Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Gözümden Deliler Taştı
Gözümden Deliler Taştı
Gözümden Deliler Taştı
Ebook137 pages1 hour

Gözümden Deliler Taştı

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Ağaçlar dalgakıranım, bu kerpiç duvarlar sağlam kalelerim oldu.
Bu ev o "dışarıdakilerden" ikimizi korudu. Seni hapsettim buraya.
Affedersin. Teşbihte hata ettim. Bir mahpusluktan başka bir mahpusluğa koydum seni. Aşk bir mahpusluk değildir. Aşk koskocaman bir hapishane olan dünyanın açık kalan tek kapısıdır. Kaçalım mı sevgilim o kapıdan? Hadi gel artık tut elimden.
Gözümden Deliler Taştı'yla Çağan Irmak, o eşsiz filmlerinden de aşina olduğumuz sıra dışı, derinlikli karakterlerinin, Ege'nin bir kasabasındaki acı-tatlı yaşamlarını çok katmanlı, şiir gibi öykülerle bize anlatıyor.

Cıgaralı Naciye'nin sinema tutkusundan, Haktan'ın sırlarla dolu hayatına; Hüsniye Hanım'ın sıkıntısından, bir mevtanın dramına; Elektrikçi Kemal'in inadından, Perizat'ın küskün kalbine ve
bir çocuğun rengârenk hayal dünyasına…

O her dem gittiğimiz sahil kasabasına, bizi gülümseten gazinolara, hıncahınç doldurduğumuz pazar plajlarına ve özlemle hatırladığımız 70'lere ışınlanıyoruz…

Geceden hazırlanıp yoğrulmuş ekmek içi ve soğanı bol tutulmuş kıyması az köfteler yaz sıcağında daha fazla beklemesin diye öğlen olmadan mangala atılır, iyot kokusu kısa bir zaman sonra yerini et ve duman kokusuna bırakırdı. Aile babaları dışında kişi başına üçer taneden fazla düşmeyen assolist köfte, bol ekmekle katık edilir, doyurmayınca da harcıâlem domates ve yeşil biber yetişirdi imdada. Domatesin uvertür olduğu zamanlardı.
LanguageTürkçe
Release dateApr 4, 2024
ISBN9786256570351
Gözümden Deliler Taştı

Related to Gözümden Deliler Taştı

Related ebooks

Reviews for Gözümden Deliler Taştı

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Gözümden Deliler Taştı - Çağan Irmak

    https://www.dogankitap.com.tr/yazar/cagan-irmak

    GÖZÜMDEN DELİLER TAŞTI

    Yazan: Çağan Irmak

    Editör: Senem Kale

    Yayın hakları: © 2023 Doğan Yayınları Yayıncılık ve Yapımcılık Ticaret A.Ş.

    Bu eserin bütün hakları saklıdır. Yayınevinden yazılı izin alınmadan kısmen veya

    tamamen alıntı yapılamaz, hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz ve yayımlanamaz.

    Dijital yayın tarihi: /Aralık 2023 / ISBN 978-625-6570-35-1

    Kapak tasarımı: Cüneyt Çomoğlu

    Kapak ve iç çizimler: Serhat Gürpınar

    Sayfa uygulama: Taylan Polat

    Doğan Yayınları Yayıncılık ve Yapımcılık Ticaret A.Ş.

    19 Mayıs Cad. Golden Plaza No. 3, Kat 10, 34360 Şişli - İSTANBUL

    Tel. (212) 373 77 00 / Faks (212) 355 83 16

    www.dogankitap.com.tr / editor@dogankitap.com.tr / satis@dogankitap.com.tr

    Gözümden Deliler Taştı

    Çağan Irmak

    Kardeşim Nihan’a...

    Cıgaralı Naciye

    Issız bir adaya düşecek olsa, yanına alacağı üçüncü şeyi düşünmeye tenezzül bile etmezdi Naciye.

    Yarınlar yokmuş gibi, birbirine ekleyip içi içiverdiği cıgarası bir de bu sürate uymuş biteviye yerli film oynatan yazlık Çınar Sineması yeter de artardı ona. Üçüncü bir zımbırtıya lüzum yoktu. Gerçi koca sinemayı zehir yeşili hırkasının cebine koyup da götüremezdi adaya ama Yaradan’a sığınıp sunturlu bir dua etti miydi belli de olmazdı hani.

    Yaşlı yüreciğinin derininden bir yakarışla Allah’ım beni filimsiz koma oralarda dese, sinemanın tahta sandalyesinde çürüttüğü mabadının hatırına, senelerin Naciye’sine şu kadarcık da iltimas geçilmez miydi artık?

