Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Kertenkele ile Hacca Gitmek
Kertenkele ile Hacca Gitmek
Kertenkele ile Hacca Gitmek
Ebook199 pages2 hours

Kertenkele ile Hacca Gitmek

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Yıllardır süren bir soykırım yaşanıyor ülkemizde. Cadı mahkemelerinden hallice mahkemelerde yüzbinlerce insan yargılanıyor, peşin peşin suçlu ilan edilerek.
Tüm toplum, kör, sağır, dilsiz yaşananlara. Ya da kasıtlı olarak görmek, duymak istemiyorlar.
Devletin imkânlarını ele geçiren bir gurup, başka bir gurubu linç ediyor. Devletin çelik topukları altında eziyor, üstünde tepiniyor.
Tüm bu olanlar koskoca bir milletin gözü önünde yaşanıyor. Göz önünde ama cam bir duvar ardında.
Yoksa bunca çığlığı duymamak mümkün mü?
Cam duvarda bir pencere açmak gayretindeyim kelimelerimle...
Belki bir duyan olur...

LanguageTürkçe
Release dateMay 12, 2023
ISBN9798215699287
Kertenkele ile Hacca Gitmek
Author

Gülçin Beyza Yalçın

Orta Anadolu’nun bağrında küçük bir ilde dünyaya geldi.İletişim fakültesinde okudu. Çeşitli STK’larda görev aldı. Kadınlar için çeşitli projeler hazırladı ve yürütücülüğünü yaptı.Türkiye’deki her siyasi rüzgarda, şaşkın bir kumru gibi çer çöpten yaptığı kariyeri ve birikimleri sıfırlandı. Her dönemin mağduru olmayı başardı.Her sıfırlanıştan sonra farklı yönde açılan kapılardan şaşkınlıkla geçerek yepyeni kariyer inşasına girişti.Son dönemde yaşanan şiddetli fırtınadan sonra bir sabah erken saatlerde çalan zil ile eşi yuvasından alındı; beş sene sonra geri döndü. Eşinin ardından “Yârim tutsak iken, benim ne işim var çarşı pazarda?” diyerek zorunlu inzivaya çekildi.Bu süre zarfında çuvallar dolusu yün örüp, kilometrelerce boncuk dizerek yaptığı kozasından bir kitap ve iki kitap taslağı ile ve ayağındaki 7.6’lık zincirle dışarı çıktı.“Profesyonel mağdur” olarak kişisel “survivorında” yeniden açılan kapının ardında karşılaşacaklarının heyecanı içinde bekliyor.

Related to Kertenkele ile Hacca Gitmek

Related ebooks

Reviews for Kertenkele ile Hacca Gitmek

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Kertenkele ile Hacca Gitmek - Gülçin Beyza Yalçın

    ÖN SÖZ

    Yıllardır süren bir soykırım yaşanıyor ülkemizde. Cadı mahkemelerinden hallice mahkemelerde yüzbinlerce insan yargılanıyor, peşin peşin suçlu ilan edilerek.

    Tüm toplum, kör, sağır, dilsiz yaşananlara. Ya da kasıtlı olarak görmek, duymak istemiyorlar.

    Devletin imkânlarını ele geçiren bir gurup, başka bir gurubu linç ediyor. Devletin çelik topukları altında eziyor, üstünde tepiniyor.

    Tüm bu olanlar koskoca bir milletin gözü önünde yaşanıyor. Göz önünde ama cam bir duvar ardında.

    Yoksa bunca çığlığı duymamak mümkün mü?

    Cam duvarda bir pencere açmak gayretindeyim kelimelerimle…

    Belki bir duyan olur…

    Gülçin Beyza Yalçın

    KÖTÜLÜK ÇAĞIRIRKEN, HEPİNİZ ORADAYDINIZ EY HALKIM!

