Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Ümit Rıhtımı: Kaybolanlar
Ümit Rıhtımı: Kaybolanlar
Ümit Rıhtımı: Kaybolanlar
Ebook212 pages2 hours

Ümit Rıhtımı: Kaybolanlar

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Kalbi bin parçaya ayrılmış, sanki kendinden çok daha uzaklara gitmiş gibiydi. Kendini görünmez, dokunulmaz hissetmesinin en önemli sebebiydi bu. O, ışığın esiri, gecelerin yargıcıydı. Katanasının tadına bakmaya hevesli gölge canavarlarının avcısı, yola çıkmaya hazırdı artık. Kehanet gerçekleşmiş, boyut simgeleri, kahramanlarını seçmişti. Yapılacak tek şey kalıyordu, o da kurgu şatosunu ve füzyon taşını ele geçirmekti.

Güncellendi (01.09.2022) : Kelime hataları, Gramer yapısı, Noktalama işaretleri, Cümle düzeni ve Anlam karmaşası tekrar elden geçirildi.

Kitapla İlgili Önemli Not:

‘Hiç istemesem de sonu gelmedi bir türlü. Sanırım enerjimi ve yazma isteğimi kaybettiğim bir döneme geldi. Bu hikâyeyi yazdıktan sonra aradan yedi yıl geçmiş ama hâlâ en ufak bir fikrim yok nasıl devam edeceği ile ilgili. Buraya kadar heyecanla okuyup, burada kalan değerli okuyucularımdan çok özür dilerim bu durum yüzünden ama sanırım bu kitapta yazar tıkanıklığının en bariz örneğini yaşadım ve yaşamaya devam ediyorum. Saygılarımla...’

Ceyhun Özçelik

Yazarın Tüm Kitapları:

• Yazgı – Fantastik, Polisiye Olaylar Serisi
• Yıldızlara Seyahat – Zamanı Göstermek Hünerli Bir İştir
• Orta Evren Günlükleri – Ruh Tutucuların Yükselişi
• Orta Evren Günlükleri – Kristal Küre Birliği
• Orta Evren Günlükleri – Evrenin Anahtarı
• Orta Evren Günlükleri – Evrenini İncisi
• Orta Evren Günlükleri – Yok Oluşun Kıyısında
• Ümit Rıhtımı – Kaybolanlar
• Glütensiz Hayat – Tahıl Beyin Özeti
• Yalnızlıklarım – Salih Yıldız
• Bilmukabele Kalbim Kırıldı
• Lanetliler Şafağı - Gerçeklerle Yüzleşme Zamanı

LanguageTürkçe
Release dateApr 23, 2020
ISBN9780463065600
Ümit Rıhtımı: Kaybolanlar
Author

Ceyhun Özçelik

Ceyhun Özçelik, the writter of The Diaries of the Middle Universe, was born in İstanbul, Turkey, in 1975. He started to write his novel series in 2006. It has been 12 years for him to write his bestsellers and still continue. In 2010, he decided to share them to all over the world.He has been living in Marmaris almost for 25 years by finishing his carrier in tourism and he moved to small city called Muğla. He finished his education about tourism and hotel management and public administration.His imagination is always about outer life in space even different universes. He impressed from the other performers too much that he mentioned about it in every book he wrote.'I present this story to the spectacular writers and directors that I have read their stories and watched their films for years, which have influenced my imagination and dream world and took me to wonderful lands'

Read more from Ceyhun özçelik

Related to Ümit Rıhtımı

Related ebooks

Reviews for Ümit Rıhtımı

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Ümit Rıhtımı - Ceyhun Özçelik

    PUSULA – LEYLA

    Yani başka dünyalar da var diyorsun! Nasıl yani? Başka gezegenler gibi mi? Uzaylılardan mı bahsediyorsun?

    Hayır! Asıl demek istediğim çok farklı. Bence bizim dünyamız gibi aynı zaman, ama farklı boyutta farklı dünyalar var ve bu kayıp olanları yada annesi, babası olmayanları ve bu dünyaya nasıl geldiklerini açıklayabilecek tek şey!

    Annesi, babası olmayan birçok kişi var, ama bu onların başka dünyadan geldiğini kanıtlamaz!

