Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Muhafizlar, “Kaçırılmaların Ötesi”
Muhafizlar, “Kaçırılmaların Ötesi”
Muhafizlar, “Kaçırılmaların Ötesi”
Ebook677 pages23 hours

Muhafizlar, “Kaçırılmaların Ötesi”

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

UFO’LARIN GÖRÜLMESİ VE UZAYLILAR TARAFINDAN KAÇIRILMALAR BİR
BAŞLANGIÇTI, BUZ DAGININ SADECE GÖRÜNEN KISMIYDI
Dolores Cannon’un hipnoz çalışmaları bu araştırmaları kaçırılmanın ötesine taşıdı.
On iki yılı aşkın bir süreyi kapsayan, bu birikmiş vaka çalışmaları aşağıdaki konuları
kapsar:
Kayıp zaman vakaları
Diğer boyutlar ve varoluş düzlemlerinden gelen uzay araçları
Yoğunlaştırılmış ve çarpıtılmış zaman
Uzaylılar ve Hükümet arasındaki işbirliği ve takaslar
İnsan bedenindeki implantların amaçları ve bulundukları yerler
Ekran Belleği
Herhangi bir fiziksel görünümü alabilen saf enerjiden oluşan varlıklar
İnsanların katı maddeden geçerek nakledilmeleri
Kayıp astronotlar
Çeşitli uzaylı varlıkların işlevleri ve aralarındaki farklar
Kaçırılmaların sebepleri ve çeşitli genetik projeler
Dolores bu olguyu basitten karmaşığa doğru götürüyor. Diğer araştırmacıların
dokunmadığı alanları keşfederek inanılmaz olanı kabul edilebilir ve anlaşılabilir hale
getiriyor.

LanguageTürkçe
Release dateMar 23, 2023
ISBN9798215405666
Muhafizlar, “Kaçırılmaların Ötesi”
Author

Dolores Cannon

Dolores Cannon is recognized as a pioneer in the field of past-life regression. She is a hypnotherapist who specializes in the recovery and cataloging of “Lost Knowledge”. Her roots in hypnosis go back to the 1960s, and she has been specializing in past-life therapy since the 1970s. She has developed her own technique and has founded the Quantum Healing Hypnosis Academy. Traveling all over the world teaching this unique healing method she has trained over 4000 students since 2002. This is her main focus now. However, she has been active in UFO and Crop Circle investigations for over 27 years since Lou Farish got her involved in the subject. She has been involved with the Ozark Mountain UFO Conference since its inception 27 years ago by Lou Farish and Ed Mazur. After Lou died she inherited the conference and has been putting it on the past two years.Dolores has written 17 books about her research in hypnosis and UFO cases. These books are translated into over 20 languages. She founded her publishing company, Ozark Mountain Publishing, 22 years ago in 1992, and currently has over 50 authors that she publishes. In addition to the UFO conference she also puts on another conference, the Transformation Conference, which is a showcase for her authors.She has appeared on numerous TV shows and documentaries on all the major networks, and also throughout the world. She has spoken on over 1000 radio shows, including Art Bell’s Dreamland, George Noory’s Coast to Coast, and Shirley MacLaine, plus speaking at innumerable conferences worldwide. In addition she has had her own weekly radio show, the Metaphysical Hour, on BBS Radio for nine years. She has received numerous awards from organizations and hypnosis schools, including Outstanding Service and Lifetime Achievement awards. She was the first foreigner to receive the Orpheus Award in Bulgaria for the highest achievement in the field of psychic research.Dolores made her transition on October 18, 2014. She touched many and will be deeply missed.

Read more from Dolores Cannon

Related to Muhafizlar, “Kaçırılmaların Ötesi”

Related ebooks

Reviews for Muhafizlar, “Kaçırılmaların Ötesi”

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Muhafizlar, “Kaçırılmaların Ötesi” - Dolores Cannon

    BİRİNCİ BÖLÜM

    YÖN DEĞİŞİKLİĞİ

    1979’da regresif hipnoz ve geçmiş yaşam terapisi konusunda ilk kez çalışmaya başladığımda, bunun beni olağandışı yerlere ve durumlara götüreceğini hiç hayal etmemiştim. Bu çalışmalar sonraki yıllarda beni bazı tuhaf, bilinmeyen yerlere götürdü. İnanılmaz maceralar yaşadım, geçmişin ruhlar ve hayaletler diyarından bazı büyüleyici insanlarla tanıştım ve sonsuza dek kaybolduğu düşünülen değerli bilgilere eriştim. Regresif hipnoz teknikleri sayesinde bu bilgiler gün ışığına çıkarıldı. Zamanımı yalnızca geçmişi keşfetmeye ve bu bulgularımı kitaplar haline getirmeye adadım. Doyumsuz merakım, doymak bilmeyen araştırma isteğim ve bilgiye duyduğum açlık beni sarıp sarmaladı ve sürekli bir arayışa götürdü. Eğer bir kişinin yaşamındaki sorunlarını çözmek için kullanılmıyorsa, günlük durumlar için yapılan hipnozla ilgilenmiyordum: yani beni, geçmiş bir yaşamın etkilerinden dolayı ortaya çıkan fobilerden ya da sağlık problemlerinden kaynaklanan sorunlar veya geçmişten taşınan ve mevcut yaşamında aile ilişkilerini etkileyen karmik bağlantılar ilgilendiriyordu. Ben, sadece alışkanlıkların anlaşılması ve kontrol edilmesi (sigara ve aşırı yemek yeme, vs.) ile ilgili standart hipnozu geçmiş yaşam terapisi ile birleştirerek kullandım. Geliştirdiğim teknik, otomatik olarak danışanı geçmiş yaşamına götürdü. Bu yüzden de danışanların mevcut yaşamlarına odaklanmadım.

    Tüm bunlar, kazara UFO’lar tarafından kaçırılma deneyimleri olgusuyla karşılaştığımda değişti. Serüvenlerim tümüyle farklı ve beklenmedik bir yöne doğru gitti. Kapılar açıldı ve başkalarının, bilinmeyenin şüpheli bilinmezlikte kapalı kalması gerektiğini düşündüğü bir dünyaya göz atmama izin verildi. Bazı insanlar, insan zihnimizin muhtemelen anlayamadığı şeyleri araştırmamanın daha doğru olduğunu söylüyorlar. Ama bu bilgi ve kavrama yetisi varsa, araştırmak ve bitmek bilmeyen sorularımı sormak zorunda kalacağımı biliyordum. Herhangi bir yeni araştırma konusu benim için her zaman bir meydan okuma gibidir ve görmezden gelemeyeceğim bir şeydir. Ancak benim bu alana girmem normal rotamdan sapmama sebep oldu ve tekniğimi değiştirmemi, yeni koşullara uyum sağlamamı gerektiriyordu.

    Uçan daireler olarak adlandırılan UFO’lara her zaman ilgi duymuşumdur. Bu olguyla ilgili yazılanların çoğunu okudum ve en çok da 1960’larda ilk kez açıklanan (The Interrupted Journey) Betty ve Barney Hill vakasından etkilendim. Bu "kaçırılma’’ olarak adlandırılan ilk vakaydı. O raporda, Hills’in gerçek bir deneyim yaşadığı konusunda beni ikna eden birçok şey vardı. Örneğin, uzaylıların bariz telepatik iletişimi ve düşmanca olmayan niyetleri bana tümüyle mantıklı gelmişti. Gökyüzümüzde olan ve sessizce unutulup gitmeyen garip olaylar hakkında eleştirmenlerin yazdıkları makaleleri de okudum. Artıları ve eksileri tarttıktan sonra, şüpheci kişilerin rasyonel, mantıksal düşüncesiyle açıklanamayan, bir şeylerin gerçekten meydana geldiğine şahsen ikna oldum. Belki de bu konu hiçbir zaman tümüyle mantıklı ve basit bir şekilde açıklanacak şekilde tasarlanmamıştı. Belki de uzaylıların taktikleri, tam olarak yaptıkları şeyi yapmayı amaçlıyordu: İnsanları meraklandırmak ve imkansız olarak gördükleri şeyi düşünmelerini sağlamak.

    1940’ların sonlarında ve 1950’lerin başlarında, ilk uçan daire vakalarının halka açıklandığı ve genellikle halkın bunu alay konusu yaptığı zamanlarda ben genç bir kızken bile, bir şeyler olabileceğini düşünüyordum. Yıllar geçtikçe, en son gelişmeleri okuyup takip ederek bu konuya olan ilgim pasif bir şekilde devam etti. Ama asla bu araştırmada aktif bir rol alacağımı ve uzaylılarla başka bir varoluş alanından iletişim kuracağımı düşünmemiştim. Belki de yıllarca içinde çalıştığım tuhaf alan beni nihai karşılaşmaya özenle hazırlamıştı, çünkü bu olduğunda şaşırmadım, korkmadım ya da kuşkulanmadım. Merak ediyordum. Bu merak benim belirgin özelliğim haline geldi ve bilgi sağlamak gerektiğinde bana çok iyi bir şekilde yardım edecekti.

