Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

iyi Gelen Yazılar
iyi Gelen Yazılar
iyi Gelen Yazılar
Ebook207 pages1 hour

iyi Gelen Yazılar

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Bir yazarı, sokakta çevirip diyorlar ki:
"Ah, sizin kitaplarınız bana ne iyi geldi. Bütün hayatım değişti diyebilirim."Yazar da diyor ki: "Gerçekten mi? O zaman ben de bir okuyayım onları!"
Ben de aslında her pazar günü oturup, ilk başta kendime iyi gelmesiniumduğum bir şeyler yazıyorum.
Sonra siz okuyorsunuz yazdıklarımı... İşte o günlerden birinde beni sokakta çevirip,"yazılarınız bana çok iyi geliyor"dediğiniz için, kitabın adınıİyi Gelen Yazılarkoyduk...
Ben de şu yazar gibi, ta en başından teker teker okuyacağım yazılarımı.Yine de, başkasına iyi gelmek kadariyi gelmeyecek bana, biliyorum.Çünkü o hissi geçebilen bir şeyerastlamadım henüz.
LanguageTürkçe
Release dateJul 11, 2023
ISBN9786050966060
iyi Gelen Yazılar

Related to iyi Gelen Yazılar

Related ebooks

Reviews for iyi Gelen Yazılar

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    iyi Gelen Yazılar - Nil Karaibrahimgil

    DOĞAN KİTAP TARAFINDAN YAYIMLANAN DİĞER KİTAPLARI:

    https://www.dogankitap.com.tr/yazar/nil-karaibrahimgil

    İYİ GELEN YAZILAR

    Yazan: Nil Karaibrahimgil

    Bu kitaptaki yazıların büyük çoğunluğu Hürriyet gazetesi Kelebek ekindeki yazılarından derlenmiştir.

    Editör: Handan Akdemir

    Yayın hakları: © Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. A.Ş.

    Bu eserin bütün hakları saklıdır. Yayınevinden yazılı izin alınmadan kısmen veya

    tamamen alıntı yapılamaz, hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz ve yayımlanamaz.

    Dijital yayın tarihi: /Haziran 2020 / ISBN 978-605-09-6606-0

    Kapak fotoğrafı: Pemra Ataç Açıktan

    Kapak tasarımı: Serdar Erener, Uğurcan Ataoğlu

    Kapak grafik tasarımı: Talip Özer

    Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. A.Ş.

    19 Mayıs Cad. Golden Plaza No. 3 Kat 10, 34360 Şişli - İSTANBUL

    Tel. (212) 373 77 00 / Faks (212) 355 83 16

    İyi Gelen Yazılar

    Nil Karaibrahimgil

    İnsanın bir yanı delik bir yanı düğme

    ve kendi kendine iliklenemez kimse.

    Önsöz

    Bir yazarı, sokakta çevirip diyorlar ki: Ah, sizin kitaplarınız bana ne iyi geldi. Bütün hayatım değişti diyebilirim. Yazar da diyor ki: Gerçekten mi? O zaman ben de bir okuyayım onları!

    Ben de aslında her pazar günü oturup, bana iyi gelmesini umduğum bir şeyler yazıyorum. Yazarak anlıyorum kendimi. Yazarak kokluyorum, duyuyorum, dokunuyorum. Yazarsam biraz daha derli toplu duruyor hayat. Sonra unutuyorum. Hiç değişmeyip, aynı şeyleri yapmaya devam ediyorum hatta... Bazı konularda defalarca yazmam ondandır.

    Sonra sen okuyorsun yazdıklarımı. Bazen aradığını bulamıyorsun, bazen de tam aradığın şeyi buluyorsun. İşte o günlerden birinde beni sokakta çevirip, Yazılarınız bana çok iyi geliyor dediğin için, kitabın adını İyi Gelen Yazılar koydum.

    Sen öyle dedin diye, ben de şu yazar gibi, ta en başından teker teker okuyacağım yazılarımı. Yine de, başkasına iyi gelmek kadar iyi gelmeyecek bana biliyorum. Çünkü o hissi geçebilen bir şeye rastlamadım henüz.

