Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Bir Katilin Diyeti
Bir Katilin Diyeti
Bir Katilin Diyeti
Ebook158 pages1 hour

Bir Katilin Diyeti

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Okuyucunun, uğruna dökeceği tek bir gözyaşı bile yoktur "Bir Katilin Diyeti" isimli trajedide. Bu motto, anlatının üslubunu belirleyen önemli bir faktördür. Dilin kullanılış biçimi, gözyaşına fırsat vermeyecek kadar ağdalıdır. Anlatı bir bütün halinde değerlendirildiğinde bu durumun Özmen'in bilinçli bir tercih olduğu net bir şekilde anlaşılmaktadır.
Keyifle okuyacağınız bir roman değildir elbet Bir Katilin Diyeti. İnsanı anlatır, insanın katilliğini anlatır. Katil bir tanedir ama azmettirici herkestir. Yani toplumu anlatır, toplumun katilliğini anlatır.

LanguageTürkçe
PublisherYol Akademi
Release dateJan 26, 2024
ISBN9798224425815
Bir Katilin Diyeti

Related to Bir Katilin Diyeti

Related ebooks

Reviews for Bir Katilin Diyeti

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Bir Katilin Diyeti - Bülent Özmen

    BİR KATİLİN DİYETİ

    Bülent ÖZMEN

    MYTHOS KİTAP – 49785

    ISBN: 978-625-8208-61-0

    UYARI

    Elinizdeki kitap tablolar ve şekiller gibi görsel öğeler içerdiğinden dolayı, e-kitap versiyonuna çevrilirken kullandığınız elektronik okuyucuya bağlı olarak az da olsa bir takım şekil bozuklukları içerebilir. Kitabın basılı versiyonu bu tür hatalar içermezken, her okuyucunun kullandığı teknolojiye bağlı küçük hatalar içermesi ihtimalinden dolayı affınıza sığınırız.

    Y’ol Kurumsal Hizmetler San. Ve Tic. Ltd. Şti.  Hasan Mevsuf Sokak Aydın Apt. No:2 K:4 ÇANAKKALE

    0 850 244 17 02

    Karınca öldürmezlere...

    Bülent Özmen

    1973 yılında Malazgirt’te dünyaya gelen Özmen, yazın hayatına aforizmalar ile başlamış, sonrasında kurgu öykü ve roman denemelerine girişmiştir. Mezun olduğu Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde Siyasal Düşünceler Tarihi hocasının ona bellettiği distopya dünyası, hakikati kavrama biçimi ve içeriğinde ciddi değişimlere sebep olmuş; Hakikat ötekinde gizlidir. düsturu yazarın vazgeçilmezi olmuştur.

    Okuduğu öykü ve romanlar arasında kendisini büyüleyenlere ayrıca odaklanan yazar, bu anlatıların hepsinde önemli bir benzerlik olduğunu fark etmiştir. Ona göre, her bir şaheser, aynı zamanda birer ahlak metnidir. Özmen de öykü ve roman denemelerini bu içeriğe kavuşturmak adına özel bir çaba sarf etmektedir.

    ÖNSÖZ

    Elinizdeki kitap Bülent Özmen’in iç dünyasında giriştiği toplum ve birey eleştirisinin bir ürünüdür. Yazar, bir cinayetin izdüşümünde cezanın şahsiliği ilkesinin karşısına suçun toplumsallığı tezini yerleştirmiş ve bu yolla toplumsal alanın yarattığı kötücül değerler silsilesini deşifre etmeye çabalamıştır. Bunun yanında Özmen’e göre toplum, yaşamı tek başına etkileyen, bireylerden müstesna kolektif bir organizma değildir. Toplumsal yargıların hegemonyası, bireyler kanalıyla/vasıtasıyla gerçekleşmektedir. İşte bu noktada toplum eleştirisinin yanına aynı öneme sahip başka bir eleştiriyi de iliştirmiştir Özmen: Birey eleştirisi.

    Yazarın diğer bir çabası ise anlatıdaki trajediyi okuyucunun duygu dünyası yerine düşünce dünyasına yöneltmesidir. Böylece toplumsal arkaik yargılar bireylerin duygu dünyasının delikleri geniş süzgecinden rahatça geçmek ve bireyi zehirlemeye devam etmek yerine aklın ve mantığın kılavuzluğunda (yok olmasa bile en azından) sorgulanacaktır.

