Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Gezenti: Bir Anarşistin Yol Anıları
Gezenti: Bir Anarşistin Yol Anıları
Gezenti: Bir Anarşistin Yol Anıları
Ebook223 pages1 hour

Gezenti: Bir Anarşistin Yol Anıları

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Alp, amatör bir antropolog. Bir gezenti olarak, siyaseten keskin gözüyle okurlarına eğlenceli antropolojik öyküler sunuyor. Bu öyküler bizi dünyanın dört bir yanına götürüyor. Amazonlarda dil bilmeden arkadaş edinmeyi, Moğolistan’da Göktürk Yazıtlarının izini nasıl takip edeceğimizi anlatıyor. Alp’in yazılarını diğerlerinden ayıran en önemli fark, bunların hepsinin birer insan öyküsü olması. Alp, sadece dünyanın ücra köşelerini değil, dünyanın dört bir yanındaki insanları anlatıyor.

LanguageTürkçe
Release dateDec 15, 2019
ISBN9781927893715
Gezenti: Bir Anarşistin Yol Anıları

Related to Gezenti

Related ebooks

Related categories

Reviews for Gezenti

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Gezenti - Alp Aslan

    Yayıncının Sunuşu

    Alp, amatör bir antropolog. Bir gezenti olarak, siyaseten keskin gözüyle okurlarına eğlenceli antropolojik öyküler sunuyor. Bu öyküler bizi dünyanın dört bir yanına götürüyor. Amazonlarda dil bilmeden arkadaş edinmeyi, Moğolistan’da Göktürk Yazıtlarının izini nasıl takip edeceğimizi anlatıyor. Alp’in yazılarını diğerlerinden ayıran en önemli fark, bunların hepsinin birer insan öyküsü olması. Alp, sadece dünyanın ücra köşelerini değil, dünyanın dört bir yanındaki insanları anlatıyor.

    Alp’le dostluğum eskilere dayanıyor. Ukrayna ücrasındaki Ekotopya eko-politik kampına birkaç arkadaş beraber gitmiştik.¹ Sadece bir yol macerası yaşamak ve bu esnada eğlenceli anılar biriktirmek değil, alternatif ve siyasi bir seyyahlıktı yapmaya çalıştığımız. Bunu da becermiştik. Avrupalı backpackerlığa alternatif, çulsuz ama iştahlı, dik duran ve siyasi gözlüklerini çıkarmayan bir şeylerdi belki aradığımız. Hele hele internet-öncesi dönemlerde, her şeyin iki tıkla rezerve edilmediği jenerasyonda maceralar, şimdi hayali bile zor, apayrıydı.

    Bu kitap umuyorum ki, maceracı ruhları buluşturabilir. Dünyanın ne kadar büyük olduğunu da, ne kadar küçük olduğunu da bize hatırlatabilir.

    Can Başkent

    Temmuz 2019

    Rüyalar ve Anılar

    "All that we see or seem

    Is but a dream within a dream."

    Edgar Allen Poe

    I. Rüyalar

    Rüyalar anılardan mı doğar yoksa Jung'un dediği gibi bütün mitleri, rüyaları, bilinçaltını besleyen ortak bir bilinç mi söz konusu?

    Descartes uyanıklık halinin bir rüya mı, yoksa rüyanın mı gerçeklik olduğunu kesinkes bilmenin olanaksızlığından söz ederken, aklıma Ferhan Şensoy’un 1980’lerde TRT’de yayınlanan müthiş yapıtı Varsayalım İsmail geliyor. Ekranlarımızın bu ilk gerçeküstü dizisinde olaylar, rüya ve uyanıklık durumunu birbirine karıştıran İsmail adlı karakter etrafında döner. İsmail kimi zaman rüya içinde rüya görürken kimi zaman gerçeklik durumu ile rüyayı birbirine karıştırır. Dizide İsmail’in sık sık tekrarladığı en önemli replik: ‘Rüyada mıyız?’ sorusudur.

    Uzun zamandır modernizmin yıkıcılığında var olmaya çalışsalar da, kimi Amazon yerlileri halen rüyaların yol göstericiliğine inanıyor. Örneğin birisi o gece rüyasında yılan görmüşse, kabile erkekleri ormana girmekten kaçınıyor. Halen yok olmamaya direnen, turizmin pençesine düşmemiş şamanlar ise geçmişlerinden kopmamayı gördükleri rüyalara borçlu. Şamanların rüyalarını kontrol edebilme yetenekleri olduğununa hatta rüyalarını kullanarak biçim değiştirdiklerine de inanılır.

