Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Orta Evren Günlükleri
Orta Evren Günlükleri
Orta Evren Günlükleri
Ebook396 pages10 hours

Orta Evren Günlükleri

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Değerli Okuyucu;
Bu kitap serinin ilk kitabıdır. Diğerleri sırasıyla 'Kristal Küre Birliği', 'Evrenin Anahtarı', 'Evrenin İncisi' ve 'Yok Oluşun Kıyısında' adlı kitaplardır. Bilgilerinize...

Güncellendi (01.09.2022) : Kelime hataları, Gramer yapısı, Noktalama işaretleri, Cümle düzeni ve Anlam karmaşası tekrar elden geçirildi.

Dünya, renklerin her türünü doğasında barındıran, okyanusları, atmosferi ve canlı yaşamına imkân veren muhteşem olanakları ile evrenin en nadir gezegenlerinden birisidir. Üzerinde yaşayan canlılarla mükemmel bir şekilde uyumlu, dengeli bir ahenge sahiptir, ama yaşayan her canlı için yaşamını sürdürdüğü yer öyle değil midir? Dünya üzerinde yaşamanın ve bunu sürdürmenin bu canlılar için ne kadar önemli olduğu aşikârdır, öyle ki yaşayan bir canlının son nefesi bile yeryüzünün geri dönüşüm mekanizması ile yeni bir canlının farklı yollarla bu ölümden faydalanmasına olanak sağlar.

Dünyanın ender bulunan gezegenlerden biri oluşunun tek sebebi yaşam döngüsünü koruması değil, birlikte olduğu gezegenlerle oluşturduğu birliktelikte emsalsiz şekilde oluşan sarı güneş sistemine dâhil olmasıdır. Evrenin üç ayrı bölümü olduğunu ve güneş sisteminin evrenin merkezinden uzak, ender bulunabilen bir yerde olduğunu düşünürsek, bu sistemde canlıların yaşamasına olanak sağlayan ve enerjisini bu güneşten alan gezegenin neden bu kadar değerli olduğunu anlayabiliriz.

Evrenin bu bölümüne üst evren denir. Dünya dışında enerjisini sarı bir güneşten alan birçok sistem vardır. Ancak sürekli bir yaşama olanak sağlayan, eşine az rastlanır bir döngüsü olan ve bu sayede hayatın yaratıcılığını üstlenmiş bir yerküre olduğundan dolayı Dünya, boyutları herhangi bir ölçüm parametresiyle belirlenemeyen bu geniş evrenin korunması gereken en nadide incisidir.

Çektiği her nefeste yeryüzünün bahşettiği bu hayatı yaşayan insanoğlu, bu paha biçilmez yaşamı sürdürmek için elinden gelen her şeyi yapması gerektiğinin farkında değildi. Öte yandan, orta evrende bulunan ve mavi güneş sistemlerine dâhil olan canlılar, altevrenden gelen acımasız varlıklara karşı gezegenlerini ve sistemlerini korumak için her şeyi yapacaklardı.

Yazarın Tüm Kitapları:

• Yazgı – Fantastik, Polisiye Olaylar Serisi
• Yıldızlara Seyahat – Zamanı Göstermek Hünerli Bir İştir
• Orta Evren Günlükleri – Ruh Tutucuların Yükselişi
• Orta Evren Günlükleri – Kristal Küre Birliği
• Orta Evren Günlükleri – Evrenin Anahtarı
• Orta Evren Günlükleri – Evrenini İncisi
• Orta Evren Günlükleri – Yok Oluşun Kıyısında
• Ümit Rıhtımı – Kaybolanlar
• Glütensiz Hayat – Tahıl Beyin Özeti
• Yalnızlıklarım – Salih Yıldız
• Bilmukabele Kalbim Kırıldı
• 100 Günde Beşer’i Alem
• Lanetliler Şafağı - Gerçeklerle Yüzleşme Zamanı

LanguageTürkçe
Release dateApr 28, 2020
ISBN9780463162590
Orta Evren Günlükleri
Author

Ceyhun Özçelik

Ceyhun Özçelik, the writter of The Diaries of the Middle Universe, was born in İstanbul, Turkey, in 1975. He started to write his novel series in 2006. It has been 12 years for him to write his bestsellers and still continue. In 2010, he decided to share them to all over the world.He has been living in Marmaris almost for 25 years by finishing his carrier in tourism and he moved to small city called Muğla. He finished his education about tourism and hotel management and public administration.His imagination is always about outer life in space even different universes. He impressed from the other performers too much that he mentioned about it in every book he wrote.'I present this story to the spectacular writers and directors that I have read their stories and watched their films for years, which have influenced my imagination and dream world and took me to wonderful lands'

