Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Evrenin İncisi
Evrenin İncisi
Evrenin İncisi
Ebook291 pages3 hours

Evrenin İncisi

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Değerli Okuyucu;
Bu kitap serinin dördüncü kitabıdır. İlki 'Orta Evren Günlükleri', ikincisi ‘Kristal Küre Birliği’, üçüncüsü 'Evrenin Anahtarı', beşincisi 'Yok Oluşun Kıyısında' adlı kitaplardır. Bilgilerinize...

Güncellendi (01.09.2022) : Kelime hataları, Gramer yapısı, Noktalama işaretleri, Cümle düzeni ve Anlam karmaşası tekrar elden geçirildi.

‘Çemberin içinden dışarı yansıyan renkler bir anda değişmiş, yemyeşil bir kırın yüzeyine düşen güneş ışınları görünmeye başlamıştı. Hemen ilerisinde sahile vuran dalgaların sesi, havada gezinen martıların sohbetine karışıyordu. Hepsi birbirlerine bakıp el ele tutuştular ve ufak bir tepenin engin okyanus yüzeyine bakan tarafındaki kıyısına doğru yürüdüler. Arkalarından geçit de kapanmıştı. Gelmişlerdi sonunda. Evrenin incisi ve en güzel gezegeni olan yuvalarındaydılar’

Yazarın Tüm Kitapları:

• Yazgı – Fantastik, Polisiye Olaylar Serisi
• Yıldızlara Seyahat – Zamanı Göstermek Hünerli Bir İştir
• Orta Evren Günlükleri – Ruh Tutucuların Yükselişi
• Orta Evren Günlükleri – Kristal Küre Birliği
• Orta Evren Günlükleri – Evrenin Anahtarı
• Orta Evren Günlükleri – Evrenini İncisi
• Orta Evren Günlükleri – Yok Oluşun Kıyısında
• Ümit Rıhtımı – Kaybolanlar
• Glütensiz Hayat – Tahıl Beyin Özeti
• Yalnızlıklarım – Salih Yıldız
• Bilmukabele Kalbim Kırıldı
• 100 Günde Beşer’i Alem
• Lanetliler Şafağı - Gerçeklerle Yüzleşme Zamanı

LanguageTürkçe
Release dateNov 1, 2021
ISBN9781005116385
Evrenin İncisi
Author

Ceyhun Özçelik

Ceyhun Özçelik, the writter of The Diaries of the Middle Universe, was born in İstanbul, Turkey, in 1975. He started to write his novel series in 2006. It has been 12 years for him to write his bestsellers and still continue. In 2010, he decided to share them to all over the world.He has been living in Marmaris almost for 25 years by finishing his carrier in tourism and he moved to small city called Muğla. He finished his education about tourism and hotel management and public administration.His imagination is always about outer life in space even different universes. He impressed from the other performers too much that he mentioned about it in every book he wrote.'I present this story to the spectacular writers and directors that I have read their stories and watched their films for years, which have influenced my imagination and dream world and took me to wonderful lands'

Read more from Ceyhun özçelik

Related to Evrenin İncisi

Titles in the series (5)

View More

Related ebooks

Reviews for Evrenin İncisi

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Evrenin İncisi - Ceyhun Özçelik

    1.BÖLÜM – DENALİ DAĞI

    Denali Dağı ya da eski adıyla bilinen dünyanın üçüncü büyük zirvesine sahip McKinley Dağı, Kuzeyin en yüksek tepesini oluşturuyordu, ama bu, oranın bilinen yüzüydü. Bilinmeyen ise Alaska’ya bağlı bu dağın iç yüzeyinde oluşturulan, uzun ve oldukça geniş bir treni andıran gizli laboratuvardı.