    İlk tesadüfle ilk dilek

    Tesadüfen, tamamen tesadüfen.

    Çocuğu olmuşum Suavi’yle Berin’in.

    Doğmuşum bir sonbahar günü Ankara’da.

    İsmimi Nil koymuşlar.

    Tesadüfen, tamamen tesadüfen.

    Çocuğu olmayıvermişim Aneni ve Banga’nın, doğmamışım bir yaz akşamı Harare’de.

    Bu yüzden ismim Shona değil.

    Peki her şey bu kadar tesadüfken, insanlığı bir yana bırakıp bu kadar kimlik bağımlısı olmamız niye?

    Niye milletler, renkler, diller, dinler, cinsiyetler bizi küme küme ayırıyor?

    Sen gel buraya.

    Sen orada kal.

    Hey sen oradaki, burası senin yerin.

    Dışarıdan görünen biz’le, içeriden gördüğümüz biz çok farklı değil miyiz? Siz söyleyin.

    Söyleyin, içimizde saf insani hasretler, sevgiler ve korkular yok mu?

    Dışımızda tırnak var, hem de 10 tane.

    İçimizde tırnak yok hem de hiç.

    Dışımızda sessizken, içimizde gümbür gümbür davul çalan bir kalp.

    Dışımız bir şey yapar, içimiz yapma der.

    Dışımız renk renk ama içimiz pembe.

    Hepimizin içi pembe.

    Tıpkı denizin üstü ve altı gibi.

    Denizin üstü rüzgârla dalgalanır ama balinaya hiç fark etmez bu.

    Tırnakları bu yüzden hiç anlamadım ben.

    İnsan olsak, hatta iyi insan olsak yeter de artar.

    İyi insan olalım biz en iyisi.

    İlk dileğimiz bu olsun.

    Çocuklarımız iyi insan olsun yeter diyebilelim.

    Şu okula girsin, şunu ezsin, buraya tırmansın demeyelim.

    Demesek de duydukları şeyler çok. Beklentimiz iyi biri olmaları olsun.

    İyi insanların da tırnakları var ama onu toprağı kazıp tohum bırakmak için, bir lekeyi çıkarmak için, kaşınmak için ya da sıkışan bir şeyi açmak için kullanırlar.

    Önemli olan kendini nasıl kullandığın, ömrünü nasıl yaşadığın.

    İnsan bir gün bile kendine, Mutlu musun, değilsen ne yapmak isterdin peki? diye sormayı bırakmamalı.

    Her insanın ilk işi bu olmalı.

    Peşini bırakmamalısın, yakanı bırakmamalısın.

    Kendini başkalarında eritip, hayatı geçen bir rüzgâr gibi kabul etmemelisin.

    Hayat rüzgârsa, yelkenini açacaksın. Talihini merakla ve yılmadan yaşayacaksın.

    Buranın masalı da bu.

    İyi insan olursan da bunları yaparken yalnız olmayacaksın. Yanında bir sürü el olacak.

    Bambaşka bir yerde, bambaşka bir isimde, bambaşka bir dünyaya doğabilirdim.

    Kucağımda yavrumla bir mülteci teknesine binmek tek umudum olabilirdi.

    Bu akşam yiyecek bir şeyim olmayabilirdi.

    Tenimden dolayı ya da başka bir dil konuştuğum için bir kamyona bindirilip, bilinmeze doğru yol alıyor olabilirdim.

    Bunları düşündükçe, herkesle insanlık adresinde buluşmayı hayal ediyorum.

    Şu ilk tesadüfü unutmadan.

    Şu ilk dileği unutmadan.

    Talihin rüzgârlarında, yelken açmaktan korkmadan.

