Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

YILDIZ KAZASI EFSANESİ
YILDIZ KAZASI EFSANESİ
YILDIZ KAZASI EFSANESİ
Ebook322 pages3 hours

YILDIZ KAZASI EFSANESİ

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

TUHAF BİR REENKARNASYON VAKASI

Regresif hipnoz yoluyla, insanlık tarihinin kayıp bir efsanesi zamanın derinliklerinden geri alındı. Bir kadın, kendi kökenlerinin hikâyesini hatırlayan bir halkın arasındaki hayatını yeniden yaşıyor. Binlerce yıl önce Alaska-Kanada bölgesine bir uzay aracı düştü. Hayatta kalanlar, zorlu koşullara ve yabancı bir güneşin acımasız ışınlarına uyum sağlamak için orada yaşayan yerlilerle çiftleşmek zorunda kaldılar. Irklarının hayatta kalmasını garantilemenin tek yolu buydu. Onların kanları bazı Amerikan Kızılderili kabilelerinin damarlarında hâlâ akıyor mu? Hipnotist ve psişik araştırmacı Dolores Cannon, geçmiş yaşam regresyonunun bu benzersiz vakasını araştırıyor.

Bahçenin Koruyucuları, Dünya gezegeninin uzaydan gelen uzaylılar tarafından ilk tohumlanmasının hikayesini anlattı. Bu kitap, bazıları kasıtlı olarak, bazılarıysa kazara gelen diğer uzaylıların Dünya insanlarıyla çiftleşmiş olma olasılığını anlatıyor.

LanguageTürkçe
PublisherOzarkMt
Release dateMay 9, 2024
ISBN9798224551194
YILDIZ KAZASI EFSANESİ

Related to YILDIZ KAZASI EFSANESİ

Related ebooks

Reviews for YILDIZ KAZASI EFSANESİ

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    YILDIZ KAZASI EFSANESİ - Ozark Mountain Publishing, Inc.

    Birinci Bölüm

    Efsanenin Keşfedilmesi

    Onbeş yılı aşkın bir süredir regresif hipnoz yoluyla geçmişi araştırıyorum. Bu süre zarfında, kayıtlı tarihin, okullarda bize öğretilen tarih bilgisinin sadece asgari düzeyde doğru olabileceğine giderek daha fazla ikna oldum. Ve artık gerçeğe dayalı olabilecek küçük yüzdeden bile şüpheleniyorum. Bildiğimiz haliyle tarih yavan ve sıkıcıdır, biçim ve özden yoksundur, genelde sıkıcı gerçekler ve rakamlardır. O dönemlerde yaşayan insanları ve onların hissettiklerini nadiren anlatan gerçeklerdir. Ayrıca tarihin edebiyatımız, filmlerimiz ve televizyonlarımız vasıtasıyla romantik bir hale sokularak, gerçekte olup bitenlerle çok az bir benzerlik olduğunu düşünüyorum. İşim gereği, zaman ve mekanda düzenli olarak yolculuk yaparak, o geçmiş zaman dilimlerinde hayatta olan insanları ziyaret ediyorum ve tarihi, yaşınırken o insanların ağzından dinliyorum. Bir yazarın zihninde yeniden yaşanmayıp, geçmişte gerçekten yaşandığına şahit oluyorum. Regresyonlarda, tarih kitaplarında anlatılanı değil, tarihi oluşturan gerçek cevheri buldum.

    Ben geçmiş yaşam terapisi, reenkarnasyon ve bu olgunun araştırılması ve soruşturulmasında uzmanlaşmış bir hipnotist olan, regresyon terapistiyim. Çalışmalarımda geçmişin romantik olmaktan ziyade açlık, umutsuzluk ve hüsranla dolu olduğunu keşfettim. Hijyen ve mikroplara ait bugünkü bilgimizden önce  dünya, inanılmaz derecede pislik ve cehaletin hüküm sürdüğü bir yerdi. Bunu çoktan ölmüş olan atalarımızı küçümsemek için söylemiyorum, çünkü birkaç yüzyıl sonra torunlarımızın da bize aynı dehşetle bakabileceklerini düşünüyorum. Geçmişteki insanlar sahip oldukları şeylerle yapabildiklerinin en iyisini yaptılar ve başka türlü yapmaları beklenemezdi, tıpkı bizlerin zamanımızdaki bilgilerden faydalandığımız gibi onlar da kendi zamanlarının bilgisi çerçevesinde yaşıyorlardı. Ancak geçmişe yönelik serüvenlerimin bu insanların yaşamlarına dair popüler romantik roman veya televizyon programlarında sunulandan daha doğru bir tabloyu ortaya çıkardığına inanıyorum. Tarihle ilgili bulgularımı bir gün bir kitapta toplamayı ve o dönemleri yaşayanların anlattığı zaman dilimlerinin gerçekte nasıl göründüğünü göstermeyi planlıyorum.