    Üst üste binmiş yüzlerce tepeden oluşan dağın üst kısımlarında birikmiş kar yığınları erimeye yüz tutmuştu ve bazı yerlerde zeminin koyu görüntüsü ortaya çıkmaya başlamıştı. Uzun sıradağların kesilmeden devam ettiği daha Kuzey kesimde ise kar tamamen kaplıyordu yüzeyi. Yukarıdan bakıldığında burada yaşayabilen tek canlı türü olan dev kuşlar, Monthauruslardan sadece iki tanesinin havada süzüldüğünü ve avlanmak için yüzeyde yaşayan bir şey olup olmadığını araştırdığını anlayabilirdiniz.

    Bu kuşlar z virüsü felaketinden sonra akbabaların değişime uğrayıp daha vahşi ve iri hale gelmesiyle oluşmuş, gökyüzünün tek hâkimi olmuşlardı uzun süre.

    İçlerinden bir tanesi aşağılara süzülerek derin bir vadinin dip kısımlarına kadar inmeye başlamıştı. Vadinin ortasındaki yol ince bir çizgi halinde görünse de yaklaşık iki yüz metrelik derin bir yarık vardı burada ve her tarafından aşağı süzülen kar suları yer altı sularına karışıyordu damlalar halinde.

    Dev kuş yarığın kenarında boynunu bükmüş olan kurumuş ağacın gövdesine tutunup aşağı doğru eğilmiş, son derece keskin gözleriyle yaklaşık yetmiş metre olan yarığın derinliklerindeki hareketi fark ederek acı bir çığlık atmıştı. Oraya inmeli ve oradaki canlıyı yakalayıp beslenmeliydi. Z virüsü yüzünden tüm canlılar sadece üreme özelliklerini değil aynı zamanda içgüdülerini de kaybetmişler ve sadece açlık hissediyorlardı.

    Geride kalan vahşi canlılardan hayatta kalanlar, z virüsü taşıyan canlıların son temsilcileriydi. Dünya kendini yenilemeye başardığından bu yana yeni türler ortaya çıkmış ve virüslü canlılar yok olmanın son aşamasındaydılar. Sadece uzun yaşayan ve hayatta kalmayı başarabilenler vardı artık ve onlar da tükeniyordu.

    Yarığın dibinde güneşin araya girmesiyle parlayan ve çıkıntılı dağ kıvrımlarının içinden dışarı doğru uzanan tüylü, bir buçuk metre uzunluğundaki siyah uzuv, z virüsünün ilk kurbanlarından ve en uzun yaşayanlarından biri olan devasa bir tarantulanın bacaklarından birine aitti. Oraya nasıl geldiği ve neden bacağının birinin dışarıda olduğu da ayrı bir hikâyeydi aslında.

    Monthaurus katlanıp açılarak çırpınan bacağı gözüne kestirmiş ve eklem yerlerinde sivri dişler misali uzantılar bulunan kanatlarını vücuduna yapıştırarak hızla aşağı yönelmişti. Uzun gagasını süsleyen sivri ve sık dişler birer falçata keskinliğindeydi ve örümceğin bacağını bir anda dibinden kesmişti.

    2050 yılında patlak veren z virüsünün hızla yayılmasıyla canlılarda olan değişim muazzamdı. Virüs sadece onları vahşileştirmemiş aynı zamanda irileştirip, üreme güdülerini yok etmişti.

    O dönemde Alaska’nın biraz daha ılıman, yüksek olmayan kesimlerinde yetişen bir örümcek türü olan gri, huysuz tarantulalar yer altında yaşarken aralarından sadece biri yüzeydeydi ve yolunu kaybederek oldukça yüksek bir yere doğru ilerlemişti. Z virüsü bulutlarından gelen yağmur suları ise büyük bir kar yığınının içine dolmuş ve onu eriterek tepeden düşmesini sağlamıştı.