Read more from Ceyhun özçelik

Related to Orta Evren Günlükleri

Titles in the series (5)

View More

Related ebooks

Reviews for Orta Evren Günlükleri

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Orta Evren Günlükleri - Ceyhun Özçelik

    KAYIP GEZEGEN 1

    Üst Evren / Dünya Gezegeni / 2050

    2050 yılı, dünya yaşamındaki belki de en önemli gündü, çünkü insanoğlu sonunda, kendini yenileyen ve hayatın sınırsızlığını kanıtlayan bu muhteşem kara parçasını yok olmanın eşiğine getirmeyi başarmıştı.

    Dünya birçok yönden gelişmekte idi ve insanlar sınırlarını test etmeye devam ediyordu. Yeni bir çağa adım atılmak üzereydi. Bu çağ teknoloji çağının son aşamasıydı ve makineleşmenin boyutları inanılmaz düzeye gelmiş, insan ürünü olan her şey artık makine haline gelmişti. Neredeyse her şey!

    Gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkeler ise çağa ayak uyduramıyor, yavaş yavaş kaynaklarını satarak yok olmaya başlıyorlardı. Savunması çok güçlü olan devletler tarafından kontrol altına alınmaya başlayan bu ülkelerde yaşayanlar, ikinci dünya vatandaşı olarak yoksulluğa ve açlığa sürükleniyordu.

    Bu durum bu ülkelerdeki vatanseverler tarafından ‘Uluslararası Dünya Vatandaşı Protokolü’ adı altında birleşmelerine neden olmuş ve gelişmiş ülkelere karşı ciddi tehdit oluşturmaya başlamışlardı. Ne var ki çokluk ve silahlanma artık orduları bile yarı robot yarı insandan oluşan, tüm gelişmeleri uydulardan anında takip edebilen süper devletlere karşı yeterli olmayacaktı.

    Dünya düzenini ve yaşamını göz ardı eden bu güçler doğanın dengesini de bozmaya başlamış, yarattıkları sahte felaketlerle zayıf ülkelerdeki aşırı nüfusu toptan yok etme eylemlerine başlamışlardı.

    Vatansever birliklerin bir diğer kolu da bu devletlere siber savaş açan internet korsanlarıydı. Birçoğu çok büyük şirketlerin ve süper devletlerin savunma sistemlerinin korumasını yapan bu kişiler, gizliden gizliye bu savaşa dâhil olup, Dünya üzerinde eşitlik sağlamak amacıyla savunma sistemlerini ele geçirme planlarını başarıyla uygulamışlardı. Gelişmiş ülkelere dengenin sağlanması için son bir şans vermişlerdi, ama nafile bir çabaydı bu, çünkü açgözlülük insanoğlunun en tehlikeli özelliklerinden biriydi ve güç onların taviz vermeyeceği bir özellikti.

    Asıl talihsizlik ise tamamen uyarı amaçlı olarak gönderilen ilk Nükleer füzenin isabet ettiği alanda olmuştu. Aslında bir çöl görünümünde olan bölgenin altında Dünyanın en gelişmiş mikrobiyoloji laboratuvarı vardı. Bu aynı zamanda diğer yeraltı laboratuvarları gibi çok gizli araştırmalarda bulunuyordu. Hangileri yoktu ki bu araştırma laboratuvarları içinde? Bazıları ve belki de en önemlileri Dünya dışı yaşam ve canlılarla ilgili araştırmalar yaparken, bazıları ise yapay zekâyı insan doğasıyla bütünleştirmek ve yeni bir tür üretmek peşindeydi.

    İsabet alan yer ise insan genetik yapısı üzerinde denemeler yapan, yaşamı uzatmak ve insana yeni özellikler katmak amacıyla kurulmuş oldukça köklü bir tesisti. Bu amaçla diğer tesislerle işbirliği içinde çalışıyor ve yakınlarına kurdukları Swarx denilen yapay kasabada bu denemelerini insanlar üzerinde gizlice sürdürüyorlardı. Dünya dışı bir kaynaktan gelen, henüz geliştirilmemiş bir bileşik olan Z karışımını insanlara azar azar vererek gelişmeleri halktan gibi görünen asistanlar ve gizli kameralarla kaydediyorlar, aynı zamanda gönüllü olanları da iyi bir gelecek vaadiyle tesiste denek olarak kullanıyorlardı.