    Haziran başı patlıcan tavaya, karpuz kabuğu da denize düşmezden evvel, çarşamba akşamları saat yedide Naciye meydana düşerdi. Hem de ne düşmek. Kadidi çıkmış ufak kara bedeninden umulmayacak bir hızla, arkasından alacaklısı kovalarmış gibi yel yepelek geçerdi çarşıdan. O saniye gördün gördün. Bir daha da ara ki bulasın kocakarıyı. Hoş aramaya da lüzum yoktu zati. Nereye gittiğini mahallenin uyuz köpekleri bile bilirdi. Çarşamba akşamıydı bu. Kolay mıydı öyle haftada bir akşamcık yalnızca hanımlara oynayan yerli filme yer bulmak? Arada esnaftan kendini bilmezin biri dükkânından kafasını uzatıp da Goşma bre Naciyeba. Senden evvel geçen olmadı deyince Naciye arkasına bile bakmadan savurduğu sülale boyu bir küfürle rezil rüsva ederdi densizi. Hatta bazen suyundan da koyası gelir, adamın yedi ceddinin amel defterini tek seferde açar, oracıkta sayardı anasının atasının kepazeliklerini.

    Çarşambaları Naciye’ye bulaşmak demek, fitili yanan bombaya çıplak götle oturmak demekti.

    Hal binasının üstüne koca bir U harfi gibi oturtulmuş ferah fahur sinemaya, çiğdemci Osman’ın plakta çaldığı Neşe Karaböcek buyur ederdi mahalleliyi. Çınar Sineması, ebemkuşağı gibi yanıp sönen lambaları, silahlı külahlı, aşklı meşkli afişleri ve henüz açılmamış gişesi ile Gel de bak içerde ne numaralar var, aklını başından alacağım senin derdi fakir fukaraya.

    Naciye, puma hızında çıktığı dik merdivenlerin tepesine kara bir kartal gibi kurulur, sırtlan gülüşüyle afişlere bakar, gişe açılınca da kırmızı meşin bozuk para çantasının içindekileri bir kedi titizliğiyle gişecinin avcuna bırakır, biletini atmaca misali havada kapıp, avına yaklaşan kaplan dikkatiyle en ön sandalyelere yürür, cümle mahlukatı tavrına hayran bırakırdı.

    Naciye çarşambalar için yaşardı.

    Buzdolabının Yettir Allah! dediği yerde, kafa kadar buzların dakikasında eridiği su dolu varillerden patlayasıya Cincibir gazozu içilen bu gecelerde kasabalı bir bilet parasına iki film izlerdi. Naciye’nin kendisi ayrı filimdi çünkü.

    Başlamaya dakikalar kala sandalyeler kadınlar ve çocuklarla, yerler de çiğdem kabuğuyla dolar, hoş geldiniz beş gittiniz faslı başlardı. Naciye, ikramlardan memnun kalmış misafirlerini tek tek gözden geçiren gururlu bir ev sahibi edasıyla bir cıgara daha yakar, gönendikçe gönenirdi.

    Naciye mekânın onur kurulu başkanıydı.

    Akşamlardan bir akşamdı. Filmin başlamasına az kala kıyıda köşede kalmış, yakası açılmamış dedikodular çabuk çabuk özet geçilirken birden tüm seslerin kesildiği o kırk yılda bir rastlanan anda, lahana turşusunu fazla kaçıran taze gelin Nermin tiz perdeden osurmuştu da "Mari düdük mü kaçtı kıçına?" deyip gek gek gülmüştü Naciye. Bütün salon kahkahadan yarılmış, Yetim Hüseyinlerin Vildan Hanım gülmekten altına işemiş de bir koşu eve gidip donunu değiştirmişti.

    Çocuğun biri bu lafı ezber etmiş, orada burada anlatıp durmuş, kıça kaçan düdüğü yeni moda laflara ekletmeyi başarmıştı.

    Kolundaki Nacar marka erkek saati dokuzu müjdeler, aranjman şarkılar susar, lambalar kararınca Naciye’nin iç lambaları yanardı. Pek yakında yazısını okuyamasa da şeklinden şemailinden bilir, o bir tadımlık balı yalayıp yutuverir, film başlayınca da canavar düdüğü gırtlağıyla tebaasına hükmeden bir komutan gibi Susun gari emrini verirdi.

    Ama Naciye’nin sustuğu hiç görülmemişti.

    Birden fazla rolü hatta bazen tüm rolleri o oynardı. Filmin kötü adamına ana avrat söver sonra onu bir temiz döver, jönüne âşık olup da önüne bakınca güzel bir geleceğin hatta pembe panjurlu bir evin kendini beklediğini görüp sevinirdi. Sıra jöndama gelince Naciye’nin cinleri tepesine çıkar, bir eli belinde, öbür eli maşanın tersinde çirkef bir kaynana olurdu.

    Bu Naciye’nin oynamaktan en keyif aldığı roldü.