    Bu yığının altında kalan tarantula çok uzun süre soğuğun etkisiyle cansız halde kalmış, bu arada bedeni, karın içinde kalan tüm virüsleri emmişti. Birçok örümcek bir kedi büyüklüğüne ulaşmıştı o dönemde, ama kar eridiğinde içinden çıkan huysuzun boyu bir insanın iki katı büyüklüğündeydi. Sekiz gözünün önde kalan dördü kıpkırmızı arkadakiler ise yemyeşil renkteydi. Simsiyah bacaklarının uzunluğu bir buçuk metreyi buluyordu. Gri gövdesi oldukça iriydi ve isterse oraya bir fili bile sığdırabilirdi. Üstte ve altta olan kalın ikili dişler bir arabayı ikiye bölebilecek kadar güçlüydü. Vücuduna giren z virüsü onu tam bir canavar haline getirmişti.

    Uzun süre Denali Dağının yamaçlarındaki tepelerin gizli bölgelerinde virüsle değişime uğrayan insanlar ve canlılarla beslenmiş ve sindirdiği her av onu daha güçlü hale getirmişti. Virüsün her canlıdaki etkisi farklıydı. Ondaki etki ise yaşam süresinin uzaması ile kendini gösterecekti. Sadece beslenme içgüdüsü ile uzun yıllar yaşayan dev örümcek aradan yüzyıla yakın bir süre geçtiğinde artık beslenecek canlı bulamamanın verdiği derin bir açlık hissi ile iyice delirmiş, bir süre sonra en çok sevdiği tepenin karanlık kovuğunda yalnız halde ölümü karşılamaya hazırlanıyordu.

    Bu kadar kolay teslim olmayacaktı. Açlık hissi ile gözü dönmüş bir halde dağın iç yüzeyine doğru tırmanışa başlamış ve derinlerde saklanan her canlıyı avlayarak yukarı tırmandıkça kendini daha iyi hissetmeye başlamıştı. Dağın yarıklarından faydalanıp kurduğu tuzaklarla hayatta kalmayı başarıyordu, ama çok daha yukarılarda yine beslenecek bir şey bulamayacaktı ve bu geçen süre onu daha da hırçın hale getiriyordu.

    Hızla yukarı doğru ilerlediğinde bir boşluğa geldiğini fark etti. Yukarı bakınca aradığı şeyin orada olduğunu anlamıştı. Bir kayanın üzerinde dümdüz uzanan ve her yanında ufak ışıklar bulunan metal yapıyı görebiliyordu. Burada beslenmek için en sevdiği tür olan insan olabilirdi. Kendini zorlayarak aralıktaki kayaları sağa sola ayırıp hızla yukarı tırmanmaya başlamıştı. Bulunduğu yerdeki kayanın kenarlarına tutunarak bir kablo misali olan ve kendi ağırlığını kolayca taşıyabilen ağını karşıya, metal yapının üzerine fırlatıp onu oraya yapıştırdı. Onun üzerinde ters şekilde salınıp yürüyebilirdi, ama o, oraya zıplamayı tercih etmiş, dengesini koruyamamış ve yarığın öbür tarafına düşmüştü.

    Düştüğü yerde ise derin bir oyuk vardı. Oradan daha da aşağı kaymaya başlamış, ama son anda tutunarak kendini durdurabilmişti. Düşmenin etkisiyle yarattığı titreşim yüzünden yarığın kenarından kopan parçalar oyuğun ağzını kapatmış ve onun kapana kısılmasını sağlamıştı. Hırçın bir şekilde çırpınıyor kayaları kenara çekmeye çalışıyordu, ama her hareketinde oyuk daha fazla kaya ile doluyordu. Sekiz bacağını sertçe sağa sola savuruyordu, ama gücü yukarıdan gelen baskıya karşı koymaya yetmeyecekti. İyice sıkışmaya başladığında arkadaki bacağının birini sertçe geriye doğru ittirmiş, bacağı dağın aralık olan geniş yarığından dışarı doğru çıkmıştı, ama örümcek oraya hareket edemeden orayı dolduran diğer kayalar bacağının sıkışmasına neden olmuştu.