    Fakat bu kitap, tarihte çok uzun bir geçmişte yaşamış ve kendi dönemine ait bütün bilgilerin tamamen kaybolduğu bir adamın yaşamına odaklanacaktır. Bilim insanları, eğer bu kadar uzak geçmişte yaşamış olan herhangi bir insan grubu olsaydı, bunların kesinlikle vahşiler veya ilkel mağara sakinleri olmaları gerektiğine inanmamızı istiyorlar. Onlara göre bu insanlar en azından iletişim kurabilecek kimseler olamazdı. Uzmanlar kendini beğenmiş bir tavırla, bizlerin zeka açısından çok üstün olduğumuzu iddia ediyorlar. Onlara karşı adil olmak gerekirse, bazı danışanların duyguların, doğal dürtülerin ve arzuların ağır bastığı, hayvansı içgüdülü yaşamlarını yeniden yaşadıkları, tarih öncesi çağlardaki geçmiş yaşamlarını keşfettim. Ayrıca kişilerin gelişimin insan öncesi aşamalarda olduğu zamanlardaki yaşamlarını da inceledim. Ölümsüz ruhun çevresine uyum sağladığını ve sınırları dahilinde hareket etmeyi öğrendiğini gördüm. Yaşanmış olan herhangi bir yaşamın önemi, ondan alınan derstir.  Ancak bu hikayenin, insanın başlangıcından beri pek de değişim göstermediğini düşünüyorum. Dış görünümü, dünyası değişir, ama onu insan yapan temel özü, ilahi kıvılcım değişmez. Aynı duygular ve hisler hep vardı. Sadece o duygu ve hislerle nasıl tepki verileceği ve onlardan öğrenme şeklimiz değişti.

    Tarih görecelidir. Muhabirin, kayıt yapan kişinin, yazan kişinin algıladığı şekilde bize aktarılır. Hiçbir insanın bir olayı anlatırken tamamen objektif olması beklenemez. Kendisinin ya da amirinin bakış açısının veya fikirlerinin anlatıma dahil edilmesine izin vermesi gerekir. Ne demek istediğimi anlamak için, iki farklı televizyon kanalındaki muhabirin aynı olayın haberini nasıl aktardıklarını gözlemlemek yeterli olur. Regresyon çalışmalarımda bunu defalarca gördüm. Bir köylünün düşünceleri, bir kralınkinden, bir askerin görüşleri bir generalinkinden farklıdır. Olayla ilgili en doğru tasviri kim yapar? Her görüş, onu algılayan kişi için doğrudur.  Tarihsel gerçek olarak kaydedilmiş daha kapsamlı görüşle çelişse bile onlar için doğru olan odur.

    Peki ya bize aktarılmamış olan tarih? Elbette var olanın yalnızca kaydedilenlerden ibaret olduğuna inanacak kadar saf olamayız. Elimizde hiçbir kayıt olmadığı için, böyle bir şeyin yaşanmadığını düşünemeyiz. Mevcut tarihimizin ortaya çıkışından çok önce var olmuş, binlerce insanı kapsayan birçok büyük uygarlığın var olduğuna inanıyorum. Umarım bunlara ait somut kanıtlar bir gün bulunabilir. Danışanlarımın yardımıyla yoğun ormanlarda yaşayan antik Azteklerin ve Mayaların zamanına geri döndüm. Ayrıca kayıp kıta Atlantis’i de keşfettim ve kıtaları öfkeli tsunami dalgaları altında kaybolurken yaşadıkları dehşeti yeniden yaşadım. Hafızalardan silinmiş olmaları, bu insanların bizlerin günümüzde yaşadığımız gibi yaşamadıkları, sevmedikleri, umut etmedikleri ve hayal kurmadıkları anlamına gelmez.