    Mayıs 1985’te UFO araştırma ve inceleme konusuyla tanıştırıldım. Arkadaşım Mildred Higgins, beni MUFON (Ortak UFO Ağı) üyeleriyle Arkansas, Fayetteville’deki evinde yapılacak bir eyalet toplantısına davet etti. Mildred MUFON’un Arkansas eyaleti müdür yardımcısıydı. Benim tuhaf ve olağandışı şeylere olan ilgimi biliyordu ve bu konuyla ilgilenen diğer insanlarla tanışmak isteyebileceğimi düşünmüştü. Bu konu benim hipnotik geçmiş yaşam regresyonu alanımda olmasa da, okuduğum bazı UFO vakaları hakkında sorular sormanın ilginç olacağını düşündüm.

    Toplatıda, MUFON’un UFO araştırma kuruluşlarının en büyüğü, en saygını olduğunu ve dünya çapında üyeleri olduğunu öğrendim. Toplantıdaki insanların çoğunun bilimsel eğilimli olacağını tahmin ettiğim için, kendi çalışmalarımdan bahsetmemenin daha doğru olduğunu düşündüm. Yaptığım iş hâlâ birçok insan tarafından saçmalık olarak kabul ediliyordu ve araştırmalarımı alay konusu olmasına izin vermeyecek kadar ciddiye alıyorum. O zamanlar çalışmalarımı özel olarak yürütüyordum ve çok az kişi keşfettiklerimden haberdardı.

    MUFON’un uluslararası direktörü olan Walt Andrus’da oradaydı ve onun inandırıcı ve konuşkan biri olduğunu gördüm; herhangi bir UFO vakasının tüm bulgularını bilen ve bunları anında hatırlamak üzere hafızasında dosyalayan biriydi. Birçoğunu bizzat araştırdığı vakalar hakkındaki bilgisi etkileyiciydi.

    UFO’larla ileride kuracağım bağlantım üzerinde derin etkisi olacak başka bir kişi de, ilk görüşmemde o kadar etkileyici gelmemişti. Lucius Farish o kadar sessizdi ki, sıradan bir insan onu fark edemezdi. Dikkatle dinliyordu ve bilgileri adeta bir sünger gibi emiyordu. Onun bu şekilde davranarak, ilgi odağı olmaktansa daha fazlasını öğrendiğini şimdi anlıyorum. Aylık "UFO Haber Özetleri Bildirgesi’’ni yayınlıyordu ve dünyanın her yerinden gelen en son UFO haberleri anında elindeydi.

    Bu toplantı bitmeden oradaki insanlarla yakınlaşmış ve geçmiş yaşam araştırmaları alanında çalışan bir hipnozcu olduğumu açıklamıştım. Beni ciddiye almayacaklarını düşünüyordum, çünkü bu kesinlikle "bilimsel’’ bir yaklaşım olarak kabul edilecek bir şey değildi. Ancak Walt’ın, hipnozun değerli bir araç olabileceğini ve bilgiyi açığa çıkartmaya yardım eden herhangi bir aracın kesinlikle destekleneceğini söylemesi beni şaşırtmıştı.

    Toplantı sonrasında Lucius Farish ile iletişim kurdum. Çalışmamı destekledi ve korktuğum gibi alay etmedi. Hipnotik UFO araştırmaları konusuyla ilk karşılaşmam bir yıl sonra oldu. Bunlar olduğu sırada Whitley Strieber’in Komünyon adlı kitabı birden ünlü oldu. Budd Hopkins’in Kayıp Zaman adlı kitabı bir süredir piyasadaydı, ancak ben kendi işimle o kadar meşguldüm ki, ikisini de okuyamamıştım. Bir rastlantı sonucu, 1986 Mayıs ayında menajerim bana Strieber’in kitabının bir kopyasını verdi ve kitap UFO’larla ilgili hipnotik regresyon konusunu içerdiği için okumamı önerdi. Bu sırada Lucius (ya da arkadaşlarının bildiği adıyla Lou), Higgin’in Fayetteville’deki evinde başka bir yıllık toplantı olacağını söylemek için aradı. Uzaylılar tarafından kaçırıldığını ve hipnotik regresyon yaptırmayı düşünen bir kadın onunla iletişime geçmişti. Benim bu regresyonu yapıp yapamayacağımı bilmek istiyordu. Bu alanda hiç bir deneyimim olmamasına rağmen, üstesinden gelebileceğimi düşünüyordu. Neticede, bu tür bir şeyde (özellikle Arkansas’ta) deneyimli birini bulmak kolay değildi. Çoğu psikiyatrist ve psikoloğun kendi uzmanlık alanlarının dışında olduğu için bunu yapmak istemediğini söyledi. Sadece hipnoz yapmayı bilmek bunun için yeterli bir nitelik değildi. Ortaya çıkacak bilgilerden rahatsız olmadan objektif bir soruşturma yürütebilmek için, olağandışı şeyler konusunda kendinizi rahat hissetmeniz gerekiyor. Ben en azından bu niteliğe kesinlikle uyuyordum. Tuhaf konular ve paranormal alanda o kadar uzun bir süre çalıştım ki beni şaşırtacak bir şey bulabileceğimi düşünmüyordum. Bir atom bombasının patlamasında ölen adamı (Hiroşima’yı Hatırlayan bir Ruh) ya da Mesih’in çarmıha gerilmesine birebir şahit olunulmasını (İsa ve Esseniler) kaldırabildiysem, insanların dünya dışı uzaylılar tarafından kaçırılma olayını ele almaya birçok araştırmacıdan daha fazla hazırlıklıydım.

    Toplantıda yaklaşık otuz kişi vardı ve bu tür bir regresyonu gerçekleştirmek için bunun uygun bir ortam olmadığı konusunda endişeliydim. Başarılı bir hipnoz için bu, kesinlikle rahat bir ortam değildi. Çalışmalarımda genellikle danışanın evine giderim ve seans mutlak mahremiyet ortamında yapılır. Bazen orada hipnoza tanık olan insanlar olabilir, ancak bu her zaman danışanın rızasıyla yapılır (bunlar genellikle danışanın orada olmasını istediği kişilerdir) ve normalde az sayıdadır. Kişiyi rahatlatmak için atmosfer son derece önemlidir. Lou’ya bunun, kızı mahremiyetin olmadığı bir yerde teşhir etmek gibi olacağını söyledim. Bu kadar çok insanın orada olmasına nasıl bir tepki vereceğini bilmiyordum ve izleyenlerin kesinlikle sonuçları etkileyeceğini düşünüyordum.

    Ayrıca gizliden gizliye endişeleniyordum, çünkü bu tür vakalar benim uygulamam dışındaydı. Nasıl davranacağımdan emin değildim. Yöntemlerim kişiyi otomatik olarak geçmiş bir yaşama doğru yönlendirir. Onun geçmiş yaşama gitmemesi ve bu yaşamındaki olaylara konsantre olması için kendi çalışma yöntemimi yenilemem ve değiştirmem gerekecekti. Tekniğimde birçok farklı yöntemler kullandığım için, işe yarayacak bir yöntem bulabileceğimi biliyordum. Sadece yöntemimi değiştirmem gerekiyordu ve bunun nasıl etki edeceğini veya sonuç vereceğini bilmiyordum. Kullandığım diğer yöntemler tümüyle tahmin edilebilir, ancak her zaman bu modele aykırı nadir bir kişi olacaktır. Bu gibi durumlarda regresyonu yöneten kişi, tekniğini uygun şekilde uyarlamayı bilmelidir. Bu seans için yeni bir yöntem uygulamak ya da yeni yöntem konusunda çalışmak için zaman yoktu. Deneme yanılma yoluyla, duruma göre hareket etmek gerekiyordu. Bir oda dolusu insan bu seansı gözlemlerken, koşullar deney yapmaya pek uygun değildi. Bu sebeple, bu genç kadınla seansı yaptığımda, seansın konusundan dolayı değil, sadık bir şekilde bağlı kaldığım çalışma düzenimin değişeceğinden dolayı endişeliydim. Yine, birçok sebepten dolayı sonuçların belirsiz olduğu, bilinmeyen bir alana giriyordum.

