Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Bilmukabele Kalbim Kırıldı
Bilmukabele Kalbim Kırıldı
Bilmukabele Kalbim Kırıldı
Ebook148 pages1 hour

Bilmukabele Kalbim Kırıldı

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

'Gönlümün gülleri sadece dikenlerini bıraktı, geçti gitti. Dikenler battıkça ağlar, ağlar ama anlatamaz yüreğim. Günlerin getirdiği mutluluklar olsun gözlerinde. Hüzünler ise an gibi akıp gitmeden tatlı bir sızı salsın yüreğine yalnız benimle...

Ses gibi boşlukta, birden durup aniden dağılıyorum, yansıdığım zaman başka, kırıldığım zaman başka, içimden geçenler başka...Lacivert gecelerden ak sabahlara Perşembelerin kayboluşu; sonraki gelen günlerden önce...

Yada avuçlarının içindeki suyun parmaklarının arasından akıp gidişi gibi Perşembelerden sonraki günlerin kayboluşu...Yanlış sabahlara uyandık.

Yaşanmışlar da bizimdir. Hatıralar bizim. İnsan sever. Sever de böyle mi yaşar?

Öfkesini kumsala boşaltıp geri dönen dalgalar vardır. Hiç oldu mu kaçırdığınız dalgalar gibi sevdiğinizi? Deniz kıyısında bir martıyla konuşurken görüyorlarmış dostlarım beni. Kaptanım ben... Kâğıt gemilerin kaptanı... Bilemezler onların bana hangi zamanlardan ne deli sevdalar getirdiklerini...'

Güncellendi (01.09.2022) : Kelime hataları, Gramer yapısı, Noktalama işaretleri, Cümle düzeni ve Anlam karmaşası tekrar elden geçirildi.

Yazarın Tüm Kitapları:

• Yazgı – Fantastik, Polisiye Olaylar Serisi
• Yıldızlara Seyahat – Zamanı Göstermek Hünerli Bir İştir
• Orta Evren Günlükleri – Ruh Tutucuların Yükselişi
• Orta Evren Günlükleri – Kristal Küre Birliği
• Orta Evren Günlükleri – Evrenin Anahtarı
• Orta Evren Günlükleri – Evrenini İncisi
• Orta Evren Günlükleri – Yok Oluşun Kıyısında
• Ümit Rıhtımı – Kaybolanlar
• Glütensiz Hayat – Tahıl Beyin Özeti
• Yalnızlıklarım – Salih Yıldız
• Bilmukabele Kalbim Kırıldı
• 100 Günde Beşer’i Alem
• Lanetliler Şafağı - Gerçeklerle Yüzleşme Zamanı

LanguageTürkçe
Release dateAug 4, 2022
ISBN9780463315385
Bilmukabele Kalbim Kırıldı
Author

Ceyhun Özçelik

Ceyhun Özçelik, the writter of The Diaries of the Middle Universe, was born in İstanbul, Turkey, in 1975. He started to write his novel series in 2006. It has been 12 years for him to write his bestsellers and still continue. In 2010, he decided to share them to all over the world.He has been living in Marmaris almost for 25 years by finishing his carrier in tourism and he moved to small city called Muğla. He finished his education about tourism and hotel management and public administration.His imagination is always about outer life in space even different universes. He impressed from the other performers too much that he mentioned about it in every book he wrote.'I present this story to the spectacular writers and directors that I have read their stories and watched their films for years, which have influenced my imagination and dream world and took me to wonderful lands'

Read more from Ceyhun özçelik

Related to Bilmukabele Kalbim Kırıldı

Related ebooks

Related categories

Reviews for Bilmukabele Kalbim Kırıldı

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Bilmukabele Kalbim Kırıldı - Ceyhun Özçelik

    ÇOCUKLUK YILLARI BÖLÜM 1

    Günbatımından gelen kızıllık gözlerimi kamaştırıyor. O kadar etkili ki sanki göz kapaklarım açıkmış ve güneşin ortadan kayboluşunu seyrediyormuş gibiyim. Yüzüme gelen kum taneciklerini hissediyorum. Canımı yakmıyorlar, ama gözlerimi açtığımda onların beni kör edeceğinden ölesiye korkuyorum. Annemin sırtındayım. Beni evimizin olduğu ormanlık alana götürüyor. Neden yolda olduğumuzu bile bilmiyorum. Annem yiyecek almak için evden üç kilometre uzaklıkta olan kasabaya gitmiş olmalı. Benim hatırladığım tek şey ise rüzgârın ıslık sesi ve gün batımının kızıllığı. Rüzgâr arttıkça anneme daha sıkı sarılıyorum. Güvendeyim, çünkü o her zaman yanımda, sonsuza kadar.