    Genç kadın, dehşetle açılmış gözlerle kendini süzdüğü aynanın karşısında, elini dağılmış kısa siyah saçlarının arasındaki bir tutam beyaz saça götürdü. Sonra, dehşetli günün hatırası olarak yüzünde beliren çizgilerde dolaştırdı. En sonunda, burnunun üzerindeki kırmızı çizgiden aşağı kaydırıp, boynundaki hala sızlayan yaranın üstüne bastırdı. Öylesine yapıştırılmış yara bandının etrafında kurumuş kan lekelerinin harelendiği beyaz boynu, morluklarla doluydu.

    Henüz 24 yaşındaki performans sanatçısı genç kadın, daha dün akşam bu aynada kendini seyrederken, bir gün sonra yaşayacağı dehşeti aklının ucundan bile geçirmiyordu.

    Tiyatro konser gibi sanat sunumlarından farklı olarak, seyirciyi de işin içine katan performans sanatı icrası ile insan vücudunun ve seyircilerin sınırlarını görmeyi amaçlayan bu gösterinin, tarihe geçecek bir sosyal deneye dönüşeceğini elbette bilemezdi.

    Sakin başlayan günün sabah saatlerinde, çocuklarının elinden tutan karısını koluna takan şık beyefendiler, sevgilisinin beline sarılarak gelen gençler, kravatlı takım elbiseli orta yaşlı erkekler, tayyörlü kadınlar, spor giyimli gençler salonu yavaş yavaş doldurdu.

    Belgrat doğumlu Sırp sanatçı, Marina Abramoviç, salonun ortasında ayakta dikilip sabit bakışlarla gelenleri süzüyordu. Hemen yanındaki masanın üzerinde su dolu bardaktan bir çift ayakkabıya, bir dal gülden yanındaki mermi kovanı ile boş bir silaha kadar 64 faklı obje duruyordu. Tam ortada ise Marina Abramoviç’ in imzalı beyanı:

    Ben bir objeyim. 6 saat boyunca bu masadaki objelerle bana istediğiniz şeyi yapabilirsiniz. Öldürmek de dâhil. Hukuki olarak sorumluluğu üzerime alıyorum.

    Bir kısmı aileleri ile gelmiş, düzgün insanlardan oluşan seyirci gurubu ile işler başta oldukça iyi gidiyordu. Bazıları gelip sanatçıyla tokalaştı, bazısı eline gül tutuşturdu. Tebessümle sanatçıyı seyreden öpenlerden sonra işin seyrini değiştiren, bir seyircinin sanatçıya tokat atması oldu. Sanatçının tepki vermediğini gören topluluğun davranışları değişmeye başladı. Birisi su bardağındaki suyu sanatçının tepesinden aşağı döktü. Biri gülün dikenlerini batırdı. Sonra birisi kıyafetlerini makasla parçaladı. Sanatçının tepki vermemesiyle topluluğun davranışları giderek vahşileşti. Boynunu jiletle kesip kanını içen, karnını bıçakla kesenler oldu. Dolu silahı eline tutuşturup boynuna dayayarak parmağını tetiğe yerleştiren birine görevliler müdahale etmek zorunda kaldı. Çığırından çıkan topluluk, sanatçıyı taciz etme işini o kadar ileriye götürdü ki tecavüz etmeye kalkıştılar. Tüm bu olaylar sırasında, kadınlar da erkek seyircileri yönlendiriyordu. Gözünden yaşlar, yaralarından kanlar akan kadını, seyirciler oradan oraya sürüklüyorlardı. Olanlardan rahatsız olan bir gurup insan, eylemsiz kalmayı tercih etti.

    En sonunda, topluluktan bir kadın öne atılıp sanatçıya sarılarak öptü, gözyaşlarını sildi. Onun harekete geçmesiyle, rahatsız olan guruptaki seyirciler yardım etmeye başladılar. Kıyafetlerini bulup üstünü örttüler, yaralarını silip, yara bandı yapıştırdılar. Sigara yakıp ağzına verdiler ona su içirdiler.