    II. Anılar

    Bizi biz yapan en önemli şeylerden birisi de anılarımız ve hafızamızdır.

    Hatırlamak neden önemlidir? Unutmak mı yoksa unutulmak mı daha korkutucudur?

    Bunuel yazdığı ilk ve son kitabında, tamamen sahte bir anıya sahip olduğundan söz eder. Arkadaşlarının düğünü ile ilgili bir anıdır bu. Bütün düğün detaylarını net bir biçimde anımsıyordur ancak bu anının gerçek olamayacağını söyler, zira ateist olan arkadaşlarının Katolik kilisesinde, dini bir törenle evlenmiş olma ihtimalleri yoktur.

    Bu minvalden yola çıkarak anılarımızın da bulanıklaştığını, belki deforme olduğunu, çoğu zaman unutulduğunu, kimi zaman da başkalarının anılarının sahiplenildiğini gözlemliyorum. İnsanlar yaşlandıkça ilginç ve güzel anılara sahip olmak isteyebilir.

    Eğer kendilerinde yoksa başkalarının anılarından ödünç parçalar almaya başlar. Zamanla da bu anıların kendilerinin olduğunu düşünürler. İlk olarak benim anılarımı sanki kendi yaşamış gibi bana anlatan arkadaşlarımda gözlemledim bu durumu.

    Hafızama güvenmeseydim bunların kendi anılarım olmadığına bile inanabilirdim.

    Eğer hafızamıza güvenemiyorsak anılarımızın bizim olup olmadığını nasıl anlayacağız, veya bu gerekli midir?

    Ve kaybettiğin dostlarını hatırlamak. Meksika’nın Oaxaca yöresinde her yıl Ekim sonu ile Kasım başında Ölüler Günü kutlanır. Oradaki insanlar ölünün, ancak unutulduğu zaman gerçekten öldüğünü düşünür. Anılarda yaşatmak dediğimizin birazcık ötesinde bir durum, çünkü o gece ölü yakınları güzel kıyafetleriyle dostlarını mezarları başında ziyaret eder, mezarın üzerinde kağıt oynar, içki, sigara içer, sohbet ederler. Bu kültür kısmen de olsa, Ege ve Akdeniz Tahtacılarında da vardır. Mezara gidip mezar başında dostlarla içki içmek, içkiyi toprağa dökerek onun da katılmasını sağlamak.

    Peki anılar bayatlar mı? Son kullanma tarihleri var mıdır?

    Anılar tıpkı fıkralar gibi anlatıldıkça eskiyebilir, etkisini yitirebilir. O yüzden anı anlatımında o ana uygun olarak eklemeler yapmak, hikayeyi biraz geliştirmek veya eğlenceli hale getirmek hikayenin ömrünü uzatacaktır.

    O yüzden de genelde bu kitapta yazdıklarım, hatıralarıma güvendiğim kadarıyla, gerçeklerden oluşuyor; ama içinde yüzde on kadar abartma, başka bir anıyla birleştirme veya elbette ki yanlış hatırlama olması da kaçınılmaz.

    Affınıza sığınarak.

    III. Rüy/a/nı

    Kalabalık arkadaş toplanmalarımızın birinin sabahında, sanırım sekiz-on kişi kadardık, aynı mekanda uyuyan insanların rüyalarının birbirlerinin rüyalarını etkileyebileceğini söylemiştim. Mesela yanında uyuyan biri kabus görüyorsa senin rüyan da kabusa dönüşebilir. Veya birbirinizle benzer mekanlarda bulunmak da olasıdır. Kısacası insanların bir arada uyuması bir tür lusid yani kontrol edilebilen, etkileşebilen rüyalara neden olabilmektedir.

    Sonra herkese rüyasında ne gördüğünü sordum. Arkadaşlarımın bir kısmı rüyalarında gerçekten de benzer mekanlardaydı veya birbirlerini görmüşlerdi. Hatta bir tanesi rüyasında bizzat benimle beraber maceradan maceraya akmıştı.

    Herkes rüyasını anlattıktan sonra beni rüyasında gören arkadaşım dayanamayıp rüyamda ne gördüğümü sordu. Yanıtım kısaydı:

    E ben senin rüyandaydım ya.