    Henüz üç yaşındayım ve her iki yanda bana göre devasa görünen çam ağaçlarının eğilerek selam durduğu asfalt yolun üzerinden karşıda bulunan tek katlı ahşap dağ evine doğru ilerliyorum. Doğanın askerleri beni izlemekte... Zararsız olduğumu hissediyorlar sanki. Karıncalar bana yol göstermekle, kuşlar önümde sağa sola uçup şarkılar söyleyerek bana yolu tarif etmekle meşgul. Sonunda bahçeye açılan tahta kapıdan girdim. Annemin heyecan dolu sesini ve bana doğru gelerek sertçe seslendiğini hatırlıyorum. Kızmamıştı, ama gözlerindeki endişenin tarifi yoktu. Eğilerek ellerimi tuttu. Yüzümü sağa sola çevirip bana dikkatle bakarak,

    Ceyhun, bir daha benim haberim olmadan hiçbir yere gitmek yok! Anlaşıldı mı? Beni çok korkuttun! Hadi içeri geç. Ellerini yıka, bir şeyler ye! dedikten sonra evin tahta kapısını gıcırdatarak açıp gözden kaybolmuştu.

    Beş yaşındayım ve evin içinde birbirlerine telaşla bir şeyler söyleyen ve sağa sola koşan birileri olduğunu hatırlıyorum. Ne olduğu konusunda ise hiçbir fikrim yok.

    Sabahın çok erken saatleri ve babamın, Ceyhun, hadi arabayla gezmeye gidelim, ister misin? dediğini hatırlıyorum.

    En çok istediğim şeylerden bir tanesi bu o yaşta. Babam ve arabayla yolculuk… Göstermesem de sevinç çığlıkları atmak üzereyim. Biraz heyecanlandım ve kalbimden gelen güm güm seslerini duyar gibi oldum. Bir terslik olabileceğini seziyorum, çünkü büyüklerden duyduğum kadarıyla kalp düzenli şekilde aynı sesleri çıkarıyormuş. Benimkinde ise güm… güm, güm… güm, güm şeklinde. O an bunu irdelemesem de ki o yaşta bunu sorgulamam mümkün değil, sanki içimde başka biri varmış gibi geldi bana ve o, ben sormasam da, Neden? diyor bana. Neden kalbin böyle atıyor? Hiç önemli değil tabii ne de olsa arabayla yola koyulacağız ve harika bir gün beni bekliyor.

    Ne yola çıktığımızı ne de nereye gittiğimizi hatırlıyorum. Babamın beni Konya şehrine götürüp bütün cami ve türbeleri gezdirdiğini, pazar yerinde bir yerde köfte ekmek yiyip, ayran içerek karnımızı doyurduğumuzu ve akşamüstü geri döndüğümüzü hayal ediyorum. Öyle olmalı, ama bana önemsiz gelmiş ki bunların hiçbiri hafızamda yer etmemiş. O güne dair asıl hatırladığım şey babamın yeni doğmuş olan kız kardeşimi kucaklamasıydı. O, şaşkın bakışlarla etrafa göz atarken babamın yüzünü okşuyor, babam parlayan gök mavisi gözleriyle onu sevgiyle süzüyordu.

    O an anlamıştım sonradan neden babama biraz içerlediğimi. Kardeşime veya bana olan sevgisi, davranışları değildi. Asıl konu onun gök mavisi muhteşem güzellikteki göz rengiydi. Neden benim de göz rengim öyle olmamıştı? Bunu hep sorgulardım. Sinirlendiğinde o gözler koyulaşır ve cam gibi olurdu. Hiçbir şeyin babamın karşısında duramayacağını inanmıştım o zamanlarda.

    Annem, benim babama ve kardeşime bakışlarımı görmüş olmalıydı. Sevgiyle başımı okşayıp bana bir kutu uzatarak, Ceyhun, bak kız kardeşin sana ne getirmiş? dediğini hatırlıyorum. Bu, üzerinde bir helikopter resmi bulunan oyuncak kutusuydu. Henüz anlamamıştım olanları, ama bir kardeşim olduğunu ve bana hediye getirdiğini kavramış, çok mutlu olmuştum. Artık yalnız değildim bir çocuk olarak. Bir kardeşim vardı ve geldiğinde ilk olarak beni düşünmüş, bana bir hediye vermişti. Bundan daha güzel ne olabilirdi ki hayatta?