    Altı saatin sonunda sanatçının hareket etmesiyle beraber, seyirciler dehşet içinde kaçıştı. Performansın sonunda Abramoviç söyle diyecekti:

    Otele geldiğimde saat gece ikiydi. Aynada kendime baktım. Dağılmıştım, saçlarımdan bir tutam beyazlamıştı. Benim hareket ettiğimi canlı olduğumu gören insanlar kaçıştı, benimle yüzleşmeye cesaret edemedi.

    Sosyal deneye dönüşen bu performans gösterisinde yaşananlar çok konuşuldu. Sanat gösterisine geldiklerine göre, belli bir sosyo-kültürel seviyeye sahip oldukları anlaşılan, yanlarında eşleriyle gelmiş, düzgün görünümlü sıradan insanların, topluluk psikolojisiyle nasıl da vahşileşebileceklerini uygulamalı olarak görmek, uzmanları dehşete düşürdü. Aslında bu performans, özellikle II. Dünya Savaşında, sıradan insanların nasıl ve neden vahşileştiklerini anlamaya yönelik sosyal deneyler yapan Milgram, Solomon Asch ve Zimbardo deneylerini destekleyen bir sosyal deneye dönüşmüştü

    Kendilerinden güçsüz ve savunmasız insanlara karşı herhangi bir yasak ve yaptırım söz konusu olmadığı zamanlarda, kitle psikolojisiyle insanların normal zamanda cesaret edemedikleri eylemleri yapabilmeleri miydi olan, yoksa kendilerinin bile farkında olmadıkları, vahşet içgüdülerinin çağrısına boyun eğmeleri mi? Ya da topluluktan farklı hareket ettikleri zaman, vahşet eylemlerinin kendilerine de yöneleceği endişesi miydi? Yoksa kıyısından köşesinden bulaştığı şiddet eylemlerinin toplam boyutunun yanında, kendi eylemlerinin sorumluluğunu az görmeleri miydi? Ya da sonunda yaptırım olmayan eylemleri suç olarak görmemeleri mi? Kim bilir, belki de hepsi…

    Bir ansan, hiç tanımadığı birisine sırf Yapabiliyorum diye neden zarar verir ki? Acı çekmesinden nasıl zevk alır? En ufak bir direniş karşısında birey olarak aslında korkup kaçarken, toplulukla nasıl bir kahraman kesilir? İnsanlar kötülüğe engel olmaya neden çekinir?

    ***

    Genç kadın dehşetle açılmış gözlerle kendini süzdüğü kenarı kırık yer yer sırları dökülmüş aynanın karşısında, elini bonesinin altından dışarı fırlayan saç tutamlarında gezdirdi. Sonra, dehşetli 15 günün hatırası olarak, yüzünde beliren çizgilerde dolaştırdı. En sonunda, burnunun ve gözünün kenarındaki morluklara, hafifçe bastırdı. Gayriihtiyari inledi. Elini patlayan dudağının kenarındaki kabuk tutmaya yüz tutmuş yaranın etrafında, dokunmaya korkarak dolandırdı. Diğer elini çenesinden başlayarak, aşağı kaydırıp, boynunda hala sızlayan yaranın üstüne bastırdı. Öylesine yapıştırılmış yara bandının etrafında, kurumuş kan lekelerinin harelendiği beyaz boynu, morluklarla doluydu.

    Henüz 24 yaşındaki ev hanımı genç kadın daha 15 gün önce beşiğine yatırdığı yavrusu uyuduktan sonra, salondaki etrafı varaklı aynada kendini seyrederken, bir gün sonra yaşayacağı dehşeti aklının ucundan bile geçirmiyordu. Sabahın köründe, evlerinin kapısını açmaya fırsat vermeden kapıyı kırarak içeri doluşan polislerin duvardan duvara savurduğu kocasına siper olmak için önüne atlayınca, şiddetten o da nasibini almıştı.

    Kocasıyla beraber, kucağında bebeği ile gelirken yol boyunca koluna giren başörtülü kadın polis memuru, nezarethanede genç kadının başörtüsünü çekip almıştı.

    Dalga geçer bir ses tonuyla Başörtünle kendini boğup sonra da üstümüze mi kalacaksın? dedikten sonra demir parmaklıkları olanca hızıyla çarpıp, koca kilidi hırsla kapatmıştı.

