Gözümden Deliler Taştı
By Çağan Irmak
()
About this ebook
Bu ev o "dışarıdakilerden" ikimizi korudu. Seni hapsettim buraya.
Affedersin. Teşbihte hata ettim. Bir mahpusluktan başka bir mahpusluğa koydum seni. Aşk bir mahpusluk değildir. Aşk koskocaman bir hapishane olan dünyanın açık kalan tek kapısıdır. Kaçalım mı sevgilim o kapıdan? Hadi gel artık tut elimden.
Gözümden Deliler Taştı'yla Çağan Irmak, o eşsiz filmlerinden de aşina olduğumuz sıra dışı, derinlikli karakterlerinin, Ege'nin bir kasabasındaki acı-tatlı yaşamlarını çok katmanlı, şiir gibi öykülerle bize anlatıyor.
Cıgaralı Naciye'nin sinema tutkusundan, Haktan'ın sırlarla dolu hayatına; Hüsniye Hanım'ın sıkıntısından, bir mevtanın dramına; Elektrikçi Kemal'in inadından, Perizat'ın küskün kalbine ve
bir çocuğun rengârenk hayal dünyasına…
O her dem gittiğimiz sahil kasabasına, bizi gülümseten gazinolara, hıncahınç doldurduğumuz pazar plajlarına ve özlemle hatırladığımız 70'lere ışınlanıyoruz…
Geceden hazırlanıp yoğrulmuş ekmek içi ve soğanı bol tutulmuş kıyması az köfteler yaz sıcağında daha fazla beklemesin diye öğlen olmadan mangala atılır, iyot kokusu kısa bir zaman sonra yerini et ve duman kokusuna bırakırdı. Aile babaları dışında kişi başına üçer taneden fazla düşmeyen assolist köfte, bol ekmekle katık edilir, doyurmayınca da harcıâlem domates ve yeşil biber yetişirdi imdada. Domatesin uvertür olduğu zamanlardı.
Related to Gözümden Deliler Taştı
Related ebooks
Aşk Bir Delilik mi? Rating: 5 out of 5 stars5/5Kahraman Ferdinand Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsAşk Batağı Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsÜç Hayat İki Gurbet Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsAşk Uğruna Çevrilen Dolaplar Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsÇoban Yıldızı Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsOğul: Ütopik, #1 Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsEskiden Gelecek Güzeldi Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsİffet Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsKüçük Kara Balık Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsBir Adam Girdi Şehre Koşarak Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsYarım Yamalak Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsYusuf Gibi Sevmek Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsKanlı Toprak Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsDört Hikaye Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsAk Saçlı Genç Kız Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsPembe ve Yusuf Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsBir Kedi ve Bir Adam Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsVicdanını Dinle Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsFantastik Diyarlardan Öyküler Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsDüello Rating: 0 out of 5 stars0 ratings-miş Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsSevmek: Milyon Gezegen Bir Gece Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsBulutlara Yazılan Öyküler Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsÖlü Doğmuş Piçler: Çılgın Jonast, #1 Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsUfak Tefek Şiirler Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsZamanda Kuşatma Rating: 4 out of 5 stars4/5Göl Hikayeleri: Gahbe Gençlik Rating: 0 out of 5 stars0 ratingsBir Katilin Diyeti Rating: 0 out of 5 stars0 ratings
Reviews for Gözümden Deliler Taştı
0 ratings0 reviews
Book preview
Gözümden Deliler Taştı - Çağan Irmak
https://www.dogankitap.com.tr/yazar/cagan-irmak
GÖZÜMDEN DELİLER TAŞTI
Yazan: Çağan Irmak
Editör: Senem Kale
Yayın hakları: © 2023 Doğan Yayınları Yayıncılık ve Yapımcılık Ticaret A.Ş.
Bu eserin bütün hakları saklıdır. Yayınevinden yazılı izin alınmadan kısmen veya
tamamen alıntı yapılamaz, hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz ve yayımlanamaz.
Dijital yayın tarihi: /Aralık 2023 / ISBN 978-625-6570-35-1
Kapak tasarımı: Cüneyt Çomoğlu
Kapak ve iç çizimler: Serhat Gürpınar
Sayfa uygulama: Taylan Polat
Doğan Yayınları Yayıncılık ve Yapımcılık Ticaret A.Ş.
19 Mayıs Cad. Golden Plaza No. 3, Kat 10, 34360 Şişli - İSTANBUL
Tel. (212) 373 77 00 / Faks (212) 355 83 16
www.dogankitap.com.tr / editor@dogankitap.com.tr / satis@dogankitap.com.tr
Gözümden Deliler Taştı
Çağan Irmak
Kardeşim Nihan’a...
Cıgaralı Naciye
Issız bir adaya düşecek olsa, yanına alacağı üçüncü şeyi düşünmeye tenezzül bile etmezdi Naciye.
Yarınlar yokmuş gibi, birbirine ekleyip içi içiverdiği cıgarası bir de bu sürate uymuş biteviye yerli film oynatan yazlık Çınar Sineması yeter de artardı ona. Üçüncü bir zımbırtıya lüzum yoktu. Gerçi koca sinemayı zehir yeşili hırkasının cebine koyup da götüremezdi adaya ama Yaradan’a sığınıp sunturlu bir dua etti miydi belli de olmazdı hani.