    Pekâlâ, o zaman bir örnekle açıklayayım. Dünya’da yaklaşık bir milyar insan yaşıyor ve dört büyük ülkeye ayrılmış durumdayız. Şimdi en yoğun olan bizim ülkemiz ve burada bin kişiyi baz alarak yaptığım araştırmada her on kişiden yedisi anne, babasını bilmiyor. Bunu genellersek neredeyse yedi yüz milyon insan yapar. Sence de çok garip değil mi? Peki kimse neden bunu sorgulamıyor? Daha garip bir şey söyleyeyim mi? Geride kalan anne babaların çoğu da kendi büyüklerini bilmiyor. Sanki hiç geçmişimiz yokmuş gibi. Nasıl açıklıyorsun bunu? Birden ortaya çıkmadık ya? Tarihimize baktığında birçok olay yaşanmış bu seviyeye gelene kadar. Bunların nasıl olduğunu ve bize nasıl aktarıldığını düşünüyorsun? Bana kalırsa biz başka dünyadan buraya geliyoruz bir şekilde ve henüz çok küçük yaşta olduğumuz için bunu hatırlayamıyoruz

    Hımm! İyi bir düşünce, ama bunu sorgulamaya başladığında ne olabileceğini biliyorsun değil mi? Hükümetler bu tarz araştırmaların tamamını askıya alıyor ve bu konuda çok sıkı bir politika yürütüyorlar. Çalıştığın ofise gelen, seni tehdit eden çocuk koruma ve gözetleme memurunu hatırlarsın! Hani pis, turuncu bir pala bıyığı olan şişman adamdan bahsediyorum. Ne demişti sana? Bu işe burnunu sokma yoksa hükümet kanalıyla seni buradan aldırırım dememiş miydi?

    "Evet, evet hatırlıyorum! Peki, ama neden bunu soramıyoruz? Bizden ne saklıyorlar? Ayrıca kaybolan bir çocuğun peşine düşmem o memuru neden rahatsız etti bu kadar? Bence ona bir şey yaptılar o yurtta ve bu yaptıklarını devlet destekliyor. O çocuğu çok iyi hatırlıyorum. Çocuk yurdunun sahil tarafındaki iskelesinin altında gizlenirken bulmuştum onu. Çıplak ayakları soğuktan titriyor, ürkek gözlerle etrafı kolaçan ediyordu. Hâlâ bana ne söylediğini unutamıyorum.

    ‘Onlar gölgelerde saklanıyorlar! Aynaların arkasında, camlardaki yansımalarda yaşıyorlar ve onları fark ettiğin anda işin bitiyor. Seni kendi dünyalarına çekiyor ve orada seninle besleniyorlar, çünkü senin burada oluştuğunu biliyorlar. Benim annem ve babamı sormuştunuz, ama benim annem, babam yok, çünkü ben onlar olmadan bu dünyaya geldim. Herkes benim deli olduğumu düşünüyor, ama ben bebekken nasıl olduğumu hatırlıyorum. Bu yüzden beni yok edecekler, bu yüzden burada saklandım, ama benden sonra sıra size gelecek. Kim bunu soruyorsa onu yok ediyorlar. Söyleyeceklerim bu kadar!’ demişti.

    Çocuk esirgeme memuruna yerini söylediğimde adamın gözlerindeki hiddeti fark etmiştim. Sonrasında çocuğu tekrar sorduğumda sözüm ona onu akıl sağlığı bozuk olduğundan dolayı diğer ülkede başka bir yere sevk etmişler, oysa orayı aradığımda böyle bir transfer olmadığını söylememişler miydi? Onlara bunu bana anlatanın görevli memur olduğunu söyledikten sonra o da beni tehdit etmeye gelmişti. Yani işlerine burnumu sokmayacağım! Yok öyle yağma! Tabii ki araştıracağım, ama biraz daha gizli sürdürmem lazım araştırmamı. Evet, aynen böyle yapacağım!"

    Leyla, kararlı bir şekilde ayağa kalkarak önünde bulunan komidinin üzerinde duran aynadaki aksine baktı sertçe. Siyah, gür, kıvırcık saçları dalga dalga omuzlarına düşüyor, simsiyah göz bebekleri parlıyordu. Kafası çok karışık olduğunda aynaya bakıp kendi kendine konuşması onu çok rahatlatır, kafasındaki sorulara çözüm arar, bu sayede dikkatini toplamayı daha rahat başarabilirdi.