    Şaşırtıcı bir şekilde, tekniğimde yaptığım değişiklik çok etkili bir şekilde işe yaradı ve çok fazla bilgi edindik. Seans hiç bir sorun olmadan devam ettiği için, izleyiciler bu tür bir seansı ilk kez denediğimi anlamadılar. Bu, benim için UFO soruşturmalarının kapısını açan bir dönüm noktasıydı. Geceleri insanları evlerinden çıkaran küçük gri varlıklarla, uzay gemilerinde yapılan testlerle, yıldız haritalarıyla ve kişilerin onlarla çocukluklarına kadar uzanan karşılaşmalarıyla ilk tanışmamdı. Aynı zamanda, danışanın bundan dolayı hissettiği korku ve travmayı ilk keşfedişimdi. Bu duygular o kadar etkiliydi ki, bilginin açığa çıkmasını engelledi. Genç kadın sadece gördüklerini ve duyduklarını aktarabildi. Sorduğum birçok soruyu cevaplayamadı. Tüm bunlar ilgi ve merakımı uyandırdı. Duygusal durumdan sıyrılarak bilinçaltının cevapları sağlamasına izin vermesi için bir yöntem geliştirebileceğimi biliyordum. Bu yöntem başka durumlarda işe yaramıştı çünkü bilinçaltı her şeyi biliyordu. Böyle bir yöntem tasarladığımda, onun bu durumda da çalışmaması için herhangi bir sebep göremedim.

    Nostradamus’la iletişim aynı yıl (1986) gerçekleştiği için, zaten ilginç ve sıra dışı alanlarda çalışıyordum. Bu çalışmaların sonucunda, ilerki üç yıl boyunca Nostradamus ile Konuşmalar üçlemesini yazdım. Yani, garip ve sıra dışı olaylar ve henüz keşfedilmemiş konular beni korkutmadı. Bu benim muhabirlik merakımı uyandırdı ve daha da fazlasını öğrenmek istememe sebep oldu.

    Eve dönmek için toplantıdan ayrıldığımda saat gece yarısını geçmişti. Bu tür bir deneyimden sonra, gecenin o saatinde ıssız, kırsal yolda araba kullanarak eve gitme fikrinden hoşlanmamıştım. Bütün o yeni duyduğum bilgiler aklıma geldi. Temkinli davrandım ve tek başıma yaptığım bu yolculukta sık sık dikkatli bir şekilde gökyüzüne baktım. Bu regresyon, gerçekten de oralarda bir yerde insanlarla iletişime geçen varlıklar olduğu anlamına mı geliyordu? Ya o varlıklar bu seansı yaptığımı biliyorlardıysa? Belki de tam o an beni izliyorlardı. Tüm bunları düşünmek yolculuğum sırasında beni huzursuz etti. Garaj yoluma girdiğimde saat gece bir civarındaydı ve rahatlamıştım. Bu alanda daha fazla araştırma yapmak istediğimi biliyordum ama aynı zamanda insanlarla uğraşan bu dünya dışından gelen varlıklar hakkındaki kendi insani duygularımı da kabul etmeliydim. Doğal olarak bende bir korku uyandırdı. Dünyayı ele geçirmeyi amaçlamış, tuhaf ve korkunç görünümlü uzaylı varlıkların yer aldığı korku filmleri izleyerek yıllarca şartlandırıldık. Bu yaratıklar her zaman yardım etmekten ziyade, tehdit olarak gösterildi. Bu duyguların birlikte çalıştığım kişiye aktarılmasına nasıl engel olabilirdim? Hipnotik trans halindeyken danışanın, hipnotistin düşünce yapısı da dahil, her şeyin ciddi bir şekilde farkında olduğunu çok iyi biliyordum.

    Bu vaka, benzer türden diğer vakalarla çalışmamın kapısını açtı. Bu, o kadar sık tekrarlanan tipik bir kaçırma senaryosuydu ki, artık sıradan bir şey haline geldi. Bu konularda çalışırken bir örüntünün ortaya çıktığını gördüm ve bu örüntü tekrar tekrar görüldüğünde, kısa bir süre sonra gerçek bir vaka mı yoksa bir fantezi üzerinde mi çalıştığımı anlamaya başladım. Danışan hep iri gözlü küçük gri varlıkları görüyordu ve çeşitli tıbbi testler yapılıyordu. Bazen, test yapıldığı sırada odada başka bir varlık türü daha görülüyordu. Çoğu zaman bu, tuhaf böcek türünden varlıklardı. Her zaman kavisli bir oda, masa, masanın üzerine yerleştirilmiş parlak bir ışık vardı ve tanımlanamayan aletler kullanılıyordu. Genellikle odanın bir yerinde bilgisayar türünde makineler bulunuyordu. Ve çoğu zaman kaçırılan kişiye gemiden ayrılmadan bir yıldız haritası veya bir kitap gösteriliyordu. Onlara hep, zamanı geldiğinde bu kitabı anlayacakları ve hatırlayacakları söyleniyordu. Bir çok vakada kişi ilk temaslarını çocukken yaşıyordu; on yaş çok önemli bir zaman dilimiymiş gibi görünüyordu. Hatta üç nesil öncesine uzanan birkaç vaka ile de karşılaştım. Danışanın annesi, anneannesi istek dışı yaşadıkları benzer ziyaretler ve olaylardan bahsettiler. Bu bana birkaç neslin uzun bir süre boyunca incelendiği ve gözlemlendiği bir laboratuvar deneyi yapıldığı izlenimini verdi.

    Bu süre zarfında Phil’le çalışıyordum ve Bahçenin Koruyucuları adlı kitabımda anlatılan bilgileri alıyordum. Bazı parçalar yerine oturmaya başlamıştı. O kitapta Dünya gezegeninin dünya dışından gelen uzaylılar tarafından tohumlanmasıyla ilgili Antik Astronot teorisi ele alındı. Dünya’daki yaşamın başlangıcından beri bizi izlediklerini öğrendim. Uzaylıların bizi ve gelişmemizi hâlâ izliyor olmasından daha doğal ne olabilirdi? Bence testler ve muayenelerin sebebi buydu, ancak kişinin yaşamı etkilenmesin diye bunların gizlice yapılması gerekiyordu. Bahçenin Koruyucuları kitabımda bana, ideal olanın kişinin hiçbir şeyi hatırlamaması ve normal yaşamına devam etmesi olduğu söylendi. Ancak travmatik ve acı verici olayları çoğu zaman bilinçli olarak hatırlamaktan ziyade rüyalar yoluyla hatırlayan insanlarla karşılaşıyordum. Atmosferimizdeki kimyasalların ve kirletici maddelerin, bedendeki uyuşturucuların, ilaçların ve alkolün kişinin beyninin kimyasını etkileyebileceği söylendi. Bu, onların yaşadıkları deneyimin ufak tefek parçalarını hatırlamalarına sebep oluyordu, ancak bunları duyguları ile renklendirerek çarpıtılmış bir şekilde hatırlıyorlardı. Gerçekte olan olayı hatırlamıyorlardı. Bilinçli zihinleri olayı duygu yüklü bir anıya dönüştürüyordu. Diğer çalışmalarımda olduğu gibi, benim yapmam gereken bilinçli duyguları aşıp, doğrudan bilinçaltıyla konuşmaktı, çünkü deneyimlerimden yanıtların orada saklı olduğunu biliyordum. Duygusal bilinçli zihnin etkisi ortadan kaldırıldığında, gerçekte ne olduğu su yüzüne çıkabilir.

    NİÇİN?

    Pek çok araştırmacı yalnızca araçların gözlemlenmesini ve yere inişi gibi fiziksel izleri inceler ve orada kalır. Başka araştırmacılar sadece kaçırılmaları inceler ve orada durur. Ben de bunlarla başladım ama bunların daha da ötesine geçtim. Henüz su yüzüne çıkmaya başlayan daha büyük bir resme göz attığımı farkettim: insan zihnimizle zar zor kavrayabileceğimiz bir resim. Bu, insanlığa şimdiye kadar gösterilen en büyük resim olabilirdi: kim olduğumuzun, nereden geldiğimizin ve nereye gittiğimizin hikayesi. Kendi hikayemizin sırlarını öğrenmeye hazır mıyız?

    Bu UFO olgusuyla ilgili birçok yazar ve araştırmacı, uzaylıların bizim rızamız olsun ya da olmasın, bir tür genetik manipülasyon yaptıkları konusunda genel olarak hemfikirler. Ayrıca tamamen bencil, umursamaz bir gerekçeyle hareket etmeyip, daha yüksek bir otoritenin emirlerini yerine getiriyorlar gibi görünüyor. Tıpkı bir hastahane personelinin çeşitli test ve muayeneleri yaparken genellikle herhangi bir duygu göstermemesi gibi. Hastahane tetkiklerinin sebebini öğrenmek istediğimizde kaç kez aynı umursamazlıkla karşılaştık? Çocuklarımız aynı korkuyu ve merakı gösterdiğinde, doktorun bir bildiği olduğunu, kendisinin bunu anlamayacağını, sadece susup doktorun dediğini yapmasını, hiç acımayacağını söyleyerek onları susturduk. Yapılan testlerin sebebini bilsek bile, bunu çocuğa açıklamak için zaman ayırmayız, çünkü bunun sadece korku yaratacağını ve çocuğun nasılsa anlamayacağını düşünürüz. Bu yüzden yapılması gereken iş bitene kadar çocuğu sessiz tutmaya çalışırız. Sonrasında genellikle, "Ama anneciğim, bana acımayacağını söylemiştin ve acıttı’’ sözlerini duyarız. Bu, çocukta kendisine yalan söylenmiş gibi bir güvensizlik duygusu yaratır. Bazı durumlarda ise doktor, hemşire ya da hastahane korkusu yaratır. Belki biz de çocuğu yanlış değerlendirerek, onun anlayacak zihinsel kapasiteye sahip olamayacağını peşin olarak kabul ederiz, ama aslında durum böyle olmayabilir.