    Onu çekmeye çalışıyor, ama bir türlü kurtaramıyordu. Bu arada ön ayakları ile yavaşça oyuktaki kayaları kenara çekmeyi başarmış, yukarı, metal yapıya doğru bir aralık görüp çıkış yolunu keşfetmişti, ama bacağı sıkışmış halde kalmıştı. Oldukça yorulmuştu ve çaresiz kaldığını fark ediyordu. Bekleyip dinlenecek ve biraz sonra gücünü toplayarak tekrar deneyecekti.

    Uzun süre beklemiş ve tekrar uğraştığında bacağını çekememenin verdiği öfkeyle sağa sola vurup çırpınmaya başlamıştı. İşte tam o anda acı ile inleyen dev tarantula vücudunun hareket ettirebileceğini sezip hızla oyuktan kendini dağın iç kısmındaki boşluğa çıkarabilmişti. Sıkışan bacağı artık yerinde yoktu ve eklem yerinden akan siyah sıvı bir süre sonra kesilmiş, acısı hafiflemişti. Biri gitse bile hâlâ yedi bacağı vardı ve bu çok sorun değildi onun için. Bacağını kesip götüren Monthaurus, fark etmeden ona iyilik yapmıştı aslında.

    Kendini toparlayıp yukarı, metal yapıya doğru fırlattığı ağ oraya sertçe yapışmıştı. Onun üzerinden hızla yukarı tırmanmaya başladı. Dengesini tam bulamıyordu bir bacağı olmadığından dolayı, ama bu onu durdurmayacaktı. Yapının baş tarafına geldiğinde dişlerini metale geçirip orayı parçaladı ve içeri girdi. Boyu metal yapının tavanına değiyordu. İçerideki ışıklandırma ise bir an onun kör olmasını sağlamıştı.

    Odaların tavanlarında, sağda ve solda, duvarların üzerinde yanan ışıklar her yeri aydınlatıyordu. Dişleriyle tavandaki ışıkları parçalamaya başladığında artık içerisi biraz daha loş hale geliyor ve görmesi kolaylaşıyordu. O ara bir başka duyusu devreye girmiş ve bu onu tetiklemeye yetmişti. Taze insan eti kokusuydu bu ve çok derinden de gelse onu sezebiliyordu. Bir anda gözü dönmüş ve hızla ileri atılmıştı. Karşısına çıkan odaların kapılarını parçalayıp, etraftaki malzemeleri yıkıp geçerek ilerlemeye devam etti.

    Alaska’da kurulan bu tesis çok özel bir amaç için hazırlanmıştı. Tesisin adı Z Alfa’ydı. Z virüsünün insanlara etkisi araştırılırken denek kasabası olan Swarxta bazı insanların diğerlerinden daha üstün yetenekleri olduğu keşfedilmişti. Diğerleri beta serisi olarak değerlendirilirken bu üstün yetenekliler alfa serisi olacaktı. Burayı kuran kişi olan Victor Kovenyus onların kan grubunun da buna etkisi olduğunu fark etmiş ve virüsü kanı sıfır negatif olan tüm deneklerden virüse uyum sağlayanları bu tesise getirmişti. Sadece altı kişi seçilmişti ve aralarından akli dengesini yitirmeden hayatta kalıp virüsle uyum sağlayan sadece iki denek canlı kalabilmiş, diğerleri gizlice ortadan kaldırılmıştı.

    Son ikili ise 2049 yılında özel bir yöntemle dondurulmuş ve bu yöntemi oluşturan koşullarda ne kadar hayatta kalabilecekleri test edilecekti. Felaket olduğunda ise bu tesiste de virüs etkisini göstermiş ve çalışanlar tahliye edilmişti, ancak olaylar çok hızlı geliştiği için iki denek orada bırakılmış, bulundukları dondurulmuş kabinlere virüs etki edemediğinden dolayı vücutları etkilenmemişti. Aradan geçen yüzyılda tesiste bulunan ve güneş ışığı sayesinde kendini yenileyebilen enerji kaynağı oranın hâlâ aktif olmasını sağlamış, onların durumunu korumasına yardımcı olmuştu.