    Yatağına uzandı yavaşça, ama düşünceleri onu takip ediyor, uykunun sihirli etkisini yok ediyordu sürekli. O çocuğa ne olduğunu çok merak etmişti. Uzun zaman önceydi. Kendisi de bir yetiştirme yurdunda büyümüş, zeki olanlarla beraber kaliteli bir okula gönderilmişti ve şimdi hükümet tarafından yönetilen bir şirkette sigorta uzmanı olarak çalışıyordu.

    İşi gereği kendilerine miras kalanların sigorta durumlarını araştırıp sigorta haklarını onlara geçiriyordu. İşler de tam burada sarpa sarmıştı, çünkü kendilerine miras kalan çok az kişi vardı ve sigorta haklarını kanıtlamak için onların anne ve babasını araştırmaya giriştiğinde fark etmişti bu garip gerçeği. Hemen durumu başmüfettişe iletmiş, ancak o, işinin bunu araştırmak olmadığını belirterek durumu geçiştirmişti.

    Leyla ise bu durumu daha çok merak ederek araştırmasını derinleştirmişti. Kayıp çocukla konuşmasından sonra, bundan çok daha öncesinde fark etmeye başladığı garipliklerin gerçekten olabileceğine inanmaya başlamıştı.

    Şimdi, neden bazen yolda yürürken mağaza camlarında gördüğü garip gölgelerin onu takip ettiğini, aynaya bakarken nedensiz yere garip bir hisse kapıldığını anlamaya başlıyordu. Kaç kere aynada kendine bakarken arkada bir şeyin oynadığını veya farklı yerde olduğunu fark etmişti? Bu çok başına gelir, ama hep beyninin ona tuhaf bir oyun oynadığını düşünürdü, oysa durum bu olmayabilirdi. Ya çocuk haklıysa? Ya gölgelerin de bir dünyası varsa? Ya biz farklı bir dünyadan geliyorsak veya farklı bir dünyada olanlardan dolayı burada kendi kendimize ortaya çıkıyorsak? Hükümetlerin bu tarz araştırmalara izin vermeyişlerinin sebebi bu olabilir miydi? Bundan sonra daha dikkatli olacağına söz verdi kendi kendine yoksa o da çocuk gibi ortadan yok olabilirdi.

    Ertesi gün çok erken uyanıp gün ağarmaya yeni başlamışken yola çıktı. Her ne kadar yaşadığı ülkede kimsesiz her kişinin korunması sağlanıyorsa da birçoğu bu korunmayı reddedip sokakta yaşamayı tercih ediyordu. Onların çoğu akıl sağlığı yerinde olmayanlardan oluşuyordu yada bu da devletin yalanlarından biriydi belki de. Leyla bunu bilemiyordu, ama araştırmaya onlardan başlamayı düşünmüştü. Belki bu sefer çocuğun izine rastlayabilirdi.

    Kahve tonlu, küçük sayılabilecek olan aracını sokakta yaşayan kimsesizlerin yoğun olduğu bir yolun kenarına bırakarak hemen karşıya, sokağın girişine park etmiş polis aracının önünde dikilip sabah kahvelerini içen polis memurlarının yanına doğru yürüdü.

    O gün diğer günlerden farklı olarak beyaz ceketini, diz üstü dar eteğini giymiş ve kırmızı fularını boynuna takıp, saçlarının omuzlarından düşmesine izin vermişti. Her zaman çekici olduğunun farkındaydı, ama kıyafeti sayesinde çekiciliğinin etkisini daha güçlü hale getirebilir ve istediği bilgilere daha kolay ulaşabilirdi. Kimsenin hoş bir bayanın ricasını kolay kolay reddetmemesi insanların, özellikle erkeklerin doğasında vardı ve bunu biraz olsun kullanmanın kimseye bir zararı dokunmazdı.

    Günaydın! Kolay gelsin!

    Günaydın, hanımefendi. Sizin gibi hoş bir bayanın burada ne işi olabilir ki? diye cevap verdi aralarından biraz daha kısa boylu ve tıknaz olanı.

