Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Andropov'Un Guguk Kuşu: Bir Aşk, Entrika Ve KGB Hikayesi!
Andropov'Un Guguk Kuşu: Bir Aşk, Entrika Ve KGB Hikayesi!
Andropov'Un Guguk Kuşu: Bir Aşk, Entrika Ve KGB Hikayesi!
Ebook321 pages3 hours

Andropov'Un Guguk Kuşu: Bir Aşk, Entrika Ve KGB Hikayesi!

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Son günlerini yaşamakta olan bir adam, tanıştığı en muhteşem insan, Youriko diyerek hitap ettiği parlak, Sovyet bir dilbilimcisinin hikayesini anlatıyor. Hikaye yer yer, Japonya, Almanya, Türkiye, ABD, Kanada ve Birleşik Krallık'ta geçiyor, ancak bu aşk, cesaret, casusluk ve tehlike hikayesinin büyük bir kısmı Yetmişli Yılların Sovyetler Birliği'nde yer alıyor. İkinci Dünya Savaşı'ndan hemen sonra biri Kazakistan ve diğeri Japonya'da, binlerce mil uzaklıkta doğan iki kız bir araya gelirler, tanışırlar ve bir meyve içindeki iki çekirdek gibi olurlar. İki kız kardeş gibi geçinirler ve hayatlarının geri kalanında hiç bir zaman irtibatlarını kesmezler. Ancak biri savaştan zarar gören ülkesine yardım etmek isterken, diğeri savaş içinde bulunan ülkesini bırakıp Batı'ya gitmek istiyor. Her ikisininde hedefine ulaşmasını sağlayacak cüretkar, ve bir o kadar da tehlikeli bir plan yaparlar ve bu kurgudan Sovyet KGB şefi Andropov'un da haberi vardır. Şef, kod adı: Operasyon Youriko diyerek planı adlandırmış ve harekete geçmiştir, ancak en ufak bir başarı şansı olup olmadığı kafalarda soru işaretidir. Andropov'un Guguk Kuşu, kahramanlardan birinin yazarla ilgili ‘gerçek bir hikayesine’ dayanıyor.
LanguageTürkçe
PublisherTektime
Release dateMar 13, 2024
ISBN9788835463108
Andropov'Un Guguk Kuşu: Bir Aşk, Entrika Ve KGB Hikayesi!
Author

Owen Jones

Author Owen Jones, from Barry, South Wales, came to writing novels relatively recently, although he has been writing all his adult life. He has lived and worked in several countries and travelled in many, many more. He speaks, or has spoken, seven languages fluently and is currently learning Thai, since he lived in Thailand with his Thai wife of ten years. "It has never taken me long to learn a language," he says, "but Thai bears no relationship to any other language I have ever studied before." When asked about his style of writing, he said, "I'm a Celt, and we are Romantic. I believe in reincarnation and lots more besides in that vein. Those beliefs, like 'Do unto another...', and 'What goes round comes around', Fate and Karma are central to my life, so they are reflected in my work'. His first novel, 'Daddy's Hobby' from the series 'Behind The Smile: The Story of Lek, a Bar Girl in Pattaya' has become the classic novel on Pattaya bar girls and has been followed by six sequels. However, his largest collection is 'The Megan Series', twenty-three novelettes on the psychic development of a young teenage girl, the subtitle of which, 'A Spirit Guide, A Ghost Tiger and One Scary Mother!' sums them up nicely. After fifteen years of travelling, Owen and his wife are now back in his home town. He sums up his style as: "I write about what I see... or think I see... or dream... and in the end, it's all the same really..."