    Uzaylılar da, bir çocukla ya da kendilerine açıklansa bile anlamayacak yetersiz zekaya sahip biriyle uğraşıyorlarmış gibi aynı tavrı sergiliyorlar. Kaçırılan kişi, uzaylıların kendisine bu şekilde davranmaya hiç hakları olmadığını söyleyerek çocuklarımız gibi aynı tepkiyi veriyor. Uzaylıların onlara saygı duymadıklarını ve gerçekte neler olduğunu açıklama zahmetine girmediklerini söylüyorlar.

    Bu muayeneler ve testler pek çok sayıda insanı kapsayan büyük bir oranda yapılıyorsa, bunu her gün aynı testi yüzlerce kez yapan kalabalık bir hastahanenin kayıtsızlığı ve mesafeli davranması ile karşılaştırılabileceğimizi düşünüyorum. Bir süre sonra bu testler o kadar rutin ve sıradan hale geliyor ki açıklama gereksinimi duymuyorlar. Her bireyle iletişim kurmak için yeterli zamanları yok ve bunu önemsemiyorlar. Daha sonra, bazen bir çalışan teselli etmek ve rahatlatmak için hastaya zaman ayırdığında, nezaketli davranışı hatırlanıyor ve makine gibi çalışan diğerlerinin görmezden gelmesi göze çarpıyor. Bu sebeple, uzaylıların tutumunu farklı bir karakter olarak görmememiz gerektiğine inanıyorum, aynı şekilde fazla çalışmaktan ve işlerinden bunalmış olabilirler.

    Birçok araştırmacı, testlerin ve muayenelerin arkasındaki sebepleri anlamakta zorlandı. Birkaç farklı fikir ve açıklama ortaya kondu ve gelecekte de bazı fikir ve açıklamalar ortaya çıkacaktır. Bu sıra dışı bilgi alanına dahil olan herkes, kendi araştırmalarına ve ayrıca yaşam deneyimlerine, zihniyetlerine ve beklentilerine dayanarak, neler olup bittiğine dair kendi teorilerini oluşturacaklardır.

    Birçok kişi, çeşitli amaçlarla gen manipülasyonun ya da mühendisliğinin yapıldığını düşünüyor. Bazıları bizim ırkımızın neredeyse mükemmele ulaşmış üstün bir ırk olduğunu ve uzaylıların üreyemeyen ya da ölmekte olan bir ırktan olabileceğini düşünüyor. Belki de üreme yeteneklerini bir şekilde kaybetmişlerdir ve bu sebeple kendi yok olmakta olan ırklarını sürdürmek için türümüzün sperm ve yumurtalarına ihtiyaçları vardır. Bunu, fiziksel olarak olmasa da klinik olarak melezleyerek, insan-uzaylı melezler üreterek başarmayı umuyorlardır. Bu düşünce insanlar tarafından dehşetle karşılanır ve dolayısıyla, bu tür bir amacı olan herkesi kötü olarak görürüz.

    Benim teorilerim farklı. Bunu kendi amaçları için değil, bizim için yaptıklarına inanıyorum. Tabii ki, bununla ilgili birçok farklı varlık türü olduğunu gördük ve bunu kendi çıkarları için yapan bazı olumsuz varlıklar da olabilir. Ancak bunların azınlıkta olduğuna inanıyorum, onlar UFO gruplarının muhalif veya başına buyruk varlıklarıdır. Bahçenin Koruyucuları adlı kitabımda açıkladığım gibi, ilk insan türü gezegenimiz üzerinde ortaya çıkmadan çok uzun zaman önce dünyamız için oluşturulmuş bir planı yöneten daha yüksek bir güç iş başındaydı. Bu ana plan, bizim kavrayışımızın çok ötesinde yöntemlerle tasarlandı ve uygulandı. Bu projede varlıklar çeşitli etapları gerçekleştirmek üzere görevlendirilmişlerdi. Her biri kendi küçük bölümünden sorumluydu ve tüm projenin tamamlanması konusunda gerçekten söz hakları yoktu. Bütün bu konu muhtemelen onların da kavrayışının ötesindeydi. Gezegenimizdeki yaşamı üretip, besleyip ve çağlar boyunca şekillendirdiklerinden dolayı bu, onlar için sadece bir iş, bir görevdi. Büyümenin çeşitli aşamalarında başka gezegenlerde görev almış olabilirler. Bu varlıklar teker teker öldükçe, çalışmalara başkaları tarafından devam edildi. Bu, son derece uzun vadeli ve titiz ayrıntılarla dikkatlice organize edilmiş bir projeydi. Zaman değil, sadece nihai amaç önemliydi: Üstün fiziksel ve zihinsel becerileri olan bir tür yaratmak. Böylesi bir proje bir günde gerçekleştirilemezdi ve böylesine özenle hazırlanmış bir planın bile her zaman ters gitme olasılığı vardı. Olası her durumu tahmin etmek imkansızdı.

    Küçük ama mide bulandıran pürüz, bir meteorun Dünya’ya çarpıp, gezegenimize yabancı organizmaları getirdiği zaman meydana geldi. Bu organizmalar kendi ortamlarında zararsızdılar. Ancak Dünya’nın el değmemiş atmosferine girdiklerinde çoğaldılar ve henüz erken büyüme evresinde olan insan ırkı için bir tehdit haline geldiler. Bu, insan bedeninin hastalıkla tanışmasına sebep oldu. İdeal plan, uzun ömürlü, hastalıksız, kusursuz işleyen bir beden yaratmaktı. Bu beklenmedik gelişme fark edildiğinde çok üzüntü yarattı ve ne yapılacağına karar vermek için konseyin en üst seviyesindekiler bir toplantı yaptılar. Büyük deney ters gittiği için çok üzülmüş ve vicdan azabı duyuyorlardı. Ancak, o vakte kadar üzerinde çok çalışıldığı için, tüm deneyi çöpe atmamanın daha doğru olacağına karar verildi. Verilen zararın en aza indirgenmeye çalışılmasına, durumu kabul ederek, kalanlarla yola devam edilmesine karar verildi.

    İnsanın geliştiği ilk günlerde, türler sürekli bakılıyor, biçimlendiriliyor ve manipüle ediliyordu. Türümüze en başından beri gen manipülasyonu ve mühendisliği uygulanıyordu. Bu yeni bir şey değil. İşte bu yüzden buradayız ve bir mağarada, vahşi doğada zorluk içinde yaşamıyoruz. Uzaylılar, kendilerinde var olan alışageldikleri şaşırtıcı psişik güçleri ve sezgisel duyguları yavaş yavaş bize öğreterek, beynimizi dikkatlice geliştirmiş ve etkilemişlerdir. İnsan, hayvansal aşamadan uzaklaşıp kendi yaşamını ve işlerini idare edebilecek duruma geldikçe, uzaylıların insanlar üzerinde çok fazla etkiye sahip olmalarına izin verilmedi. Buranın özgür irade gezegeni olduğu vurgulandı ve özgür iradeye saygı duyulması konusunda katı bir evrensel yasa vardır.

    Bahçenin bakıcısının görevi koruyucuya dönüştü. İnsana yaşamını kolaylaştıracak birçok araç ve bilgi verildi ve sonra bu yeni tür varlıklar kendi başına devam etmek zorunda kaldılar. Kendi gezegenleri dışındaki başka varlıkların haklarını çiğnemedikleri sürece hata yapmaya ve bilgiyi yanlış kullanmaya hakları vardı. Uzaylılar müdahale etmemek konusunda katı yasalara tabiydiler. Tabii ki, dünyadaki türlerin incelenmesine devam edildi. Deneyin nasıl geliştiğini ve çevresine nasıl uyum sağladığını görmek için zaman zaman kontrol edilmesi gerekiyordu. Uygun zamanlarda gen manipülasyonu ile düzeltmeler yapıldı. Eğer bu, zamanın başlangıcından beri yapılıyorduysa, neden hâlâ yapılmasın? Bizim daha anlamaya bile başlamadığımız daha yüksek bir gücün otoritesi altında hareket ediyorlarsa, biz kimiz ki bunu yapmaya hakları olmadığını söylüyoruz? Bir anneye çocuğuna bakma hakkı ve yetkisi olmadığını söylemeyiz. Bunu aynı bu şekilde görüyorum.