    Çok ilginç sonuçlar alınmaya başlanmıştı ve insan genetik yapısı Z virüsüne farklı tepkiler veriyordu. Bazıları metal cisimleri bir çeşit mıknatıs gibi yerinden oynatabiliyor, bazıları ise vücutlarının bir ayna gibi oluşunu hayretler içinde izliyordu. Çok nadir olarak ise bazılarına yer çekimine karşı koyma gücü veriyordu virüs. Sürekliliği olmayan bazı başka sonuçlar da çıkıyordu, fakat asıl sürpriz hep en sonunda oluyor, beyin iflası yaşayan denekler yarı yarıya hislerini kaybediyor ve hayvan içgüdüsüne bürünerek sadece yeme, koklama, dokunma ve görme hisleri ile baş başa kalıyorlardı. İnsan olma özelliklerini kaybettikleri anda ise vahşileşip, en yakınında olanlara saldırmaya başlıyorlardı. Bazıları ise vücut ve zekâ mutasyonuna uğrayarak, yarı vahşi farklı bir tür oluyorlardı. En tehlikeli olanlar da onlardı, çünkü bu süreçte zekâları da en üst düzeye çıkıyor ve mutasyona uğradıkları farklı özelliklerini geliştirip bunu normal insanlar üzerinde kullanmaya çalışıyorlardı.

    Z virüsü belki ölümcül olabilirdi, ama üzerinde yeterince değişiklik yapılır, kontrol edilebilirse insanlığı bir sonraki aşamaya taşıyacak bir yenilik olacağına inanılıyordu ve en son gelişmelerle virüsün bazı çeşitleri kategorilere ayrılmış, aralarında yaşamına düzgün devam edebilen insanların olduğu tespit edilerek artık araştırmalardan virüsün onaylanabileceği düşünülüyordu. Laboratuvarın bulunduğu bölümün alt katmanında Z sıvısının çeşitli kimyasallarla karıştırıldığı devasa bir depo vardı. Belki yüz yıl daha araştırmaya yetecek kadar kaynak yaratmışlardı kendilerine. Korsanların bilmediği şey işte buydu. Nükleer füzeyi attıkları alan tam da laboratuvarın üst kısmındaydı.

    Patlama iki kilometrelik alanda etkili olmuş, tesis yerle bir olurken, Z sıvısı bombanın etkisiyle reaksiyona uğramış ve yeşilimsi bir sis bulutu oluşturmuştu gökyüzünde. Bu devasa boyuttaki bulutun atmosferin ilk katmanına ulaşması çok sürmedi. Atmosferdeki gazlarında etkisiyle havadaki Z virüsü hızla parçacıklara bölünüp çoğalmaya başladı. Bu parçacıklar atmosferi tamamiyle kaplayınca, bazı bölgelerden artık gökyüzünün, sarımsı yeşil bir renkte olduğu görülebiliyordu. Çoğalmaları, birbirlerine hızla çarpmaya başlayıncaya kadar devam etmiş, bu çarpışmalar sonucu çıkan ısı ve atmosferin de etkisiyle buharlaşıp sıvılaşmaya başlamıştı. Yağmur geliyordu, ama bu, sonraki otuz yıl için, yeryüzündeki canlıların gördüğü son yağmur olacak, yaşayanlar ise türlerinin sonuncuları olarak kalacaklardı.

    Önce yıldırımlar başladı. Tüm küre gök gürültüleriyle inliyordu. Sonrasında yağmur patlak verdi. Sanki sonuna kadar açılmış bir musluk gibi yeryüzüne iniyordu. Z virüsü ile etkilenmiş ve değişime uğramış damlaların dokunduğu tüm canlılar değişime uğruyordu. İnsanoğlunun ise elinden hiçbir şey gelmeyecekti. Değişime uğrayan insan ve hayvanlar, vahşileşip birbirlerine saldırmaya başlamışlardı. En önce gelişmemiş ülkelerdeki canlılar yok olmaya başladı. Doğadaki denge de bozulmuş bitkiler kurumaya, toprak çoraklaşmaya başlamıştı.

