Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Örge Sokak
Örge Sokak
Örge Sokak
Ebook427 pages3 hours

Örge Sokak

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Kargadan kılavuz, horozdan yoldaş olmazdı. Ülkenin en mutena semti Örge Sokak’taki dünya güzeli iki kızdan biri olan Zerrin muhteşemdi. Daha öne çıkmak, daha güzel olmak, kartal bakışlı Zerrin’in olmazsa olmazıydı. Olay, o gün yapılan oylamada bir oy farkla Pelin’in en güzel seçilmesi yüzünden çıktı. Sonuçta iki dünya güzeli kız bir sokağa sığamadılar!


Kıskançlık, kin, saldırı ve intikam!

LanguageTürkçe
Release dateAug 20, 2022
ISBN9786258196047
Örge Sokak

Read more from Mustafa çuhacı

Related to Örge Sokak

Related ebooks

Reviews for Örge Sokak

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Örge Sokak - Mustafa Çuhacı

    F:\KIYAMET GERÇEKLİĞİ KÜLLİYATI Murat Ukray {2006-2012}\YAYINLANAN KİTAPLAR\Mustafa Çuhacı\Örge Sokak\Ön kapak.jpg

    ÖRGE SOKAK

    C:\Users\Mustafa\Desktop\ÖRGE RESİMLERİ 2\örge a.jpg

    MUSTAFA ÇUHACI

    Örge Sokak

    Mustafa Çuhacı

    Kitap adı: ÖRGE SOKAK (Roman)

    Yazar adı: Mustafa Çuhacı

    Sayfa Düzeni ve Grafik Tasarım: E-Kitap Projesi

    Yayıncı (Publisher): E-KİTAP PROJESİ,

    www.ekitaprojesi.com, 2022

    Yayıncı Sertifika No: 45502

    İstanbul, Ağustos / 2022

    ISBN: 978-625-8196-04-7

    İLETİŞİM:

    E-posta:  mustafacuhaci@yahoo.com

    Cevap ve yorumlarınız için:

    {ForreplyandyourComments}

    www.ekitaprojesi.com/books/orge-sokak

    Açıklama: Açıklama: Açıklama: Açıklama: ANd9GcR3WgR8MfuOcC2EyyfIVPjZe1WzLm6S7E1TzoJ23hOhNANZ6BDwHw www.facebook.com/EKitapProjesi

    © Copyright, Mustafa Çuhacı / 2022

    Tüm hakları saklıdır.

    Bu yayının hiçbir bölümü yazarın yazılı ön izni olmaksızın,

    herhangi bir şekilde yeniden üretilemez,

    basılı ya da dijital yollarla çoğaltılamaz.

    Kısa alıntılarda mutlaka kaynak belirtilmelidir.

    Bölüm 1

    Pelin

    Milenyum, yıl 2000

    Ankara’nın sıcaktan kaynadığı bu yaz gününde Örge Sokak çok sakindi. Asfalt yol güneşin enerjisini üzerine topluyor ve bol keseden semt sakinlerinin üzerine yayıyordu. Bir kedi bile yoktu sokakta. Akşam bekleniyordu, güneşin kaşlarını çatıp, Örge sokağı terk etmesi için. Bu günlerde neredeyse bütün Ankaralı tatildeydi.

    O gün Örge Sokağın gençleri pastanede oturmuş sokağın en güzel kızını seçiyorlardı. Oylama yapıldı, Zerrin’e beş oy, Pelin’e altı oy çıktı.

    Bunu duyduğu anda Zerrin’in tepesi attı. Saldırganlaştı.

    Yusuf da oy kullandı mı? diye sordu Emre’ye

    Hayır, o sadece servis yaptı dedi Emre

    Alacağım o sarı kunta kinteyi ayağımın altına! Neden o oy kullanmadı da diğerleri kullandı?

    Bize servis yaptı, Zerrin. Ne var bunda öfkelenecek?

    Örge sokağın en güzel kızı benim! Burada benim sözüm geçer! Anlaşıldı mı? Benim sözüm geçer! Ona göre! dedi Zerrin.