    Beş aylık kuzusu ilk gece yanında kalmış, sonra çağrılan anneannesine teslim edilmişti. İlk on gün her altı saatte bir getirilen yavrusunun minik yüzünü, yarı kapalı gözlerini seyrederken gözyaşları yüzüne damlamasın diye, kolunun yeniyle sık sık gözlerini siliyordu. Minik yavru; annesini emerken, bir yandan eli ile annesinin elini sımsıkı tutuyor, diğer yandan bir ayağını da kolunun üstüne ritmik hareketlerle dokunduruyordu.

    Bu saadet fazla sürmedi. Günde üç öğün kağıt inceliğinde kaşar yada salam olan sandviç ve bir kutu meyve suyu ya da ayranla beslenen, gözyaşları dinmeyen genç kadının sütü kısa sürede kesilmişti. O günden beri yavrusu artık gelmiyordu, bu havasız pislik içindeki nezarethaneye. O gelmediği için sevinsin mi, anne sütünden mahrum kaldığı için üzülsün mü bilmiyordu aslında. Buraya gelince tanıştığı öğretmen Arzu ise yavrusu gelene kadar sütlerini, göz yaşları ile lavaboya sağıyordu. Zira artık sadece sabahları yavrusu içeri kabul ediliyordu.

    Kocasını bu on beş gün boyunca yalnızca iki sefer gördü genç Esra. Gecenin bir yarısı, götürüldüğü sorgu odasının penceresinden gördüğü kocasının yüzündeki morlukları fark edince, çığlık çığlığa pencereye atılmaya kalkmış, yanındaki polislerce hızlıca sandalyeye savrulunca, hıçkırıklarla oturmak zorunda kalmıştı.

    İkinci sefer yine gece yarısı idi. Bu sefer kocası, elleri kucağında gözleri sabit bakışlarla yerde önüne bakıyordu. Yanındaki polisler bir şeyler söyleyince başını şöyle bir kaldırıp boş gözlerle ona baktıktan sonra tekrar bakışlarını önüne indirmişti. Bir daha başını kaldırıp bakmasını boşuna bekledi.

    Nezarethaneye devamlı yeni insanlar geliyor, daha önce kalanlar savcının sorgusuna götürüldükten sonra dönmüyorlardı. Tutuklanıyorlar mı yoksa serbest mi kalıyorlar, bilmek mümkün değildi tabi. Demir parmaklıklarla birbirinden ayrılan nezarethane bölümlerinde bazı günler, nefes alacak yer kalmıyordu.

    Bekliyordu Esra. On beş gündür beklediği bu yerde, daha bir soru bile soran olmamıştı. Neden tutulduğunu bile bilmiyordu. Sadece iki sefer kocasını görmeye götürmüşlerdi. Ona da anlam verememişti aslında. Onun gibi 20 gündür 25 gündür nezarethane de kalan kadınlar olduğu gibi üç dört günde çıkanlar da oluyordu.

    İlk gözaltına alınırken yaşadığı dehşet konuşma yetisini elinden almıştı adeta. Ama kulakları diğer kadınlardan ne hikayeler duyuyordu. Her biri farklı mesleklerden farklı yaşlardan kadınlardan kimisi birbirini hiç tanımazken kimisi yeni getirilen arkadaşını görünce hıçkırarak boynuna sarılıyordu.

    Bekliyordu Esra, neden buraya getirildiğini buradan ne zaman çıkacağını kendisine söyleyecek birilerini…

    ***

    Aslında uzun süredir, Marina Abramoviç’in bireysel olarak yaşadığı dehşetli sosyal deneyimi, biz toplum olarak yaşıyoruz. Hem de Rızam vardır diye imzalı beyanımız olmadığı halde. Hem de sadece merak duygusu ile hareket eden sıradan bireyler eliyle değil, eylemlerinin etkilerinin ne olacağını çok iyi bilen, toplumun seçim yoluyla, kendi iradesini gönüllü olarak teslim ettiği seçilmişler ve atanmış memurlar tarafından manipüle edilen, yönlendirilen kalabalıklar eliyle.