    Okuyucunun, uğruna dökeceği tek bir gözyaşı bile yoktur Bir Katilin Diyeti isimli trajedide. Bu motto, anlatının üslubunu belirleyen önemli bir faktördür. Dilin kullanılış biçimi, gözyaşına fırsat vermeyecek kadar ağdalıdır. Anlatı bir bütün halinde değerlendirildiğinde bu durumun Özmen’in bilinçli bir tercih olduğu net bir şekilde anlaşılmaktadır.

    Keyifle okuyacağınız bir roman değildir elbet Bir Katilin Diyeti. İnsanı anlatır, insanın katilliğini anlatır. Katil bir tanedir ama azmettirici herkestir. Yani toplumu anlatır, toplumun katilliğini anlatır.

    Cezaevinden çıkalı iki saat olmuştu. Yirmi yılını içerde geçiren ve işlediği cinayetin yükünü sırtında her geçen gün daha fazla hisseden bir katilin şerrinin mahallinden başka gidecek yeri yoktur denilir.  Katil sınar önce iç dünyasında geçmişinin sair mahallerini, kovulur hepsinden bir bir ya da kovdurur kendisini kendisine. Sonra ise yirmi yıllık hapsin karşılık geldiği kahır yüklü kazanımlarının en kahırlısına dönüştürür cinayet anına yaptığı bitmek bilmez düşünsel ve düşsel yolculuklarını. Ki o an değil mi, katilinin bütün zamanlarını maktulünün huzuruna çağıran. Gidilecektir tez vakit gerçeklikte de anın mahalline. Kendi akıttığı kanla elleri mühürlenen katil, bir tek oraya vardığında erecektir kendi kıyametine de.

    Farkındadır elbet: Düşünsel ve düşsel yolculukların her birinde, bilincine pişmanlığın pınarından dökülen Şimdi olsa yapmazdım. savunusu avutmaz bir katili; çekip çıkarmaz benliğini, vicdanının dikenli çalılarla kaplanmış Araf’la cilveleşen vadisinden. Doluşmuştur bir kez beynini kemiren hastalıklı fareler ruhunun lağım hanelerine. Öyle ki topu topu on saniye süren cinnet, O gün. diye kazınmıştır belleğine. Ah O gün. ah, yaşamından bir türlü yırtıp atamadığın, sıradan bir takvimin sıra dışılığa öykülenen kısacık bir kesiti. Ah Selim ah, şimdi taşıdığın yük sadece öldürdüğün gün değildir: Geride kalan yirmi yılın her bir günü ilmek ilmek dokunmuştur sırtının derisine. Ve katil erer elbet -bir tırtılın bedenini kelebeğe çevirirken çektiği acıların delini aynı şiddetle duyumsayarak- günahının bilincine; işitir uğultuların nezaretinde kavratıcı bir kıvılcımın çıkardığı yangını içindeki rüzgârın nasıl da yaydığını. Aklına geldikçe yeniden canlanır kafasında o kahrolası günün o lanet anının bütün ayrıntıları. Sırf bu yüzden katil sanır ki her gün işlemektedir yine bu kadim suçu. Sonra yirmi yılı bile aştığına şahit olur cellât, varlığında sadece bir kez vücut bulan ediminin. Öldürdüğü gencin yaşı sıkışmışken cinayetin mekânına, o ise arşınlar emin adımlarla bütün yaşlarının bütün günlerini. Rüyalarında, kâh doğduğu gün görür elinde sustalıyla kendisini, kâh emeklerken saplar sustalıyı gencin göğüs kafesine, kâh ucu kanlı bir sustalıya evrilir tuttuğu kurşun kalem ilkokul sıralarında. Engel olamaz kısacık bir kesitin koskoca bir yaşamı kuşatmasına ve dönüşür sanrılar eşliğinde yaşamı kesitine kesiti yaşamına. Koskoca bir kesittir artık kısacık bir yaşamın üstüne çöken gölge ve maktulün yüzü ile sesidir beynine nakşedilen imge.

    Artık kimsesizler güruhunun en aşağılık rütbesine layık görüyordu yazgısını Selim.  Biliyordu, acıma duygusuyla demlenecek merhemin bereketli dozuyla kabuk tutan yaraları, bir süre sonra minnetin bıçağıyla yeniden deşilecekti.  Yaşamın, iyiden kötüyü kötüden iyiyi damıtma becerisi çoktan tiksindirmişken onu türdeşlerinden, uğraşamazdı bir de içine düşeceği acizliğin dehşetiyle. Mecbur akıtacaktı pelteleşmiş aidiyetini yokluk alanının varlıkları buharlaştıran sıcağına. Oysa hırçın bir suyun debisiyle süzülmek vardı insanın doğasında gönül tarlalarının verimli toprağına ama uzaktakiler bir yana en yakınlarının bile tarlalarının arkına –Selim’i gözeterek- bentler kurmaları, kimsesizliğe göz kırpmaktan başka bir çare bırakmıyordu yalnızlığın destanını ezberleyen Selim’e.

