Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Aşk, Sevgi, Merhamet
Aşk, Sevgi, Merhamet
Aşk, Sevgi, Merhamet
Ebook123 pages1 hour

Aşk, Sevgi, Merhamet

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Sevgi içimdeki en büyük ihtiyaçtı. Belki çocukluğumdan kalan belki de en baştan beri ruhumla var olan bir ihtiyaçtı bu. Öyle ki, sanki nefessiz kalıyormuşum da göğsümü ne kadar doldurursam doldurayım daha derin nefes almam gerekiyormuş, aldığım nefes yetmiyormuş gibi...


Ruhum aç, ne yedirirsem yedireyim doyuramıyormuşum gibi.


Kısacası aşka muhtaç, sevgiye muhtaç...


Sevgiyi sevenlerdendim ben.

LanguageTürkçe
Release dateMay 17, 2023
ISBN9786258196412
Aşk, Sevgi, Merhamet

Related to Aşk, Sevgi, Merhamet

Related ebooks

Reviews for Aşk, Sevgi, Merhamet

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Aşk, Sevgi, Merhamet - Chimnaz Sheykhzade

    1. Bölüm

    Sevgi içimdeki en büyük ihtiyaçtı. Belki çocukluğumdan kalan belki de en baştan beri ruhumla var olan bir ihtiyaçtı bu. Öyle ki, sanki nefessiz kalıyormuşum da göğsümü ne kadar doldurursam doldurayım daha derin nefes almam gerekiyormuş, aldığım nefes yetmiyormuş gibi... Ruhum aç, ne yedirirsem yedireyim doyuramıyormuşum gibi. Kısacası aşka muhtaç, sevgiye muhtaç... Sevgiyi sevenlerdendim ben.

    İzmit’te çalıştığım Fulya Görüntüleme Merkezinde sıradan bir iş günüydü. Yoğunluğun kısmen daha az olduğu öğleden sonra saat üç civarında Doktor Arif, ben ve teknisiyenimiz Ela rapor odasında günün son işlerini bitirmeye uğraşıyorduk. Kapı çaldı ve odaya biri girdi. Sırtım kapıya dönük olduğundan gelenin kim olduğunu görememiştim. Birinin Arif’e yaklaşıp selam verdiğini duydum. Bu ses tanıdıktı. Arif’in cevabıyla o olduğundan emin oldum.

    Ooo Celal nasılsın? Ne zamandır yoktun ortalıklarda. Nerelerdeydin?

    Celal... Arkamı dönüp baktım. Evet, oydu. Üniversiteden beri görüşmediğim sınıf arkadaşım. O da beni gördü. Tanıdı. Önce bir duraksadı sonra bir anda yüzüne korkunç bir keder yayıldı. Gözlerinde yaşlar birikmeye başladı. Onun bu hâlini görünce kalbim sıkıştı. Günahkâr vicdanım bir şeyler yapmam gerektiğini söyledi. Onun arkadaşının yanında ağlamasına, küçük düşmesine izin veremezdim. Ayağa kalkıp yanına gittim.

    Selam Celal. Nasılsın?

    Nefessiz kaldığını, konuşmaya çalışıp konuşamadığını görebiliyordum. Tabii Arif de hiçbir şey söyleyemeden öylece kalakalmıştı. Karşımda çaresizce duran eserimden utandım. Gözlerimi kaçırdım. Hemen kendimi toparlamam, bir şeyler yapmam lazımdı.

    Ne kadar çok oldu görüşmeyeli. Hadi bir kahve ısmarlayayım sana, ne dersin? derken sesimden durumun anlaşılmaması için sesimi kontrol etmeye çalışıyordum.

    Olur, tabii ki de!

    Celal’i kolundan tutup Arif’le vedalaşmasına bile izin vermeden odadan çıkardım. Çıkarken geri dönüp Arif’e gülümseyerek Geri getireceğim, dedim. Hastanemizin bahçesindeki hepi topu sekiz masası olan küçük kafeteryaya indik. İçerisi tenhaydı, girip boş bir masaya oturduk. Garson hemen yanımıza geldi.

    Merhaba Sinem hocam, nasılsınız? Ne alırdınız?

    Daha İki sütlü kahve derken cüzdanımı yanıma almadığımı fark ettim. Celal’e, Ismarlaması benden, ödemesi senden, dedim. Gülümsedi.

    Ya kusura bakma. Çıkarken cüzdanımı yanıma almayı unutmuşum ama söz bir dahakine ben ödeyeceğim, dedim.