    Ben sigorta müfettişiyim. Birini bulmam gerekiyor ve maalesef o kişinin burada, evsizlerin arasında olduğunu söylediler. Sadece bir imza alacağım onu bulabilirsem. Bu arada sizden biri bana eşlik edebilir mi? Malum biraz korkutucu buralar!

    Bunu sormasındaki amaç, onların yapacağı araştırmayla ilgili çok fazla soru sormaması, hatta durumu şüpheli görmemesiydi. Ayrıca bir şeyden kesin emindi. Hiçbir memur o sokağa zorunlu olmadıkça girmez ve görev yerini kendilerine emir verilmedikçe bırakmazdı.

    Maalesef sizinle gelemeyiz, ama aradığınızın kim olduğunu söylerseniz belki bir yardımımız dokunur

    Tabii! Sajid Mantas. Orta yaşlı, hafif kel biriymiş. Bana anlatılan tarif böyle!

    Tamamen uydurma bir isim ve tarifti bu tabii ki. Uzun boylu, iri olanı Leyla’ya dönerek, Onu hiç duymadık, ama sokağın sonuna doğru sağda ara bir yol, hafifçe açık bir alana çıkıyor. Orada Deron’u bulun. Tepesi kel, sarı saçları iyice uzamış, kalın gözlüklü, ufak boylu, şişman ve tam anlamıyla bir zır delidir, ama neredeyse herkesi bilir. Tek yapmanız gereken ona yaklaşabilmek. Biz beceremedik, ama belki sizi dinler!

    Bunu öğrenmem çok iyi oldu. Teşekkür ederim. Ben gidip bakayım o zaman!

    Tamam, ama dikkatli olun bayan! dedi kısa olanı. Belli ki kızın oradan ayrılışı onu çok sıkmış, sabah sabah bir şey olmasını ve gereksiz bir işle uğraşmayı hiç istemiyor gibiydi.

    Sokağa kısa adımlarla giriş yapan Leyla, duvar diplerinde ona bakan fakir çocuklara, üzerinde eski püskü elbiseler olan yaşlı yada bu haliyle yaşlı görünen, yüzleri kirden kararmış kadınlara göz gezdirerek aralarından ilerlemeye devam etti. Biraz ileride, solda bir ara görmüştü, ama gireceği yer orası değildi. Yanından geçerken gideceği yolun bu olmadığına çok sevinmişti, çünkü her yeri çizikler içinde olan, saçları kıvır kıvır, süpürge sapı gibi olmuş, gözleri içine çökmüş bir genç, karşısındaki iki iri yarı siyahî adamla pazarlığa tutuşmuş, arkalarında ise yere çökmüş keşler sarmalarını tüttürmek ile meşguldü.

    Leyla’yı gördüklerinde konuşmayı bırakıp gözleriyle onun her yerini incelemeye almışlardı. Bu tarz şeyleri çok umursamazdı, ama bu sefer biraz ürkmüştü. Bu bakışların normal olanlardan farkı çok daha aç ve vahşice olmasıydı.

    Adımlarını hızlandırıp yolun sonundaki aralığa giren Leyla, iki metrelik dar bir yerden geçerek etrafı demir çitlerle çevrilmiş bir alana girmişti. Orada bulunanlar çadırlarda kalıyorlar, çitin diğer tarafında geniş bir araç oraya öbür sokaktan girmiş, önüne kurulan tezgâhta beyazlar içindeki iki kadın oradakilere kahvaltı dağıtmakla meşguldü. Leyla onlara yaklaşarak Deron’u sormuş, onlardan biri de, Çadırların sonunda küçük bir ağılda çamurun içinde onu bulabilirsin! demişti.

    İyice ilgisini çekmeye başlamıştı bu Deron denilen adam. Önce polis memuru onun zırdeli olduğunu söylüyor, sonra buradaki kadın onu ağılda bulabilirsin diyordu. Anlaşılan Deron insan olma özellikleri kaybedeli çok olmuştu, ama belki ona bunu tekrar hatırlatmak gerekiyor diye düşünüyordu genç kadın oraya doğru ilerlerken.