Yaşlı yüreciğinin derininden bir yakarışla Allah’ım beni filimsiz koma oralarda
dese, sinemanın tahta sandalyesinde çürüttüğü mabadının hatırına, senelerin Naciye’sine şu kadarcık da iltimas geçilmez miydi artık?
Haziran başı patlıcan tavaya, karpuz kabuğu da denize düşmezden evvel, çarşamba akşamları saat yedide Naciye meydana düşerdi. Hem de ne düşmek. Kadidi çıkmış ufak kara bedeninden umulmayacak bir hızla, arkasından alacaklısı kovalarmış gibi yel yepelek geçerdi çarşıdan. O saniye gördün gördün. Bir daha da ara ki bulasın kocakarıyı. Hoş aramaya da lüzum yoktu zati. Nereye gittiğini mahallenin uyuz köpekleri bile bilirdi. Çarşamba akşamıydı bu. Kolay mıydı öyle haftada bir akşamcık yalnızca hanımlara
oynayan yerli filme yer bulmak? Arada esnaftan kendini bilmezin biri dükkânından kafasını uzatıp da Goşma bre Naciyeba. Senden evvel geçen olmadı
deyince Naciye arkasına bile bakmadan savurduğu sülale boyu bir küfürle rezil rüsva ederdi densizi. Hatta bazen suyundan da koyası gelir, adamın yedi ceddinin amel defterini tek seferde açar, oracıkta sayardı anasının atasının kepazeliklerini.
Çarşambaları Naciye’ye bulaşmak demek, fitili yanan bombaya çıplak götle oturmak demekti.
Hal binasının üstüne koca bir U harfi gibi oturtulmuş ferah fahur sinemaya, çiğdemci Osman’ın plakta çaldığı Neşe Karaböcek buyur ederdi mahalleliyi. Çınar Sineması, ebemkuşağı gibi yanıp sönen lambaları, silahlı külahlı, aşklı meşkli afişleri ve henüz açılmamış gişesi ile Gel de bak içerde ne numaralar var, aklını başından alacağım senin
derdi fakir fukaraya.
Naciye, puma hızında çıktığı dik merdivenlerin tepesine kara bir kartal gibi kurulur, sırtlan gülüşüyle afişlere bakar, gişe açılınca da kırmızı meşin bozuk para çantasının içindekileri bir kedi titizliğiyle gişecinin avcuna bırakır, biletini atmaca misali havada kapıp, avına yaklaşan kaplan dikkatiyle en ön sandalyelere yürür, cümle mahlukatı tavrına hayran bırakırdı.
Naciye çarşambalar için yaşardı.
Buzdolabının Yettir Allah!
dediği yerde, kafa kadar buzların dakikasında eridiği su dolu varillerden patlayasıya Cincibir gazozu içilen bu gecelerde kasabalı bir bilet parasına iki film izlerdi. Naciye’nin kendisi ayrı filim
di çünkü.
Başlamaya dakikalar kala sandalyeler kadınlar ve çocuklarla, yerler de çiğdem kabuğuyla dolar, hoş geldiniz beş gittiniz faslı başlardı. Naciye, ikramlardan memnun kalmış misafirlerini tek tek gözden geçiren gururlu bir ev sahibi edasıyla bir cıgara daha yakar, gönendikçe gönenirdi.
Naciye mekânın onur kurulu başkanıydı.
Akşamlardan bir akşamdı. Filmin başlamasına az kala kıyıda köşede kalmış, yakası açılmamış dedikodular çabuk çabuk özet geçilirken birden tüm seslerin kesildiği o kırk yılda bir rastlanan an
da, lahana turşusunu fazla kaçıran taze gelin Nermin tiz perdeden osurmuştu da "Mari düdük mü kaçtı kıçına?" deyip gek gek gülmüştü Naciye. Bütün salon kahkahadan yarılmış, Yetim Hüseyinlerin Vildan Hanım gülmekten altına işemiş de bir koşu eve gidip donunu değiştirmişti.
Çocuğun biri
bu lafı ezber etmiş, orada burada anlatıp durmuş, kıça kaçan düdüğü yeni moda laflara ekletmeyi başarmıştı.
Kolundaki Nacar marka erkek saati dokuzu müjdeler, aranjman şarkılar susar, lambalar kararınca Naciye’nin iç lambaları yanardı. Pek yakında
yazısını okuyamasa da şeklinden şemailinden bilir, o bir tadımlık balı yalayıp yutuverir, film başlayınca da canavar düdüğü gırtlağıyla tebaasına hükmeden bir komutan gibi Susun gari
emrini verirdi.
Ama Naciye’nin sustuğu hiç görülmemişti.
