendi koyduğu açıdan renklendiriyordu küçük dünyamızı.

    Annemin sahibi olduğu kafe Lise Caddesi'ndeydi. Dikdörtgen bir şekle sahipti ve bir binanın ikinci katındaydı. Tam ortadan bir giriş ve iki yanında masa ve sandalyeler vardı. Giriş kısmının hemen önünde kasa, arkasında ise genişçe mutfak vardı. Annem standart bir obsesif olduğu için her yer düzenli olmalıydı; simetrik ve tertemiz. Masalar koyu kahverengi ahşaptan, sandalyeler ise yumuşak koyu sarı minderli siyah meşeden oluşuyordu. Ayrıca kendisinin renk takıntısı da vardı. Duvarlar açık sarı renge boyanmıştı. Her yerde annemin bayıla bayıla aldığı ve asarken bile heyecandan duvara asarken parmak uçlarını kanattığı manzara tabloları vardı. Çoğu karakalemdi ama ıslak boya olanları da vardı. Hepsi belirli ölçülerde dizilmişti. Kimi duvarlara da özlü sözler de asılmıştı. Tabii o resimlere bakıp düşünüp duygusal olarak sellere kapılmak da kimin umurundaydı. Belli ki sadece annem için geçerli bir kuraldı.

    Arkamdan birisi bana seslendi ve bütün düşüncelerim dağıldı.

    Naz?

    İçgüdüsel olarak hemen kafamı ve bedenimi sesin geldiği yöne doğru çevirdim. Annem bana sesleniyordu.

    Efendim?

    Siparişleri aldın mı, eksik masa var mı?

    Aldım hepsini anne.

    Gözlüklerinin ardındaki gözlerini kıstı ve başını salladı, mutfağın olduğu kısma doğru hızlı adımlarla ilerledi.

    Sadece annem ve ben kafeyi işletiyorduk. Kardeşim veya bir büyüğüm yoktu. Babam ise ben küçükken şiddetli geçimsizlikten dolayı annemden ayrılmıştı. Kendisinin hangi meslekle uğraştığını, yüzünü, mimiklerini veya belki de verdiği sevgisini hatırlamıyorum. Olaylar yaşandığında daha bebekmişim. Barizdir, baba sevgisinden yoksun büyüdüğüm için de bazı konularda çok sertimdir ve hayatta kalma içgüdümde çok baskındır.

    Masalara göz gezdirirken annemi göz ucuyla gördüm. Hemen o yöne doğru tekrardan baktım. Annemin yanında iyi giyimli, zarif bir kadın vardı. Hızla kadının kıyafetlerine göz gezdirdim. Açık kahverengi bir bluz, aynı rengin koyusundan fileli uzun bir etek, siyah bir yelek ve bu uyuma cuk oturan siyah deri bir çanta.

    Naz, diye seslendi annem. Orada boş masa var mı?

    Etrafıma hızlıca göz gezdirdim. Bir tane iki kişilik masa gözüme çarptı. İşaret parmağımla boş masayı göstererek, Evet anne, dedim sesimi yükselterek. Burada bir tane var.

    Başını salladı ve yanındaki kadını masaya yönlendirdi. Kadına karşı gayet, gözle görülür bir şekilde kibar davranıyordu. Kadın zengin birisi olmalıydı. Böyle bir yargıya varmak için kıyafetlerine bakmam yeterli olmuştu. Onların yanına doğru yöneldim.

    Hoş geldiniz, dedi kibar bir dille. Ne alırsınız?

    Kadın tuhaf bir şekilde ara ara bana bakıyordu. Pek normal bakışlar değildi bu, anlamıştım.

    Gözleri anneminkilerle buluştu. İnce ses tonuyla, Bir fincan kahve alabilirim, dedi. Sonra tekrar bana baktı.

    Annem sıralamaya başladı, Sütlü, sade...

    Sade olsun.

    Tamamdır, hemen getiriyorum, dedi ve annem mutfağa doğru hızlı adımlarla gitti, normalde benim de gitmem gerekirdi ama kadına karşı özel muamele yapmak istiyordu galiba, kadına fark ettirmeden, geçerken bana göz kırptı.

    Bende kadına saygıyla başımı salladım ve tam arkamı dönüp gidecekken, Pardon, dedi. İsminiz Naz'dı, değil mi?

    Kadına doğru döndüm. Evet hanımefendi, dedim.

    Zehra bende.

    Memnun oldum.

    Kadın başını salladı.