    Anarşist Berlin

    Yaz, 2014

    'Soğuk, soğuk istiyorum' diyerek kavuştuğum Berlin, ağustos ayının yirmi santigrat derecesiyle beni karşılayınca, ziyaretine gittiğim dostlarım 'al sana soğuk' diyerek suratıma karşı pis pis sırıtmışlardı.

    Şok olmuştum. Zira bir ay önceden hava tahmin raporlarında 25-26 civarı görünen sıcaklık bazen 18 dereceye kadar düşüyordu. Dingil gibi üst-başsız geldiğimden içimdeki ürpertiyi dünyanın en ucuz brendisi olan Vitaxos yardımı ile gidererek, çözümün kralını bulmuştum kendimce. Bu içki aslında çakma Metaxadan başkası değildi tabii.

    Avrupa'nın en ucuz başkentlerinden biri olan Berlin aynı zamanda hoşgörülü, kozmopolit ve politik. Elbette ki politik altyapısını hemşerilerine borçlu. Özellikle de zamanının Batı Berlinlilerine.

    Bildiğiniz gibi, II. Dünya Savaşı sonrası Demokratik Almanya'nın göbeğinde kalan Berlin aslında bir kent-devleti olarak; Fransız, İngiliz ve ABD yönetiminde Batı ve SSCB idaresi altında Demokratik Almanya'nın başkenti olarak Doğu diye ikiye ayrılmıştı. Bu ayrılığı da 1961 yılında yapılan ve 1989'da yıkılan ünlü duvar pekiştirmişti.

    Aslında bence daha ilginç olan Batı Berlin'in durumuydu. Sosyalist rejimin göbeğinde yer alan bu kente ulaşım iki tane sınırı geçerek ve sabit hızla gitmeniz gereken bir otoban yardımıyla kimi yıllarda kesintiye uğrayan tren seferleriyle veya yalnızca müttefik kuvvetlerine bağlı havayolları ile gerçekleşmekteydi. Tempelhof havaalanına ilk sivil yolcu taşıyan British European Airlines (Britanya Avrupa Havayolları) 1948 yılında biletlerini İngiliz sterlininden satışa sunmuştu.

    Sosyalistlerin kapitalist batıyı, müttefiklerin de kızıl komünistleri dinledikleri TV istasyonları (Şeytan Tepesi adlı yer) ve ortalıkta cirit atan çeşit çeşit ajanları ile Soğuk Savaş'ın da en civcivli dönemlerini yaşamıştır Berlin.

    Bunun yanı sıra zorunlu askerlik yerine sivil hizmet yapmak isteyen vatandaşlarını askerlikten ve kimi vergilerden muaf tutarak orada yaşamaya özendiren Federal Almanya, Batı Berlin'e solcu, anti-militarist ve çer-çakal tayfasının dolmasının önünü açmıştır. Bu yerleşiklik de özellikle 1968'le beraber sosyalist ve anarşist hareketin Berlin'de de yükselmesine neden olmuştur. Bu hareketin başını çeken RAF² ve 2 Haziran Hareketi³ etkisiyle yapılan sert siyaset, 1980'lerde yükselen punk ve işgal/squat hareketleriyle boyut atlamıştır. Duvarın kenarındaki Kreuzberg bölgesine yerleştirilen Türklerle beraber uyumlu ilişkiler geliştiren anarşistler, bu bölge içinde ıssız bir çok evi veya kimi sokakları işgal ederek anarşist komünler⁴ kurmuşlardır. Bu kadar uzun süre anarşistler ve Türklerle yaşayan normal Alman vatandaşlarının da bu kaotik ve özgürlükçü ortamdan etkilenmeleri kaçınılmazdı. Dolayısıyla Berlinli, herhangi bir Alman'a benzemez diyebiliriz.

    Bunun en güzel örneklerinden birisi, az önce sözünü ettiğimiz Tempelhof havaalanıdır. Uzun yıllardır kullanılmayan havaalanı ile ilgili bir kamuoyu yoklaması yapılmıştır ve çıkan sonuç alana dokunulmasın şeklinde olmuştur. Hızla artan nüfusuyla Berlin aslında büyük bir rant alanıyken ve kentte nefes alacak çok fazla seçenek varken bile halkın böyle bir karar vermesi sağduyunun göstergesidir. Zira alanda her daim futbol oynayabileceğiniz, kayt-sörf yapabileceğiniz, paten kayabileceğiniz, bisiklete binebileceğiniz, piknik yapabileceğiniz, içkinizi içebileceğiniz ve nihayetinde kendi bahçenizi oluşturabileceğiniz alanlar var. Ve daha önemlisi de kimse kimseye rahatsızlık vermeden etkinliklerini gerçekleştirmektedir.