    Kendine teşekkür

    Geçenlerde kendime bugüne kadar hiç teşekkür etmediğimi fark ettim. Çayı getiren garsona etmişim, yol tarif eden esnafa etmişim, iltifat edip yanağımı kızartana etmişim. Kendime bir teşekkürü çok görmüşüm. Hiç etmemişim. Şikâyet etmişim. Kendime kendimi şikâyet etmişim bol bol. Geceleri, o gün yaptığım irili ufaklı hataların çivilerinde uyumuşum. Uyumadan dualarda herkese ve her şeye teşekkür etmişim, kendimi atlamışım. Sanki bensiz bütün bunları yaşamak mümkün olurmuş gibi.

    Kendimizi eleştirmeye teşne olup, övmeye uzak durmamız belki de milyon yıllık bir düşünce sisteminden. Sürekli bir düzeltme ve çekidüzen verme üzerinde odağımız. Neyimiz yok, neyi yapamadık, o işi niye kıvıramadık... Bunlar meşgul ediyor kafamızı. Sanki hayatta kalmak ayakta kalmak demekmiş gibi. Değil ki! Hayatta kalmak, yaşadığımız her gün bazen üzerinde hiç düşünmeden yapıverdiğimiz şey. Ayakta kalmaksa bir mücadele. Hayattayken, ayakta kalmak da var, yere kapaklanmak da. Kapaklanmayı tanımayan, kalkmayı öğrenemez. Kapaklanmamak için yürürsen, yoldan bir şey anlar mısın? Yürüyebilmeye teşekkür eder misin?

    Acaba her gün kendimize bir teşekkür metnimiz olsaydı ve onu bağıra bağıra hiç kimseye okusaydık ne yazardı?

    Sevgili benciğim;

    Bugüne kadar bana yaşattığın bunca güzellik için teşekkür ederim. Zor günlerimde geçecek canımın içi, geçecek, merak etme diye gözlerimin içine bakıyorsun aynadan. Bazen sana inancımı kaybettiğimde, küsüp sırtını dönmüyorsun. Baştan almayı biliyorsun sen. Bana hep güzel kitaplar okuyorsun, beni çok sevenlerle yaşıyorsun, bana şarkılar söylüyorsun. Beni yazıyorsun. Yazmadan bazen duyamıyorum kendimi. Belki de insan kendini sadece okuyabiliyordur da duyamıyordur. Sesli günlük olur mu?

    Yine de bunca ses içinden, sesimi ip gibi incecik aktığı günlerde bile, bana duyurduğun için çok teşekkür ederim. Hakkımda denilen her şeye inanmadığın için. Aynada beni görüp beğendiğin için. Yolumdan saptığımda uyardığın için çok teşekkür ederim sana.

    Karanlık günlerde, o derinlerdeki balıklar gibi ne yapıp edip, fenerimizi yakıp yol aldık seninle. Derin nefeslerdi tek çıkış yolumuz. Elimi tuttun. İyi ki iki elim var, el ele tutuşabiliyoruz. Sen benim dirayetim ve kifayetimsin. Tek bir gün bile başkası olmayı düşlemedim. Yine gelsem yine Nil olur, yine dizlerine kapanıp, sana bütün bu yaşattıkların için teşekkür ederim.

    Yaptığın tüm delilikler, saptığın tüm alışılmadık yollar ve aldığın tüm riskler beni ben yaptı en nihayetinde. Hep bildik biz çünkü seninle: limanda durup, kaderinin rüzgârlarına yelkenlerini açmayan yaşamış olmaz.

    Sadece hayatta olmuş olur.

    Beni yaşattığın için çok teşekkür ederim sana.

    Bir emoji yeter mi

    duyguları anlatmaya?

    Ona uzun süre emojili mesaj atmadım. Bizim aşkımız cep telefonundan bile eskiydi. Biz bilirdik kâğıt kalemle aşkı anlatmayı. Hem de hiç gülücük koymadan. Bu gelenek bozulmasın diye, üzüldüğümde bile iki nokta üst üste ve aç parantezden mutsuz surat yapmadım ona. Emojiler elimin altında her duygunun logosu gibi dururken, birini bile seçip cümlelerin arasına serpiştirmedim.