    Denize düşen damlalar ise virüsün daha hızlı üremesine neden olmuş, dünyayı saran suların tamamı koyu yeşil bir renk alana kadar devam etmişti bu değişim. Yerkürede sadece birkaç bölgede olan nükleer savaşa dayanaklı, çok gelişmiş tesislerde kalanlar hayattaydı. Dış gelişmeler olurken içeriye hiçbir şey sızmaması için yapılmış bu sığınaklarda kalanlar, yeryüzünün son temsilcileri olacaklardı, ancak bu sığınaklardan sadece bir tanesi ve orada yaşayanlar virüsün etkisinden tam olarak kurtulabilmişti.

    Dış dünyada virüse dayanıklı olan yarı vahşileşen insanlar ise, diğerlerini hâkimiyetlerine almışlar ve bilinçsizce hayatlarına devam etmeye çalışıyorlardı, ama virüsün diğer etkisi üremeye olmuştu ve buna maruz kalan hiçbir canlı üremeyi başaramayacaktı artık. Bu da geride kalanları türünün son örneği yapıyordu. Hayatta kalanlar, bu canlılara mutant, zombi gibi isimler takmışlar ve araştırma için yeryüzüne gönderdikleri makinelerle onları inceleyip hareketlerini kayıt altına almışlardı.

    Son temsilcilerin arasında henüz hiç kimsenin bilmediği, belki de yüzlerce yıl aralarında yaşamış, Dünyalı olmayanlar da vardı, ama artık insanların bu sırrı öğrenme zamanı gelmişti, çünkü yeryüzüne geldikleri gibi geri dönebileceklerdi ve çok sevdikleri insanoğlunun hayatlarını devam ettirmesi için bu zorunluydu. Zamanla kaynakları tükenmeye başladı ve araştırmalar Dünya için artık yapacak bir şeyin kalmadığını göstermişti. Z virüsünün etkisi yüzyıllarca sürebilirdi ve bunu bekleyemezlerdi. Evrenin en güzel kara parçası artık cansız, çorak, yaşanmayacak durumdaydı, ama Dünya için umutları hiç bitmeyecek, hep düşlerinde göreceklerdi bu güzel gezegeni. Gelecek nesillere aktararak tekrar yaşanabilir düzeye gelmesi için her zaman dilek tutacaklar ve bir gün mutlaka geri döneceklerdi. İşte geride kalanların, bu dünyadan ayrılırken verdikleri söz buydu.

    Aradan geçen ilk on yılda (2060) virüsün etkisi kaybolmuş, Dünya doğası, canlılar için sınırsız bir yaşam kaynağı olduğunu bir kere daha ispat edercesine kendini yenilemiş ve yeni türler denizde hayata gözlerini açmışlardı. Zamanla birer birer karaya çıkıp doğaya adapte olarak gelişim süreçlerine başlamışlardı. Vahşi doğa yaşamında kendilerine yer edinmeyi başaran bu türler, doğanın ve atmosferin de düzelmesiyle Dünya yaşamının ayrılmaz birer parçası olacaklardı.

    Zamanla türler arası farklılıklar baş göstermişti, ancak virüsün yayılmasından en az etkilenen tür olan Pigme maymunları muazzam bir değişiklik göstermişti. Fiziksel olarak irileşen Pigmeler, daha çok insana benzemiş ve zekâ düzeyleri de artmıştı. Onlar artık goril, maymun, insan benzeri yaratıklara dönüşmüşler ve o dönemden yaklaşık yirmi yıl sonra (2080) ilk yerleşim tarzını benimsemiş, üremiş ve çoğalıp dünya üzerinde egemenlik kurmuşlardı, ama evrimleşme sürecinin son döneminde bile vahşi doğalarını yitirmemişlerdi. Dünya üzerinde sanki yeniden ilk çağı yaşadığını ispat edercesine yaşayan canlılar vardı. Doğa ise tüm canlılığıyla yeryüzünün güzelliğini gözler önüne sermekle meşguldü.

    Orta Evren / Swarxi Gezegeni / 2099

    İkinci Kristal savaşının sonlarına yaklaşılıyordu artık. Son direniş noktası olan Swarxi gezegeni de düşecekti. Karanlık Yörünge ittifakı tüm güçleriyle saldırıyor ve savunmayı zayıflatmaya çalışıyordu. İki katlı dev kristal sarayını karargâh olarak kullanan Swarx ordusunun komutanı ve Mavi Kristal Birliği lideri Alex, sağ elini alnına dayamış, ikinci kattaki geniş balkondan gökyüzünü delici, koyu mavi bakışlarıyla süzüyordu. Bir yandan mavi küre enerjisi ile oluşturulan hava kalkanının zarar görüp görmediğini kontrol ediyor, diğer yandan da Biz düşersek evren de düşer! diye düşünüyordu ıstırap içinde.