    İnsan ilerledikçe çevresini öylesine etkiledi ki bu, onun bedenini büyük ölçüde etkiliyor. İnsanın çevresi bu tehdit edici değişikliklere uğrarken, uzaylılar tarafından yapılan testlerin ve incelemelerin artmasının tesadüf olmadığını düşünüyorum. İnsanın bedenine ne yaptığı elbette onları ilgilendiriyor. Bununla hep ilgileniyorlardı. İnsanları, atmosferimize boca ettiğimiz onca şeyle başa çıkması için düzeltmeye ve adapte etmeye çalışmaktan daha doğal ne olabilir? Bu, daha iyi bir uyum sağlayabilen bir insan yaratmak için gen manipülasyonunu içeriyorsa, o yapılacaktır. Hâlâ çağlar önce meteorun deneylerine hastalık bulaştırdığında yarattığı hasarı düzeltmeye, bizi orijinal hedefe ve tasarıma geri döndürmeye çalıştıklarına inanıyorum: fantastik başarılara ve inanılmaz yaşam süresine sahip hastalıksız bir insan.

    Bahçenin Koruyucuları adlı kitabımda, evrende bir yerlerde hazırlanmakta olan bir gezegende yaşamak üzere, olası mükemmel insanı yaratmaya yönelik diğer projeden bahsetmiştim. Bu, muhtemelen nükleer savaşla ya da bir şekilde, bu gezegen geri dönüşü olmayan bir noktanın ötesinde kirlendikten sonra, temiz bir ortamda yeniden başlama şansıdır. Bunun bir olasılık olduğuna inanıyorum, ancak tek olasılık olmayabilir.

    1988 sonbaharında tuhaf bir olay yaşadım. Gece boyunca, bütün bir bilgi bloğunun kafama bir şekilde yerleştirildiğine dair bariz ve alışılmadık bir duyguya kapıldım. Bu deneyim bir rüya niteliği taşımıyordu. Olay gerçekleşirken bilgileri yeterince kavradığımı bilerek uyandım. Bunun bir kavram olduğunu biliyordum, belirli cümleler ya da fikirler değildi ve beynime tümüyle özlü bir biçimde yerleştirilmişti. Danışanlarımın, anlaşılabilmesi için konuşma diline çevirmeleri gereken kavramlar aldıklarından bahsettiklerini sık sık duydum. Şimdi onların yaşadıkları zorluğu anlayabiliyordum. Bu, benim bu türden ilk ve tek (sanırım!) deneyimimdi. Kavramın, UFO sakinlerinin davranışları, gerekçeleri vb. açıklamalarla ilgili olduğunu, bu açıklamaların henüz yazmaya başlamamış olduğum UFO vakaları kitabımda yer almasının gerekli olduğunu biliyordum. Uzaylıların neden gen mühendisliğini kullandıkları konusunda kafa yorduğumun farkında değildim, çünkü o sırada Nostradamus üçlemesinin (Nostradamus’la Konuşmalar) birinci cildinin son kurgusuyla uğraşıyordum. Aynı zamanda bir gün UFO’larla ilgili vakalar hakkında bir kitap oluşturacağını umduğum bilgileri topluyordum.

    Bu, o zamanlar bu konuda yazan diğer yazarlardan duyduklarımdan farklı bir kavram, fikir ve açıklamaydı. İçeriği hatırlamam çok önemli görünüyordu ve vurgulanan, aradığım bilginin bu olduğuydu. Analiz etmeye zamanım yoktu, çünkü bu çok yönlüydü. Ama ertesi güne kadar aklımda tutup bilgisayara aktarabileceğimi biliyordum. Tekrar uykuya daldım ve ertesi sabah kafamda tuhaf bir hisle uyandım. Henüz tümüyle uyanmadan, bilgi bloğu önceki gecede olduğu yoğunlukla geri geldi. Bu normal değildi, çünkü uyandıktan sonra rüyada görülenler hızla kaybolur ve sadece görüntü olarak bile hatırlanması zordur. Bu durumda görüntü yoktu, bunlar sadece felsefi düşüncelerdi. Hatırlamam ve yazmam gerektiğinin önemli olduğu bir kez daha vurgulandı. Tamamen unutmadan önce bilgisayara aktarmam gerektiğini biliyordum. Tabii ki, günlük yaşam her zaman bir şeylerin olmasını engeller. O günkü ilk işim, kızımla birlikte küçük bahçemizden topladığımız şeftalileri konserve yapmaktı. Beynimin içinde dönüp duran bilgilerle dikkatim dağılsa da olgunlaşmış şeftaliler bekleyemezdi. Son kavanoz da kapatılıp soğuması için masaya koyulduğunda, nihayet bilgisayarda çalışmak için yalnız kalmıştım.

    Elbette bundan sonraki iş, hep onları nasıl kelimelere dökeceğini düşünmektir. En zor olan genellikle budur, çünkü bir kavram bütün ve eksiksiz olabilir ve onu kelimelere dönüştürmek için gerekli olan parçalanmalara direnebilir. Ama bir kısmını kaçıracağımın tümüyle farkında olarak girişimde bulunacağım. Kavram, kitabı üzerine kurgulayabileceğim ve bu önyargılı sonuçlara yönelebileceğim ilginç bir fikir, ilginç bir açıklamaydı. Gerçi o zamanlar böyle bir kitap henüz ortada yoktu ve sadece aklımın bir köşesinde belli belirsiz bir düşünce olarak vardı. Gerçekleşmeden önce, bu başlama aşaması on yıl boyunca dosyalarımda öylesine durmak zorunda kaldı. 1998 yılında bunları kitap haline getirmek üzere oldukça fazla bilgi toplamıştım, ancak bu, kuşkusuz 1988’de bana verilen kavramı takip etti.

    KAVRAM

    Bana öyle geldi ki, genlerin manipülasyonu bizim korunmamız, türümüzün muhafazası, hayatta kalmamızı garantiye almak içindi. Böyle bakıldığında, bu bir iyi niyet gösterisidir ve muhafaza edilmemiz için büyük bir fedakarlıktır. Nostradamus kitaplarında yaşam biçimimizin yok olma olasılığının oldukça gerçek olduğu vurgulanır. Dünyanın ekseninin kayma ihtimali olduğu öngörülmüştür. Böyle bir felaket sırasında seller, depremler, volkanik patlamalar, tsunamiler ve insanlık tarafından bilinen ya da bilinmeyen çeşitli afetlerden dolayı ölümler olacaktır. Daha sonra da hastalıklar ve açlıktan dolayı ölümler gerçekleşecektir. Hayatta kalan herkesin son derece dayanıklı olması gerekir. İnsan ırkına inancım tam. Hayatta kalma kabiliyetimiz olduğuna inanıyorum. Nostradamus gibi, bunun dünyanın sonu değil, bildiğimiz biçimdeki dünyamızın sonu olduğuna inanıyorum. Böyle bir şey yaşam biçimimizi tümüyle değiştirirdi, ancak insan bu yaşam tarzında önemli olduğunu düşündüğü şeyi yeniden kazanmak için olağanüstü bir şekilde azimli davranır.

    Bu, düşünmekten hoşlanmadığım ve olacağına ihtimal bile vermek istemediğim bir şey, ancak birçok uzman bu olasılığın varlığı konusunda hemfikir. Belki de uzaylılar sadece geleceğe bakıp ve her olasılığı önceden düşünüyorlardır. Yine hazırlıksız yakalanmak istemiyorlar. Gen manipülasyonu ve mühendisliğiyle sadece, kirlenmiş bir ortamda işlev görebilen, kansere ve bu değişikliklerin sebep olduğu diğer hastalıklara direnebilecek bir insan yaratmakla kalmayıp, aynı zamanda aşırı stresli bir yaşam tarzına da uyum sağlayabilecek insan yaratıyorlar. Bu kitaptaki danışanlardan biri, kendini hasta ve ölmek üzere olan insanların olduğu bir sahnede onlara her şekilde yardım ederken gördü. Kendisi hasta değildi ve her şeye rağmen hasta olmuyordu. Görevi diğerlerine yardım etmekti. Belki de o bu amaç için, Dünya’nın ekseninin kayması sonucunda oluşacak yıkımlara ve ardından gelebilecek büyük krizlere dayanabilecek şekilde tasarlanmış yeni tür bir insandı.

    Edindiğim bilgilerden geliştirdiğim teori, onların refahımızla son derece ilgileniyor olmaları, çünkü onlar çağlar boyunca bizim koruyucularımız oldular. Şimdi bizden vazgeçmiyorlar. Bazı insanlar, hastalıksız bireyler için hazırlanan ve bu bireylerin yerleştirileceği başka bir gezegende yaşamak üzere hazırlanıyorlar. Bu gezegen insanların yeni ve temiz bir ortamda, yeni bir yaşam tarzına ya da eski tarzlarını sürdürerek yaşama devam ederken şok olmayacakları şekilde tanıdık bir ortam olarak tasarlandı. Diğerleri de, yıkıcı değişiklikler çoğu insanı işlev göremeyecek hale getirdikten sonra mevcut Dünya gezegeninde yaşam mücadelesi vermeye hazırlanıyor olabilir. İnanıyorum ki gelecekte bu olgunun tüm farklı yönlerini görebildiğimizde, dünya dışı varlıkların korkulması gereken değil, onların atalarımız, kardeşlerimiz, koruyucularımız olarak kabul edilmesi gerektiğini anlayacağız. Büyük plandaki amaçları en sonunda anlaşılacak ve bu amaç insanlık için açıkça belli olacaktır.

