Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Gavur Izmir: Sepeti Askla Doldurmak
Gavur Izmir: Sepeti Askla Doldurmak
Gavur Izmir: Sepeti Askla Doldurmak
Ebook136 pages2 hours

Gavur Izmir: Sepeti Askla Doldurmak

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Gavur, İzmir, Osmanlı, Türk, Rum, Yunan, Yahudi, Aşk, Liman, Deniz, Sepet, Deprem, Veba, Yangın, Mağara, Kervan, Han, İkiçeşmelik, Cami, Kilise, Yağhane, Balıkçı, Minare, Çan, Mezarlık, Basmane, Kervanlar Köprüsü, İzmir Kırmızısı, Gül Sokak, Kordon, Sevgi, Buca, Bornova, Ödemiş, Salihli, Sard,

LanguageTürkçe
PublisherKenan Duman
Release dateJul 22, 2021
Gavur Izmir: Sepeti Askla Doldurmak
Author

Kenan Duman

İzmir doğumluyum. Öldüğümde mutlaka bir eserimle anılmayı istedim. Yaşarken birçok işleri becerdiğimi biliyorum ama kısa sürecek anılmaları .Bir kitabım olursa ve tutarsa belki biraz daha uzun anılırım dedim. Yazdıklarım tecrübelerimden edindiklerim ve okuduklarımın harmanlanmasından oluşan bir eser.

Related to Gavur Izmir

Related ebooks

Related categories

Reviews for Gavur Izmir

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Gavur Izmir - Kenan Duman

    GAVUR İZMİR

    Sepeti aşkla doldurmak

    Yazan

    Kenan Duman

    Canım kızıma sevgilerle

    Merhaba İzmir

    Kadifekale’nin surlarında yuva yapan güvercin yerinden hafif doğrulup yumurtalarını yokladığında çatlayan yumurtadan kendini gösteren ilk yavru tüm açlığı ile annesine gaga uzattı. Kuş yem bulmak için kanat çırpıp kendini mavi gökyüzüne bıraktı.  Kaleden uzakta yamacın eteklerinde iç içe geçmiş evlerin çatıları arasında yer yer camilerin minareleri, denize yakın kiliselerin çan kuleleri ve limana yakın büyük binalarla bezenmiş şehri, körfezdeki yelkenli ormanı süslemekteydi. Bahar imbatın esintisinde çiçek kokuları ile İzmir’e gelmişti.

    İzmir'den Buca'ya

    Nikolas ve Agis'in şehirden çıkması fazla olmadı. Büyük mezarlığın ortasından geçen yolun sağında ve solunda selvi ağaçları diziliydi. Ne zaman taş duvarlar bitip ağaçların serinleten gölgesinden kurtulduklarında solda kalan Kızıldağ'ın eteğindeki üç beş evi görebildiler. Bu evler çobanlık yapan Türklerin kerpiç evleri idi. Ağılın önündeki yalaktan suyunu içen koyunlar yamaçtan aşağı yola doğru iniyorlardı. Yalağın başında iki çocuk heybelerini sırtlarken diğer iki çocuk çoktan yolun ortasına gelmiş tepeden inen sürüyü yolun altında kalan çimenliğe geçiriyorlardı.

    Önlerine kattıkları eşekler taşıdıkları yükün ağırlığına aldırmadan hızla yol alıyorlardı. Hayvanları zapt etmekte zorlanacağını anladıklarında ipini çekip durmalarını sağlamak gerekti. Koyun sürüsünün geçiş yaptığı yere vardıklarında çoban çocukla göz göze geldiler. Çocukların üzerlerindeki kıyafet berbat şekilde eski ve yırtıktı. Nikolas önünde duran çocuğa selam verdi. Çoban çocuk gülümseyerek selamına karşılık verince eşeklerin ardında kalan Agis'e seslendi.

    Agis, Nikolas'tan yaşça ufaktı. Sırtında taşıdığı heybesi ile koşarak Nikolas'ın yanına vardı. Heybeye elini sokan Agis iki sıcak ekmeği çıkartıp çocuklara uzattı. Çocuğun onlara verebileceği ancak az önce daldan topladığı çağlalardı. Avucunda duran çağlayı Nikolas'a uzattı. Tepeden koşarak gelen çocuklardan biri Agis'e efelendi. Agis ile çocuğun kapışmasını yolun kenarına çekilip izlediler. Toza toprağa karışan çocuklar nefeslenmek için durduklarında Nikolas dövüşün hakemi gibi artık kavgayı bırakmaların söylediğinde ikisi de bir tarafa çekildiler.

    Burnundan akan sümüğü koluna silen çoban çocuğu Agis'i işaret parmağı ile tehdit ederken, Agis üstünü başını silkeliyordu.

    Aylar öncesi Agis kuzu seveceğim diye sürüyü birbirine kattığında hayvan kaçırıyor mu diye tepki gösteren çoban çocuk ile arasında bitmek bilmeyen husumet başlamıştı. Ne zaman buradan geçseler Agis ile çoban çocuk karşılaştıklarında kavgaya tutuşurlardı. Nikolas kavgalarına bazen erken müdahil olur ve ayırır bazen de ağacın gölgesine uzanarak birbirlerini iyice hırpalamalarına müsaade ederdi.