    Açığa çıkmasını sağladığım ve bu kitapta aktardığım hikayenin, bilinen tarihimizin öncesine ait, unutulmuş ufak olaylardan biri olduğuna inanıyorum. Her ne kadar yıldızlardan gelen gezginleri konu alsa ve hafiften bilim kurguyu andıran bir eğilimi olsa da, aslında  bizlerin ataları olabilecek insanların bilinmeyen hikayesi olduğuna inanıyorum. Bunlar şu ana kadar varlığı bizden gizlenen insanlardır. Eğer genç bir kızın bilinçaltının gizemli girintilerinden regresif hipnoz tekniğiyle ortaya çıkarılmamış olsaydı, saklı olarak kalmaya devam edecekti.

    Çok çeşitli sebeplerden dolayı geçmiş yaşamlarına dönmeyi deneyimlemek isteyen birçok farklı insanla sürekli olarak çalışıyorum. Sebepler basit bir meraktan, mevcut yaşamlarındaki bir soruna cevap arayışına kadar değişebilir. Fobilerin, alerjilerin, hastalıkların ve sorunlu karmik ilişkilerin sebeplerini bulmak için birçok terapi yaptım. Bu insanların bir çoğu yaptığım çalışmaları duyup benimle bağlantı kurdu, bazıları da bana yönlendirildi. Asla bir danışan aramak zorunda kalmadım. Bu olguya duyulan ilgi insanların sandığından çok daha yaygın. Bu seansları danışanların evlerinin mahremiyetinde gerçekleştirmek için yüzlerce kilometre yol gittim. Herhangi bir kimseye seans yapmayı reddetmekten her zaman çekinirim, çünkü hangisinin aradığım mükemmel danışan, bilinmeyene doğru bir sonraki muhteşem gezimi sağlayacak olan kişi olacağını asla bilemem. Bu insanlar asla dış görünüşlerinden anlaşılmazlar, dolayısıyla transa geçene kadar bilinçaltlarının hangi bilgilere sahip olduğunu bilmemin imkanı yoktur. İlginç olandan çok, alışılagelmiş ve sıradan geçmiş yaşamlarla daha sık karşılaşılır. Bu kitaptaki örnek, ilginç olanı bulana kadar gerçekten ne aradığımı asla bilemeyeceğimi gösteriyor. Neyin doyumsuz merakımı tetikleyeceğini ve daha fazla bilgi için araştırmalarıma ilham vereceğini asla bilemiyorum.

    Deyim yerindeyse, arka bahçemde mükemmel bir somnambulistik (uyurgezerlik derecesinde transa girebilen*Ç.N.) kişinin bulunulabileceğine dair hiçbir fikrim yoktu. Beth’i uzun yıllardır tanıyordum çünkü benim çocuklarımla aynı dönemde o da okula gidiyordu. Artık 30 yaşına yaklaşıyordu ve yerel üniversitede bir ofiste çalışıyordu. Tüm bu süre boyunca kendisiyle iletişimde olmama rağmen onunla metafizik konularda hiç konuşmamıştık. Benim yaptığım türden çalışmalara ilgi duyduğunu daha yeni öğrenmiştim. Esas olarak merak ettiği için regresyonu denemek istiyordu. İlk randevumuzun tarihini belirlerken onun ilk seanslarda yaygın olarak gördüğüm modeli izleyeceğini sanmıştım.

    Regresyonu ilk kez deneyen danışanların yüzde 90’ında bu modelin tekrarlandığını gördüm. Bu, benim için bir çeşit kanıttır, özellikle de birey bu modelin ne olduğunu bilmediği için ne olmasını beklediğimin farkında değildir. Bu modeli izlemeyen diğer yüzde 10’luk kesimin ise genellikle aradığı özel bir şey oluyor ve eğer şansımız yaver giderse bu hedefe odaklanabiliyoruz. Danışanlarımın çoğunluğunda böyle bir amaç olmuyor ve bu yüzden de bu model ortaya çıkıyor.

    Bu modelin bir özelliği, bilinçaltları onların hafıza dosyalarını incelemesine ilk izin verdiğinde, genellikle sıradan, sıkıcı, basit bir yaşamın ortaya çıkmasıdır. Her günün hemen hemen bir birine benzediği, herhangi bir fantezinin olmadığı önemsiz bir yaşam. Önemsiz olduğunu söylüyorum çünkü benim için hiçbir şey ifade etmiyor. Ancak ortaya çıkan şeylerin o yaşamı yeniden yaşayan kişi için daha derin bir anlam taşıyor olmasına sıklıkla şaşırıyorum; genellikle benim asla düşünemeyeceğim derecede önemli bir anlam taşıyor. Bu insanların tarihsel zamanlara bakış açısını derleyecek bir kitap olabilmesi dışında, bir kitap yazmak için asla yeterince önem taşımayan bu tür bilgileri sakladığım birçok kutum var. Bu sıradan yaşamların yüzlercesini bulduğum seanslarda, hep daha ayrıntılı olarak keşfedilmeye değer bir hikayeye sahip bir konunun ortaya çıkmasını umutla bekliyorum.

