Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

HER ŞEY KENDİ YERİNDE
HER ŞEY KENDİ YERİNDE
HER ŞEY KENDİ YERİNDE
Ebook103 pages1 hour

HER ŞEY KENDİ YERİNDE

Rating: 5 out of 5 stars

5/5

()

Read preview

About this ebook

Sara kendisinde bir tümör olduğunu öğrendiğinde yirmi yaşına henüz yaklaşmıştır.  Hastalık varlığını tedirgin ederken, bir yandan da ona oyuna dahil olma, planlar yapmaya devam etme, mücadele etme ve aşık olma, hayatını sonuna kadar yaşamak isteme fırsatını verir, öyle ki doktoru Roberto ile olan ilişkisi hastane duvarlarını aşarak gerçek hayatının içine düşer ve hayatı yoğun bir duygu girdabında aşk ve korkunun birbirine dolaştığı bir hale döner. Hastaneye yatışlar, bitmeyen tetkikler, gözyaşları, gülümsemeler, gitmek istemeyen bir hastalığın farkındalığı ve erken yaşta kadın olmak zorunda kalan bir genç kızın fiziksel ve duygusal olarak yeniden doğuşu ile temposu tutulan bir hayattır bu.

LanguageTürkçe
PublisherBadPress
Release dateMay 18, 2016
ISBN9781507130933
HER ŞEY KENDİ YERİNDE

Related to HER ŞEY KENDİ YERİNDE

Related ebooks

Reviews for HER ŞEY KENDİ YERİNDE

Rating: 5 out of 5 stars
5/5

1 rating0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    HER ŞEY KENDİ YERİNDE - GIULIA DELL'UOMO

    Anne ve babama, bana dünün gücünü ve yarının umudunu bahşettikleri için 

    Sandro'ya, gitarının notaları havada özgürce uçtuğu için

    HER ŞEY KENDİ YERİNDE 

    ––––––––

    Sara, tekrar kan almam gerek.  Uzat kolunu.

    Hemşirenin sesi kafamın içinde yankılandığı sırada hala uyuyorum.  Bu bir rüya değil ve ben daha bunun farkına varmadan, damarımı delen bir iğne hissediyor ve kanülün kırmızı renk aldığını görüyorum.  Kolumu bilinçsiz şekilde, belki de otomatik olarak açmışım.

    Tamamdır.  Sıkıca bastır, yara bandı yapıştırayım.

    Tamam, şimdi nerede olduğumu ve kim olduğumu hatırlıyorum. Hemşire odadan dışarı çıkarken esniyorum ve vasat bir enerjiyle yukarıya doğru uzanarak geriniyorum. Pencereden tatlı bir ışık demeti giriyor.  Beni dış dünyadan ayıran bu dört duvarın karanlığında, odanın gölgesinde yolunu buluyor.

    Üstümü örtüyorum ve saate bakıyorum. Saat neredeyse sabahın altısı, neyse ki hala uyuyabilirim. Gözlerimi geri kapatıyorum ve komodinin üzerindeki telefonun sesi beni gerçeğe geri getiriyor. Bir mesaj. Babam.

    Merhaba prensesim. Hiç merak etme, İsa bu yolculukta seni kollayacak. 

    Her zaman bana sabır gerektiğini söyledin babacığım, ama belki de bazen hayat bizi zor sınavlara sokuyor. Bu saatte hala uyanık olmanın nedenini anlıyorum. Endişeler uykuyu kovalayarak gözlerin kapanmasına ve zihnin bağlantılarını kesmesine müsaade etmez; zihin sürekli hareket halindedir, fazlasıyla mevcuttur, fazlasıyla bilinçli.

    Eğer genelde İsa'dan hiç bahsetmeyip şimdi bahsediyorsan babacığım, aslında ona biraz inanıyorsun. Bize yukarıdan bakan ve yardım eden bir Tanrı olduğuna inanıyorsun. Veya Tanrının bunun gibi anlarda bizi zaptettiğine inanıyorsun. Eğer onu bir şey olarak adlandırırsan şurası kesin:  Kendi içine bakıyorsun ve dört elle sarılabileceğin büyük bir şeye ihtiyacın var.  Güçlü bir şeye, esrarına rağmen her zaman var olmuş ve var olan bir şeye. Bilimin sana veremediği şeye. Bunu takdir ediyorum babacığım. Takdir ediyorum. Takdir ediyorum çünkü bana, benim korkumu altetmeye çalışırken sende oluşan korkuyu gösteriyor. Bana prenses demen bile bu korkuyu kovalamak için muazzam bir hediye. Ve bana İsa'nın beni kollayacağını söylediğinde mutlu oluyorum. Öyle olduğunu düşünmek istiyorum. Er veya geç hepsi geçecek. Seni temin ediyor, söz veriyorum.  Kederin ardından sana gülümsemeni geri vermenin bir yolunu bulacağım.  Fırtına geldi, ama bittiğinde adımlarımız daha hafif olacak, daha dengeli olacak, her adımda daha bilinçli ve daha güçlü şekilde ilerleyeceğiz. Bir daha düşmeyeceğiz. Sana söz veriyorum babacığım. 