    O sırada annem, Hadi bakalım şimdi kız kardeşinin ismini koyma zamanı geldi. Sen seçeceksin onun ismini. Olur değil mi? demişti.

    Yavaşça kafamı sallamıştım evet anlamında. Yine çok sevinmiş ve gururlanmıştım. Annemin küçük kâğıtlara bir dergiden okuduğu kız isimlerini yazışını hatırlıyordum. İsimlerin çoğu benimkine yakın seslerden oluşmuş olmalıydı yada hayal gücüm beni bu şekilde olması gerektiğine zorluyordu.

    Ufak lacivert bir keseden bir kâğıt parçası seçtiğimi hatırlıyorum yoksa iki tane miydi? İki olmalıydı, çünkü annem ikisini de açmış ve Bu daha güzel. Tam Ceyhun’a uygun! demişti babama bakarak. O da kucağındaki kız kardeşime bakarak Gülçin, aramıza hoş geldin! demişti.

    Asıl ilginç olan şey bundan sonrasıydı. Bana verilen hediye sadece bir helikopter değil, parçaları tamamiyle ayrılabilen kurmalı bir yapboz helikopteriydi. Saatlerce onunla oynadığımı hatırlıyorum. Günlerce uğraşmış, tüm parçalarını ayırıp birleştirmeyi denemiş, ama başaramamıştım. Daha sonra resme bakarak parçaları yerlerine göre ayırmıştım. Pervane, motor, gövde ve ayaklar; sonra bunları teker teker ele alıp en son birleştirdiğimde olmuş, helikopteri çalışır hale getirmiştim.

    Belki normal biri için bu iş basit gelebilirdi, ama benim beş yaşında bunu yapmam, bir işi yaparken düzenli, sistemli ve disiplinli olmanın ne demek olduğunu öğrenmek anlamına geliyordu ve bittiğinde duyduğum keyif inanılmazdı. Başarmıştım. Başarma kavramı burada bende yer etmiş ve hedefe nasıl ulaşabileceğimi öğrenmiştim. Bununla da kalmamıştı bu deneme. Parçaları birleştirirken zihinsel kavrama yeteneğim ve pratik zekâm da gelişmişti. Kurma kolunu çevirip pervanenin dönüşünü görmek çok mutluluk vermiş, ama hemen öncesinde nefesimi tutmuş ve heyecanlanmıştım. Yine oradaydı güm, güm sesleri. Ağır aksak ritimli, kafasına göre takılan bir ses. Rahatsız etmişti bu düzensizliği hele düzenli ve sistemli olmanın ne demek olduğunu yeni öğrenen bir çocuk için.

    Yeni taşındık. Hâlâ beş yaşının içindeyim ve ilk hatırladığım şey şu: Karşı Beyaz! Karşı Beyaz! Karşı Beyaz… Oooooo! Yeşil! Beyaz! Yeşil! Beyaz! Yeşil! Beyaz! En büyük, Muğla…

    Tahmin ettiğiniz gibi ilk defa babam beni maça götürüyor ve taşındığımız il olan Muğla tribününde maç izlemekteyiz. Benim boyum ufak olduğu için çapraz tel örgülerin içinden bakıyorum maça. Stat ağzına kadar dolu ve ilk defa bu kadar insanı bir arada görmenin verdiği şaşkınlık bir yana tezahüratları dinlemek bende başka bir şaşkınlık yaratıyor. Sahada top oynayanlara gösterilen bu destek ve ilgi beni etkilemiş olmalı. O an maça bakarken daha sonra binlerce kere yaptığım gibi kendimi sahada oynayan bir futbolcu olarak hayal ediyorum, hatta gol bile atıp seyirciye koşuyorum. Çok büyük bir mutluluk olsa gerek diye düşünüyorum. Futbola olan aşkım da burada şekilleniyor.

    Bu, ilk hayal kurma deneyimim. Kendimi kaybetmiş, maçı ve seyirciyi, hatta nerede olduğumu bile unutmuştum bir an. Kendimi gerçeklikten koparmış, başka bir dünyada olduğumu hissetmiştim. İşte hayal gücümün varlığını ve ne kadar etkili olabileceğini ilk keşfettiğim andı bu. Her şeyi hayal edebilirdim; sadece görmem yeterliydi. Detayları en ince ayrıntısına kadar kafamda şekillendirebiliyor, ortamın havasını tüm heyecanı ile kalbimde hissedebiliyordum. Bunun ne anlama geldiğini henüz bilmiyordum, ama zamanla birçok olayda kendini gösterecekti bu özelliğim, hatta kabına sığamayacaktı bir süre sonra. Bunun farkında değildim tabii ki.