    GÖZLEMLER

    Bu daha radikal düşünce tarzına maruz kaldığımdan beri, etrafımdaki şeyleri daha farklı bir biçimde gözlemlediğimi farkettim. Bu düşünce hemcinslerime, yaşamlarını nasıl sürdürdüklerine ve bu yaşamların dünya çapında birbirleriyle nasıl ilişkili olduğuna bakışımı etkiledi. Bunları not ettiğimde, koruyucu teorisinin arkasındaki mantık zihnimde netleşiyor ve daha akla yatkın geliyor.

    Çok uzak bir gelecekte, başka bir gezegenin koruyucusu olma rolünü üstlenmemiz oldukça mümkün. Hatta bu sadece mümkün değil, gerçekleşmesi son derece muhtemel. İnsan çok meraklı bir hayvandır, eminim ki Dünya’nın bakımını üstlenme projesini başlatan uzaylılar da öyleydi. İnsanoğlu uzay yolculuğunu geliştirip dünyamız ile sessiz, cansız dünyalar arasındaki mesafeleri fethettiğinde, onları bulduğu şekliyle cansız ve yaşamsız olarak bırakmak isteyeceği bana makul gelmiyor. O uzak gelecekte insanoğlu, yaşamı bir deney olarak uygulayacak bilgiye sahip olacaktır. İlk başta yaşamın basit ve ilkel aşamalarını başlatacak; o koşullarda neyin büyüyeceğini görmek için, basit hücrelerle başlayıp, ilkel sıvı’’neye izin verirse içine onu katacaktır. Birçok deneyden sonra bu, daha karmaşık yaşam koşullarının ortaya çıkmasına veya çevreye uyum sağlayacak şekilde genetik olarak değiştirilmesine yol açacaktır. İnsanın doğasında olan merakıyla, başka türlü davranacağına inanmıyorum. Olası bir zarar vermeyeceğini düşünecektir. Gezegenin başlangıcında herhangi bir yaşam ya da belki de en temel hücresel yapı yoktu. Böylece insan, geleceğin bilim adamlarının yaşam formlarının adaptasyonunu denemeleri için bir oyun alanı olarak hazır ve kendini bekleyen deney için uygun, çorak bir gezegene sahip olacaktır. Bunun kime zararı olabilir ki? Dünya’da yasak olan yöntemlerin uygulanmasına izin verilecektir, çünkü yabancı bir dünyada bu tür engeller olmayacaktır. İnsan bunu, elbette bir devlet yönetiminin ya da en azından bir amirin rehberliği ve talimatıyla yapacaktır. Bir ana planın emirlerini takip edecektir, çünkü tek başına çalışan ortalama bir bilim insanı için bu çok karmaşık olurdu. Sonra, gelişen yaşam formlarının uyum sağlamasına yardımcı olmak için, deyim yerindeyse, bakım, budama ve aşılama yapılacaktır. Bu önemsiz görevler daha az eğitimli kişiler (hatta robotlar olabilir) tarafından yerine getirilecektir, çünkü bu görev sadece emirlerin uygulanmasını gerektirir. Ana gezegenin halkı tarafından bilinen ya da bilinmeyen bu özel proje, uzun yıllar boyunca gelişebilir ve yeni’’ dünyayı deney yapmaktan vazgeçemeyecek kadar değerli bulan bilim insanları projeyi yeni nesillerle devam ettirebilir. Bu bilim insanları, kuşkusuz Dünya halkının refahına yardımcı olmak için kullanılacak inanılmaz değerde yeni bilgiler elde edeceklerdir. Eğer proje kendi gezegenindeki yaşam tarzına yarar sağlayacaksa, vazgeçilmez bir proje olurdu.

    Çok uzun bir zaman diliminde yaşam oluşturulacak ve bu yaşam kendi kişisel özelliklerini geliştirmeye başlayacaktır. Belki de Dünya’daki yaşam formları onlarla tanıştırılıp genetik olarak uyum sağlamak için melezlenecektir. Sonunda zeki bir hayvan ortaya çıkabilir. Gen manipülasyonu ve kendi ırkımızın özelliklerinin de verilmesiyle doğal olarak buna yardım edilecektir. Yenilikler sunuldukça bilim dünyası heyecanla dalgalanacak. Ortaya çıkacak yaratık bizim bazı özelliklerimizi taşıyor olabilir, ama muhtemelen tıpatıp aynısı olmayacaktır, çünkü çevresine uyum sağlamak zorundadır. Gözleri, solunum organları ve dolaşım sistemi farklı olabilir ve belki de Dünya’da yaşayamayacak olsa bile yine de bir insansı varlık olarak kabul edilecektir. Yaratık, ana plana uygun olmayan kusurlar sergilemeye başlarsa, projeden vazgeçilip, yaşam formu yok edilir mi? Bence bu olmaz. İnsanın, tüm yaşamı, hatta kendi yarattığı yaşamı bile kutsal saymaya yetecek kadar Tanrı ruhunu hâlâ içinde taşıyacağını düşünüyorum. Bence türün kusurlarına uyum sağlamasına yardım etmeye çalışacak, ya da evrimsel bir çıkmaza girip kendi başına sona ermesine izin verecektir.

    Baskın türler gelişip, uygarlık belirtileri göstermeye başladıkça denetim azalacaktır. Artık sürekli izlenmelerine gerek kalmayacaktır. Ayrıca yeni varlıkların kendi kendilerine nasıl gelişeceğini görmek de ilginç bir deney olabilir. Nasıl bir ahlaka sahip olacaklar? Yaratıcı olacaklar mı? Savaşçı mı olacaklar? Kendi ırkımızı anlamak için, bu canlıların kendi başlarına gelişmesine ve hangi özelliklerinin doğal olarak oluştuğunun ve hangilerinin öğrenilerek edinildiğinin incelenmesine izin vermek zorunda hissederdik. Ama tümüyle yalnız bırakılmayacaklardır. Yaşamlarını daha iyi bir hale getirmenin yollarını öğretmek için onlarla birlikte yaşamak üzere bir danışman gönderilirdi. Bu danışman, kendi gezegenine döndükten sonra bile bir tanrı gibi görülüp ona tapılacaktı. Böylesine harika güçlere ve bilgiye sahip olduğu için o bir tanrı olmalıydı. Yiyeceklerin toplanması ve hayatta kalmanın yolları hakkında talimatlar verilecekti. Zihinsel gelişimi incelemek için sonrasında danışman onlara müdahale edemiyordu. Bilgi ona verildikten sonra, yeni yaratık o bilgiyi istediği şekilde kullanacaktı. Çok fazla müdahale olursa deney tümüyle tehlikeye girebilirdi. Kuşkusuz burada listelenecek çok fazla faktör var, ancak genel senaryo bu olurdu.

    Bu, devam eden bir deney olacaktı ve ana gezegen deneyden asla vazgeçmeyecekti. Sonraki nesiller boyunca tarihin kronolojik kayıtlarında kaydedilmeye devam edecekti. Her zaman gözlem yapacak ve kayıtları güncel tutacak "Gözcüler’’ olacaktı. Genetiğin nasıl geliştiğini ve çevrelerinden nasıl etkilendiklerini anlamak için bu yeni yaratıklardan bazıları elbette daha yakından izlenecekti. Eğer sorun çıkarsa, bazı değişiklikler yapılarak onlara yardımcı olunabilirdi. Bunu bir müdahale olarak göreceğimizi düşünmüyorum, çünkü ideal koşullarda bu yaratık kendisine herhangi bir şey yapıldığından habersiz olacak ve etkilenmeden yaşamına devam edecekti. Deneyin bu ileri aşamasında bilim insanının fark edilmemesi için laboratuvarda camın arkasında kalması daha doğru olurdu. Aynı şekilde, nadir bulunan kuşlar da esaret altında yetiştirilir. Yumurtadan çıktıktan sonra bakıcılar grotesk kuş maskeleri veya başlıklar takarlar, böylece gelişmekte olan yavru kendini insanlarla özdeşleştirmez. Bilim insanlarının teorisine göre, eğer kuş insanlarla özdeşleşirse, vahşi doğada kendi başına var olamaz. Kendi türüyle özdeşleşmelidir.