    Ona kimse karşı çıkmadı. Çıkmazdı da zaten. Sonuçta Zerrin de çok güzeldi. Ona her zaman yakınlık gösteriyorlardı ama ne kadar yakın dursalar da tatmin olmuyor, kibrinden ödün vermiyordu. Pelin’e ‘Fin civcivi’ diyor ve onu küçük görüyordu.

    O Fin civcivine de göstereceğim gününü! dedi ve öfkeyle çıktı dışarı.

    Gitti Örge Sokağın başında dimdik ayakta durdu ve kendi kendisini yargıladı. Aslında her ikisi de güzel kızlardı. Ne var ki Zerrin daha iddialıydı.

    Buna karşılık Pelin arkadaşlarına sokulgan davranıyor ve dostluklarına değer veriyordu. Örge Sokağın sevilen ve popüler olan bir kişisiydi. Hayal dünyası genişti. Çabuk aşık olur, insanlar severdi. Orta boylu sarışın, ela gözlü güzel bir kızdı. Annesi Finlandiyalıydı. Bu yüzden ten rengi farklıydı.

    Zerrin Dimdik Ayaktaydı

    Zerrin arkadaşlarının tavrına isyan ederek pastaneden dışarı çıktı ve sokağın başında dimdik ayakta durdu. Yusuf’un parka saklanıp, oradan kendisini izlediğine adı gibi emindi…

    Cengiz Han Bulvarı yokuşunu çıkarken tam orta yerde sağa bir sokak girer. Tek yönlüdür. Adı da Örge Sokak  İki bina ileride sağda Pelinlerin oturduğu bina, ondan birkaç bina sonra yokuş aşağıya uzanan yolda ise Zerrinlerin oturduğu bina bulunur. Yusufların oturduğu bina ise bir alt sokaktadır.

    Örge Sokak’ta Pelinlerin tam karşısında Park vardır. Parkın yanından içeriye büküldüğünde köşede mahallenin pastanesi bulunmaktadır. Mahalledeki gençlerin zaman harcadığı pastane…  Pastanenin bir dükkan ilerisinde Manav Halil’in dükkanı, sokağın sonuna doğru da büyük bir şirketin binası bulunmaktadır. Emre ile Ertan’ın çalıştığı şirket.

    Zerrin’in iddiasına göre, o bu semtin en güzel kızıydı. Yirmi iki yaşında, Pelin’den bir yaş, Yusuf’tan iki üç yaş büyüktü. O gün Örge Sokak’ın başında, Truva Atı gibi dimdik ayakta durmasının bir nedeni vardı. Sütun gibi bacaklarını kavrayan bir kot pantolon giymişti. Açık krem rengi tişörtünün içinden, küçük göğüsleri belli belirsiz kendisini gösteriyordu. Alnındaki ter, kartal bakışlı gözlerinin arasından yüzüne, aşağılara doğru süzülmekteydi. O günkü duruşunda müthiş bir azamet ve fakat ateşli bir güzellik vardı.

    Muhteşem görünüyordu Zerrin.

    Bu mevsimde Ankara’nın yarısı tatildeydi. Sokaklar boşalmıştı. Fakat, bu kadar güzel bir kız bu sene tatile çıkamamıştı. Şimdi sahilde bikinisi ile dolaşıp ilgi toplamak varken burada ne arıyordu?. Denizin kenarında hafif esintileri göğüsleyerek, hayran bakışları üzerine çekmek istemez miydi? Tatil aşkları bir başka olurdu. Özellikle de Akdeniz’de.

    Pelin’in Tatil Dönüşü

    Akdeniz, berrak sularını plajın kumlarına dalga dalga sererken, güneşin parlak ışıkları da bu kumları kavururcasına ısıtmaktaydı. Motelin plajında koşuşturan çocukların savurduğu kumlar ve onların bıcırtılı sesleri, denizin canlılığına renk katıyordu.

    Nilüfer, gel buraya!

    Nilüfer henüz üç yaşındaydı. Bayan Eva, eline aldığı bir krem tüpü ile devamlı çocuklarının arkalarından koşuyor, onların güneş yanığından çekeceği acı ve sızıyı önlemek için gölgeye sığınmalarını istiyordu.