    Her ayrıntısına kadar,  kelimenin tam anlamıyla diğer kişilik haline gelme yeteneklerinden dolayı ihtiyaç duyduğum türde araştırmaları yapmak için gerekli olan kişiler somnambulistiklerdir. Bu tür insanlar öyle derin bir transa girer ki, uyandıklarında çok az şey hatırlarlar. Sadece uykuya daldıklarını zannederler. Genellikle tek hatırladıkları sadece rüyalara benzer sahnelerden kesitlerdir. Bu tür kişiler çok fazla değildir ve kitaplarımda yazdıklarımı anlatanları bulduğum için kendimi şanslı sayıyorum. Bu ideal tipten olanlar çok derin transa girebilir ve o yaşamı adeta yeniden yaşayabilirler. Transtayken diğer bütün her şey, özellikle de mevcut yaşamları son bulur. Bu anlamda bu, zaman tünelinde bir yolculuğa çok benzer. Dolayısıyla kendimi bir araştırmacı ve bir zaman yolcusu olarak görüyorum. Bu yüzden de aklıma gelen her soruyu sormam gerektiğini hissediyorum. Bunu yaparak sıradan bir insanın ve muhtemelen tarih otoritelerinin bile  bilmediği pek çok bilgiyi ortaya çıkardığıma inanıyorum.

    Beth’le yaptığım ilk seansta onun bir somnambulist olduğu hemen belli oldu. Bir danışanla yapılan ilk seans sırasında bu kadar mükemmel kalitede bilgilerin ortaya çıkması son derece olağandışı bir durumdu. Belki de bunun sebebi, ona yabancı biri olmadığım için aramızdaki güven (ki bu çok önemli) zaten oluşturulmuştu. Normalde, başarı için gerekli olan bu tür bir yakınlığın oluşması için ilk seans öncesinde ve o seans sırasında çok vakit harcanır. Beth’in durumunda bu gerekli değildi. Derin bir transa bu kadar kolay girmesine şaşırdım. Hemen geçmiş bir yaşamına döndü ve üstü örtülü bilgileri açığa çıkarmaya başladı. İlk beş dakika boyunca belli ki bir gözlemciydi, daha sonra diğer kişiliğe dönüştü ve uyanıkken içinde olduğu bu dünya o andan sonra onun için sona ermişti.

    İlk gördüğü şey, kısmen çam ağaçlarıyla çevrili geniş bir tarlaydı. Tek yaşam belirtisi bu tarlada boyunduruğa vurulmuş birkaç öküzdü. Sonra bir yol gördü ve o yoldan gitmek istedi. Yol yaklaşık 15-20 evin olduğu küçük bir köye gidiyordu. Bu evler ne ona ne de bana tanıdık geliyordu. Ahşaptan yapılmışlardı, çatıları otla kaplıydı (hasır otuna benzer bir ot) ve pencerelerinde kepenkler vardı. Binalardan biri göze çarpıyordu; diğerlerinden farklıydı çünkü iki katlı olan bir tek oydu. İlk katı taştan ve ikinci katı ahşaptan yapılmıştı. ‘’Muhtemelen bir konaklama yerine, hana benziyor. Ön kapının üzerinde bir tabela asılı. Şeklini görebiliyorum. Ama üzerine güneş parlıyor, ne yazdığını göremiyorum.’’ dedi.