    Cezaevi ziyaretlerini ayda birden yılda bire düşüren yaşlı annesi ile yüreğindeki acıyı biraz tanrısı biraz da nefretiyle ıslah etmeye çalışan kendisinden dört yaş küçük kız kardeşi, onu yabancılaştırmıştı bir bilinmeyenli denklem çıkmazında çırpınan döngülerine. O bilinmeyen, bir zamanlar gezinirdi bilinirliğin saflarında alenileştirdiği cismiyle döngünün her bir santimetresinde. İnsan baş edebilirdi affedici bir tanrının gazabıyla ya da kindar bir kulun zayıf iradesiyle ama tanrı ve nefret birleşti mi acının iflahında bütünleşirdi gazap ile kin ve bir meczuba dönüşürdü kul. O meczubun görgüsünde eksikti elbet yolunun da tanrısının da kirlendiği sezisi ama sapkın ahdetmişti bir kez, kesecekti mutlaka meczubun kininin kusmuklarının saçıldı tanrıya giden yolunu.

    Kardeşindeki hissiyatın sebebini kısmen de olsa anlayabiliyordu yine de. Ne de olsa abisinin işlediği cinayetin belki de en dokunaklı savrulanıydı o. Doğru bulmak değil, sadece anlamak: Ki bu bile tamamen değil, kısmen. Cinayet odaklı mağduriyetini yaşamının merkezine koyup da abisine karşı beslediği koşulsuz sevgiyi değersizliğe mahkûm etmemeliydi. Uyuşmuş bilinci Selim tarafından ayıltılmalıydı mutlaka. Yakındı yüzleşmesi kız kardeşin, bir zamanlar ettiği bağlılık şiarıyla.

    Annesindeki değişime şahitlik ise hayli sarsıcıydı. Bir annenin, zaman içinde evladının trajedisini elinin tersiyle itme noktasına adım adım yaklaşması hazmı zor bir kavrayıştı. O da giderse nasıl baş ederdi Selim bunca hezeyanıyla? Zaten son yıllarda kadının, oğlunun düşlerine yaptığı o kollayıcı ziyaretleri de hatırı sayılır oranda azalmıştı. Belki de asıl korkusu buydu Selim’in: Gerçeklik dünyasından –sobasız bir yetimhanede gecenin soğuğunda bir çocuğun üstündeki yorganın hınzırca çekilmesi misali- yavaş yavaş çekilen annesi, düş dünyasından da esirgerse varlığını, kim kovacaktı rüyalarını bezeyen melankolileri ama Selim Ya artık hiç uğramazsa düşlerime çıkmazının titretici ihtimalini getirerek aklına, korkmuştu kadıncağıza bu konunun bahsini açmaya. Hatta kaygıların en çalımlısını doğurtarak yüreğinde ve kız kardeşinin nefretine benzer bir nefret saikıyla donatarak annesinin dönüşüm serüvenini, ağlamıştı günlerce. Sonra ise mecburen alışmıştı –usanmadan tekrarladığı sahte empati motivasyonunu alet ederek emeline- kadıncağızın yeni haline. Bir katilin hak ettiği şefkat -diğerlerince reddedilişinin sarihliği bir yana- annesinde bile katilliğine güdümlenmişti.

    İki yıl önce kanser nedeniyle hayata gözlerini yuman babası, son nefesini vermeye yakın, karısına Selim ile ilgili can sıkıcı bir vasiyet bırakmıştı: O katil cezaevinden çıktıktan sonra sanki normalmiş gibi, gelip de bu evde yaşamayacak. Babasının bu vasiyetini duyması, geleceği ile ilgili düşüncelerini gözden geçirmesine yol açmamıştı. Eve yeniden yerleşmekle ilgili herhangi bir planı ya da hayali yoktu zaten ama kız kardeşini bağlılıklarıyla yüzleştirmeliydi mutlaka. Cinayetle ilgili küçücük bir bahiste bulunmak bile geçmiyordu aklından. Kardeşine, bütün karmaşadan bağımsız aralarındaki rabıtanın basit içreğini hatırlatmak istiyordu sadece: Gaddar Selim’in değil kırmak bakmaya bile kıyamadığı, insan soyunun dünyadaki tek temsilcisi; uğruna katilliğin beşiğine yüksünmeden yattığı düşlerindeki peri kızı; –artık tek taraflı işleyen- bağlılığın –ki hatırlatılması boyna en elzem borçtur- sevginin miğferi sayesinde bütün darbelerden korunduğu zorunlu bir mükâfat; birbiri üzerine edilen ve Her ne olursa olsun. girişiyle başlayan – ki kardeşlerden birinde yirmi yıldır tövbeye adanmış- çocukluk yeminlerinin ebediyetle kutsanmış zarafeti; sevgi keteninin emeğin danteli ile süslenerek yüceltilişi; iki kardeş arasında gelincik ve kelebek teşbihi ile koşulsuz bir akde yaslanmış kardeş sevgisi.