    Çadırların en arka tarafında çitlere yakın bir yerde, diğer çadırlardan uzak, etrafı büyük taşlarla çevrili pis, çamur renginde olan kenarları yırtık pırtık, küçük çadırı görünce doğru yerde olduğunu anladı Leyla. Çadırın kenarındaki küçük iskemle, etrafındaki çöplere ev sahipliği yapıyordu. Leyla taşları geçmeden yavaşça çadırın açık olan kısmına doğru baktı. Kurumaya yüz tutmuş toprak hâlâ ıslaklığını koruyor, üzerinde bulunan tek kişilik yatakta, bir zamanlar rengi beyaz olan don ve atletle duran, şişman, derisi kir tutmuş adam derin horlamalar eşliğinde uyuyordu. Hemen yanındaki şarap şişesinden onun içmekten sızmış olabileceğini düşünen Leyla yüzüne çarpan iğrenç kokuya aldırmadan yatan adama seslendi.

    Bay Deron! Bay Deron!

    Derin uykusu hiç bölünecek gibi değildi adamın. Bu şekilde olmayacaktı. İçeri girip onu sarsması gerekiyordu, ama hem koku hem de ona söylenen uyarıları dikkate alması bunu engelliyordu. O sırada onun adama seslendiğini duyan on beş yaşlarındaki, kıvırcık saçlı, sıska bir erkek çocuğu elindeki bir metrelik dal parçasıyla yanına geldi.

    Merhaba bayan! Onu böyle uyandıramazsınız! Ben yardım edeyim size! diyerek taşları aşıp adama fazla yaklaşmadan sopayla onu dürttü.

    O sırada kadına bakarak, Biraz geri çekilseniz iyi edersiniz bayan! Onu uyandırınca hemen kaçmam gerek, çünkü saldırabiliyor. Daha önce başıma geldi de! dedi işaret parmağıyla alnının üst kısmında bulunan hafif morarmayı göstererek.

    Leyla biraz daha açılmış, çocuk yatan adama seslenerek onu tekrar dürtmüştü. Hey! Yağ torbası! Kalk ayağa! Seni görmek isteyen biri var! Ayyaş pislik! Uyan be adam!

    Çocuğun üçüncü kez dürtmesiyle ağzından bir kükreme çıkaran adam hızla ayağa fırlayıp, şarap şişesini alarak onun kafasına fırlattı. Son anda eğilen genç bu saldırıdan kurtulmuştu. Şişe Leyla’nın kafasının yanından hızla geçerek yere düşüp patlamış, çocuk ise çoktan çadırların arkasında kayıplara karışmıştı.

    Bir an şaşkınca etrafına bakan, gözlerinin altı şişkinlikten kat kat olmuş, kızıl sakalı sadece yanlarından uzayan saçlarına karışmış, şişman adam çocuğu göremeyince Leyla’ya sinirle bakmaya başlamıştı. Hemen müdahale etmezse bu delinin ona da saracağı kesindi.

    Ona gülümseyerek bakıp sakin bir sesle, Deron, lütfen sakin olun. Sizi böyle uyandırmak zorunda kaldığım için çok özür dilerim dedi genç kadın. Aslında konuşmaya devam edecekti, ama önce adamın gözlerindeki ifadenin değişmesi ve onun biraz sakinleşmesi gerekiyordu yoksa istediği sonuca ulaşamazdı.

    Deron ise sinirli bakışlara devam ediyordu, ancak bakışlarını başka yere çevirmişti. Kadına bakmadan, Benden ne istiyorsun! Ben hiç kimseyim, bunu anlıyor musun? Hiç kimse! diyen adam iskemleye oturarak vücudunu ileri geri oynatmaya başladı. O sırada bir şeyler mırıldanıyor, ara sıra sesini yükselterek bağırıyordu, ama bu çok kısa süreliydi. Söylediği şeyler saçma sapandı ve birbiriyle alakası yoktu. Leyla onun oturmasından güç alarak kokuya rağmen önündeki taşı geçti ve elini onun birbirine kenetlenmiş ellerine doğru uzatıp onu tuttu.