Related to Andropov'Un Guguk Kuşu

Related ebooks

Related categories

Reviews for Andropov'Un Guguk Kuşu

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Andropov'Un Guguk Kuşu - Owen Jones

    İçindekiler

    ANDROPOV’UN GUGUK KUŞU

    Telif Hakkı

    İthaf

    İlham verici alıntılar

    1 WILLIAM DAVIES

    2 YUİ MİZUKİ

    3 NATALİA PETROVNA MYRSKİİ

    4 1967 YAZI

    5 YURİ VLADİMİROVİÇ ANDROPOV

    6 YOURİKO OPERASYONU

    7 PLAN HAZIRLIĞI

    8 KGB

    9 GÜNLÜK EZİYET

    10 TATİL

    11 LUBYANKA

    12 GULAG TAKIMADALARI

    13 YENİ BİR İŞ

    14 LENİNGRAD 1978

    15 LAPA BEYİNLİ VE YAPIŞIK GÖZLÜ

    16 SOÇİ, KRASNODAR KRAY

    17 DOLU ŞİŞE

    18 KATIR TRENİ

    19 SON VİRAJ

    20 CHELTENHAM

    21 EPİLOG

    SONSÖZ

    ÖLÜM MERKEZİ

    1 ŞEHRAZAT'IN BAĞDAT'I

    YAZAR HAKKINDA

    Yazarın diğer kitapları:

    ANDROPOV’UN GUGUK KUŞU

    Bir Aşk, Entrika ve KGB Hikayesi!

    Yazar

    Owen Jones

    Çevirmen:

    Sinan Alpertonga

    Telif Hakkı

    Telif Hakkı © 2024 Owen Jones

    Fuengirola, İspanya.

    Bu eserin yazarı olarak Owen Jones’un tanımlanma hakkı, 1988 Telif Hakkı ve Patent Yasası’nın 77. ve 78. maddelerine uygun olarak kabul edilmiştir. Yazarın manevi hakkı kabul edilmiştir.

    Bu kurgu eserde, karakterler ve olaylar ya yazarın hayal gücünün ürünüdür ya da tamamen kurgusal olarak kullanılmıştır. Bazı yerler gerçekte var olabilir, ancak olaylar tamamen kurgusaldır.

    Andropov’un Guguk Kuşu

    Bir Aşk, Entrika ve KGB Hikayesi!

    Yazar Owen Jones

    Megan Yayıncılık Hizmetleri tarafından yayınlanmıştır

    Megan Mağazası

    Megan Mağaza Baskısı, Lisans Notları

    Bu e-kitap yalnızca kişisel kullanımınız için lisanslanmıştır. Bu e-kitap kopyalanamaz, yeniden satılamaz veya başkalarına verilemez. Bu kitabı başka bir kişiyle paylaşmak istiyorsanız, lütfen her alıcı için ek bir kopya satın alın. Bu kitabı okuyorsanız ve satın almadıysanız veya yalnızca sizin kullanımınız için satın alınmadıysa, lütfen Megan Yayıncılık Hizmetlerine giriş yapın ve kendi kopyanızı satın alın. Yazarın emeğine saygı duyduğunuz için teşekkür ederiz.

    İthaf

    Bu baskı, hayatımı olabildiğince kolaylaştırdığı için eşim Pranom Jones’a ithaf edilmiştir - bu konuda harika bir iş çıkarmaktadır.

    Karma herkese aynı şekilde karşılık verecektir.

    İlham verici alıntılar

    Sadece duyduğunuz için hiçbir şeye inanmayın,

    Sadece birçok kişi tarafından konuşulduğu ve söylendiği için hiçbir şeye inanmayın,

    Sadece dini metinlerinizde yazılı olduğu için hiçbir şeye inanmayın,

    Sadece öğretmenlerin ve yaşlıların otoritesine dayanarak hiçbir şeye inanmayın,

    Sadece nesiller boyu aktarıldıkları için geleneklere inanmayın,

    Ancak gözlem ve analizden sonra, herhangi bir şey akla uygunsa ve birinin ve herkesin iyiliğine ve yararına elverişli ise, onu kabul edin ve ona göre yaşayın.

    Gautama Buddha

    ––

    Sesi rüzgarda olan Yüce Ruh, duy beni. Güç ve bilgi ile büyümeme izin ver.

    Kırmızı ve mor gün batımını görmemi sağla. Ellerim bana verdiğin şeylere saygı duysun.

    Bana her yaprağın ve taşın altında saklı olan sırları öğret, tıpkı geçmiş çağlardan beri insanlara öğrettiğin gibi.

    Gücümü kardeşimden daha büyük olmak için değil, en büyük düşmanım olan kendimle savaşmak için kullanmama izin verin.