    Dev tarantulanın en son girdiği oda kumanda odasıydı ve etrafı parçalayarak ilerlediğinde farkında olmadan bastığı düğmeyle iki deneğin tutulduğu kabinlerin basıncının düşmesini ve buzlarının erimeye başlamasını sağlamıştı. Oranın da kapısını kırdığında arada bulunan oval cam geçidi fark etmemiş ve onu kırarak tutunamayıp aşağı, yarığın zeminine çakılmıştı tekrar. İki oda sonra alfaların kabinlerinin olduğu yer vardı ve erime sona ermiş, içeride bulunan su aşağı doğru çekiliyordu yavaşça.

    Havada asılı halde duruyorlardı ve sırtlarındaki boyundan başlayan omuriliklere bağlı hortumlar, ağızlarında bulunan geniş plastik ağızlıklar cam kabinlerin içinden görünmeye başlamıştı. Biri odanın ön tarafında solda diğeri arka tarafında sağda idi ve önde bulunan kabinin tepesinde Z Alfa Serisi 001 yazıyordu. Diğeri ise 002’ydi. Bulundukları odada başka bir şey yoktu. Sadece bir masa ve sandalye, masanın üzerinde bir bilgisayar ekranı vardı. Burada onların üzerinde yapılan testler ve sonuçları kaydediliyordu.

    Tarantula yarığın zeminine düştüğünde biraz sersemlemişti, ama kendine gelmeyi çabucak başardı. Bunda gelişmiş koku duyusunun da etkisi olmuştu. Şu an çok daha net alıyordu taze insan etinin kokusunu ve bu onun sabırsızlanmasına neden oluyordu. Açtı, bir an önce beslenmeliydi ve bunun için yukarı tırmanacaktı bir kez daha. Yine ağını atmış ve onun üzerinde hızla yukarı tırmanmaya başlamıştı. Bir ayağının yokluğuna da alışmıştı artık.

    Bu arada deneklerden ilk kabindeki erkek olanı bir anda derin bir nefes çekip uyanmış, öksürüklere boğulup midesindeki sıvıyı boşaltmıştı. Kendini zorlayarak sırtındaki hortumlardan kurtulmuş, sağ eliyle ağızlığını çıkararak oraya dolmuş olan sıvının akmasını sağlamış, yere değdiğinde ise ayaklarını hissetmeyerek yığılmıştı. Cam kabinin içi iyice buharlanmış olduğundan yarı gören gözlerle etrafı seçmeye çalışıyor, ama bir şey göremiyordu. İçerideki basıncın iyice azalması ile kapının üzerindeki kırmızı ışık yeşile döndü ve oval, cam kapı yavaşça açıldı. İçerideki buhar azalmış, adamın görüşü netlik kazanmaya başlamıştı.

    Kim olduğunu hayal meyal hatırlıyordu. Adı Kevin’di ve Z virüsü testlerinde gönüllü olmuştu. Geçmişte iyi ve deneyimli bir asker olduğu için özellikle seçilmiş olduğunu hatırlıyordu, ama bunu neden kabul ettiğini hatırlamıyordu bir türlü. Kendini zorlayarak dışarı çıkıp yerde oturduğu kısa sürede hemen çaprazda olan diğer kabini görmüştü. Onun da camı buharlanmıştı, ama hareket yoktu. Orada başka biri olmalıydı, ama uyanmamıştı henüz. Ciğerlerine oksijen girmeye başlamış ayaklarını hisseder olmuştu. Yan taraftaki masa ve sandalyeye tutunarak zorla ayağa kalktı. Bu arada etrafındaki ışıklar ara sıra kapanıp açılıyordu. Bir şeylerin ters gittiği hissine kapılmasına neden olmuştu bu. Diğer kabine gitmeli ve içindeki kişiyi çıkarmalıydı. Onun da kendi gibi biri olduğu belliydi.