    Kürenin oluşturduğu kalkan, bulundukları iki kilometrekarelik vadiyi bir kubbe gibi çepeçevre sarmıştı. İki dağ arasında kalmış bu vadi küreye giden yolun tek geçiş noktasıydı. Gece karanlığında açık mavi kalkana hızla vuran kırmızı ve mavi renkteki ölümcül ışınlar geriye doğru sekiyor ve kalkanda kırmızımsı kıvılcımlar oluşmasına sebep oluyordu. Birliğin öncü birlikleri kalkanın önündeki arazide düşmanla göğüs göğse çarpışıyordu. Batı kanadı oldukça güçlü Kalium savaşçıları ve büyücüleri, orta kanat ise mavi küre muhafızları tarafından korunuyordu. Doğu kanadını savunan Swarx ordusunun ikinci komutanı General Kane’den gelen haberler ise çok kötüydü. Desteğe gelen Medexler de yenilmiş ve geriye çekilmek zorunda kalmışlardı. Bölge ele geçirilmek üzereydi.

    Muhteşem bir endamı vardı Alex’in. Üzerini sımsıkı saran siyah savaş kıyafetinin içinde ortadan ayrılmış siyah dalgalı saçları, çelik bakışları, sert yüz hatları, engin ve geniş fiziğiyle gerçek bir savaş kahramanını anımsatıyordu. Askerleri ve birlikte savaştığı yoldaşları için bir kahramandı aslında.

    Çok düşünceli olan komutan elini alnından indirip, kollarını göğüs hizasında birbirine bağlayarak kubbenin sol tarafındaki büyük patlamalara baktı sıkıntılı bir şekilde. En önemli görevleri olan küreyi korumakta başarısız olacaklardı ve durumun bu seviyeye nasıl geldiğini düşünüyordu.

    Çok değil bundan iki ay öncesine kadar, küreye zarar vereceğini düşündüğü birçok tehlikeyi sonlandırmış ve sevdiği kadınla hayatının en güzel yılını yaşamaya başlamıştı. Hele bir çocuğu olacağını duyduğunda ise dünyalar onun olmuştu. Bu da onu yumuşatmış ve düşmanlarının gelişmelerini takip etmemişti. Şimdi ise göz ardı ettiği bu olay, çok kötü sonuçlara yol açacaktı, ama gerekeni yapmalı ve kanının son damlasına kadar küreyi korumalıydı. Hatasının cezasını çekecekti, ama sevdiklerinin de çekmesine göz yumacak değildi. Bunun için onları bu gezegenden gönderme planını çoktan yapmıştı. Aralarından sağ kalanlar, onların geleceği de olacaktı aynı zamanda.

    Birden sağ tarafında duyduğu sesle yavaşça arkasına dönerek şefkatle baktı. Arkasından gelen ve sert, asker yanını yumuşatan ses dünyalara bedeldi. Valeri, deriden yapılmış çarpı şeklindeki kırmızı kıyafeti, parlayan yemyeşil gözleri ile tam bir amazon savaşçısını andırıyor, düzgünce örülmüş sapsarı ve upuzun saçının ucunda sallanan küçük hançer ise gecenin karanlığında ışıldıyordu. Bugünlerde yayını hiçbir zaman yanından ayırmıyordu. Okunu atacağı zaman söylediği korkunç fısıltılar ise hiçbir ölümlünün dayanacağı türden değildi. Kalium büyücülerinin en iyilerinden öğrenmişti kara büyüyü ve düşmanı yok etmek için kullanmaktan hiç çekinmeyecekti.

    Yavaşça Alex’in yanına yanaşarak, kalkana ve patlamalara bakıp, Ne düşünüyorsun? dedi sakince.

    Önemli bir şey değil. Sen nasılsın? Doğu kanadından haber var mı? Komutan Kane haber yolladı mı?

    Az önce görüştüm. Çok zorlandıklarını iletti

    Eşine dikkatle bakan lider, durumun gerçekten de kötüye gittiğinin farkındaydı. Derin bir nefes çekerek söze başladı.

    Valeri, şimdi söylediklerimi dikkatle dinlemeni istiyorum. Düşman çok güçlü ve savunmamız onları daha fazla tutamaz

    Bekledi. Ne söyleyeceğini iyice ölçüp tartıyordu. Her şeyden önce eşine planını anlattığında alabileceği tepkiyi göz ardı etmesi gerekecekti.