    Her zaman temiz ellerimle ve açık bir yürekle önünüze geleyim ki, Dünyevi açıklığım gün batımı gibi azaldıkça Ruhum utanmadan size geri dönsün.

    (Geleneksel bir Sioux duasına atfen)

    1 WILLIAM DAVIES

    Geri geliyor, Peter!

    Sıkı tut! dedi kalp damar cerrahı, yatağın karşısındaki raflarda sıralı makine ve monitörleri uzman gözüyle hızlı bir şekilde tararken. Tekrar bilincini kaybetmesine izin verme, yoksa bu sonu olabilir.

    Monitörlerde yanıp sönen, bir yükselen bir alçalan tüm ışıklar, bip ve uğultu sesleri eşliğinde normale dönüyordu.

    Hadi William, şimdi olmaz, böylece uykuya dalamazsın, dedi hastasına.

    Kendi kendime, Uyumamaya çalışıyorum zaten, dediğimi duydum, ama düşüncelerimin dudaklarımın arasından bir türlü seslendiremiyordum. Aslında, bir ara, o ilk sesin konuştuğunu duymadan on dakika kadar önce öldüğümü düşünmüştüm. Ölümümden kuşku duymama tek neden, bir Spiritüalist olmamdı ve her zaman kişinin arkadaşlarının ve akrabalarının ölen kişiyi karşılamak için Diğer Tarafta beklediğine inanmışımdır. Gerçi, beni bekleyen kimse yoktu… Güvenebileceğimi bildiğim bir kişi bulunmasına rağmen, yine de ölü ya da diri, pek fazla arkadaşım ya da akrabam yoktu.

    Elimden gelen tek şey, yeteneklerine güvenip tüm benliğimi doktorlarıma teslim etmekti. Onları duyabildiğime dair bir işaret vermek istedim, el ve ayak parmaklarımı oynatmaya çalıştım ama hareket edip etmediklerine dair hiçbir fikrim yoktu. Bana yardım etmeye çalışıp yatağımın etrafında fır dönen doktor ve hemşirelerin tepkisizliğinden parmaklarımın hareket etmediğini tahmin ettim.

    Duygusal bir kadın sesinin, Gözleri seğiriyor, sanırım gözlerini açmaya çalışıyor, dediğini duydum. Biraz daha çaba gösterip gözlerimi açmak için böylesi bir dürtüye ihtiyacım vardı sanki ve bir dakika kadar sonra göz kapaklarımın arasından gülümseyen, nazik bir erkek yüzü görebildim.

    Hayata yeniden hoş geldin William, dedi. Ve bunu derken, gerçekten ciddi görünüyordu, bu sefer seni gerçekten kaybettiğimizi düşündük. Yaşayanlar diyarına tekrar hoş geldin. Daha iyi olacaksın. Bunun için çok üzgünüm ihtiyar, ama benim acilen çıkmam lazım, emin ol, bu bayanlar ve baylar fevkalade yetkin olup seninle benim ilgilenebileceğimden daha fazla ilgilenecekler. Sonra görüşürüz.

    Fısıldayarak talimatlarını diğerlerine verdikten sonra gitti.

    Garip bir durum ama çok az gücünüz kalmış olsa bile, o gücün oldukça kolay bir şekilde çekildiğini veya geri döndüğünü hissedebilirsiniz. Benim vakamda, her geçen saniye daha da güçleniyordum. Bana hangi ilaçları verdiler bilmiyorum ama bu insanlar ve bu yaşam isteği gerçekten harikalar yarattı.

    Seni bu gece burada tutacağız William, ama yarın her şey yolunda giderse kendi yatağına dönebilirsin. Bu güzel olurdu, değil mi?

    Başımı öne doğru eğmeye ve gülümsemeye çalıştım ama bunun yerine, sol gözümden şakağıma doğru kulağımın içine bir damla gözyaşının aktığını hissettim. Yaklaşık üç yıldır kendi yatağımda uyumamıştım ve bunun ne demek olduğunu elbette biliyordum. Sadece nazik olmaya çalışıyordular… Biraz iyimserlik göstermeye çalışıyordular ve aslında takdir edilesi bir yaklaşımdı. Yani, belki de son nefeslerimi alıp veriyor olabileceğimin farkına vardığımda bunları düşünmek biraz komik geliyor.