    Bu arada bulunduğu oda titremiş ve parçalanma sesleri gelmeye başlamıştı odanın sol tarafından. Bir şey geliyordu ve her şeyi yıkarak ilerlediği belli oluyordu. Kendini toparladığını iyice hissettiğinde artık ayakları üzerinde rahatça duruyor ve hareket edebileceğini anlamıştı. Diğer kabini açıp kafası aşağı doğru düşmüş olan, havada asılı diğer deneği gördüğünde önce şaşırmıştı. Düz, sarı saçları kısa, ama yüzünü tamamen kaplıyordu. Kendisi gibi çıplak olan bu denek düşündüğünün tam aksine bir kadındı. Onun da kendisi gibi özel olarak seçildiği belli oluyordu, çünkü kaslı, uzun boylu ve son derece düzgün hatları vardı.

    Hemen onun ağzındaki ağızlığı çıkararak onu havada kavrayıp bir eliyle arkasındaki boruları söktü ve onu omzuna alarak sesin gelmediği taraftaki diğer odaya geçti. Burası bir sağlık kontrolü odasıydı. Onu orada bulunan hasta yatağına yatırıp üzerini çarşafla sardı. Diğer yataktan kendisine de bir çarşaf almış ve beline sarmıştı. Tekrar içeri girip orada işlerine yarayacak bir şey olup olmadığına bakarken yerin titremesi bir anda kesilmiş ve yanıp sönen ışıkların çıkardığı cızırtı dışında ortamdan çıt çıkmaz olmuştu. Kevin içgüdüsel olarak durumu hemen anlamış ve kapının arkasında ne varsa tetikte olduğunu hissederek, oraya dikkatle bakmaya başlamıştı.

    Diğer tarafta olan dev tarantula da onun kokusunun çok yakında olduğunu ve avının hareketsiz durduğunu anlamış, onu avlamak için en uygun anı beklemekteydi. Karşısında duran kapının hemen arkasına baktığında ısı yayan sıcak insan vücudunu rengârenk bir halde görebiliyordu. Öndeki iki ayağını sabit tutup en öndekini havaya kaldırdı yavaşça. İleri doğru yapacağı hamle ile kapıyı delip avını haklayabilirdi.

    Kevin de tetikteydi. Tüm damarlarında hissettiği bir dürtüydü bu düşmana hazır olma hissi ve askerde kazanmıştı bu içgüdüsel özelliği, ama z virüsünün bunu son derece keskinleştirdiğini henüz fark etmemişti.

    Dev örümcek hamlesini yaptı ve kapıyı delip geçen bacağı Kevin’in karnına doğru ilerledi. Kevin seri bir halde sola doğru kayıp bu hamleden kurtulmuş, örümcek şaşkınlık ve hırsla odanın girişini parçalayıp ona doğru saldırıya geçmişti. Hızla sağa sola savurduğu bacakları orada bulunan cam kabinlerin parçalanmasına neden olmuş, ama Kevin bu saldırılardan kolayca kurtulmayı başarmıştı. Hareketleri içgüdüsel yapsa da ne kadar hızlı olduğunu da fark etmişti kısa bir an için.

    Yere eğilip kabin kapılarından kırılmış olan geniş bir cam parçasını alarak hızla kendinden bir buçuk metre yukarıda olan örümceğin öndeki kırmızı gözlerine fırlatmış, cam parçası sertçe oraya doğru saplanarak tarantulanın gözlerinin yerinden fırlamasını sağlamıştı. Ne yapacağını bir an bilemeyen örümcek hemen arkasını döndü ve arka tarafında olan yeşil gözlerinden etrafa bir sıvı fırlattı. Bu asidimsi sıvı onun savunma mekanizmasıydı ve şimdiye kadar ilk defa kullanıyordu bunu. Bunlardan kolayca kaçan Kevin arka odada duvara asılı olarak gördüğü beşli işaret fişeği tabancasını hatırladı ve hemen arkaya gidip onu aldı.