    Kendi üstüne bakıp kıyafetlerini tarif etmesini istedim ve bir erkek olduğunu anladığında çok şaşırdı. Ayakları çıplaktı, boyanmamış yünden yapılma bej rengi bol bir pantolon giyiyordu ve beline birkaç kez sarılmış daha koyu kahverengi  kumaş bir kemeri vardı. Ayrıca önü bağcıklı deri bir yelek giyiyordu. ‘’Erkek olmalıyım. Hiç göğüs yok’’ dedi. Koyu tenli ve kısa siyah saçlı, genç bir yetişkinin bedeniydi. Kendisini karşı cinsten bir yabancının bedeninde bulmanın kişiyi nadiren de olsa rahatsız etmesi ilginçtir. Bu durumu hemen kabullenerek gördüklerini anlatmaya devam ederler. Kafasında bir başlık varmış gibi görünüyordu, onu kafasından çıkarıp inceliyormuş gibi hareketler yaptı. ‘’Deri bir başlık. Tepe kısmı orta büyüklükte, kenarları aşağı ve yukarı doğru dönebiliyor. Ön kısımdaki siperliği gözlerimi korumak için aşağıya doğru dönük. Güneş çok parlıyor. Sıcak bir gün.’’ Sonra başlığı tekrar taktı ve elini çenesine sürdü, ‘’Ve yüzüm sinek kaydı traşlı.’’

    Bu seanslar sırasında daha fazla ilerlemeden önce içinde bulunulan zamanı ve yeri anlamaya çalışmak için birçok soru sormam gerekiyor. Çoğu zaman en basit bir cevap bile bunu saptamama yardım edebilir. Giyimi çok sıradan olduğu için herhangi bir aksesuar ya da takısı olup olmadığını sordum. Beth o zaman boynunda bir çeşit tılsım olduğunu farketti. Bu, bir kayışa asılı küçük deri bir torbaydı. Açıp içinde ne olduğunu inceliyormuş gibi hareketler yaptı. Şaşkınlıkla, ‘’İçinde bir taş var. Bir tür değerli bir taş, işlenmemiş ve pürüzlü. Kuvars demek istiyorum ama kuvarsa benzemiyor. İçi kıvılcımlı. Bir kısmı dumanlı, bir kısmı da berrak siyah  mavi renkte. İçi görülebiliyor; içindeki kıvılcım mavi beyaz ve taşın kenarları siyah-mavi. Avuç içine kolayca sığacak büyüklükte.’’

    Bu noktada birçok kez gözlemlediğim tuhaf olay meydana geldi. Kendi kişiliği kayıp gitti ve bu adamın zihniyle ve anılarıyla bütünleşmeye başladı. ‘’Onu derenin kenarında buldum. Farklıydı. İçinde bir kıvılcım var gibiydi. Bu konuda bilgili değilim. Bilge adam bana açıkladı. Bana, taşın içinde bir ruh olduğunu, taşa bakarak onun bana rehberlik yapmasını isteyebileceğimi söyledi. Sana yol gösterecek  bir arkadaş gibi. Taşa bakıyorsun ve aklına fikirler geliyor.’’

    Bu durum gerçekleştiğinde, ortaya çıkan kişiliğin sürdürdüğü yaşam hakkında daha net sorular sorabileceğimi biliyorum. Köyde yaşayıp yaşamadığını sordum.

    ‘’Bazen. Ben bir avcıyım. Dışarıda kalıyorum. Bir çatı altında kapalı kalmayı sevmiyorum. Zamanımın çoğunu tepelerde geçiriyorum. Ne bulursam onu avlıyorum. Köydekilerin ihtiyacı olanı. Çoğunlukla da geyik avlıyorum.’’

    Avlanırken ok ve yay kullandığını söyledi, ama kıyafetleri ve evin tanımı bir Amerikan Yerlisi (Kızılderili) olduğu izlenimini vermiyordu. İyi bir avcı olup olmadığını sordum.

    ‘’Evet. Dikkatliyim. Bu da beni iyi bir avcı yapıyor. Çok hızlı hareket edemezsin ya da kızgın bir yaban domuzu gibi gürültülü olamazsın. Dikkatli oluyorsun. Sabırlı oluyorsun. Taşın sana yardım etmesine izin veriyorsun ve bekliyorsun. Ormanla bütünleşiyorsun. Rüzgarla bir oluyorsun. Geyik geliyor. Canını aldığın için geyikten özür diliyorsun ama köyün bu ete ihtiyacı var. Geyiği öldürüyor, köye getiriyorsun. Ve herkes paylaşıyor. Geyiği kesmekte usta olan biri var. Bir diğeri derisini işlemede, bir başkası kemikleri oymakta usta. Bu herkese yarar sağlıyor. Bazıları  tahıl yetiştiriyor. Herkese yetecek kadar üretiyorlar. Dereden balık tutmakta usta olanlar da var. Ben de avcıyım.’’