    Yine de kaygılıydı. Ya Sevda kaçarsa abisinden? Annesi bir önceki ziyaretinde aynen şöyle demişti gözyaşlarını tutamadan: İki çocuğum da kapattı kendisini: Biri hücresine, diğeri odasına. İkisi de pek çıkmıyor ininden. Çok şükür ki Sevda’nın nadir de olsa görüştüğü bir arkadaşı var. Senin o da yok değil mi? Yani mütemadiyen evdeydi Sevda. Zaten konduramıyordu ona, kaçmayı. Selim, mutlaka denemeliydi kardeşini evde yakalamayı. Fazla vakti yoktu. Bir an önce görüşmeliydi Sevda’yla. Kendi kıyametine yürüme ivediliği, kardeşiyle görüşmesini de ivediliğe mahkûm kılmıştı. Duyumsuyordu etrafında kol gezen ölümün kokusunu. Tez vakit varmalıydı şerrinin mahalline ki ölüm bir tek orada insin bedenine. Bir de keşke kaygısı sadece Sevda’nın kaçma ihtimaliyle sınırlı olsaydı? Diyelim ki yakaladı kardeşini, ya o reddederse kendisini dinlemeyi? İlk kaygıya eklemlenen ve kaygının total yoğunluğunu arttıran ikinci bir kaygı. Bu ise, mücadelesini iki raunda yaymasına yol açmıştı: Önce Sevda’nın karşısına çıkabilmek, sonra söyleyeceklerini dinletebilmek.

    Başka akrabaları da vardı Selim’in: İki amcası, bir halası, üç dayısı, iki teyzesi ve sayısını hatırlayamadığı kuzenleri çoktan kesmişti ilişkilerini Selim’in katillik tarihinin başladığı anı milatlaştırarak. Bir insan ölüyse hısımlarının gözünde, yalnızlık, meskenlerin en zoraki olanının darlığıyla sıkıştırırdı kişinin bedenini ve ruhunu çıplak odalarına.

    İki saat boyunca dümensiz bir gemi nasıl savruluyorsa bir dalgadan başka bir dalgaya, savruldu o da kanadı yolunmuş bir sinek gibi kentin bir sokağından başka bir sokağına ve sinek, can havliyle kollamayı da ihmal etmemişti peşinde olduğunu sezinlediği sinek kuşunu. Ne ilginçtir ki, cinayetinin –erdiğini düşündüğü- arka planlarına da savrula savrula ulaşmıştı. Yoktu artık yazgısında, hedefine savrulmadan varmak.

    Annesi en son bir ay önce gelmişti ziyaretine. Demek bugün çıkmamış olsa içeriden, on bir ay daha görmeyecekti kadını. Kaygının yoğunluğuna iyice boğulmuş vaziyette ulaşmaya çalışırken evine, beyni kendi yarattığı girdapların deliklerine düşmemek için çırpınan bir mezar kazıcısı telaşı ile debeleniyordu kafatasının oyuğunda. Mahallesinin sınırlarına ulaştığında durdu ansızın. Bir türlü kıpırdayamıyor, ayaklarını oynatamıyordu. Bedeni adeta büyük bir taş kütlesine dönüşmüştü. Organlarının her saniye daha da şiştiği, artık onları hiçbir yere sığdıramayacağı hissine kapıldı. Sağ elini yavaşça çevirdi, aynıydı. İşaret parmağını kafasına götürüp etine doğru bastırdı, yine bir değişiklik yoktu. ‘‘Keşke parmağımın ucu sivri olsaydı’’ diye düşündü. Bu sayede koca bir fanusu andıran başı patlayacak, beyni içindekilerle birlikte yere saçılacaktı.

    Nihayet yürümeye başladı Selim. Az önceki soluklanmanın işlevsizliği bir yana, istikameti dâhilinde şahit olduğu manzara yeni bir düşünce girdabına kapılmasını dayattı yol boyunca. İnanamıyordu. Her karışını ezbere bildiği, çocukluğunun oyun mekânları ile gençliğinin gürüzgahları nerelere çekip

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1