    Birden oynaması kesilen adam koyu yeşil gözlerini Leyla’ya çevirip ona baktı. Leyla ise tüm sevgisini ona hissettirmek istercesine onu içtenlikle süzüp, Hayır Deron! Sen hiç kimse değilsin. Hayır! Buna inanmıyorum ve senin deli olduğuna da inanmıyorum. Bence sen bunu kendini korumak için yapıyorsun. Yaşamak istiyorsun. Bu hiç kimse olmak değildir. Buraya seni görmeye geldim, çünkü bir şeyler ters bu dünyada. Bunu hissediyorum ve senin bunu bildiğine eminim. Ben bunu çözeceğim. Senin için ve diğerleri için, ama bana yardımın gerek dedi

    Deron ona bakmayı sürdürüyor, üst dudağını kaplamış bıyıkları titremeye başlamıştı. Bir şeyler söylemeye çalışıyor, ama sesi çıkmıyor, titriyordu koca adam. Sonunda konuşmayı başararak, Burası sahte! Asıl dünya başka bir yerde! diyebildi.

    Sonra gözlerini yere çevirerek yine sallanmaya ve mırıldanmaya başlamıştı ki Leyla onunla iletişimi kaybedeceğini anlayarak elini daha sıkı tutup, Hayır, hayır bekle! Sana birini soracağım? dedi ve cebinden kayıp olan küçük çocuğun resmini gösterdi. Resmi eline alıp bakan adamın elleri titremeye başlamış, gözünden bir damla yaş akmıştı. Leyla o zaman onun hiç de zır deli olmadığını tam olarak anlıyordu. Az önceki tahmininde yanılmamıştı. Deron yaptığı şeyleri bilinçli yapıyordu. Bu sayede ona dokunmuyorlardı. Kim bilir neler atlatmıştı zavallı adam.

    Gitmelisin! dedi Deron ona parlayan gözlerle bakarak. Git ve bu çocuğu unut!

    Hayır! Bana ne olduğunu söylemelisin! Lütfen!

    Onu aldılar. Siyahlı adamlar! Onu yok ettiler, çünkü o gerçeği biliyordu! Daha fazla soru yok! Yoksa seni de alacaklar!

    Deron! Bu benim sorunum! Onu nereye götürdüler? Yalvarırım cevap ver!

    Hayır! Sen anlamıyorsun! Hatırlamalısın! O zaman anlayacaksın! diyen adam ellerini çekip fotoğrafa sarılarak içeri geçti ve yatağına uzanıp ağlamaya başladı.

    Leyla neyi hatırlaması gerektiğini düşünerek yavaşça ayağa kalktı ve geldiği yoldan geri gitmeye başladı. Deron’a göre siyahlı adamlar çocuğu yok etmişti. Onları biliyordu. ‘Dünya Düzeni Koruyucuları’ adlı bir genel kurulun seçilmiş özel güvenlik birimiydi onlar. Toplumsal tehditleri ortadan kaldırmak için kurulmuştu ve çok ileri düzey bir ekip olduğunu biliyordu, ancak bildikleri bununla sınırlıydı, çünkü onların yaptığı şeylerden hiç bahsedilmez, hiçbir haberde onlarla ilgili bir şey yayınlanmazdı.

    Hızla sokaktan çıkarak polislere selam verip arabasına gitti. Kafasında çok daha fazla soru vardı şimdi, ancak bunları ertelemeli ve iş yerine gitmeliydi. Çok az zamanı kalmıştı ve geç kalacaktı işe. Bulunduğu yer sahile çok yakın olan rıhtımın hemen arkasındaydı. Buradan araçla, ancak on beş dakikada gidebilecekti şehir merkezine.

    Yaşadığı şehir, Armor, ülkenin başkentiydi ve o burada doğduğunu tahmin ediyordu, çünkü onu bu şehrin en iyi yurdunun önünde bırakmıştı ailesi yada o öyle olduğunu düşünürdü hep. Anne ve babası hakkında ise hiçbir bilgiye ulaşamamıştı. Tüm araştırmaları sonuçsuzdu. Yurtta başarılı olduğunda ise sırayla Armor yüksek okulu ve ardından üniversitesini bitirmişti. Armor Üniversitesi diğer dört büyük ülkenin okullarının en iyisiydi ve orayı bitiren biri oldukça yüksek bir prestij sahibi oluyordu.

    Dev bir iş merkezinin önünde durdu ve aracını onu karşılayan görevliye verdikten sonra hızla döner kapıdan geçerek camekânlı, geniş asansörlerden birine bindi. Tam zamanında gelebilmişti işe. Asansörün kapısı tam kapanmak üzereyken onu engelleyip içeri

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1