    Her ne kadar başkaları beni dindar olarak görseler de, ben kendimi öyle görmüyorum. Ölümden sonraki hayata, reenkarnasyona ve Karmaya inanıyorum. Bu nedenle, ölüm benim için hiçbir zaman korku meselesi olmadı ve yaşamak ise sadece benim için bir adım önde tercih edilir bir durumdu çünkü yaşamak daha geniş bir deneyim yelpazesine ve belki biraz daha fazlasına müsaade ediyordu.

    Zihnimi meşgul eden son düşünceler, yaşamak veya ölmek değildi, Yaratıcımla karşılaşmak hiç değildi. Sevdiğim insanlar ve özellikle de kadınlarla ilgiliydi çünkü ben her zaman kadınların yakınlığını erkeklerinkine tercih etmişimdir. Bunun gözlerimin önünde parıldayan hayatım olduğunu iddia edebilirsiniz, ama bu sadece bir niş, düzenlenmiş bir hayat felsefesiydi ve aslında hiç parıldamıyordu. Durgun, savurgan, baştan çıkarıcı bir şekilde yalpalıyordu sadece.

    Dahası, geçirdiğim kalp krizinden ölmüş olabileceğimi düşündüğümde gerçekten ölmüş olsaydım, bu yaşam şeridinin bitmiş olacağına inanmıyorum. Yaşamaya devam ederdim ve tek değişiklik, bedensiz bir kişi olarak yaşardım.

    Bir yetişkin olarak hep büyük ve güçlüydüm: bir seksen boy ve yüz iki kilo, ama fit ve sağlıklı bir beden. Hastalandığım, kırıklarımın olduğu zamanlarım oldu, ama hiçbir şey beni uzun süre yatağa mahkûm etmemişti. Ancak, korkarım ki o günler geride kaldı çünkü bu, yeniden hayata tutunduğuma şahit olduğunuz ikinci kalp krizi vakamdı ve bu Yaşam Kargaşasından ayrılmam için gelecek olan üçüncü yoklamayı büyük olasılıkla görmezden gelemeyeceğimi fark etmem için yeterince gerçekçi olduğumu biliyorum.

    Aslında, dürüst olmam gerekirse, pek de isteyeceğimden emin değilim. Yetmiş bir yaşındayım şu an ve İspanya’nın güneyinde bir huzur evindeyim. Karım ve arkadaşlarım benden önce ayrılıp gittiler bile. Yanlış anlaşılmasın, çok konforlu bir darülacezeden bahsediyorum. Özellikle kendim gibi İngilizce konuşan yaşlılara yönelik bir işletme burası. Gerçekten çok hoş bir yer, ama tabii takdir edersiniz ki insanın evi gibi değil ve ‘benim’ diye bahsettikleri yatak, tam iki yıl üç ay on yedi gün önce ölen karımla paylaştığım yatak gibi hiç değil.

    İlk müdahale kendisine yatağımızda yapıldıktan hemen sonra aceleyle hastaneye kaldırıldı ve daha bilinci bile yerine gelmeden hastanede ölüverdi. Geçirdiği ilk kalp krizine yenik düştü. Atlatır diye düşünmüştüm ama maalesef olmadı, eceli gelmiş işte. Ölümünden sonra bir süre otelde kaldım ve sonra da darülacezeye taşındım - Tanrı’nın Bekleme Odası, biz, orada kalanların deyişiyle!

    Her neyse, biraz konuyu dağıttım ama korkarım beni affetmek zorundasın sevgili okuyucum, çünkü şu bir gerçek ki, yaşlı bir adamın zihni bazen konu dışına sapabilir. Ama yine de, sonuna kadar sabırla benimle kalma azmine sahipsen, sana tüm dünyanın bilmesini istediğim bir kadının hikâyesini anlatacağım.

    Başka birinin hikâyesini anlatmaya çalışmak meşakkatli olup benim bu durumumda zamanın bulanıklığı ve yaşlı bir adamın hatırlama kuvveti ile daha da güç bir vaziyet almaktadır ama başaracağıma en içtenlikle söz veriyorum.