    Ama ya bu tür varlık yeni bir aşama kaydedip, edindiği bilgiyi savaş çıkarmak için kullanmaya başlamışsa? Ya bu savaş durumu o derece büyüdüyse ve varlık türü korkunç güçte silahlar yaratırsa? Ya yeni icatlarını, sadece kendilerini değil, tüm dünyalarını yok etmekle tehdit edecek şekilde pervasızca kullanırlarsa? Bunu yapmalarına izin verilecek mi? Bence verilmez. Eğer deney uzun yüzyıllar boyunca korunup geliştirildiyse, bundan vaz geçilir miydi yoksa bu noktada müdahale etme şansımız olur muydu? Bu devasa bir sorun olurdu ve karar muhtemelen dünyanın en üst düzey yönetiminin sorumluluğunda olurdu. Deneyin nihai doruk noktası olarak onların istediklerini yapmalarına izin verilmesine karar verilebilirdi. Ama her şeyin kaybolmasına izin verir miydik? Muhtemelen hücreler alıp klonlar üretebilirdik, böylece Dünya’daki türlerin bazı örneklerine sahip olabilir veya başka bir çorak gezegende yeniden başlayabilirdik. Herhalde tüm çalışmaların kaybolmasına izin vermezdik. Ancak bu varlıklar gezegenlerini tümüyle yok etmekle tehdit ederlerse, bunu önlemek için bir şeyler yapmamız gerekirdi diye düşünüyorum, çünkü bu tahribat güneş sistemi ve hatta belki de komşu yıldızlar ve galaksiler boyunca yankılara sebep olabilirdi. Buna izin verilemezdi; çok fazla karışıklığa sebep olurdu. O durumda, nihayet müdahale etmemekle ilgili değerli kurala uymayarak kendimizi onlara tanıtırdık diye düşünüyorum. Sonunda, bizim onların yaratıcıları, koruyucuları ve çok uzun zamandır onlardan sorumlu varlıklar olduğumuzu söylerdik. Nasıl kabul görürdük? Bize inanırlar mıydı? Bu bir fark yaratır mıydı?

    Tüm bu senaryo kulağa bilim kurgu gibi geliyor, ancak bunun gerçekleşmeyeceğini nereden biliyoruz? Bunun sadece bizim Dünya’mızda değil, evrendeki olası sayısız gezegende de gerçekleşmediğinden nasıl emin olabiliriz? Merak var olduğu sürece insanoğlu araştıracaktır. Araştırmaya devam ettiği sürece, başarabileceklerinin önünde hiçbir engel yoktur. Evren onun evidir ve her zaman öyle olmuştur. Bu, yaratıcılarımızdan ve koruyucularımızdan bize miras kalan önemli bir özelliktir. Bu gezegende veya başka bir yerde, henüz doğmamış nesillere aktaracağımız önemli bir özelliktir.

    Bilgi paylaşılmazsa hiçbir değeri yoktur.

    İKİNCİ BÖLÜM

    YOĞUNLAŞTIRILMIŞ YA DA

    ÇARPITILMIŞ ZAMAN

    Birçok araştırmacı, kişi farkında olmadan birkaç saatin açıklanamayacak bir şekilde geçtiği, kayıp zaman vakalarını araştırdı. Bunlardan birkaçını bu kitapta daha sonraki bölümlerde ele alacağım. Ama bana daha da tuhaf gelen bir kavramla karşılaştım: yoğunlaştırılmış zaman vakaları. Bu, olayların normalde süreceğinden çok daha kısa bir sürede gerçekleşmesidir. Elbette bu olguların her ikisi de, bunu yaşayanların bakış açısından zamanın gizemli bir şekilde değiştirilmesinin örnekleridir.

    Lineer zaman kavramımız içinde kapana kısılarak engelleniyoruz. Evrende, olmayan bir şeyi ölçmenin bir yolunun icat edildiği tek gezegen olduğumuz söylendi. Çalışmalarımda bana zamanın yalnızca bir yanılsama, insanın bir icadı olduğu defalarca söylendi. Uzaylılarda bu kavram yoktur ve bana, insanın, yanlış olan zaman fikrinden kurtulana kadar kadar asla uzayda yolculuk yapamayacağını söylediler. Bu, insanı Dünya’da kapana kıstıran ana sorunlardan biridir. Ruhsal bir bakış açısından anlıyor olsak da, insan zihnimizin bunu kabul etmesi imkansız olmasa da zordur. Dakikalar, saatler, günler, haftalar, aylar ve yıllardan oluşan ve bunlarla ölçülen yaşamımızla kendimizi zamana tümüyle sabitledik. Bu kavramdan kaçmanın ve hâlâ normal, gündelik yaşamımızda işlev görmenin bir yolu olabileceğini sanmıyorum. Bir şeylerin belirli bir süre içinde A noktasından B noktasına düzenli bir şekilde ilerlemesi gerektiğine inanıyoruz. Bir sapma olamaz, yan yollara dönemeyiz, çünkü bunlar bizim inanç sistemimize uymazlar. Yani odağımız oldukça sınırlı. Bu odağın ötesinde olan her şeyin imkansız olduğu söylenir ve bu sebeple de gerçekleşemez, var olamaz.

    Güneşinin etrafında farklı bir şekilde dönen bir gezegende yaşasaydık zamanı nasıl ölçerdik? Her zaman güneş ışığının olduğu ya da hep karanlık olduğunu varsayalım. Diyelim ki gezegenin iki güneşi var. O durumda zamanı farklı mı ölçecekler yoksa böyle bir zahmete girmeye gerek olmadığına mı karar verecekler? Peki uzay gemilerinde uzun süre yolculuk yapan, gece ve gündüzü ayırt edecek hiçbir referans noktası, mevsimleri ve yılları işaretlemek için hiçbir sebepleri olmadan uzayda dolaşan varlıklar? Onların bizim zaman konusundaki amacımızı anlamamalarına şaşmamalıyız ve çoğu zaman buna anlam veremiyorlar. Benzer ve hatta daha radikal koşullar altında, zaman yaratmanın ve ona böylesine dogmatik bir biçimde bağlı kalmanın hiçbir amaca hizmet etmediğine de karar verebiliriz.

    Onlar, değişmez zaman yapımız yüzünden bizden gizlenen varoluşun diğer boyutlarını ve düzlemlerini bu tür kısıtlamalar olmadan keşfetmekte özgürdüler. Bütün bunları keşfettikten sonra, taşımak istedikleri her şeyi demateryalize ve sonra yeniden materyalize etmenin yollarını buldular. Bir kapıdan geçer gibi, kolayca boşluklardan ve geçitlerden (enerji portalları *Ç.N.) kayarak diğer boyutlara geçebiliyorlar. Tabii ki, onlar bunu, atalarımız mağaralarda yaşamaya başlamadan çok önceleri yapıyor olabilirdi ve bizim arayı kapatmamız gereken çok şey olacaktı. Ama bize bunun imkansız olduğunu söyleyen at gözlüklerini kaldırana kadar bu geçitleri asla bulamayacağız. Başka bir insansı tür bu yolu keşfettiyse, o zaman bu bizim için de mümkündür. Eğer varolduğumuz uzun çağlar boyunca ihtiyaç duyduğumuz bilgileri bize zihinsel olarak veriyorlarsa, o zaman belki şimdi de zamanın engellerini ortadan kaldırmanın sırlarını aktarmaya ve bize değerli kapıların nerede olduğunu göstermeye çalışıyor olabilirler.

    Görünen o ki, uzaylıların aklına kolayca gelen, ancak insanın kavraması neredeyse imkansız olan birçok metafizik kavram var. "Dünyevi işleyiş’’ araştırmacısı her şeyin basit kalmasını istiyor: bir şeyi göremiyorlarsa, ölçemiyorlarsa, dokunamıyorlarsa veya inceleyemiyorlarsa, o yoktur. En yakın yıldıza ulaşmak için saatte kilometrelerce yolculuk yapma kavramı konusunda daha rahatlar ve bunu yapacak yakıt kaynağını geliştirmek için çalışıyorlar. Zihin gücüyle yolculuk yapmak ve boyutlar arasında gidip gelme kavramını anlamak onlar için çok daha zordur. UFO bilmecesinin çözümleri artık basit değil. Bulmacayı ne kadar derinlemesine incelersek, kavramlar o kadar karmaşık ve kafa yorucu hale geliyor. Belki de bu yüzden bu alternatifler bize verilmedi. İnsan zihnimiz geçmişte, UFO’larla yolculuk yapan uzaylılara anlayabileceğimiz şekilde alışmak zorundaydı. Örneğin, bilim insanlarımızın anladığı şekliyle, fizik yasalarına uyan ışık hızını geçmek için bir tür geleneksel yakıt kaynağı kullanmak gerektiğiydi.