    ***

    Devleti ele geçiren bir gurup, devletin tüm imkânlarını kullanarak, boyunlarına yafta astığı insanları, ne yaptığını bilmeyen kalabalıklara sırayla linç ettiriyor. Kendilerine oy verenlerden aldıkları yetkiyle hareket ettiklerini iddia eden muktedirler, koca ülkeyi kendi insanına dar ediyorlar.

    Aslında, onlarca yıldır bu konuda deneyimli olan devlet(!) utangaçça yaptığı eylemleri hiç bu kadar fütursuzca icra etmemişti. Derin menfezlerde planlanan eylem planları, hiç bu kadar aleni bir şekilde ve kanun kılıfına sarılarak, hatta korunarak toplumun gözüne sokulmamıştı.

    Bu güne gelen yolların taşları, ustaca döşendi aslında. Çok uzun senelerdir içteki düşman üzerinden meşruiyet devşiren muktedirler, ülkedeki farklı etnik dini ve mezhepsel farklılıkları yok sayma ve ezme konusundaki ustalığını, en üst seviyeye taşıdı. Eylem planlarını güncelledi, farklı becerilere sahip, karanlık unsurlarını devreye soktu. Seçilmiş atanmışlarını ya da işlediği suçlar yüzünden mecbur kalmış elemanlarını, senelerin tecrübesi ile eğitti, görev paylaşımı yaptı.

    Bu planlamada en büyük rol, kolayca manipüle edilen, kitle psikolojisi ile hareket eden, kalabalıklara verildi

    Muktedirin planladığı rejimi kurabilmesi için öyle bir şeytan(!) lazımdı ki ona ne yapılırsa yapılsın kimse itiraz etmesin. Onun üzerinden ülkenin tüm kurumları, tüm birikimleri talan edilirken kimse sesini çıkaramasın.

    Toplumdaki sosyal guruplardan birinin soykırımı için ilk adım, şeytanlaştırma söylemleri ile ustaca atıldı. Paralel ile başlayan söylem, adım adım sertleştirildi. Haşhaşi, sülük, satılmış ajan vs. söylemleri günlerce, yıllarca bıkmadan usanmadan tekrar edildi. Bu ithamların seçilmesi de bilinçli tercihlerdi tabi.

    Ülkedeki adım adım başlayan otoriterleşmeden rahatsız olan demokrat insanlara, bu durumun müsebbibi olarak muhayyel kişiler sunuldu. Daha belirgin hale getirilmek için de sosyal bir gurupla aidiyetleri olduğu iddia edildi önce. Demokrat kesimler gözünde şeytanlaştırılarak, onların bilinçaltı kodlarında düşmanlaştırıldı.

    Daha büyük çoğunluğu teşkil eden muhafazakâr ve dindar guruplarla bağını koparmak için ise devlet kurumları eliyle sapkın hatta din dışı ilan edilen o sosyal gurup, en büyük motivasyonları üzerinden, yani dini pratikleri üzerinden şeytanlaştırıldı.

    En büyük çoğunluğu teşkil eden, ideolojik olarak değil ama doğal olarak vatanını milletini seven insanların nezdinde şeytanlaştırmak için ajan, hain, dış güçlerin maşası, satılmış vb. ilan edilerek, onlarla da olan bilinçaltı bağları koparıldı.

    Bu söylemler yedi gün, 24 saat bıkmadan, usanmadan, medya organlarında tekrar edildi. Seçim mitinglerinin, kampanyalarının, en büyük malzemesi oldu. Şehir şehir, köy köy, kasaba kasaba dolaşılıp, binlerce kişilik büyük kalabalıklara aynı şey tekrar ettirildi. Kara propagandanın tüm kirli yöntemleri kullanıldı.

    Bu planlar uygulamaya geçirilirken de şeytanlaştırılan insanların kendilerini ifade edebilecekleri, savunabilecekleri tüm kanallar adım adım daraltıldı. En sonunda

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1