    Köydeki tek lider bilge adamdı. ‘’Ona bilge adam denir, çünkü sorunları herkesin yararına olacak şekilde çözer. Ayrıca ruhlarla iletişim kurmada da iyidir. Normalde bilinmeyen şeyleri bilir,’’ diye açıkladı.

    Derin bir transa girdiği artık belirgindi ve ben de isimleri, tarihleri ve yerlerin adlarını sorabilirdim. Daha hafif trans durumlarında bu tür bilgilerin elde edilmesi daha zordur. Adının Tuin olduğunu söyledi. Tuhaf bir şekilde söylediği ve anlamakta zorlandığım için tekrar ettirdim. Çok hızlı söyleyerek iki heceyi birleştiriyordu. Bulunduğu yerin adını öğrenmek daha da zor oldu.

    ‘’Sadece köy. Etrafımızdaki bakir doğayla birlikte sadece biz varız. Temizlenmiş bazı tarlalarımız var. Tarlalarda ürün yetiştiriyoruz; etrafı ormanlarla çevrili ve yakınlarda dağlar var. Ama bizden başka kimse yok. Burası sadece ‘toprak’, ’’ diye açıkladı.

    Danışan ilkel bir yaşama geri döndüğünde pek çok kez bu cevabı aldım. Onlar basitçe ‘’halk’’ ve yaşadıkları yer ise ‘’topraktır’’. Bundan daha doğal ne olabilir? Neden isim vermek zorunda olsunlar? Kim olduklarının ve nerede yaşadıklarının tümüyle farkındalar.

    Konumu tespit edecek bilgiyi edinmenin bir yolu, yenilen yemekleri sormaktır. Tarlalarda ne yetiştirildiğini sordum.

    ‘’Tahıllar... buğday. Tahılların adlarından emin değilim. Ben bir avcıyım. Pişirildiklerinde tatları güzel. Ben köydekiler için avlanıyorum, her şeyi paylaşıyoruz. Yetiştirilen başka şeyler de var: sebzeler, çeşitli türlerde fasülyeler. Bazı kökler, turuncumsu renkte, kırmızı renkte. Farklı şekillerde oluyorlar, bazısı uzun, bazısı yuvarlak. Onların adlarını bilmiyorum. Ağaçlarda sulu meyveler var, sıcak yaz günlerinde yemesi çok güzel. Kadınlar herkese yemek hazırlıyorlar. Büyük kazanların olduğu, merkezi bir alanımız var. Çok güzel güveçler yapıyorlar. Her kadının bir mutfak bahçesi var, sanırım bitkileri yetiştirmek için.’’

    Bulundukları bölgeyi tespit etmek için hâlâ yeterli bilgi alamamıştım, bu yüzden kadınların kıyafetlerini sordum.

    ’’Çoğu uzun etek giyiyor. Göğüslerini destekleyerek saran, kapatan, bir tür kollu bluz giyiyorlar. Bu kısıtlayıcı kıyafetleri nasıl giyiyorlar anlamıyorum. O kıyafetlerle hiç uğraşmak zorunda kalmadım. Kıyafetler esas olarak kahverenginin çeşitli tonlarında, ama bazı kadınlar oldukça parlak mavi, kırmızı, çeşitli taşlar bulmuşlar. Bu taşları kıyafetlerine dikiyorlar ya da kıyafete renk katmak için üstüne takıyorlar. Saçları uzun ve çeşitli biçimlerde bağlıyorlar. Saçlarına bir şeyler takıyorlar... çift uçlu bıçağa benzer bir şey. Ama bıçak değil çünkü kesmiyor. Sapına takılmış taşlar var, böylece toplanan saçın içine sokuyorlar, saçı toplu tutuyor ve güzel görünüyor. Köy halkının çoğu köyde oldukları için bir çeşit ayakkabı giyiyor. Avlanırken yalınayak olmak gerekiyor. Kadın ayakkabısı ayağa tam oturuyor ama esnek. Avladığım hayvanlardan çıkan derilerden yapılıyor. Yandan bağlanıyor ya da  bazen önden yukarı doğru bağcıklı oluyor.  Erkekler... tarlada delinmesin diye, bir şekilde ayakkabı tabanını daha sert hale getiriyorlar. Kadınların ayakkabıları genellikle ayak bileklerinin hemen üzerine kadar geliyor, böylece eteğin indiği yerin alt kısmı korunuyor. Etek, ayak bileklerinin hemen üstüne kadar iniyor ve ayakkabıları eteklerin alt noktasına kadar geliyor. Ayakkabılar nereye kadar çıkıyor emin değilim. Eğer sorarsam tokat yiyebilirim. Böyle bir şey olsun istemem.’’ diye açıkladı.