    Benden bir şeyler çıkmayınca o konuştu. Kaç yaşındasınız?

    yirmi yedi ama birkaç ay sonra yirmi sekize gireceğim.

    Kadın yine başını salladı.

    Tuhaf bir durumdu, neden adımı ve yaşımı sormuştu ki? Çok şaşırmadım, belki de beni birisine benzetmişti. Kadın bir süre konuşmadı, beni incelemekle meşguldü. Bakışları beni rahatsız etmeye başlamıştı. Karşımda o değil de bir erkek olsa çoktan sıkıntı çıkarmış, kafeden kovmuştum bile.

    Annemin topuklu ayakkabısının sesini duydum, kahveyi olduğundan daha hızlı bir şekilde getirmişti.

    Kahvenin yanında bir tane de kurabiye vardı. Fincanı nazikçe kadının önüne bıraktı. Gülümseyerek, Tanıştırayım, kızım Naz, dedi. Kafeyi birlikte idare ediyoruz.

    Kadın bana doğru başını salladı, bende aynı hareketi yaptım. Sanki gergin bir ortam vardı, bir anneme bir de kadına bakıyordum.

    Saniye süren sessizlik bozuldu. Kasadan Mehmet Abi anneme seslendi. Suzan Hanım size telefon var! Kafenin gürültülü ortamında anca duymuştuk.

    Mehmet Abi, kafemize yeni gelmişti, aşağı yukarı dört ya da beş ay olmuştu. Kendisi kafenin şefidir. Yaptığı yemeklerin lafı bile olmaz, o kadar iyi hazırlar ki... Kendisi en iyi okullarda okumuş, en naçizane kurumlarda çalışmıştır. Kendisini abim gibi görürdüm, sağ olsun her işimize yetişirdi.

    Annem sesin geldiği yöne dönerek, Tamam! dedi. Ardından kadına döndü, Kusura bakmayın, birazdan geliyorum, dedi.

    Anneme doğru iki gözünü de kırptı. Annem topuklularını kütürdeterek yanımızdan ayrıldı. Yabancı kadın tekrardan bana doğru döndü.

    Sizinle birkaç dakika sohbet etmemin bir sakıncası var mı?

    Şaşkınlığımı gizlemeye çalıştım. Gözlerimi kısarak, Tabii ki yok, hanımefendi dedim.

    Eliyle sandalyeyi gösterdi. Kalbimden küt küt sesleri gelmeye başlamıştı, ilk defa bir kadın benden bunu yapmamı istemişti. Karşısındaki sandalyeye geçtim ve heyecanımı az da olsa gizlemek için ellerimi bacaklarımda birleştirdim. Duruşumu dikleştirdim ve dosdoğru kadına bakmaya başladım. Acaba benimle ne konuşacak diye merak ettim. Pardon, zengin bir kadın benimle ne konuşacaktı?

    Kafeyi inceleyerek, Demek annenle birlikte burayı işletiyorsunuz, dedi.

    Evet.

    Açık kahverengi gözlerini kafenin duvarlarından çekip bana dikti. Üniversite okudun mu?

    Hayır okumadım.

    Başın yana eğdi. Neden?

    Bilmiyorum, liseyi bitirdikten sonra sadece kendimi geliştirmek istediğim konular vardı, onlara odaklanmak istedim. Ayrıca annem de burada yalnız, ben olmadan buralarda sorunlar yaşayabilir.

    Babamı sormasın diye içimden geçirdim.

    Kadın başını salladı, deri çantasını önüne çekti ve içinde altın ararmışçasına bir şeyler arıyordu. Birkaç saniye sonra bir sigara paketi çıkardı, çantasını geri eski yerine koydu. Paketin kapağını yukarı doğru açtı, yarısı içilmişti ve arasına küçük bir çakmak sıkıştırılmıştı. İçinden bir tane sigara çekti ve dudaklarının arasına koydu, paketten çıkardığı açık turuncu çakmakla ucundan kibarca yaktı. Derin derin bir nefes çekti, kafasından yukarı doğru bıraktı ve kahvesinden bir yudum aldı.

    Sigarası sağ elinin parmaklarının arasındaydı. Gülümseyerek, Hayat nasıl gidiyor bakalım, dedi. Memnun musun buralardan?

    Tekdüze bir şekilde Yani memnunum, bir sıkıntım yok idare ediyoruz işte, diye cevap verdim.