    Nikolas,

    Haydi, yola devam dedi.

    Nikolas elindeki heybeyi Agis'e verirken kafasının üzerinden geçen taşın vızıltısı ile irkildi. Yamaçtan yukarı doğru baktıklarında belindeki donu toplamakta zorlanan adamın yerden bir taş daha kapıp onlara doğru fırlatacağını anladıklarında Nikolas bağırdı.

    Kaçın hemen.

    Agis'in kavga ettiği çocuğun babası eşeklerin anırtısına evden apar topar çıkmış sürüyü otlamaya götüreceklerine kavgaya tutuşan çocuklara tehditler savuruyordu. Adam yerden kaptığı ikinci taşı bayırdan aşağı doğru fırlattığında bu sefer taş yerde sekip parçalara bölündüğünde kopan parça Agis'in kavga ettiği çocuğun alnına çarptı. Taşın çarptığı yerde kan sızarken yarasını tutan çocuk Yandım anam diye kendini yolun öte tarafına atıp koyunların arasına karıştı. Diğer çocuk ise korku ile elindeki ekmeği düşürüp ağabeyinin peşine koşturdu. Nikolas çocuktan düşen ekmeklerini yerden alıp kaldırdığında, Agis ekmekleri Nikolas'ın elinden kapıp, kaçan çocukların peşinden koşturdu. Bir yandan Mehmet diye bağırırken bir yandan omuzundaki heybeyi düşürmemeye çalışıyordu. Mehmet Agis'in kavga ettiği çocuğun ismi idi. Babasının attığı taşlardan uzakta emniyetli bir mesafeye koşan Mehmet durdu. Agis otların arasından seke seke Mehmet'in yanına varmış ekmeği uzatırken Mehmet'in alnından süzülen kana hayretle bakarak

    Canın çok yandı mı? der.

    Mehmet için bu güne kadar kendine hasım bildiği Agis'in cana yakın tavrı karşısında hayret içinde kafasını evet dercesine öne eğdi. Yamacın başındaki evlerine doğru baktı. Eve girmek üzere olan babasının karısını evin içine sokarken kalçalarından tutup içeri atmasını seyretti. Mehmet'in kardeşi neredeyse sürünün dağılan bölümünü bir araya getirmiş dere yatağına doğru yönlendirmişti. Agis ile son kez göz göze gelen Mehmet Agis ile bir daha kavga edemeyeceğini bilerek dönüp sürüye doğru yürüdü.

    Burada yılın hangi zamanı olursa olsun ağaçlar, taşlar, duvarlar trilye kokardı. Yol boyunca en az altı işletme vardı. İşletmelerin girişinin sağında ve solunda uzanan taş duvarlar havuz şeklinde bölmelere ayrılır, topladığı zeytinini getiren köylüler boş olan bölmelere zeytinini boşaltır ve zeytinin sıkılması için sırasını beklerdi.

    Önlerinde duran yağhanenin sahibi Stavro'yu iyi tanırdı. Yağhane babasından kalma çok eski bir yerdi. Stavro'nun babası iri yarı cüssesi ile kavradığı fıçıları of bile demeden bir yerden öte tarafa taşırdı. At arabasının tekeri değişecek olsa tek eliyle tutup kaldırır tekerlek değişinceye kadar öyle tutardı. Eli açıktı. Binanın önündeki tahta masa üzerinde yiyecek içecek ve şarap eksik olmazdı. Soluklanmaya gelen de iş vermeye gelen de o masadan nasiplenir giderdi. Önceden tek yağcı kendisi idi. Birer ikişer kurulan yağhaneler müşteri kaybetmesine sebep oldu. Zeytin zamanı gelmeden mahsulü olan köylüleri dolaşır ön ödemeler yaparak müşteri kazanmaya çalışırdı. Yine bir gün atıyla yola çıktığında geri dönmedi. Epey bir aramadan sonra cesedi Fırtına Deresi'ne yakın bulunmuştu. Atından düşüp kafasını taşa çarpınca oracıkta öldüğü söylendi. Söylenene göre sadık atı başından ayrılmamıştı. Mirası devralan oğlu Stavro ise işe yaramaz kadını, eğlenceyi seven biriydi. Frenk Sokağı yosmalarının kucağında sabahı ederdi. Miras kalan para suyu çekince köylüye vermesi gereken parayı ödeyemez olmuştu. Para alamayacağını anlayan işçilerde birer ikişer işi bırakmışlardı.