    İlginç yerlerden biri de Doğu Berlin'in unutulmuş lunapark alanıydı. II. Dünya Savaşı'ndaki Sovyet şehitleri için yapılan devasa anıt-parkın arkasında yer alan lunaparkın girişleri kapalı, duvarları yüksek. Ama biz Mimar Dedalos'un oğlu İkarus'a söylediği yeryüzü kralınsa gökyüzü bizimdir şiarıyla çitlerden atlayarak içeri giriyoruz. Alanda on yıldan fazla dokunulmamış bitkiler ve ağaçlarla ortam adeta küçük bir cangıla dönüşmüş. Ancak içerisi o kadar da ıssız değil. İspanyolca konuşan başka ziyaretçiler de var. Zaten İspanyolca, yakında Berlin'de konuşulan iki resmi dil olan Almanca ve Türkçenin yanı sıra üçüncü dil olmaya aday.

    Ortam sürrealist bir filmle, korku-gerilim filmi arasında gidip geliyor. Son derece hüzünlü bir ses çıkartan devasa dönme dolap, birden bastıran yağmur, terkedilmiş çarpışan ördeklerde verilen sigara molası derken içeride bir takım lüks arabalar keşfetmemizle canımız sıkılıyor. Daha sonra yeni çık(artıl)mış bir yangının yıprattığı binalar ve kimi iş makinalarını da görünce tadımız iyice kaçıyor. Dolasıyla burada saçma sapan bir film çekme hayalimiz suya düşüyor. Burada bir rant alanı oluşmuş gibi...

    Kreuzberg'e uzuyorum. Burada Osman Amca'nın kaçak yaptığı ünlü ev ve bahçesi var. ⁵ Duvarın dibine kondurduğu ev ilk başlarda arada kaldığı için kanundaki boşluğa takılmış ve sonra istimlak için gelen polisleri kürekle kovalamış Osman Amca. Ama bence olayın ilginçliği, bu evin, anarşist işgal evleri gibi Berlin'in sembollerinden biri olmasından kaynaklanıyor. Neticede adamlar değerlerini korudukça kentin kişiliğini kaybetmeyeceğini biliyorlar. Bazılarının hoşuna gitmese de Berlin'i Berlin yapanlar anarşistler, punklar, solcular ve azınlıklar (gerçi Türklerin azınlık durumu pek kalmamış ama). Evet, duvarın yıkılmasıyla bir anda kentin göbeğinde kalan Kreuzberg'de, zamanında berbat koşullarda yaşayan Türklerin çoğu şimdilerde ranttan ihya olmuş durumda. Yıllar içindeki ziyaretlerimden Kreuzberg'in nasıl değiştiğine tanık oluyorum.

    Hala değişmeyen şeyler de var. Eski yoldaşlarımızdan biri beni akşamki protesto gösterisine çağırıyor. Göçmenlere hunharca saldıran polis protesto ediliyor. Ne kadar anarşist, solcu varsa toplanmış. Bu arada önümden geçen polislere bakıp şaşırıyorum. Ünlü faşo-Alman polisi bizimkiler kadar iri değil. Bayağı kısa boylular da var içlerinde, gözlük takanlar da, memur tipliler de. Ama saldırı olursa davranış şekilleri elbette ki ülkemiz polisinden pek de farklı olmayacaktır.

    Bu kez herhangi bir saldırı olmuyor ve yürüyüş devam ediyor. Biz de eylem sonrası göçmenlerle dayanışma için kurulan inisiyatifin açtığı bara gidiyoruz. Arkadaşım oranın kurucularından olduğu için rakıyı torpilli dolduruyorlar. Evet, civardaki bir çok barda rakı bulmak mümkün ve bar fiyatını söyleyince gözleriniz dolacak, o yüzden susma hakkımı kullanıyorum.

    Dünyadan Langırt Hikayeleri

    Langırt oyununun mucidi anarşist Alejandro Finisterre'nin anısına saygıyla...