    Esas kızın bitip tükenmek bilmeyen aldanışlarına, düşüp şaşıp kader mahkûmu oluşlarına, aygın baygın göz devirip, fik fik ağlayışına daha fazla seyirci kalamaz,

    A orospu, dedim sana ben. Bak adam sandın eşeği başını yardı daşşağı repliklerini, kariyerinin zirvesinde bir primadonna edasıyla seyirciyle paylaşır, esas kıza unutamayacağı bir hayat dersi verirdi.

    O vakitler yaz mevsimi, kışın tekrar gelmesinin imkânsız olduğuna inandıracak, hatta kış diye bir şeyin var olmadığını düşündürecek kadar kudretli olurdu. Heyhat, bir gün yaz da yorulurdu. Filmin en heyecanlı yerinde, yırtık dondan çıkar gibi düşen ilk damlalar Naciye’nin yüzünde tokat gibi patlar, değme dramlara taş çıkaran bir dram yaşatırdı kadına.

    Naciye bir güz yangını olurdu artık.

    Eylül ortasına doğru, kumaşı kara bir yorgan gibi, sapı kadim ağaçlardan yontulmuş, iskeleti tılsımlı demircilerde dövülmüş evladiyelik dev şemsiyesini arada gelip geçen damlalara siper eder, salon salamanje otururdu.

    Bu son gecelerde, kadir kıymet bilen üç beş kişi, bir iki bedavacı bir de çiğdemci Osman’la kalakalırdı Naciye. Osman müesseseden ikram bir külah çiğdem uzatır, Naciye hüzünle çitler, son yazısı belirince birlikte kaldırırlardı cenazeyi.

    Kışın kimsecikler onu görmez, Naciye bir bilmece olurdu.

    Çocuğun biri de cevabı düşünür dururdu.

    O vakitler kış mevsimi, yazın tekrar gelmesinin imkânsız olduğuna inandıramayacak kadar, hatta yaz diye bir şeyin var olduğunu unutturamayacak kadar kudretsiz olurdu.

    Çocuğun biri kışlara hiç inanmazdı.

    Oğlanlar Kamışa su yürüdü mü? laflarıyla, kızlar Üstünü gördün mü? tokadıyla utanıp iki santim uzar, ihtiyarlar romatizma ağrılarından yakınıp bir santim kısalır, büyümenin de küçülmenin de acısına kahrederlerdi üç yandan. Feryat figan isyanlar kapıları, temizinden bir cinnet bacaları zorlarken canım yaz imdada yetişir, gözyaşlarını silerdi.

    Ama o sene yeni yaz bir başka türlü geldi.

    Dokuz ayın çarşambası bir araya gelse kendi çarşambasından vazgeçmeyecek Naciye çarşıya düşmedi. Binbir güçlükle kışı atlatıp da sağ kalmayı başaran köpekler şöyle bir kafalarını kaldırıp havayı kokladılar. Kötü kokular geldi burunlarına, kalkıp başka yere yattılar. Makas tutan eller seğirdi, terzisini berberini hırrrp! diye bir şeytan yokladı gitti.

    Hayırdır dedi biri omuzları titreyerek. Saat yedi. Naciye geçmedi.

    İyice kocamış, hastalanmışmış. Kalkmaya dermanı yokmuş.

    Eee o kadar cıgarayı dedem de içse... dedi öbürü.

    Hoş dedesi zaten içerdi hem de doksan dokuzu gördüydü.

    Eh! dediler gene diyenler. Allah sıralısını versin artık. Kendi sıralarını düşündüler. Dükkân önlerinde oturup, uzaklara daldılar. Şipşak Foto dilsiz Ali’yi çağırıp bir fotoğraf çektirdiler. Akıllarına mukadderat düşmüşken, geride bir solgun hatıra kalsın istediler.

    Naciye o son yazında komşusu Kuru Leyla’nın ortanca kızına her çarşamba iki buçuk lira verip onu sinemaya gönderdi. Bir de kıza ant verdirdi. Güldane en önde oturacak, patlasa da çatlasa da çişe pişe gitmeyecek, gözünü perdeden ayırmayıp filmi ezber edecek, perşembe sabahı da karga bokunu yemeden Naciye’ye koşup bir güzel anlatacaktı gördüklerini.

    Güldane anasına boynunu büküp ahir zaman komşumuz, kaderimse çekerim dese de dünden razıydı hevesli taze. Saçını tarayıp, misafirlik etekler giydi. Kokular sıkınıp kısmetin nerden çıkacağı belli olmaz diye iki de ruj sürüverdi.

    Güldane Naciye’yi temsilen sinemaya gitti.

    Vekil tayin edildim ben dedi göz süzüp gerdan kırdı. Naciye’nin

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1