    Bu arada uyanıp doğrulan kadın yemyeşil büyük gözlerini ona dikmiş, şaşkın halde bakmaktaydı. Bir an göz göze gelmişlerdi, ama konuşacak zaman değildi. Tarantula tekrar öne doğru gelmiş ve etrafı yıkmakla meşguldü. Sadece kokuya odaklanması ile Kevin’in odanın solunda olduğunu anladı. Uzun dişlerini aralayıp ağzını açarak onu yemeye doğru hamle yaptığında, Kevin işaret fişeklerini art arda onun ağzının içine doğru ateşlemiş ve kendini diğer odaya atmıştı. Bir an ağzına dolan dumanı fark eden tarantula onu kapatıp şaşkın halde midesinde yanan fişekleri hissetmeye başladı ve kendi etrafında dönerek onlardan kurtulmaya çabaladı, ama fişekler midesini delmiş, bir anda vücudunun patlamasına neden olmuştu.

    Kapıyı son anda kapatan Kevin patlamanın ardından kapıyı yavaşça araladı ve örümceğin öldüğünü anladı, yine de emin olmak için yavaşça içeri girmiş, kendine iyice gelen kadın da onu takip ederek olanlara bakıyordu. Kevin eline aldığı bir cam parçası ile onun ön ayaklarından birini dürttü ve onun hareket etmediğinden emin oldu.

    2.BÖLÜM – Z ALFA DENEKLERİ

    Merak etme tamamen ölü durumda. Ondan hiçbir sinyal almıyorum! Bu arada sen de hiç fena görünmüyorsun!

    Şaşkınca arkasına bakan Kevin, kapı aralığına yaslanmış halde ona beğeni ile bakan kadının nereye baktığını anlayıp hemen ellerini önüne getirdi.

    Aaah! Normalde kendimi böyle tanıtmam, ama koşullar işte... Anlarsın

    Örümcek ile savaş sırasında örtüsü kaymış ve yine çırılçıplak kalmıştı Kevin. Hemen yerden örtüsünü alarak beline sardı ve kadına bakarak, Merhaba ben Kevin! Sen de adaylardan biri olmalısın! dedi.

    Ben de Lusi! Evet, ben de adaydım sonrasında beni uyuttuklarını hatırlıyorum, ama neler olduğunu bilmiyorum. Ayrıca uyanmayacak mıyız artık? Başım hâlâ dönüyor, bacaklarım da beni zor ayakta tutuyor.

    Kevin ona daha dikkatle baktığında gözlerinin yarı açık olduğunu ve henüz kendine gelemediğini anlamıştı.

    Hey! Toparlan! Bu bir rüya değil ve şu arkamda gördüğün gerçekten dev bir örümcek!

    Sen öyle diyorsan... dedi Lusi alaycı bir tavırda.

    Hadi üzerimize giyecek bir şeyler bulalım. Ne nerede olduğumuz, ne de bu yaratığın ne olduğu konusunda hiçbir fikrim yok, ama burasının çok tehlikeli olduğunu hissediyorum. Buradan çıkmalıyız bir an önce!

    Aaa! Ben arkadaki dolaplarda bazı kıyafetler gördüm sanırım dedi Lusi, Kevin’i muayene odasına doğru takip ederken.

    Geniş dolabı açtıklarında üzerinde isimleri bulunan kıyafetleri fark etmişler ve giymeye başlamışlardı. İkisinin kıyafeti de siyah, derimsi, balık adamlarının giydiklerine benziyordu. Özel olarak onlar için yapılmış oldukları belli olan, yüzeyi hava alabilen yapıya sahip, tabanları oldukça kalın ayakkabılarını da giyip, bir arkada bulunan, tesisin son odasına geçtiler. Kevin orada, camlı bir dolapta otomatik silahları ve patlayıcıları görmüştü.

    Az önce neredeydiniz! dedi buraya bakmadığına pişman bir halde.

    Onlara ihtiyacın olmadığı kesin! dedi Lusi gülerek.