    Los Angeles, Kaliforniya

    Kış, 2003

    Aslında Los Angeles adı verilen mekan, etrafında irili ufaklı kasabaların veya kentçiklerin olduğu garip bir yerleşimden başka bir şey değil. Bunların arasındaki mesafeler birbirine oldukça uzak olmasına karşın ulaşım tam bir karayolu ülkesi olan ABD'de highway, parkway, zartway, zurtwaylerle sağlanıyor. Tabii ki özel aracınız varsa. Kimi otobanlarda eğer aracınızda birden fazla kişi varsa yolculuğunuz toplu taşım sayılıyor ve özel bir şeritten gidebilme imkanınız oluyor. Ancak özel aracınız yoksa, yani gerçekten fakirseniz bittiniz! Belediye otobüsü ya yoktur ya da çok nadir görülen bir doğa olayıdır. Sonra bana neden zenciler 1992'de Los Angeles'ta ayaklandı diye sormayınız.

    2000'lerin başında civar kasabaların birinde pineklerken o taraflarda tanıdıkları olup olmadığını sormak amacıyla eski anarşist yoldaşlarıma birer e-posta yollamıştım. Bir süre sonra gelen yanıtların birinde merkezi Baltimore’da olan Brew not Bombs⁶ (Bomba değil Bira Mayala) tayfasının bir şubesinin LA’da bulunduğu yazıyordu.

    Daha sonra ülkemize de gelmiş olan ‘Food not Bombs’ (‘Bomba değil Yemek’)⁷ fikrine ev sahipliği yapan bu topraklarda, ‘Bomba değil Bira’ felsefesinin çıkması için gereken bilgi birikimi fazlasıyla mevcuttu.

    Dünyanın en büyük ikinci bira üreticisi olan ABD, aynı zamanda bira çeşitliliği açısından da dünyanın en zengin ülkelerinin başında gelmektedir. Biranın muhtemelen ilk kez ortaya çıktığı ülkemiz topraklarının⁸ aksine orada; lager veya pilsen dışında ale, pale ale, porter, amber, staut gibi bir çok farklı bira türü gündelik tüketimde önemli bir yer tutar. Hatta bira üretimi yapan mahalle ‘Brewery’ilerinde bu türlerin farklı aromalarına sahip yerel ve otantik tatlar bulmak da mümkün.

    ABD’lilerin farklı tatları araştırma anlayışına bir örnek vermek gerekirse, ABD’li arkeologlar Alaşehir’de çıkan testi kalıntılarındaki tortuyu 40 yıl boyunca analiz etmeye çalışmış ve nihayetinde binlerce yıl öncesinin birasını yeniden üretmeyi başarmışlardı.

    Bu durumda bizim anarşist camianın güzide insanlarının da bira üretimine geçip vatandaşa beleşe dağıtması kaçınılmaz olmuş.

    ABD kasabaları ancak kimi bağımsız filmlerde görebileceğiniz türde arkaik ve unutulmuştu. Kasabanın faşist şerifi, 80’li yılların modasını takip eden insanları, siyah-beyaz televizyonlar ve içinde en azından bir adet pompalı tüfek ihtiva eden manda kasa pick-uplı red-neckleriyle gerçekten kabus gibi yerlerdir.¹⁰

    Zar zor bulduğum adres de tabii ki oldukça fakir bir mahallede çıkıyor. İşaret filan yok ama yine de selam vererek kafamı uzatıyorum kapıdan. İçeride Kızılderili yüzlü, örgülü uzun saçlı ve sakalsız adamlar var. Eh benim tipim de onlardan pek farklı değil, saçımın örgüsüz olması ve onlara nazaran daha zayıf olmam dışında. Kendimi tanıtıp ortak arkadaşımızın selamını iletiyorum. Sohbet açılıp büyük bir hızla ilerliyor, ABD politikalarından girip Ortadoğu'nun değişmeyen hallerinden çıkıyoruz doğal olarak.

    Derken bana baby foot¹¹ bilip bilmediğimi soruyorlar. Tepkim önce o ne yahu? şeklinde oluyor, sonra açıklama yapılınca olaya uyanıyorum ki düpedüz langırtmış sordukları!

    Bazen, bazı anlar vardır. Seçim yapman gereken saniyelik bir süre. Ama o kadar kısa sürede doğru ve akılcı bir karar vermen gerekiyordur ki... Hiç anlamam diyorum aniden, sizi izleyeyim en iyisi. Ne kadar doğru bir kararmış!

    Çünkü bu bambaşka bir şeydi. Elbette daha önce bir

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1