    Ailemdeki en büyük çocuk benim, yani benim jenerasyonumdan en büyük olan benim demeliyim, benden sonraki kardeşimle üç yaş var aramızda, bu yüzden uzun süre tek çocuk gibiydim. Ama şanslıydım, çünkü en yakın olan beş evde, çok sayıda çocuk vardı ve şans eseri, o dokuz çocuktan sekizi kızdı. Okul öncesi günlerimde hepsini seviyordum, çünkü kendi kız kardeşim yoktu. Evcilik oynadığımız buluşmalarda seçtikleri Anneye Baba rolünü oynamakla ilgili güzel anılarım var.

    Çoğu benden yaşça büyüktü, bu yüzden okula başladıklarında yeni arkadaşlar buldular ve sonunda ben de yeni arkadaşlar edindim. İşte o yıllarda, altı yaşındayken Debbie adındaki kıza aşık oldum. Bir gün, okuldan sonra, yedi yaşımdayken, gök gürültüsü, şimşek ve yağmur altında salıncakta sallanırken bir yıldırım düşmesi sonucu birlikte romantik bir ölüme gideceğimizi hayal ederdim. Tabii ki, öyle bir şey olmadı, olan tek şey anne ve babalarımızın azarlamalarıydı.

    Sonra, dokuz yaşımdayken Sally vardı. Onu takip ederdim. Ve bir gün, tanıdığı en yakışıklı üçüncü çocuk olduğumu söylediğinde mutluluktan havalara uçtuğumu hatırlıyorum. On beş yaşımdayken uzaktan sevdiğim ama iki sene boyunca hiç konuşmadığım Platonik aşkım Lesley vardı.

    O harika kızları, saflığımızı ve birlikte geçirdiğimiz ya da benim onlarla birlikte geçirmek istediğim o harika zamanları asla unutmayacağım.

    Yetmiş bir yaşında bile, ölüm döşeğinden yeni çıkmış biri olarak anlatamayacağınız bazı şeyler olur ve kişiye özel hususi bazı anılar vardır ki yine anlatmak istemezsiniz. Yaşadığım bu ilk aşkların, belki karşı taraf için hiç aşk olmamıştır, acaba aşık olduğumu hissettiğim bu kişiler de aynı ya da benzer duygularla beni hatırlayıp hatırlamadıklarını sık sık merak ediyorum, ama şimdi asla bilemeyeceğim ve muhtemelen böyle olması en iyisidir. Aynı şekilde beni hatırlıyorlarmış gibi davranabilirim.

    Görüyorsun değil mi, artık bu soruların cevabını bulamam, çünkü her zaman yerimi değiştirdim ve asla onlarla iletişim kurmadım. Bu ise, arkadaş ve yakın aile eksikliğinin bir nedenidir. Önce evden yüz elli mil uzaklıktaki bir üniversiteye gittim ve sonra yine seyahat etmeyi gerektiren Diplomatik Hizmetlere katıldım. Ama kendimi aşmaya başlıyorum.

    On sekiz ila yirmi üç yaşları arasında çıktığım kızlar kadın olmaya başladı ve bu daha da heyecan vericiydi. Janine, Glenys ve Andrea’yı hatırlıyorum… Ve onlar gibi çok daha arkadaş ve sevgili. Karıma saygısızlık etmeyecek şekilde hepsini sık sık hayal ediyorum.

    Hemşire şimdi beni uyutmaya geldi… Yani anlamışsınızdır, yaşlı bir köpeği uyutmak gibi değil, daha çok hasta bir çocuğu uyutmak gibi. Doğrusu, böyle bir tehlikeyle karşı karşıya olduğumdan korkmuyor değilim. Bu ise, sana hikâyemi az sonra anlatmak istememin bir nedeni. Kaldığım yerden yarın devam etmek için elimden gelenin en iyisini yapacağımdan emin olabilirsin.

    Kahvaltıda sade yoğurtla taçlandırılmış müsli ve taze ananas, yanında da bir fincan hafif bitki çayı. Tadına bakarak hangi bitki çayı olduğunu söyleyemem ama şunu söylemeliyim ki hepsi çok güzel. Bir süre koşu yaparak fit kalabileceğimi düşünmüyorum, bu yüzden bol miktarda böyle katı gıdalara ihtiyacım var. Çay muhtemelen hafif bir hazım kolaylaştırıcısı olacaktır.