    Gözleri yine doldu. Acıklı bir iç çekti. Tüm bunlar bana nasıl hissettiğini anlatmaya yetti. Gözlerine bakınca benim de gözlerim doldu. Onu incelemeye koyuldum.

    Celal uzun boyluydu, biraz etine dolgun, azıcık koyu tenli, siyah iri gözlüydü ve artık kırklarına merdiven dayamıştı. Yüzündeki hasret ifadesi o kadar belirgindi ki acaba çevremizde tanıdığım birileri var mı, bana böyle baktığını görüyorlar mı diye etrafıma bakındım. Bu yüzü, bu bakışları kim görse bana karşı bir şeyler hissettiğini anlardı. Bunu benden başka kimsenin, en azından çevremin bilmesini istemiyordum. İnsani bir içgüdüyle bu aşkı hissetmek tüm ruhumla beni mutlu etse de onun acı çektiğini görmeye dayanamıyordum. O yüzden ortamı yumuşatmak için bir şeyler geveledim.

    Görmeyeli nasılsın Celal?

    İyi.

    Bunu alaycı bir gülümsemeyle söylemişti. Gözünden bir damla yaş düştü düşecek gibiydi. Gözümü ondan ayırıp masaya diktim. Garson kahveleri masaya koyarken Celal fırsattan istifade gözlerini ovuşturdu. Garson gittikten sonra merakla sordum:

    Nelerle uğraşıyorsun?

    Bir ilaç firmasında çalışıyorum.

    Evlendin mi? Çocuğun var mı? Nedense bu soruları hızlıca sorup geçiştirmek istedim.

    Hayır, evlenmedim.

    Tembel! O an diyecek başka söz bulamamıştım. Celal gözlerimin içine baktı. Sanki emin olmak istiyordu. Gerçekten bu cevabın karşısında bunu mu düşünüyordum? Evlenmemesinin sebebi tembellik miydi?

    Sustu ve gözleri yeniden doldu. Bu defa yaşlar durmadan akıyordu. Onu böyle görünce ben de ağlamaya başadım ve Çok üzgünüm, diyebildim. Sana yaşattığım onca acı için çok üzgünüm. Seni üzmeyi hiç istemedim. O zaman yapacak başka bir şeyim yok diye düşünmüştüm. Acı çektiğini anlayabiliyordum ve bunu asla istemiyordum. O zamanki aklımla bu duruma kendimce çözüm bulmuştum. Benden nefret edersen acın son bulur diye düşünmüştüm.

    Tamı-tamına 24 yıl sonra bu konuyu onunla ilk kez konuşuyorduk. Belki de bunun verdiği mutlulukla karşımda bir anda kuş gibi hafifledi. Biraz önce yaşlar boşanan gözlerinin içi mutlulukla parladı.

    Gerçekten senden nefret edebileceğimi mi düşünüyordun? Yani o kadar... Sustu.

    Sessizce ağlamaya başladık yine. Aynı geçmiş için iki farklı nedenle ağlıyorduk. Yüzünden apaçık belliydi benim gibi o günlere döndüğü, olup bitenleri bir daha hatırladığı...

    ***

    Her şey üniversitenin ilk günü, 1998 yılının Eylül ayı ilk ders günü başlamıştı. Hepimiz çok heyecanlıydık. Tüm tıp fakültelerinde olduğu gibi okuduğumuz Ege Üniversitesi Tıp Fakültesinin ilk dersi de anatomi dersiydi. Her şeyin henüz çok yeni olduğu o ilk gün anatomi hocamız ne sebepten bilinmez bize tek tek matematik konusundaki fikirlerimizi sormuştu. Sıra bana gelince, Matematiğe aşığım, dedim. Yeni sınıf arkadaşlarım bu cevap karşısında gülüştüler ama o gülüşmelerin arasında arkadan bir ses, Ben de aşığım, dedi. Baktım, Celal’di. İlk kez göz göze geldik. Gülümsedi.