    Pelin genç bir kız olarak, şemsiyenin koruduğu şezlonga serilmişti. Her ne kadar elindeki mecmuayı yüzüne siper etse de Pelin’in şezlonga serilişi, hayranlarının bakışlarını üzerine çekiyordu. Eva’nın parıltılı güzelliği Pelin’e de geçmişti. İnce yapısı, ela gözleri ve sarı saçları ile adeta bir model güzelliğine sahipti.  Belli belirsizmiş görünen çilleri sayesinde plajda dolaşan diğer kızlardan farklıydı.

    Pelin annesine moteldeki insanların mutluluğundan söz etti. Annesinden ses çıkmayınca meraklandı. Anne, ne düşünüyorsun öyle?

    Düşünmüyorum! dedi Eva. Ama içerlemişti.

    Ah, şimdi Finlandiya’da olsaydım, Bütün küçüklük arkadaşlarımın arasında… Uçardım, yerimde duramazdım. Danslar, coşkular, daha neler neler. Hepsini anlatamam ki!

    Sevgilin mi vardı?

    Çocuklar böyle sorular sormaz!

    Ama anne! Ben çocuk değilim!

    Baban geliyor diye konuyu değiştirerek Pelin’i uyardı Eva.

    Bir gün belki mazideki her şeyi anlatacaktı Eva. Anlatmayı, anlatabilmeyi çok isterdi. Boşalmaya çok ihtiyacı vardı. Fakat o gün, bu gün değildi. Derin bir nefes alarak konuyu kapattı.

    Pelin, annesinin yüzündeki hüzün dolu ifadeden onu incitmiş olduğunu fark etti. Henüz gerçek aşktan anladığı da yoktu. Tekrar kumlara yuvarlandı. Dirseklerinin üzerine yüklenerek etrafını seyretmeye başladı.

    Arada bir karşılaştığı alıcı bakışlara karşılık vermiyor, fakat ruhunun okşandığını da hissetmeden edemiyordu. Yarısı dışarıda kalmış yuvarlak kalçaları ile uçarı bir kız görünümünü vermekteydi. Nadir Bey ve Eva’nın bakışları arasında denize gitti. Döndüğünde bir erkek arkadaşının da kendisine eşlik etmesi normaldi. Plaj boyunca birlikte yürüdüler, konuştular, anlaştılar. Belli ki kızımız tatili yalnız geçirmeyecekti.

    Şimdiden buldu bile! diye sitem etti Nadir Bey. Kıskanmıştı kızını.

    Çocuğu rahat bırak Nadirciğim! diye karşı çıktı Eva.

    Pelin’in babası Nadir Bey, Ankara’da memur olarak çalışırken altı ay süre ile ataşe olarak Finlandiya’ya gitmiş, orada Eva ile tanışmıştı. Bir gençlik macerası olarak orada kaldığı zaman boyunca birlikte yaşamışlar, sonra da Bayan Eva’yı Türkiye’ye getirmiş ve onunla evlenip mutlu bir yuva kurmuştu. Bu kadar güzel bir bayanı, dünyanın en soğuk ülkesinden dünyanın en sıcak ülkesine gelin getirmek ancak o zamanın imkanları ile olabilirdi.

    Yazın tam ortasıydı. Alanya’da hava öyle sıcaktı ki, insanın içi dışı kaynıyordu.

    Eva’nın özgüveni yüksekti. Lepiska saçlarını özenle okşayarak etrafına bakıyor ve diğer motel müşterilerinden daha estetik görünüşü ile istediği ilgiyi üzerine çekiyordu. Hanımefendi görünüşünün yanı sıra pırıltılı masmavi gözleri ve düzgün burun yapısı ile oldukça güzeldi.

    Bayan Eva, duruşuyla içinde bulunduğu topluluğun kalitesine kalite ve renkli bir güzellik katıyordu. Onun hanımefendi tavırları, dolgun göğüsleri ve flaş patlaması gibi aniden gelip geçen masmavi bakışları, zaten yarım akıllı olan motel müşterilerinin aklını başından alıyordu.

    Nilüfer’in çocuksu konuşmaları, canlılığı ve yüzünü kapatan sarı saçlarını sağa sola atması, onu daha da sevimli hale getiriyordu.