    Gözlerim açık, yarı uyanık halde iken yavaşça gerçek hayata dönüp maçı seyretmeye başladım, ama bir terslik yok muydu? Maçta olanlara odaklanamıyordum, çünkü gözlerim sürekli çapraz tellere takılıyor ve başımın dönmesine neden oluyordu. Sanki teller önümde bir sağa, bir sola, bir yukarı bir aşağı hareket ediyordu, ama bir düzensizlik söz konusuydu iyice dikkat ettiğimde. Aynı sırada değildi bu hareketler ve bu beni nedense sinirlendirmiş ve başımın dönmesine neden olmuştu. O gün olanlar yavaş yavaş kendimi tanımama da neden oluyordu. Ben de doğuştan bir obsesif kompulsif bozukluk vardı ve bunun adı simetri hastalığı idi. Bir şeyler istediğim düzende değilse buna katlanamayacak kadar sinirleniyordum. Tabii bu hastalığımı tanımam ve bana olan etkilerini ortadan kaldırmam yıllar sonra olacaktı.

    Henüz çok ufaktım ve keşiflere devam ediyordum. Bir yandan etrafımda olan hayatı ve her şeyi öğrenmeyi çok istiyor öte yandan kendimle ilgili yanlarımı keşfediyordum ve bu iyi de olsa kötü de olsa heyecan verici, güzel bir deneyimdi. Burada kendimle ilgili fark etmediğim bir başka özelliğim de ortaya çıkmıştı, o da keşif yapmanın verdiği hazdı.

    Muğla’da kaldığımız ev, bahçeli evlerden oluşan ve merkeze iki kilometre uzakta olan küçük bir mahallenin ana yola bakan cephesindeydi ve küçük, harika bir bahçesi vardı. O zamanlar hiç aklıma gelmezdi bahçenin ne kadar ev yaşamını etkilediği, ama benim için harika bir oyun alanı anlamına geliyordu. Annemin veya babamın bahçeyle uğraştığını hiç hatırlamıyorum, ama uğraşmış olmalılardı, çünkü her zaman çok düzenli görünüyordu. Muhtemelen annemin bu işte bir parmağı vardı.

    Altı yaşına yeni girmiştim ve babam doğum günü hediyesi olarak bir bisiklet almıştı. Kalın plastik tekerlekli oyuncağa benzeyen bir şey olduğunu hayal meyal anımsıyorum. Her gün mahallenin arka kısmında bulunan dağın bitimine yapılmış küçük bakkala ekmek almaya giderdim bisikletimle. Mahallenin çocukları ile tanışmam da bu sayede olmuştu, ama hiç de iyi bir başlangıç sayılmazdı bu benim için. İlerde olacakların sinyallerini o zaman almaya başlamıştım. Çok kiloluydum hareketli olmama rağmen. Doğduğumda da gerektiğinden fazla kilolu olduğumu ise çok sonraları öğrenecektim. Tosun gibi bir yavru kavramı sanki benim için oluşturulmuştu.

    Yine bisikletimle yola çıkmış, hızla, yani bana göre oldukça hızlıydı, basıyordum pedallara.

    İki zayıf uzun boylu çocuk yolumu kesmiş, Hey, tombilik! Nereye gidiyorsun? diyerek beni durdurmuştu.

    Birinde ince üç tekerlekli yepyeni kırmızı bir bisiklet vardı. O an çocukların bana söylediğine değil bisiklete odaklanmıştım nedense. Benimki o bisiklet yanında basit bir oyuncaktı sadece.

    Sessizce Bakkala dediğimi hatırlıyorum. Bisikleti kullanan yanıma doğru gelerek, Yarışa var mısın bakkala kadar? dedi.

    ÇOCUKLUK YILLARI BÖLÜM 2

    Daha altı yaşındaydım ve yarış kavramı henüz oturmamıştı kafamda, ama bakkala kadar gidersek ve onu geçersem saygılarını yada arkadaşlıklarını kazanacağımı düşünmüş olmalıydım cevap verirken.

    Tabii! dedim kendime güvenerek. Ne de olsa her gün bakkala son hızla gidiyordum ve idmanlıydım.

    Üç deyince başla! Hazır mısınız? dedi diğeri. İkimiz de kafamızı sallayarak onayladık.

    Diğer çocuk saymaya başladığında bisikletin gidonunu ne kadar sıktığımı hatırlıyorum. O an kendimle ilgili bir başka özelliği fark etmiştim. Amacım onların arkadaşlığını veya saygısını kazanmak değildi. Hem

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1