    Görünüşe göre Tuin’in yaşadığı yer kışın çok soğuktu, bu yüzden kışın o da farklı giyiniyordu. Daha kalın pantolon ve bol, uzun kollu bir tür kazak giyiyordu. Soğuk havalarda başını ve kulaklarını korumak için bir tür başlık da takıyordu. Ve hepsinin üstünde bir tür pançoyu andıran daha büyük, bol bir giysisi vardı. Ayrıca ellerine deriler sarıp isteksiz de olsa kürk çizme giyiyordu. Yalınayak yürümeyi tercih etmesine rağmen, soğuk havalarda ayak parmaklarını kaybetmek istemediğini söyledi. Bu kıyafetlerin hepsi genellikle farklı türde hayvan derilerinden yapılıyordu. Kadınlar bir tür liften kıyafet yapabiliyorlardı ama o, derilerin daha sıcak tuttuğunu düşünüyordu. Köyün hayatta kalması Tuin’in avlanma becerisine bağlı olduğundan, gerçekten istemese de, en kötü hava koşullarında bile dışarı çıkmaya hazırlıklı olması gerekiyordu. ‘’Bu, gıda stokuna bağlı’’ dedi. ‘’Eğer yeterince yiyeceğimiz varsa içerde sıcak yerde kalırım. Eğer stok azalmaya başlarsa, o zaman ava gitmek benim görevimdir.’’

    Tuin’in diğerleri gibi düzenli olarak içinde yaşadığı bir evi yoktu. Açık havada olmayı tercih ediyordu. Ancak bu iklimde kışlar çok soğuk ve karlı geçtiği için hoşuna gitmese de içeri girmek zorunda kalıyordu. Yani gerek duyduğunda iki katlı binada kalabileceği bir odası vardı. Bu binada büyük bir şömine olduğu için içerisi sıcaktı. Sırıkların arasına geyik derilerini dikip gererek bir yatak yapmıştı. Bu, ayakların üzerinde ve yerden yaklaşık otuz santim yükseklikteydi. Üzerindeki ayı derisinden örtü bu yatağı oldukça konforlu bir hale getirmişti. Odadaki diğer eşyalar, üzerine genellikle su ve bir somun ekmek koyduğu masa ve banktı. Köyde suyun dışında bir başka içeceğin daha olduğunu söyledi.

    ‘’Çiftçilerin meyvelerden yaptıkları çok güzel bir içecek var. Tadının güzel olmasının yanı sıra kişiye kendini iyi hissettiriyor. Çok içersen rahatlatıyor ve çok gülüyorsun. Uyumlu olmayı sevdiğim için pek içmiyorum, çok güldüğümde de kendimi uyum içinde hissetmiyorum. Bazıları da içtiklerinin ertesi sabahı başları ağrıdığı için kendilerini iyi hissetmediklerinden şikayetçi oluyor. Bu da avlanmaya engel olur.’’ Belli ki bir çeşit şaraptan bahsediyordu ama içki çoğunlukla kutlamalarda tüketiliyormuş gibi görünüyordu.

    Ayrıca Tuin’in bir ailesi de yok gibiydi.

    ‘’Hayır, tek başımayım. Avcıyım. Yerleşik bir ailem yok. Tabii ki bir annem ve babam var, herkesin var. Annem çok yaşlı. Fazla yaşayamayabilir. Annem, babamın kim olduğundan emin değildi.’’

    Hiç evlenip evlenmediğini sorduğumda bu kelimeyi anlamadı. Geçmiş yaşam regresyonunun başka bir ilginç yönü de budur. Somnambulistik kişinin tamamen diğer kişiliğe dönüştüğünü  gösterir. Çoğunlukla modern dünyamızda kolayca anlaşılır olan kelimeleri ve kavramları kullanıyorum. Ama kelime eğer karşımdaki varlığın zaman diliminde yabancıysa veya yoksa, o zaman neden bahsettiğimi hiçbir şekilde anlayamazlar. Bu, onların mevcut kişiliklerinin zihniyle hiçbir şekilde ilişki kurmadıklarını  gösterir, aksi takdirde bu bilgiden faydalanıp kullanabilirlerdi. Böyle olduğunda çoğu zaman garip durumlara düşüyorum. Varlığın beni anlaması için sıradan bir kelimenin basit bir tanımını bulmaya çalışıyorum. Bunu anında düşünebilmek genellikle zordur.