    Bayan Eva Pelin’i uyardı:

    Neden yakıyorsun kendini? Sana güneşte durma demedim mi?

    Emre’ye güzel görünmek istiyorum

    Bütün arkadaşlarına güzel görün!

    Bana ne başkasından Anne! Emre görsün...

    Peki, peki. Emre görsün diyerek konuyu kapattı Eva.

    O gün akşam yemeği için lobiye indiklerinde, biraz esmerleşebilen Pelin, pembe bir fondöten sürerek yüzüne canlılık vermişti. Açık yeşil gömleğini, bütün göğsünü ve beyaz bikinisinin üstünü sergileyecek biçimde üzerine atmış ve altına da plili ekose mini etek giymişti.

    Göğsünün açık kalan ön tarafına, başının iki yanından omuzlarının altına kadar inen örülü sarı saçlarını sarkıtmıştı. Saç örgülerinin uçlarını da gömleğinin renginde yeşil kurdeleler bağlayarak süs yapmıştı.

    Yemek salonuna indiklerinde hep birlikte bir masa seçtiler ve açık büfede beğendikleri yiyecekleri özenle masalarına taşıdılar. Nilüfer, Pelin’in elinden tuttu ve onu çekerek profiterol almaya götürdü. Hakan da hemen yetişerek bu küçük hanımlara yardımcı oldu. Tavrına bakılırsa, bu akşam yapılacak danslarda kendisine bir bilet alıyordu.

    Müzik sesi coşkuyu artırıyordu.

    Pelin, o akşamki animasyon programında ailesinden ayrılarak yeni edindiği arkadaş grubunun arasına katıldı. Yeni arkadaşlarından Bora ile gecenin ilk dansını yaparken Hakan’ın sitem dolu bakışlarına hedef oluyordu.  Bora güldü;

    Hakan’la aranızda bir şey mi var?

    Beni mi kıskanıyorsun?

    Hayır. Kıskanmıyorum da senin bilmediğin bir şey var. Hakan kendisini buranın en yakışıklısı sanıyor. Kasım kasım kasılıyor!

    Evet, tuhaf bakıyor. Sanki her şey onunmuş gibi ama sen onu düşünme dedi Pelin.

    Emredersiniz bayan diye ironi yaptı Bora. Şimdi tatilin en güzel kızıyla dans etmek varken kimseyi düşünemem.

    Sevindim dedi Pelin

    Pelin’in önce Bora ile dans etmesi, Hakanın öfkesini çekti. Saldırganca elindeki içeceğine sarıldı, kasvetle onları süzdü durdu. Pelin, Bora’dan yakasını kurtarır kurtarmaz yanına Hakan geldi. Onunla da sıkıca sarılıp dans etmesi Hakan’ı yatıştırmaya yetti.

    Nadir Bey karısına yakındı; Pelin ile arkadaşlarının yüzlerindeki mutluluğu okuyabiliyorum ama bu geçici bir birliktelik. Bu yüzden de fazla ciddiye almıyorum. Yine de bir babanın bu durumu kabullenmesi çok zor. dedi.

    Yanlış düşünüyorsun Nadir! Önemli olan kızımızın mutlu olması diyerek karşı çıktı Eva..

    O Finlandiya’da başka bir ortamda yetişmişti. Kızının ilişkilerine daha olgun bir pencereden bakabiliyordu.

    Hafta ortasında çarşı gezisine gittiler, kafelerde kahve ve meşrubat içtiler, küçük alışverişler yaptılar. Caddelerde dolaşan ve çığırtkanlarla pazarlığa tutuşan turist kalabalığının içerisine karıştılar. Özlemini çektikleri tatil havasını doyasıya kokladılar. Onlar için mutluluk buydu…

    Fakat sayılı günler çabuk geçti. Yedi günlük süre dolmuştu. Pelin’in tüm yeni arkadaşları onları motelden sevecenlikle uğurladı. Onlara çok alışan animatörler de dâhil… Hakan otel çıkışına kadar gelerek centilmence ailenin tüm fertlerine iyi yolculuklar diledi. Pelin’e "Henüz bitmedi!" diyerek ilerisi için bir yatırım yapmayı da ihmal etmedi. El sallayarak vedalaştılar. Arabaya sonradan yetişen Bora ise Pelin’i uyardı.