    Her neyse, gün ağarana kadar fark ettiğim bir şey oldu ki, eğer hikâyem ola ki bir gün yayınlanacak olsaydı, bunun yazılması veya kaydedilmesi gerekecekti. Bunun için de, beni en az zahmete sokacak olan şey bir diktafon olabilirdi, bu yüzden kahvaltımı getiren hemşireden darülaceze personelinin bir diktafon alabilmem için yardım etmelerini istedim. Hemşire, sekiz saat içinde ‘eve gidiyor olacağımı’ ve bunu onlara kendim söyleyebileceğimi hatırlatarak bu zahmetten kurtulmaya çalıştı.

    Yani, bu cevabına razı gelecek değildim. ‘Kendimi yeterince iyi hissedersem bugün darülacezeye geri döneceğimi unutmuş değilim!’ diye karşılık verdim. ‘Rica ettiğim üzere, lütfen arayıp bir diktafon ayarlamalarını söyleyebilir misin?’ Homurdanarak uzaklaştı. Ama kusurumuza bakmayın, benim yaşımdakilere zaman zaman biraz huysuz olmamıza izin verilir, yani bizden beklenen davranışlardan ve tabii, yaşlılığın bedellerinden biridir bu. Ömrüme biçilmiş olan yetmiş yılı geçtiğime karşılık bir ödül diyebilirsin.

    Kahvaltı tabağım başka bir hemşire tarafından temizlenirken, tekrar diktafonumu soruyorum. On dakika sonra, halledildiğini söylemek için odamdaki telefondan beni aradı. Burada oldukça yardımseverdirler, genel olarak öyle. Benim yaşadığım yerde de genelde yardımseverdir insanlar.

    Sana söz verdiğim hikâyeyi anlatabilmem için diktafonumun beni bekliyor olması gereken yere, yani ‘eve’ beni götürmelerini beklerken, sana kendimden biraz daha bahsederek zamanı dolduracağım ama merak etme kısa tutacağım. Seni sıkmak istemiyorum ve zaten asıl hikâye de benimle ilgili değil. Sayın, yaşlı Hippilerin önceleri ifade ettikleri gibi, bu bir ego gezisi değil.

    Yetmişli yaş yılları sevdim ama altmışlı yaş yılların tadını çıkarmak için çok gençtim.

    Birleşik Krallık’ta Güney Galler’in Cardiff şehrinde çalışkan bir işçi sınıfı ailesinde en büyük çocuk olarak doğdum. Babam, Ulusal Hizmetini bitirdikten sonra marangoz oldu, ancak kısa süre sonra kendi inşaat firmasını kurdu ve yine kısa süre sonra annemle birlikte beş erkek çocuklu bir aile olduk. Hepimiz zinde, güçlü ve mutlu olarak büyüdük. Anne ve babamız Spiritüalisttiler. Annemin hak ettiği ‘bir rahatlama gecesi’ geçirebilmesi için, babam her Cuma gecesi şifalanmasının ardından bizi Kiliseye götürürdü.

    Ancak, hiçbir zaman bize dindarlık zorlanmadı. Aslında, gittiğimiz okul Galler Kilisesi okulu, yavrukurt izcileri ve izci başları Metodist ve en yakın teyzemiz Katolikti. Din, ailemiz veya mahallemizde hiç sorun olmadı. Annemin tekrarladığını duyduğum ilk iki şey, kırk iki yaşına gelmeden öleceği ve benim bir diplomat olmam gerektiğiydi. Bu söylediklerinden her ikisi de gerçek oldu.

    İngilizce benim ana dilimdi, ancak altı yaşımdan itibaren Galce öğrenmeye başladım, ardından Fransızca, Almanca, Latince, Hollandaca ve Rusça’yı akıcı biçimde kullanabildikten sonra biraz da Çince ve İspanyolca öğrendim. Dışişleri Hizmetinin konuşulabilen her dil için prim ödüyor olması benim çok dikkatimi çekiyordu. On beş yaşıma gelene kadar, yurt dışında seyahat edip okuduğum için, yurt dışı seyahatleri vaadi de aynı şekilde dikkatimi çekiyordu. On sekiz yaşıma girene kadar kendine güvenen bir gezgin olmuştum.