    Yıllar boyunca kaşık kaşık beslendik ve o dönemde hazmedebileceğimiz kadar bilgi verildi. Verilen kavramın her bir parçasına uyum sağladığımızda ve kavram artık bizi korkutmadığı zaman, bize bulmacanın daha karmaşık bir parçası verildi. Yeni yürümeye başlayan bir çocuğun geometriyi ve matematiği anlamasını bekleyemeyeceğimiz gibi, kavramı tümüyle anlayabileceğimizden de ciddi olarak şüpheliyim. Yani bu fırsat bize muhtemelen asla verilmeyecek. Birçok kez bana bütün sorularımın cevaplanacağını beklememem söylendi. Verilen bazı bilgiler ilaç gibi, bazıları da zehir gibi olabilir dendi. Yararından çok zararı dokunabilirdi. Bu yüzden bana verileni alıyorum ve kavramları analiz edip anlamaya çalıştıkça, bana özümsemek için daha fazlası veriliyor. Ama verilenler, özümseyebileceğimden daha fazlası değilmiş gibi görünüyor. Kitaplarımı bu şekilde yazdım ve bu fikirleri insanların anlayabileceği şekilde sunmaya çalıştım. Bu yüzden, bu kitapta daha önce bahsetmediğim kavramlar olacak. Araştırmacının önünde uzanan çok sayıda keşfedilmemiş bölge var ve oralara yolculuk yapmayı umuyorum. Bilinmeyen bir dünyaya ilk bebek adımlarımızı atıyoruz.

    Bu varlıkların ve araçlarının bildiğimiz fizik yasalarına göre hareket etmediğini söylüyoruz. "Doğal olmayan’’şeyler yaptıklarını söylüyoruz. Onların varlığı konusunda en büyük kuşku duyulan şey budur. İnsanlar, onlar tarafından gerçekleştirilen becerilerin imkansız olduğunu söylüyorlar. Sanırım bu becerilerin doğal olmayan değil, doğal bir olgu olduğunu anlayacağız. Henüz keşfetmediğimiz, hatta düşünmediğimiz yeni bir fizik yasasına uyuyor olabilirler. Bizim gerçeklik anlayışımıza uymadığı için bu, sadece bizim için yeni bir şey olabilir, ama onlar için oldukça doğaldır.

    Aldığım bilgilere göre, UFO araçları, titreşim hızlarını aniden değiştirdiği için görüşten ve radar ekranlarından vs. kaybolabiliyorlar. Dönen bir vantilatörün ya da pervanenin dönüş hızı arttıkça kanatlarının nasıl kaybolduğu gözlemlediğinizi düşünerek, bunun nasıl yapıldığı hakkında kabaca bir fikre sahip olabilirsiniz. Dünya’da fiziksel olarak yaşayan bizler daha yavaş bir şekilde titreşiyoruz. Bu, kitabım Karmakarışık Evren’de daha ayrıntılı olarak açıklanacaktır. Bu varlıkların çoğu başka gezegenlerde değil, başka boyutlarda yaşıyorlar. Bu diğer boyutlarda, bazen bizim boyutumuzla yan yana olan, ancak daha hızlı titreşen birçok dünya (bazıları fiziksel, bazıları değil) vardır. Çoğu zaman birbirimizin dünyasından habersiziz. Diğer dünyalardan daha gelişmiş olanlar bizim varlığımızdan haberdar oldular ve gözlem yapmak için buraya sık sık geldiler. Bunu yapabilmek için titreşim hızlarını yavaşlatmaları gerekiyordu. Titreşim hızını düşürmenin ve bu daha yavaş olan bu titreşimi herhangi bir süre boyunca sürdürmenin ıstıraplı olduğu ifade edildi. Dolayısıyla, bu boyutlara giden insanlar üzerinde tam tersi bir etkiye sahip olabilir. Titreşim hızımızın artması ve geri dönerken yeniden yavaşlatılması gerekir.

    Bu varlıkların çoğu, saf enerji oldukları ve artık bir bedene ihtiyaç duymadıkları noktaya evrimleşmişlerdir. Bununla birlikte, insanlarla etkileşime geçmeleri gerektiğinde bir beden tezahür ettirebilirler. Saf enerji olan varlıkların yolculuk yapmak için neden uzay araçlarına ihtiyaç duyduklarını anlayamıyordum. Belki de yaşamlarını sürdürmek için beraberlerinde sadece çevrelerini, yerçekimini, atmosferi vb. değil, aynı zamanda titreşim hızlarını da taşıyorlar.

    Bedenleri üzerinde kalıcı bir etki bırakmadan, insanların daha küçük araçlara alındığı birçok vaka oldu. Bu araçlar bizim titreşim hızımıza girerek çalışır ve insanların buna kolay uyum sağlaması belki de bu yüzdendir. Küçük gri varlıkların genellikle bu daha küçük araçlarda olduğu bildirilir. Onlar, diğer varlıklara göre bu frekanslarda daha kolay işlev görebilen klonlanmış ya da üretilmiş bir varlık türüdür. Dünya’ya gelebilmek ve sıradan görevleri yerine getirebilmek için, yaratıcıları olan uzun gri varlıkların suretinde yaratıldılar. İnsanlardan, hayvanlardan, bitkilerden vb. alınan numuneler daha sonra laboratuvar analizleri için büyük gemiye alınır. İnsanların daha büyük gemilere veya "ana’’ gemilere alındığı çok sayıda vaka yoktur. Bu ana gemiler genellikle atmosferimizin yüksek yerlerinde bulunurlar, çünkü kolayca yere inemeyecek kadar büyüktürler. Ama şimdi, onları görünmez kılanın farklı bir hızda olan titreşimleri olduğunu düşünüyorum. Belki gemideki varlıklar daha yavaş titreşimlere kolayca uyum sağlayamıyor ve rahat ortamlarında kalmayı tercih ediyorlardır. İnsanın bu araca girebilmesi için moleküllerinin ayarlanması ve titreşim oranlarının hızlandırılması gerekir. Bu şekilde sınırlı bir süre için işlev görebilirler, ancak bunu süresiz olarak sürdüremezler, yoksa beden parçalanır. Tekrar bizim frekansımıza girebilmesi için, kişinin bedeni yeniden ayarlandığında ve titreşim hızı yavaşlatıldığında ise karmaşık ve zor süreç gerçekleşir. Beden yaşadığı şoktan kendi sistemine geri dönerken bu, kafa karışıklığına, oryantasyon bozukluğuna, geçici felçlere ve bedeni üzerinde fiziksel semptomlara (morarma gibi) sebep olabilir. Bu da, daha büyük gemilere neden çok fazla insanın alınmadığını açıklayabilir. Küçük araçlar ve küçük grilerle ilgili yaşanan deneyimler daha yaygındır. Ortalama bir kişi, bu deneyim için gerekli olan fiziksel değişikliklere uyum sağlayamayabilir.

    1998’de son Amerikalı, yörüngede olan MIR uzay istasyonunda Sovyetler’le yapılan ortak görevden Dünya’ya geri döndü. En büyük adaptasyonun, bu kadar uzun süre yerçekimsiz kaldıktan sonra fiziksel bedenin baskıcı ağırlığına alışmak olduğunu söyledi.

    Kayıp zaman dizileri her zaman göründükleri gibi değildir. Özellikle aynı anda bir ışık (ya da araç) görülmüşse ve eğer zaman kaybı da varsa, kişinin doğrudan uzaylılarla veya UFO’larla ilişkisi olduğu varsayılır. Bunun her zaman böyle olmadığını gördüm. Çoğu durumda kişi sadece hoş olmayan veya travmatik bir deneyimi zihninde bloke ediyor ve bunun uzaylılarla hiçbir ilgisi olmuyor. Hipnoz bilinçaltıyla doğrudan temas kuracak kadar derin olduğunda, bu bilgi doğru bir biçimde elde edilebilir. Bilinçaltı tüm anılara sahiptir ve bilinçli zihnin duygusal renklendirmesi müdahale etmeden gerçekte ne olduğunu bildirir. Kişiler kayıp zaman ya da bu örüntüye uyan başka deneyimlerden herhangi birini bildirdiğinde, araştırmacılara hep hemen bir sonuca varmamalarını söylerim. Daha karmaşık olana geçmeden önce daima en basit açıklamayı göz önünde bulundurun. Çoğu zaman yanıt basit olan açıklamadır. Bilinmeyen bir sebeple, bazı insanlar yaşamlarındaki olayları açıklamak için karmaşık yanıtı tercih ederler. "Zaman kaybı yaşadım, bu sebeple bir UFO tarafından alınmış olmalıyım.’’ Gizemli bir psikolojik sürece bakarak bu soyut düşünceyi kabul etmek, daha sıradan ama hoş olmayan bir akıl yürütmeyi kabul etmekten daha kolaydır. Çalıştığım vakalardan birinde, bir adamın kesin olarak kayıp zamanı vardı ve uzaylılarla teması içeriyordu, ancak bu, yanlış zamanda yanlış bir yerde olma durumuydu.

    Tom, 1972’de Massachusetts’de meydana gelen ve onu hep rahatsız eden bir kayıp zaman olayını araştırmak istedi. Bir müşterinin evine iş toplantısına gitmişti. Orada başka insanlar da vardı ve gelenlere çok güzel bir akşam yemeği ikram edilmişti. Zaman ilerlemiş, vakit geç olmuştu ve davetteki bayanlardan biri onu yakın bir şehirde olan evine dönmek yerine, geceyi kendi apartmanında geçirmek üzere davet etmişti.

    O gece bu bayan arabasını sürerken,

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1