    Dikkat et ona, Pelin!

    Hoşça kal Bora… diye veda etti Pelin.

    Pelin’in aklı karışmıştı. Acaba Bora’yı göz ardı etmekle hata mı yapıyordu? Sanki Bora daha iyi bir arkadaş gibi duruyordu. Onu tekrar görebilecek miydi? Görmeyi isterdi tabii. İçi biraz burkulmuştu.

    Araba hareket ettiğinde arka taraftan Animatör Hüsam ilişti Pelin’in gözüne. Ağlıyordu. Tatil boyunca kendilerine ne hünerler gösteren bu genç animatör, onların gitmesiyle kalabalık içinde yalnızlık sendromuna kapılmış ağlıyordu. Bu bir kader miydi(!)

    Tekrar burkuldu Pelin.

    Klima arabanın içini iyice soğutmuştu. Yola çıkmalarından on dakika sonra Nilüfer arka koltukta uykuya daldı. Güzel bir tatilin ardından tüm aile kendilerine ait mutlu anılarla Ankara yoluna girmişlerdi. Sıcaktan cayır cayır yanan asfalt yolda araba yağ gibi kayıyordu. Sandıklı, Afyon, mola derken öğleden sonra Ankara’ya geldiler.

    Pelin ve Akalın ailesi, tabiatın bir lütfu olarak sahip oldukları güzelliklerinin, etrafın tepkisini çekebileceğini ya da etraflarında kötü niyetli kimselerin olabileceğini akıllarına bile getirmiyorlardı. Şimdiye kadar hiçbir düşmanları olmamıştı.

    Ama Ankara’da durum farklıydı.

    Tatil sonrası Nadir Bey tekrar memuriyetine başlayacak, Bayan Eva ise arkadaş toplantılarına katılmaya devam edecekti. Onlar bu düşüncelerle evlerine geldiler ve dış kapıdan içeriye kendilerini attılar.

    Pelin’i Kıskandı

    O gün Zerrin, kendisinden daha çok oy alan Pelinlerin tatilden döndüklerini gördü. Pelin şortunun içinden esmerleşmiş bacaklarını uzatarak indi arabadan. Bir de dönüp uzaktan Zerrin’e selam vermez mi?

    Aa! Terbiyesize bak! dedi Zerrin.

    Hayatında hiç bu kadar sıkıntıya düşmemişti. Bütün dünyası başına yıkıldı. Hasetinden yüreği öyle kavruldu ki, elinden gelse o anda dişlerini boğazına geçirirdi Pelin’in. Onun el sallamasına karşılık bile vermedi.

    Pelin bavulunu arabanın bagajından aldığında Yusuf da karşı parktan inerek onun yanına koştu. Onu karşılamak istiyordu. Fakat yetişemedi. Yolun orta yerinde kalakaldı.

    Pelin’e duyduğu öfkeyle Yusuf’a saldırdı Zerrin. Ondan daha büyüktü, daha güçlüydü. Yusuf’u ezmiş olmak ona yetmiyordu. O herkesi ezmek istiyordu. Hele ipleri eline alsın, herkes görecekti onun neler yapabileceğini… Ama önce bu küçük sefil çocuğa diş geçirmeliydi.

    Mimar bir babanın ve memur bir annenin tek çocuğuydu Zerrin. Babası Arap ülkelerinde çok para kazanır, bu kazancı ile de Uzakdoğu ülkelerinde çok güzel günler geçirirdi. Evine uğramaz, sadece para göndermekle yetinirdi. Entelektüel bir adamdı.

    Annesi, memuriyette geçirdiği iş saatleri dışında kurdukları arkadaş gurubuyla zaman geçirir, o arkadaşlarının evinde neredeyse kumar sayılabilecek derecede konken oynardı. Çoğu geceler evine uğramaz, iş arkadaşı dul Vecdi Bey’in evinde geçirirdi geceyi.