    Ha ha! Hâlâ rüyadayız anlaşılan! Şu büyük çantaya bunları dolduralım, tırmanış malzemesi de var burada. Sanırım lazım olacak!

    Lusi iyice kendine gelmeye başlamıştı. Ah!

    Ne oldu!

    Bir şey yok, bir şey yok, iyiyim. Kendime bir çimdik attım! Bak sen şu işe, rüya değilmiş!

    Eheh! Söyleseydin ben de sana bir çimdik atabilirdim! diyordu Kevin silahları çantaya doldururken.

    Lusi ayaklarını da iyice hissetmeye başlamış ve kendine gelmişti. Hemen arkada bulunan ve odanın tamamını kaplayan metal iki kapının birini açarak içeri girdi. Burası buzhaneydi ve tüm konserve yiyeceklerin tutulduğu depoydu.

    Ah! İşte şimdi oldu. Beni kendime getirecek şey burada. Yemek!

    Onları da şu diğer çantaya dolduralım ve bence bir an önce buradan çıkalım! Bu ışıkların gidip gelmesi beni bayağı endişelendiriyor dedi Kevin.

    Tamam, ama hâlâ anlamıyorum ne işimiz var burada? diyordu Lusi olayları iyice kavramaya başlayarak.

    Çantaları sırtlarına asarak yan odaya geçtiklerinde Kevin orada bulunan boy aynasına bir an bakmış ve aniden durmuştu. Vücudu normalden biraz daha uzun ve kaslıydı. Göz rengi de eskisine göre değişmişti. Ela olan göz rengi şimdi açık mavi renkteydi. Açık kahve tonlu saçları ise kısacıktı Yüzünde hiç bir tüy olmaması da ilginç gelmişti ona. Sanki yeni tıraş olmuş gibiydi. Bu halini gördüğü için önce şaşırmış olsa da bayağı beğenmişti. Üzerinde ne denedilerse ona iyi geldiği kesindi.

    Arkasından ona bakan Lusi, Demiştim ama iyi görünüyor diye! diyordu gülümseyip aşağı doğru bakarak. Kevin de gülmüştü bu sefer.

    Biz de ne denedilerse iyi gelmiş anlaşılan! dedi ona bakarak.

    Örümceğin üzerinden geçerken Lusi, Ahh! İğrenç! diyordu yeri sarmış olan yeşil renkteki mide kalıntılarına basmamaya çalışarak.

    Kevin de yaratığın büyüklüğüne bakıp ürkmüştü biraz. Dışarıda bir şeyler olduğu kesindi ve diğer canlılar da bu kadar büyükse durumları hiç iyi olmayacaktı.

    Ne kadar büyük olduğuna dikkat ettin mi? Başkaları da olabilir! dedi.

    İşlerine yarayacak bir şeyler bulmak umuduyla paramparça olmuş odalardan geçerek sonunda kumanda odasına ulaşmışlardı. Yandaki camı kırılmış geniş pencereden dışarıyı görebiliyorlardı. Etrafa baktıklarında sadece dağın iç yüzeyine yansıyan ışıklar vardı ve diğer taraflar karanlıktı.

    Sanırım bir dağın içindeyiz. Yüzeye çıkan bir asansör olmalı. Ayrıca bu panellerden bazılarında hâlâ ışık var. Belki burası ile ilgili bir bilgi alabiliriz! diyordu Lusi düşünceli bir şekilde.

    Bir sonraki odaya yönelen Kevin, Sen panelleri kontrol et! Ben de asansör var mı ona bakayım! dedi.

    Hemen yan odanın solunda bulunan ve ortadan ikiye kesilmiş gibi görünen kapıların asansör kapısı olduğunu anlamıştı. Kevin, ölen yaratığın ne kadar tehlikeli olduğunu bir kez daha anlıyordu bu geniş kesiği gördüğünde. Asansörler işe yaramayacaktı. Kafasını kesilmiş

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1