    Başkalarına kullandım ama ne yalan söyleyeyim. Bol kalpli ve dua eden elli mesajlara mesela, ben daha fazlasıyla cevap veriyordum çoğu zaman. Emojiler fazla değildiler ama çok çok koydun mu, birine çiçek göndermiş gibi olurdun.

    Sonra belli emojileri kullanmamak ya da farklı rengini kullanmak moda oldu. Mesela mor kalp. Mesela çiçek değil de daha Nordik duran yaprak... Daha hayal gücü sevenlere tek boynuzlu at... Ben yine de kalbin koyu kırmızısını ve kırmızı elbisesiyle dans eden kadını her şeye yeğlerim. O kadın hiçbir şeyi takmadan dans ediyor. Mesaj ne olursa olsun, onu koyarsan dans eder. Ve dans ettirir de. Öyle de bir gücü var. Ama mesela aradığım gülüş yok onca gülüş arasında. Yanağı pembe fazla sevecen, kahkahalılar çok sulu, diğerleri de ya dişli ya da antipatik. Gerçek bir sevinç göremiyorum onlarda. İki nokta üst üste koyar sonra da defalarca kapa parantez yaparak gülerim daha iyi. Nazar boncuğu severim ama emojisini sevmiyorum. Sanki olmuyor dijitali o işin.

    Güneş gözlüklü biri var aralarında. O da hiçbir şeyi takmıyormuş gibi. Sinirime dokunuyor. Cool kelimesiyle iyi gidiyor ama onu koyacağıma, normal gözlük takmış akıllı bıdığı tercih ederim. O da dişlek ama olsun. Öbür umurumda mı dünya emojisinden iyidir. Ayrıca insan emojinin bile duygusunu anlamak için, gözlerinin içini görmek istiyor. İki noktadan ibaret olsa da.

    Kelebek her şeye oluyor dedi bir arkadaşım, oluyor hakikaten. Fakat onun mavisini beğenmiyorum. Fayans gibi geliyor bana o.

    Neyse ne diyordum, ona emojili bir şey atmıyorum hâlâ. O da bana atmıyor. En fazla parantezli gülüyoruz ya da kendimize ait noktalamalardan oluşan bir sembolik dil var, öyle anlaşıyoruz. Yani öpüceksek de, o şekerim diye kıpkırmızı bir rujla öper gibi hissettiren emojiyle değil de, başka bir işaretle öpüyoruz. Herkesi öptüğümüz gibi öpemeyiz ya birbirimizi.

    Herkese aynı emoji aynı duygulara götürmez mi bizi? Azaltmadı mı yoğunluğunu sevginin o balon kalp? Dua eden el yetti mi anlatmaya bazı şeyleri? Öpücük kelimesi daha güçlü değil mi o ağzından kalp çıkararak öpen surattan. Sarılanı hiç söylemiyorum bile, sarılmaktan çok birini itiyormuş gibi duruyor elleri. Kolları uzanmıyor, elleri iki yanına yapışmış. Sarılsa da sımsıkı sarılmak mümkün değil onunla.

    İşte bu yüzden emojisiz daha iyi bizim emoji dünyamız. Üç beş şekil yapacağımıza, iki üç satır cümle yazıyoruz, iyi geliyor bu kısaltmalar sözlüğüne dönmüş sohbetler arasında. Gerçek bir şeyler duyuyoruz sanki gürültünün içinde.

    Herkese tavsiyem, emoji kullanmadan yazıştığı birini bulması.

    Hem de acilen:)

    Herkes kendi hayaline

    Okulumuzda dâhi bir çocuk yok demiş okul müdürü ve salonda bir ölüm sessizliği... Nasıl yani, ya benim oğlum? Peki benim kızım? iç sesleri dışarı taşmış boğazların düğümünden. Onları rahat bırakın. Bizi de rahat bırakın demiş okulun müdürü. Benim özel çocuğum özel muamele görsün diyen veliler ak düşürmüş,

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1