    Stavro'nun kaldığı evden yarı çıplak kadın dışarı fırladı. Yerden kaptığı taşı içeriye doğru atarken okkalısından bir küfürde savurdu. Kadının bedeninin üstü çıplaktı. Beyaz teninde iri memeleri olanca güzelliği ile görünüyordu. Nikolas hiç görmemiş gibi durup baka kaldı. Arkadan gelen Agis ise gözlerini kapadı. Seyredenlere aldırış etmeyen yosma masanın bir kenarına oturdu. Sırtını örten uzun kızıl bukle bukle saçları idi. Yarı çıplak kadın masada dünden kalanlar ile karnını doyurmaya çalışıyor bir yandan da Stavro'ya küfür ediyordu. Eline aldığı şarap kabının boş olduğu görünce Nikolas'a bakmadan,

    Çocuk git içerden bana şarap getir. Söyle o içerdekine paramı da versin. Yoksa şuradan şuraya adımımı atmam.

    Nikolas kadının dediklerine harfiyen uydu. Kapıdan içeri girdi. Üzerini giyinmeye çalışan Stavro ile göz göze geldiklerinde Stavro rafı işaret ederek oradan şarap testisini alabileceğini söyledi. Şarap testini kapan Nikolas kapıdan çıkacak iken Stavro çocuğa seslendi.

    Hey Sen! Sen balıkçı Dimitri'nin oğlu değil misin?    

    Evet, balıkçı Dimitri'nin oğluyum.

    Al şu parayı dışardakine ver. Defolsun gitsin.

    Nikolas Stavro'nun kendisine uzattığı üç akçeyi eline alınca aklına kadın ile bir gece geçirmenin bedelinin üç akçe edeceği geldi. Yani bu kadına sahip olmak için üç akçe verse kadın ona bütün bir gece hizmet edebilirdi. Nikolas dışarı adım atarken Stavro tekrar seslenir.

    Dimitri'nin oğlu iş arıyorsan işte sana iş. Gel yanımda çalış. Çok iyi para veririm sana.

    Nikolas şarap testisini masaya bırakırken kadının meme uçlarından gözlerini ayıramaz oldu. Yosma eliyle Nikolas'ın alına vurup

    Yaşın kaç senin?

    On beşine daha yeni girdim.

    Vay daha yeni girdin ha! Al sana benden doğum günü hediyesi. diyerek Nikolas 'ı dudağından öptükten sonra iri memelerinin arasına Nikolas'ın yüzünü bastırdı. Bir an nefessiz kalıp öleceğini sanan Nikolas kadını kendinden itti. Nikolas'ı elinden tutan yosma, Stavro'nun verdiği parayı isteyince, avcunda tuttuğu üç akçeyi masanın üzerine fırlatan Nikolas kadından kurtulup eşeklerin yanına koştu. Masanın üzerine atılan üç akçeyi gören yosma şarabını doldururken evden çıkmayan Stavro'ya hakkını almadan bir yere gitmeyeceğini bağırdı.

    Kadın bağırıyorsa ücreti üç akçeden fazla eder o zaman diye düşündü Nikolas. Stavro camdan saklanarak dışarı bakarken Agis eşeklerin yol alması için onları itekliyordu.

    Çınar ağaçlarının çevrelediği yolun altında Değirmen Dağı'ndan çıkan dere akmaktaydı. Suyu az akan dereye gelmeden yolunun altında küçük bir mezarlığa vardılar. İç içe geçmiş mezarların arasında, yarım metreden biraz uzun yuvarlak mezar taşlarının üzerine Arapça yazılar kazınmıştı. Mezarlığı çevreleyen duvarın taşlarının birçoğu az ötedeki Bizans yıkıntılarından sökülen taşlardan yapılmıştı. O taşların bazıları aslan ve kartal figürleri ile süslüydü. Mezarlığın ortasında mezarlığın kendisi gibi küçük basık bir türbesi vardı. Ne mezarlığa ne de türbeye uğrayan olmadığından bakımsızdı. Mezarlığın içene girmek cesaret isterdi.

    Mezarlığı geçtiklerinde kereste depolarına vardılar. Kereste depolarının olduğu meydan alabildiğine genişti. Karşılıklı iki dükkân arası yürümeye kalksan yüz adım ederdi ki aslında burada yapılan işlere bakılırsa yüz adım yetmezdi bile. Alanın ortasında istiflenmiş ağaç kütükleri dururdu. Şehrin ihtiyacı olan kereste Tahtalı'dan getirilir depo sahiplerinin elinde işlendikten sonra ihtiyacı olanlara satılırdı. Yamacın altında develerin eşeklern barındığı ağırları olan iki han vardı. Yamacın üstüne doğru olan yakın evler ise burada çalışanları kendi evleriydi. Kereste depolarını geçtiklerinde etrafı böğürtlen çalıları sarmış yaşlı çitlembik ağacının altında durdular. Buradan tüm Buca Ovası rahatlıkla görebiliyorlardı.

    Kervanın İzmir'e varışı

    Ödemiş'ten yola çıkan kervan en nihayetinde Buca yol ayrımına vardı. Kervan'ın yükü dokuz deve ile çekilirken iki eşekten biri develerin önüne katılmış, diğeri kervanın arkasından gelmekte idi. Kervanın arkasından gelen eşeğin sırtındaki yaşlı kadın tüm yolun sıkıntısını çekmiş bitap bir halde eşeğin sırtından inmenin özlemi içindeydi. Kervanı çeken dinç

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1