Birden fazla rolü hatta bazen tüm rolleri o oynardı. Filmin kötü adamına ana avrat söver sonra onu bir temiz döver, jönüne âşık olup da önüne bakınca güzel bir geleceğin hatta pembe panjurlu bir evin kendini beklediğini görüp sevinirdi. Sıra jöndama gelince Naciye’nin cinleri tepesine çıkar, bir eli belinde, öbür eli maşanın tersinde çirkef bir kaynana olurdu.
Bu Naciye’nin oynamaktan en keyif aldığı roldü.
Esas kızın bitip tükenmek bilmeyen aldanışlarına, düşüp şaşıp kader mahkûmu oluşlarına, aygın baygın göz devirip, fik fik ağlayışına daha fazla seyirci kalamaz,
A orospu, dedim sana ben. Bak adam sandın eşeği başını yardı daşşağı
repliklerini, kariyerinin zirvesinde bir primadonna edasıyla seyirciyle paylaşır, esas kıza unutamayacağı bir hayat dersi verirdi.
O vakitler yaz mevsimi, kışın tekrar gelmesinin imkânsız olduğuna inandıracak, hatta kış diye bir şeyin var olmadığını düşündürecek kadar kudretli olurdu. Heyhat, bir gün yaz da yorulurdu. Filmin en heyecanlı yerinde, yırtık dondan çıkar gibi düşen ilk damlalar Naciye’nin yüzünde tokat gibi patlar, değme dramlara taş çıkaran bir dram yaşatırdı kadına.
Naciye bir güz yangını olurdu artık.
Eylül ortasına doğru, kumaşı kara bir yorgan gibi, sapı kadim ağaçlardan yontulmuş, iskeleti tılsımlı demircilerde dövülmüş evladiyelik dev şemsiyesini arada gelip geçen damlalara siper eder, salon salamanje otururdu.
Bu son gecelerde, kadir kıymet bilen üç beş kişi, bir iki bedavacı bir de çiğdemci Osman’la kalakalırdı Naciye. Osman müesseseden ikram bir külah çiğdem uzatır, Naciye hüzünle çitler, son yazısı belirince birlikte kaldırırlardı cenazeyi.
Kışın kimsecikler onu görmez, Naciye bir bilmece olurdu.
Çocuğun biri
de cevabı düşünür dururdu.
O vakitler kış mevsimi, yazın tekrar gelmesinin imkânsız olduğuna inandıramayacak kadar, hatta yaz diye bir şeyin var olduğunu unutturamayacak kadar kudretsiz olurdu.
Çocuğun biri
kışlara hiç inanmazdı.
Oğlanlar Kamışa su yürüdü mü?
laflarıyla, kızlar Üstünü gördün mü?
tokadıyla utanıp iki santim uzar, ihtiyarlar romatizma ağrılarından yakınıp bir santim kısalır, büyümenin de küçülmenin de acısına kahrederlerdi üç yandan. Feryat figan isyanlar kapıları, temizinden bir cinnet bacaları zorlarken canım yaz imdada yetişir, gözyaşlarını silerdi.
Ama o sene yeni yaz bir başka türlü geldi.
Dokuz ayın çarşambası bir araya gelse kendi çarşambasından vazgeçmeyecek Naciye çarşıya düşmedi. Binbir güçlükle kışı atlatıp da sağ kalmayı başaran köpekler şöyle bir kafalarını kaldırıp havayı kokladılar. Kötü kokular geldi burunlarına, kalkıp başka yere yattılar. Makas tutan eller seğirdi, terzisini berberini hırrrp!
diye bir şeytan yokladı gitti.
Hayırdır
dedi biri omuzları titreyerek. Saat yedi. Naciye geçmedi.
İyice kocamış, hastalanmışmış. Kalkmaya dermanı yokmuş.
Eee o kadar cıgarayı dedem de içse...
dedi öbürü.
Hoş dedesi zaten içerdi hem de doksan dokuzu gördüydü.
Eh!
dediler gene diyenler. Allah sıralısını versin artık.
Kendi sıralarını düşündüler. Dükkân önlerinde oturup, uzaklara daldılar. Şipşak Foto dilsiz Ali’yi çağırıp bir fotoğraf çektirdiler. Akıllarına mukadderat düşmüşken, geride bir solgun hatıra kalsın istediler.
Naciye o son yazında komşusu Kuru Leyla’nın ortanca kızına her çarşamba iki buçuk lira verip onu sinemaya gönderdi. Bir de kıza ant verdirdi. Güldane en önde oturacak, patlasa da çatlasa da çişe pişe gitmeyecek, gözünü perdeden ayırmayıp filmi ezber edecek, perşembe sabahı da karga bokunu yemeden Naciye’ye koşup bir güzel anlatacaktı gördüklerini.
Güldane anasına boynunu büküp ahir zaman komşumuz, kaderimse çekerim
dese de dünden razıydı hevesli taze. Saçını tarayıp, misafirlik etekler giydi. Kokular sıkınıp kısmetin nerden çıkacağı belli olmaz diye iki de ruj sürüverdi.
Güldane Naciye’yi temsilen sinemaya gitti.
Vekil tayin edildim ben
dedi göz süzüp gerdan kırdı. Naciye’nin