    Zerrin ise mimardı. Yeni mimar olmuştu. Babasından gelen hatırı sayılır paralarla gününü gün ediyordu. Sırtından omuzlarının altına kadar inen atkuyruğu kızıl kahverengi saçları onu bir kısrak (dişi tempo atı)  kadar iddialı gösteriyordu. Saçlarının çevrelediği uzun yüzü, öne eğik duran kahverengi gözleri, kartal burnu ve vahşi bakışı ile bir dişi kediden daha haşindi.

    Bedeni diri ve sağlamdı.

    Erkek görünüşlüydü. Fakat o bunu övünç nedeni olarak değerlendiriyordu. Kendi duruşu ile gurur duyan, ender rastlanılacak bir kızdı. Boy aynasında kendisine bakmaya doyamazdı.

    Yüzünde tatlı bir ifade olduğunda ne derseniz yapardı. İşte o zaman ona kur yapmak, onu tavlamak çok kolaydı. Fakat saldırganlaştığı zaman önünde durulamazdı. Bir kere çıldırırsa, aslan yelesi gibi sert duran atkuyruğu saçları, onu hafifleteceği yerde kaskatı ağırlaştırırdı.Yüzünün zarif kıvrımları, bir anda gerilir, hançer gibi keskinleşirdi. Tırnakları dışarı çıkar, pençe vuracağı bir kurban arardı. Öfkesinden yüzünü ter basar, kendisine özgü makyajı, suratından aşağıya dereler gibi akardı

    Fakat çok çekiciydi… Toplumu çileden çıkaran en aykırı davranışları dahi onun bu çekiciliğini gölgeleyemiyordu.

    Haset ve kin, Zerrin’in ruhuna nakşedilmişti. Kendi gücünü abartması, arsız ve hırslı olması hep bu yüzdendi. Her ne kadar çekinilecek bir kız olsa da, ona karşı çıkıp onu yok sayarak, açıkça dışlayacak bir kimse de yoktu. Israrla en ideal arkadaş topluluklarına giriyor, orada yerini alıyordu.               Fakat hareketli yapısı nedeniyle hiçbir gruba bağlı kalmaz, ortalarda gezinmeyi tercih ederdi.

    Her fırsatta Yusuf’a saldırmasının bir nedeni vardı. Gözü daima yükseklerdeydi. Bu yüzden sefil Yusuf’u bir engel olarak görüyordu. En zevk aldığı şey Yusuf’a işkence etmek onu ezmek, ezmek, ezmekti… Ona ne zaman saldırsa sinirleri boşalıyor, derin bir rahatlama hissediyordu.

    Hiç olmadık zamanlarda Yusuf’un da defterini düreceğim! gibi sözler ediyor, sözlerini de başıyla pekiştiriyordu. Sürüm sürüm süründüreceğim o sokak faresini! Bu mahalleye asla geri dönemeyecek! Devamlı arkamda dolaşmak neymiş görsün! diye Yusuf’a tehdit dolu mesajlar gönderiyordu.

    Yusuf’un Sevgisi

    Zerrin koşarak yetişti ve Pelin’i karşılamak üzere  parktan inen Yusuf’u bir çırpıda ayağının altına aldı. İşkenceye başladı. Kancayı takmıştı bir defa... Ne deseniz duymazdı. Kendi ruhunu tatmin için ona ağız dolusu hakaretlerle en acımasız laflar edecekti.

    Zavallı çocuğu hiç durmadan eziyor, tekmeliyor, yerlere bastırıyordu. Kendisinin olduğu hiçbir yerde onun olmasını istemiyordu. Dişleri gıcırdayarak, kin ve nefretle kollarının arasına sıkıştırdı. Mıncıkladı, mıncıkladı, mıncıkladı. Canını zor kurtaran Yusuf, Zerrin’den kaçarak nefes nefese Manav Halil’in dükkânına sığındı.

    Koşarak oraya da geldi Zerrin! Hırsla Yusuf’u sarmalıyor, onu çimdikliyor, hakaretler ediyordu. Manav Halil, kısacık boyu ile aralarına girerek onları ayırmak zorunda kaldı.

    Yine geleceğim sarı fare! Yine geleceğim! Bundan sonra sana rahat yok bu mahallede! diyerek dışarıya yöneldi Zerrin.