    Birinci sınıfta pratik derslere Celal’le farklı gruplarda giriyorduk. Sadece seminerlerde aynı anfide oluyorduk. Onda da bayağı mesafeliydik çünkü geleneklerimize göre oğlanlarla kızlar mecbur kalmadıkça pek iletişim kurmazlardı. İlk yılda bu pratik dersleri bizim isteğimiz dışında yönetim kurulu oluştururdu. Ancak ikinci yıldan itibaren buna müdahil olma imkânımız vardı ve Celal bu imkânı sonuna kadar kullandı. Öyle ki bir arkadaşını da alıp bizim gruba geçti. Sonrasında bir de baktım ki Celal’le bayağı yakın olmuşuz. Hatta herkes bizi sevgili sanıyordu ve bunda Celal’in katkısı da büyüktü. Henüz bana açılmaya cesaret etmediğinden -benim ona hep arkadaş gözüyle baktığımı gayet iyi biliyordu- herkesin böyle düşünmesinin onu amacına yaklaştırdığını düşünüyordu. Bu durumdan muzdariptim çünkü ona karşı dürüst olmaya çalışıyordum. Ona olan arkadaşça duygularımın değişmeyeceğinden emindim. Bu nedenle aramızdaki bu durum bu şekilde kalamazdı. Zamanla kontrolümü kaybedebilir, her şey istemediğim şekilde gelişebilirdi. Diğer taraftan da bu işin sonunda Celal’in üzüleceğini, durum böyle devam ettikçe umudunun artacağını, umudu ne kadar çok olursa üzüntüsünün de o kadar çok olacağını kestirebiliyordum. Ona çok değer verdiğimden bunu hiç istemiyordum. Her ne olursa olsun onu arkadaş olarak çok seviyor ve ona değer veriyordum. Çok düşündüm ve kendimce bir karar verdim.

    Seminerlerin birinde yanına gittim. Ders arasıydı, arkadaşlarıyla laflıyordu. Söyleyeceklerimi tüm sınıfın duymasını istediğim için aralarına daldım. Gözlerinin içine bakıp gayet yüksek bir ses tonuyla söze girdim.

    Celal, kulağıma ikimizle ilgili hiç istemediğim söylentiler geliyor. Etrafımda pek çok erkek arkadaşım var ama görüyorum ki seninle bu arkadaşlığı daha fazla yürütemeyeceğiz. Artık benimle konuşma, bitti!

    Cevap vermesine bile imkân tanımadan hızlıca amfiyi terk ettim. O günden sonra onunla bir daha hiç konuşmadım. Göz teması bile kurmadım. O zaman da farkındaydım fakat bunu yaparken Celal’i ne kadar üzdüğümü ancak şimdi tam anlamıyla kavrayabiliyorum. Kalbi kırılmış, çaresiz kalmıştı.

    İlk günlerde bu konuşmayı niye böyle durup dururken yaptığımı anlamaya çalışmıştı. Bölümden kız arkadaşlarıma gitmiş, acaba onlar mı bir şeyler söyledi diye sormuştu. Onlar alakalarının olmadığını söylediklerini anlatmışlardı bana. Arkadaşına gitmiş, o da bir neden bulamamış. Çok üzülmüştü, ortak arkadaşlarımızın söylediğine göre geceler boyu ağlamıştı fakat ben kararlıydım. Asla yumuşamayacaktım çünkü biraz merhamet göstermem bile ona umut verecek ve sonunda yine onu bu kez daha da derinden üzecektim. Bir nevi kaderiyle yalnız bırakmıştım onu. Duygularını benim dışımda herkese söyleyebiliyordu. Bir tek bana ulaşamıyordu.

    Bir gün kaldığım yurttaki odama bir kız geldi. Kendini Celal’in akrabası olarak tanıttı. Onun beni çok sevdiğini, ailesinin de beni gelini gibi gördüğünü söyledi. Ben konuyu değiştirip kızın fazla konuşmasına izin vermedim. O da durumu anladı, kısa kesti ve bir daha o kızı hiç görmedim.

    En zoru aynı ortamda olduğumuz zamanlardı. Bulduğu her fırsatta arkama oturuyordu. Nefesini hep ensemde hissediyordum. Arkadaşıyla imalı konuşmalar yapıyor, sürekli bir şekilde duygularını dile getirmeye çalışıyordu. Hep aynı şarkıyı söylüyordu.

    "Ne güzel helq eleyib yaradan seni kara gile, yaradan seni.

    Götürüb ben kaçarım aradan seni kara gile, aradan seni..."

    Hiçbir zaman âşık olmamış, hiçbir zaman bu kadar çok sevilmemiş biri olarak bu aşk karşısında gururum okşansa da onun bu halini gördükçe kalbim acıyordu. Onun kalbini duyabiliyordum. Karşılıksız aşk aşkların en zorudur, bilirsiniz. Karşılıksız aşkta mutluluk, hayaller, anılar olmaz. Umut hiç olmaz. Aşk, bir yandan

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1