    Tekrardan başını salladı. Birkaç dakika ikimiz de sustuk sadece gözlerimiz konuşuyordu. Bir anlığına kendimi bu kadına karşı çok yakın hissettim. Sanki aramızda bir çekim oluşmuştu ama o dürtü de geldiği gibi hızlıca geri gitti. Kadının gözlerini daha dikkatli inceledim. Çok tuhaf bakışları vardı. Daha önce hiç böyle bakan birisini görmemiştim. Hiçbir anlam çıkartamıyordum; öfke mi, sinir mi, sevgi mi, şaşkınlık mı?.. Karnımdan hızlı bir heyecan dalgası geçip gitti.

    Kadın esasen çok ta güzel sayılmazdı ama alımlıydı. Yaşı ellilerin başında olmalı diye düşündüm. Düz burnu, dolgun dudaklarıyla uyum halindeydi. İnce kaşları, açık kahverengi gözlerini tamamlıyordu, kadının suratı şiir gibiydi. Saçları koyu siyahtı, aralarından bazıları beyazlamaya başlamıştı. Şaşırtıcı bir şekilde saçlarındaki kırlaşma bile kadına çok yakışmıştı.

    Çok özel bir soru olabilir ama, dedi kadın. Anneni seviyor musun? diye sordu.

    Neden bana böyle bir soru sorma ihtiyacı hissetmişti ki? İçimden bir öfke pırıltısı geçti. Sadece kendimi tutup kısa bir cevap verme ihtiyacı hissettim.

    Evet, annemi seviyorum.

    Sigarasından iki uzun duman çekti. Peki, onu bir gün kaybedersen neler hissedersin?

    Kadının gözlerinde sanki bir sis bulutu vardı, aralayamıyordum onu. Çünkü sorularında bir mantık bulamamıştım. Sorduğu soruya doğru dürüst bir cevap vermezdim. Çünkü bu her gün üzerine düşündüğüm veya bir kez de olsun tecrübe ettiğim bir şey değildi.

    Sadece, Bilmiyorum, bunu daha önce hiç düşünmemiştim, demekle yetindim.

    Kadın içten bir şekilde gülümsedi. Sadece bir hayat tavsiyesi vereceğim minik hanım, dedi ve sigarasını söndürdü. Bana odaklanmış gibiydi. Hazırlıklı ol hayata, bir gün kaybettiklerinin bedeli ağır gelecek. diye cümlesini tamamladı. Sevdiklerin yanındayken anın tadını çıkart, çünkü ölüm kapını çaldığında bir daha böyle bir şansın olmayacak. O ıssız boşluğa düşeceksin.

    Birkaç dakika önce tanımaya başladığım kadından böyle hayat tavsiyeleri almak çok güzel ve benim için anlamlı bir şeydi. Tecrübe konuşuyordu ama bir yandan da kendimi bir çocuk gibi hissetmeme yol açıyordu. O anda bazı şeyleri muhakeme etmeye başladım.

    Annemin arkamdan seslenmesi düşüncelerimi dağıttı. Zehra Hanım, kusura bakmayın, minik bir işim çıkmıştı da. İkimizi de hızlıca inceledi, bir sorun var mı diye kontrol ediyordu. Kadının karşısına oturmam da onu rahatsız etmiş gibiydi. Ara ara avuç içlerini ovuşturuyordu. Alnında yeni silinmiş gibi duran boncuk ter damlaları vardı.

    Kahve nasıl olmuş, beğendiniz mi? Bizzat kendim hazırladım.

    Ellerinize sağlık Suzan Hanım, çok güzel olmuş.

    Afiyet olsun.

    İkilinin samimi konuşması bir telefonun çalmasıyla son buldu. Ses kadının çantasından geliyordu. Hemen çantasından telefonunu aramaya başladı. Telefonu buldu ve çıkarttı. Telefonu kulağına dayadı, kafasını eğdi ve önüne düşen saçlarından birkaç teli eliyle kafasının arkasına attı.

    Sessiz bir tonda, Tamam... hıhı... tamam, diye konuşuyordu.

    Birkaç dakika bu şekilde konuştuktan sonra açık kahverengi gözlerini anneme dikti. Çok özür dilerim Suzan Hanım. Benim acilen çıkmam gerekiyor, çok önemli bir işim çıktı da.

    Annem, Hiç sorun değil hanımefendi, dedi.

    Kadın hemen toparlandı ve çıkışa doğru yöneldi. Annem de hemen arkasındaydı. Kadın bir

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1