    Dolores: Sanırım buna ‘’bir çatı altında yaşamak’’ dedin. Evlilik, tek bir kadınla yaşamaktır.

    Beth: Kadınlarla birlikte yaşıyoruz. Çocuklarımız oluyor ve eğer hayatında değişiklik gerektiğine karar verirsen ya da kadın hayatını değiştirmesi gerektiğine karar verirse, o zaman başka biriyle aynı çatı altında yaşarsın. Ve başka biri de o kadınla yaşamak üzere gelir.

    Evlilik tanımımıza onun anlayışında en yakın olan buydu.

    D: O zaman sen bunu hiç yapmadın mı?

    B: Hayır. Bir çatının altında yaşamayı sevmiyorum. Ben dışarıda yaşıyorum. Arkadaş olduğum genç bir kadın var. Sohbet ediyoruz. Başkalarına söyleyemediklerimi ona anlatabiliyorum. Ama o, köyde yaşayan, orada kalacak birini istiyor. Ben bir çatı altında yaşamayı sevmiyorum. Ancak konuşabileceğim birinin olması güzel. Genellikle hayvanlarla konuşuyorum.

    Sorularımı çatal bıçak gibi mutfak eşyalarına çevirdim, çünkü bazen cevaplar o konudan da gelebiliyor.

    D: Köydeki insanların yemek yerken kullandıkları belli şeyler var mı?

    B: Evet. Marangoz tahta parçalarını alır. Bunlar düz tahta parçaları ama yediğimiz şeyi tutması için onun bu tahtaları oyacak aletleri var. Yani sulu bir şey varsa, mesela güveç gibi, bu şekilde yersen damlamaz. Yiyecekleri yeterince küçük kesmek için bıçaklarımız var. Kadınların yemekleri karıştırmak için uçları oyulmuş çubukları var, böylece dibine yapışmaz. Kadınlar bunları çok kullanırlar. Sanırım bunlara kaşık deniyor.

    Bu cevaplar zaman dilimini ve oldukları yeri bulmamda bana yardımcı olmuyordu. Görünüşe göre bunlar çok basit yaşayan ama ilkel olmayan insanlardı.

    D: Yemekleri içinde pişirdiğiniz kaplar hangi malzemeden  yapılmış?

    B: Genellikle kilden. Bilge adamın kullandığı bir kap var. Nereden aldığını bilmiyorum. Taştan değil, metal gibi parlayan sert bir şeyden yapılmış.

    Bu regresyonda ilk kez tuhaf bir unsurla karşılaşmıştık, her şeyin ilk anda göründüğü kadar basit ve sıradan olmadığının bir göstergesiydi. Bu tencere sıradan bir tencereye benzemiyordu.

    D: Parlıyor mu? Koyu bir renk değil, öyle mi?

    B: Ruha bağlı. Bazen parlak kırmızımsı altın renginde, bazen siyah oluyor. Elinde iki farklı tencere olduğundan şüpheleniyorum ama ikisi de birbirine benziyor ve renklerin ruhlardan dolayı değiştiğini söylüyor. Belki de benim taşım gibidir. Efsaneler, sahip olduğumuz şeylerin uzun zaman önce eski insanlar tarafından getirildiğini söylüyor.

    Diğer birçok regresyonda eski insanlardan bahsedildiğini duydum. Bu terimin çeşitli anlamları vardır. Genellikle çok bilgili olan ya da eski tanrılara tapan atalara atıfta bulunur. Bu insanlar çoğunlukla ortadan kaybolmuş, ölmüş ya da sayıları o kadar azalmıştı ki saklanarak korunuyorlardı. Bunların çok özel oldukları düşünülür ve normalde danışan ‘’eski insanlardan’’ bahsetmek istemez. Bu terimle neyi kastettiğini sorduğumda bu tür koruyucu bir cevap bekliyordum. Onun tanımı beni gerçekten hazırlıksız yakaladı.

    B: Efsaneler... onların boşluğun içinden geçerek geldiğini söylüyor. Hava karanlık ve boşluktu, gemileri... bir gemideydiler, bir şeylerin ters gittiği ve kaza yaptıkları söyleniyor ama nehrimiz herhangi bir teknenin geçebileceği kadar büyük değil. Ben anlamıyorum

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1