    Ama Zerrin Abla! Ben seni seviyorum…

    Tekrar Yusuf’a yöneldi Zerrin; Utanmaz! Bir de beni sevdiğini söylüyor. diye Yusuf’u horladı; Sen kimsin ha? Kimsin sen!

    Bu sırada atletik yapılı fötr şapkalı bir adam parktaki ağaçların arasından sessizce ortaya çıktı. Otuz yaşında ya var ya yoktu. Kısa saçlıydı(dazlak), damalı gömlek giymişti. Kendisini ağacın arkasına gizledi. Zerrin’in Yusuf’a saldırısını heyecanla seyretti. Belki de kurtaracaktı Yusuf’u. Ama kurtarmadı. Gizemli bir şekilde parkın içerisine doğru giderek kayboldu.

    Pelin’e olan bütün hıncını Yusuf’tan çıkartmıştı Zerrin. O gidince, aczinden ağladı Yusuf. Haksız da sayılmazdı. Tığ teber, şahı merdan! Ne sığınacak bir kimsesi vardı. Ne malı, mülkü… Ama kimsesiz de sayılmazdı. Manav Halil ile kendisinden iki yaş büyük Zerrin de olmasa daha garip kalacak, kim bilir hangi hedefe yuvarlanıp gidecekti.

    Ah! diye yakındı Yusuf. Bana nasıl davranıyor, görüyor musun Halil Amca?

    Sen de uzak dur be yavrum!

    Pelin’i karşılayacaktım. Geldi buldu beni.

    Onun ne kadar aksi bir kız olduğunu bilmez misin?

    Ne olurdu dünyaya daha erken gelseydim. Onun dengi olsaydım?

    Sevecek kız mı yok. Unut onu! Unut…

    Ben onu unutsam da o beni bırakmıyor. Bütün gece yanımda, rüyalarımda.

    E, iyi o zaman. Unutma!

    Küçücük siyah gözleri fıldır fıldır dönüyordu Manav Halil’in.. Çok öfkeliydi. Yusuf’u da suçladığı yoktu. Zerrin ona zorla yanaşıyor, işkenceler ediyor, sonra da bir şey olmamış gibi çekip gidiyordu.

    Ben onu korumak istiyorum Halil Amca. Onu seviyorum.

    Üvey baban seni dayağa alıştırmış Yusuf. Zerrin’i de seni dövdüğü için seviyorsun.

    Bir kuş olup uçsam, diyorum Ilgaz’a. O cennet gibi yemyeşil diyara. Onu da götürsem gelir mi acaba? Her şeyimi verirdim ona! Elimde olsa!

    Gel otur, peynir ye.

    Manav Halil, Yusuf’un aç dolaşmasını istemezdi Konuşurlarken bir yandan da peynir koydu bir meyve kasasının üzerine. Yanına üzüm uzattı. Ekmekten de böldü, verdi.

    Pelin’i çekemiyor ya, hırsını benden çıkarıyor.

    Bir kadın çıldırdı mı hiçbir engel tanımaz, saldırır Yusuf. Ya Zerrin sana saldırdığı gibi Pelin’e de saldırırsa, ne yaparız?

    Korkma Halil Amca, ben Pelin’i korurum!

    Sefil Yusuf

    Yusuf, Zerrin’in arkadaş gurubuna nadiren girer ve ona ne kadar dostça davranılsa da, onlarla çok durmaz ve onların bulunduğu ortamdan kaçıp kendi dünyasına çekilirdi.

    Narin, uzun boyluydu. Omuzları geniş, sarı benizliydi. Çilli yüzüyle pek güzel olmayan bir gençti. Bu toplumun ezik ruhlu ve saygılı bir üyesiydi.  Kıyafeti hep aynıydı... Damalı, yeşil bir gömlek, içine giydiği bir zıbın, üzerindeki eski blucin.

    Kendi perişan haline alışmıştı. Bundan gocunmuyordu. Bir erkek için sevdiği bir kız olması ne büyük mutluluktu. Öyle düşünüyordu. Kızlar için de öyle olmalıydı. Zerrin’i seviyordu.  Felsefeden anlamazdı ama kendi kendine mantıklı çözümler üretirdi. Zerrin’in ne haris bir kız olduğunu biliyordu ama o da olmasa tamamen yalnız kalacaktı.