    Özellikle de otostop çekmeyi severdim, tabii tüm gençler o günlerde otostop çekiyordu ve nedense o zamanlar şu anda olduğundan daha güvenliydi.

    Bir insan olarak, herkesten daha mantıklı sonuçlara vardığımı iddia etmesem de, tek başıma kalmayı ve öyle düşünmeyi tercih eden birisiyim. Ama yine de bu iddiamda öyle olmayı deniyorum ve zaten, beni Diplomatik Hizmette çalıştırmalarının nedenlerinden biri de buydu. Hizmetim sırasında harika bir hayatım oldu ve çok eğlendim… Ama işte yine buradayım ve hikâyemi kendime ve hayatıma doğru büküyorum… Aa, evet, unutmuşum… Asıl meselemize geçmeden önce diktafonumu bekliyorduk, değil mi?

    Bunun için özür dilerim ama ben de senin kadar sabırsızlanıyorum. Cidden öyle!

    Hastaneden darülacezeye yolculuk sadece birkaç kilometreydi, bu yüzden bindiğim geniş ve konforlu ambulans ile yolculuğum uzun sürmedi. Hatta, haber vermeden saat on birde hastaneden ayrıldık ve Marbella’daki güzel yat limanına bakan darülaceze avlusunda geniş ve rahat bir sandalyede on ikiden önce öğle yemeğimi bekler vaziyette oturuyordum.

    Şimdi ise bu kitabın asıl konusuna gelmem için uzunca bir süredir beklediğini fark ettim, tam olarak ne kadar zaman geçtiğini hatırlayamasam da unutmadığımı söyleyeyim. Hemşire öğle yemeğimi getirdiğinde tekrar cihazımı sordum. Cep telefonunu çıkarıp danışmayı aradı ve bir saat içinde cihazın teslim edileceğine dair söz verdi. Gülümseyerek teşekkür ettikten sonra haşlanmış balık ve salatamı mideme indirdim, ardından yoğurdu kaşıklayıp çayımı içtim.

    Bu tür yiyecekleri severim, ancak abur cubur yemem istenmediği sürece yemek konusunda beni memnun etmek her zaman kolay olmuştur. Geçmişte Hint ve Tayland yemeklerini tercih ederdim, ama artık favorim olan peynirde olduğu gibi şimdi de bunların hepsi tarafımdan reddediliyor. Bugünlerde artık çok nadir ikramlar olan peynir, taze, çıtır ekmek ve kırmızı şarap veya biraya her zaman tutkum olmuştur.

    Yemek ve zaman artık ortadan kayboldu, ancak mevcut koşullarda karşılaştığım tek değişiklik uykulu hissediyor olmamdı. Muhtemelen deniz havasındandır. Kısa süre içinde yeni oyuncağımı getirmezlerse, yine uykuya yenik düşeceğim… Gençlik yıllarımdan belki de çoktan ölmüş olan kişileri hayal ediyor olurum… Belki ben de ölmüş olmalıydım, burada ne işe yarar bir amaca hizmet ediyorum ki? Yiyip içiyor ve para harcıyorum, ama ne amaçla? Sadece hayatta kalmak için mi? Darülaceze sahipleri dışında kimsenin umurunda değil ve param tükendiğinde bu da yakında sona erecektir ama öyle bir şey olmayacak… Sevgili eski İngiliz hükümeti ben nalları dikene kadar bu konuyla ilgilenecek.

    Yine de bir bakıma, kaçınılmaz başka bir ölüm ve yeniden doğuş yolculuğumdan mümkün mertebe uzak tutuluyorum. Paramın başka bir yerde daha iyi şekilde harcanabileceğini düşünmeden edemiyorum. Yine sürüklendiğimi hissediyorum. Size hikâyemi anlatmak için hayatta kalmam gerekiyor, ki bu gerçekten benim hikâyem değil çünkü benimle ilgili değil, biliyorum, bunu daha önce de söylemiştim ama bu hikâyeyi kendimi bildim bileli hatırlıyorum. Bu yüzden hayatta kalma çabam sadece laf olsun diye değil.