    Oda arkadaşım derin derin uyuyor. Feci horluyor, korkunç bir gürültü çıkarıyor, neredeyse bir traktörü andırıyor. O yanıbaşımdayken geceleri uyuyabilmem bir tür mucize. Birkaç gün önce ameliyat oldu ve kısa süre içinde taburcu olacak. Şimdi rahatça uyuyor, bu yüzden geceleri küçük bir buldozere dönüşmesine razı oluyorum, ona hiçbir şey söylemiyorum. Ne de olsa bunu hakediyor. 

    Onun korkusu torunlarını bir daha görememekti.  Onunla tanıştığımda, birkaç gün önceydi, bana Biliyor musun, iki muhteşem çocuğun ninesiyim. demişti.  Onlar hayatımın neşesi. Başıma geleni öğrendiğimde, ilk düşündüğüm şey onlar oldu.  Sonra moralsizlik, sonra dehşet.  Sonra dua etmeye başladım.

    Fabiola, onun ismi bu, hastalığının ismini ise asla telaffuz etmez kendisi.  Sanki yokmuş gibi.  Sanki onu sorgulamıyormuş gibi, sanki ona birden ortaya çıkma ve kafasının içinde büyüme hakkı vermiyormuş gibi.  Bir çeşit kendini savunma bu.  Hayatta kalabilmek için bir tercih.  Torunlarım benim için çocuklarımdan iki katı değerliler.  Onları yalnız bırakamayacak kadar çok seviyorum. 

    Ona melankoliyle gülümsüyorum, çünkü her ne kadar isimlendirmesen de, sorunlar maalesef mevcuttur.

    Her insanın hayatında neden? diye sorduğu bir an bulunur. Hepimiz, er ya da geç, belirli bir olay için seçilmemizin nedenini anlamaya çalışarak, varoluşumuzu yüksek sesle sorgularız.  En sevdiğim filmlerden birisi şöyle der: Kimseye altından kalkamayacağı bir şey gönderilmez. 

    Elbette, doğru da olmalı.  Ama ben kadere daha yakından bağlı, daha ince bir şey olduğuna inanıyorum.  İnanıyorum ki her yaşam bir kitapta halihazırda yazılıdır, biz bu kitabın sayfalarını sadece içinde anlatılanlar şekillendikçe çevirebiliriz. Bizler bu evrende her gün gökyüzünü seyrederek cevap arayan hareketli piyonlarız sadece.  Ama belki, bazen, bütün o nedenlerin cevabı, düşündüğümüzden daha basittir.

    Basitçe: Öyle olması gerekiyordu.

    Belki bazılarına basite kaçan, yüzeysel bir çözüm gibi görünebilir, fakat esrarengizliğe bir anlam vermeye ne gerek var ki? Burada, bu hastanenin duvarları arasında, herkes az ya da çok bu soruyu kendisine sormuştur. Şüphesiz çoğu sorgulamayı bırakmıştır.  Duvarları yumruklama, bağırma ve umutsuzca ağlama evrelerinden geçmişlerdir.  Uykusuz gecelerden, internette araştırma yaptıkları, en yakın dostlarının omuzlarını okşadıkları aşamalardan geçmişlerdir.  Ve şimdi dişlerini sıkarak mücadele ediyorlar. Çünkü neden savaşta olduğunun önemi yoktur.  Önemli olan sadece savaşta olmaktır, kolları sıvamak ve tüm hayatının en cesaret gerektiren atlayışını yapmak gerekir.  Boğulup boğulmayacağını, yüzeye çıkıp çıkamayacağını, çıkarsa da ne zaman çıkacağını bilmeden.  Göze alınan bir risktir bu.  Çünkü seçilmiş bir asker olduğunu keşfettiğinde ağlamakla geçirdiğin zamanı sana kimse geri vermeyecektir.  Önden gidebilmek ve kazanmaya uğraşmak için her saniye mühim, her an değerlidir.  Hızlıca koşmak ve hiç nefes almadan kilometrelerce yol gitme cesaretini göstermekten başka taktik yoktur.  Hiç pes etmeden.

    Birkaç gün önce oldu.  Yirmibirinci yaşımın şubatında bir öğleden sonra.  Üniversitedeki dersimden dönüyordum.  Kapıdan kafasını uzattı annem. 

    Sana söylemem gereken bir şey var.

    Annem çok güçlü bir kadındır.  Belki tanıdıklarım arasında en güçlüsü, o kadar ki genelde bana sanki hiç yıkılmazmış gibi bir izlenim verir.  Sorunlara göğüs gerer, zihni her zaman ışıl ışıldır ve rasyoneldir, herşeye çözüm bulmayı, engelleri inceleyip aşmayı başarır. 

    Arkadaşlarım ona benzediğimi, olgun bir beyne sahip olduğumu ve aralarında en güçlü olanın ben olduğumu söylerler. Doğru mu bilmiyorum, tüm benliğimle öyle olmasını istesem de.

    Ama bu sefer duyguları sesini bastırmıştı, gözleri onun yerine konuşuyordu.  Elimi sıktı, yumruğunu benim yumruğumun içinde kapatarak.  Parmaklarımı bırakmadan, kendi parmaklarına dolayarak güçlü güçlü sıkıyordu.  Sonra bana sarıldı ve sakinliğini korumaya çalışarak dedi ki:

    Herşey iyi gidecek tatlım. 

    Neden bahsettiğini anladığımı biliyordu. 

    Onunla benim aramda hep böyle olmuştur, birbirimizin içini okuyabiliyoruz.

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1