    Annesi hayırsız bir ev kadını, üvey babası ise her bulduğu fırsatta sırtına sopa vuran bir kasaptı.  Bu yüzden de çoğu geceler kendi evine gitmiyor, parktaki banka uzanıyordu.

    Bazen babalığı uyuduktan sonra sessizce eve gelip yatağına kıvrılırdı. Dayak mahkûmu sessiz bir garibandı Yusuf.

    Romantik ruhluydu. Gözü Zerrin’in penceresindeydi. Zaman zaman yakınır, efkârını Ilgaz’a, Ilgaz dağlarına gönderirdi: Doğduğu, büyüdüğü Ilgaz’a;

    Ey mor görünümlü beyaz şapkalı dağlar! Ben Zerrin’i seviyorum! Hem de deliler gibi…

    Bırakın tepelerinizde yankılanan sesim, yok olana kadar gitsin vadi boyunca...

    Bırakın yansın içimdeki alevler! Öyle bir yansın ki, söndüremesin hiçbir şey

    Ilgaz ormanlarının karları bile

    Kaf dağını çoktan aşardım, hayallerime kanmasaydım... Canımı verirdim ona ama:

    Yaşamak istiyorum onun için! Saçının bir telini görsem bana yeter!

    Yeter ki kısıp arsız gözlerini, bir kerecik hor bakmasın bana!

    Durgun ve solgun yüzünü çevreleyen uzun sarı saçlarını bir yanına sarkıtır, pejmürde kıyafetinin içerisinde mavi gözlerindeki saf bakışlarını Zerrin’e, daha doğrusu Zerrin’i görebileceği yöne çevirirdi.

    Bir gün kendi başına bir dert açacak bu kız. İşte o zaman ben onu kurtaracağım!

    Diye düşünürdü hep. Hayallerinde onu nasıl kurtaracağının bin türlü hesabını yapmıştı. Onu azgın zamanlarında olası bir çılgınlıktan koruyacak, ona göğsünü siper edecekti.

    Saftı Yusuf…

    Oysa Zerrin öyle düşünmüyordu.O zehirli bir örümcek gibi ağını Yusuf’un çevresine örecek, önce zehirleyecek, sonra da afiyetle kanını emecekti. Yusuf’un kendisine âşık olduğu iddiası bir tek Zerrin’e ağır geliyor, kartal bakışları azıyor ve dişleri titriyordu.

    Yeminler ediyordu ki; Ayağımın altına alıp ezeceğim o Yusuf’u! Sürüm sürüm süründürüp çöplüğe gömeceğim! Benim hiç acelem yok!

    Bizim Mahalle

    Bu güne kadar sakince yaşanan semtin karşılaştığı ilk olaydı bu. Kapıcılar olayı duyduktan sonra bütün mahallenin de duyması normaldi. Kapıcılar olayı her haneye ballandırarak anlatırlardı.

    Pelinlerin yanındaki apartmandan başını uzatan Şap Derneği Başkanı da şaşkındı. O kendisine bir saldırı yapılmasından korkuyordu. Pastanedeki müşteriler de ayaklanıp sokağa fırlamışlardı. Manav Halil’in dükkanından çıkan Zerrin oradan uzaklaşınca ortalık duruldu.

    Pelinlerin oturduğu dairenin penceresinden net bir şekilde görülebilen pastane, Pelin’in arkadaşlarının toplandığı bir mekândı. Bu pastanede bazen Yusuf kendilerine servis yapar ve hatta Pelin’e biraz fazla itibar gösterirdi.

    Yusuf’un romantik umutları vardı. Her gece hayal ettiği umutlar. Aslında Zerrin’in de yapayalnız bir kız olması Yusuf’u cesaretlendiriyordu. Kimseye açıklamıyordu ama onun Zerrin’i sevdiğini herkes biliyordu. Sorduklarında; Ben her kızı sevemem Benim seveceğim kız romanlara konu olacak kadar derin ve gizemli olmalı! diyerek romantizmi bir köşesinden yakalamış, kendince hava atıyordu. Aslında

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1