    Gerçek aşikâr olsaydı, yolculuğumun bir sonraki aşamasına devam etmede şu an olduğu gibi iki yıl, yedi ay ve on dört gündür endişe içindeyim. Onu o kadar çok özlüyorum ki, onu her düşündüğümde ağlayabilirim, kendimi sert yaşlı pislik olarak düşünüyordum… Öyleymişim gibi davranıyorum. Nihayetinde, herkes gördüğüne inanır ve öyle devam etmene de izin verir… Ve bu, gerçekten yapmalarını istediğin son şeyin bunun olduğunu fark etmezler. Duygularımı ifşa etmeye çekiniyorum, çok korkuyorum, evet bu gerçek… Ama zaten, çoğu erkek aynıdır.

    Yani, değişmek için artık çok geç… Belki bir sonraki hayatta ya da ondan sonrakinde olabilir. Sonsuzluğun bu kadar uzun olması iyi bir şey, başarısızlıklarınızı ve zayıflıklarınızı düzeltmenize bolca zaman veriyor ve Tanrı bilir ki, benim buna ihtiyacım var.

    Aniden, beklenmedik bir şekilde üniversiteden bir çocuk, Ricky, geliyor aklıma. Battersea’dan, Cockney aksanlı bir çocuktu. Sanki küçük dağları o yaratmış havasında davranırdı, ama bir gece kendisini Hint köri yemeye götürmemi isteyen oydu, çünkü daha önce hiç yememiş ve en sevdiği yemek olduğunu söyleyen bir kızı etkilemek için denemek istemişti. Kırmızı şarap ve birayı o kadar çok içmişti ki sarhoşluktan yüz üstü Tavuk Madras tabağının içine düştü! Vay be… Ne güzel günlerdi. Bir garsonla kendisini temizledik ve kız arkadaşının evine götürdük. Kız arkadaşının evi ise bir bayan arkadaşı tarafından çekilmiş kendisinin çıplak fotoğrafıyla doluydu.

    Ev arkadaşının adını hatırlayamıyorum ama Yahudiydi ve o gece bol miktarda kırmızı şarap içip sarhoş olduktan sonra beni yatağına götürdü. Adını hatırlayamadığım için kendimi kötü hissediyorum ama zihnimde canlandırdığım yüzüne, Maria ya da Marsha isimleri uyuyor gibi görünüyor. Ne garip ki, neredeyse elli yıldır bu üç kişiyi düşünmemiştim.

    Affedersin, içim geçmiş olmalı. Tabağımın altından çıkan bir not: ‘Diktafonunuz resepsiyonda, aradığınız takdirde size getirilecektir’. Sevgili okurum, kendim için olduğu kadar senin için de mutluyum, çünkü şimdi sözümü yerine getirebileceğim ve söylediklerimin doğru olup olmadığını değerlendirebileceksin. Ben aramamı gerçekleştirirken, lütfen, bir dakika bekle.

    Buyrun, William. Sen uyurken ben de şarja koymayı düşünmüştüm. İyi eğlenceler dedi, teslim etmeye gelen kız.

    Evet, teşekkür ederim, tadını çıkaracağım, diyerek neşeyle cevap verdim, ama ‘Ne şımarık bir kısrak!’ diye düşünmeden edemedim. Gençlerden bazıları biz yaşlılara, hepimiz morukmuşuz gibi davranıyor. Ve bu beni delirtiyor. Bazılarımızın gerçekten moruklamış olduğu doğrudur, ama hepimiz değil… Yani henüz değil.

    Altına üstüne bakarak tanıdık özellikleri olup olmadığını görmek için Nokia cihazımı kurcalamaya başladım. Basit bir şeydi, tam istediğim şey… Sesli komut ile etkinleştirilebiliyordu. Modern teknolojiye yabancı değildim ama birden aklıma başka bir düşünce geldi. Binlerce rapor yazdım ama hiç biyografi yazmamıştım. Yine, birçok

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1