    Biliyorsun, uzun süredir Dünya gezegeninin konumunu araştırıyoruz. Hadim’le geçen gece yaptığımız önemli toplantı bununla ilgiliydi dedi Alex, bitkin ve endişeli gözlerle eşine bakarak.

    Valeri duraksamıştı. Onun gözlerindeki ifadeye takılmış ve ne demeye çalıştığını anlamaya çalışıyordu. Gerçek şu ki Alex’i ilk defa bu kadar düşünceli görüyordu. O, her zaman kararları kesin ve net olan, ne yapacağını bilen adam değildi. Bir şey saklamakta olduğunu hissetti.

    Pekâlâ! Nedir bana söylemeye çekindiğin şey! Lafı dolandırma lütfen!

    Valeri, bu savaşı kazanamayacağız ve bunu sen de biliyorsun. Bu yüzden seni ve bebeğimizi buradan göndermem gerekiyor. Hadim Dünyayı bulabileceğine inanıyor ve ben de buna inanmak istiyorum. O yüzden hazırlanmanı istiyorum, çünkü bir an önce yola çıkmanız gerekiyor

    Bir nefeste söylemişti Alex bunu ve gerekirse onları güvenli bir şekilde göndermek için zor kullanacaktı.

    Hayır! Sen neden bahsettiğini bilmiyorsun. Seni bırakmıyorum ve lanet olası pislikleri def ediyoruz buradan! diye cevap verdi Valeri öfkeyle, ama o kararını vermişti bir kere.

    Lütfen bana güven! Senden bebeğimizi korumanı istiyorum. O hepimizin geleceği ve umudu. Gittiğin yerin güvenli olmaması durumunda, doğum olursa ve işler ters giderse diye muhafızlardan İmpetisyum mineralinden bir kapsül yapmalarını istedim. Sana şu an vereceğim şey, çok kötü durumda kalırsan onu hemen kaplayacak ve enerjisiyle hayatta tutacak. Yapman gereken sadece taşın ona temas etmesini sağlamak. Al bunu ve Korat’ı koru

    Alex boynundan çıkardığı içi dolu madalyonu Valeri’nin boynuna takarken genç kadının gözleri yaşlar içerisindeydi. Hâlâ bu kadar çabuk pes etmemelisin türünde bir şeyler söylemeye çalışıyordu, ama komutan onu dinlemeden en güvendiği adamı olan Hadim’i yanına çağırdı. Ona gerekli talimatları çok önceden vermiş ve hazırlıkları tamamlamışlardı.

    Valeri, Hadim, en iyilerden seçilmiş üç Swarx savaşçısı ve Kalium hemşiresiyle uzay gemisine doğru giderken Alex son kez eşinin alnından öptü ve Ona iyi bakacağını biliyorum dedi.

    Valeri, fırlatılan uzay mekiğinin içinden geriye doğru son bir kez daha gözü yaşlı şekilde baktı ve muhteşem Swarxi gezegeninin diğer mavi güneş gezegenlerinde olduğu gibi kapkara kaplanmış olduğunu acıyla seyretti. Hayatının anlamı olan o muhteşem savaşçı, ailesi ve sevdikleri artık yoktu. Gözlerinden düşen yaşları umursamadan karnını okşayıp, kocasına verdiği sözü tutacağına, güçlü olacağına ve ne pahasına olursa olsun oğlunu dünyaya getireceğine yemin etti.

    Tüm bu olanlardan sonra bitkin düşmüştü. O sırada yardımcısı hemşire Alya gelip güvertenin, geminin arka kısmında kalan oval camlı oturma bölümünde, geriye, Swarxi gezegenine bakan hamile kadının yanına oturdu. Zayıf, uzun boylu, beyaz tenli, kumral, düz ve uzun saçlıydı. Tüm Kaliumlular gibi o da zarif ve güzeldi. Çoğunun aksine hayatını şifaya adamış ve kendisini o yönde geliştirmişti.

    Alya, Valeri’nin elini içtenlikle tuttu ve gözlerinin içine bakarak, Artık endişelenme ne olur! Bebeği düşün! dedi sakince.

    Merak etme Alya! İyi olacağım! dedi Valeri hüzünle.

    KAYIP GEZEGEN 2

    Uzun sürecek olan, bilinmezliklerle dolu gizemli bir yolculuk onları bekliyordu. Gemileri en iyiler tarafından çok uzun süre yolculuk yapabilecek şekilde tasarlanmıştı ve ihtiyaçları olan her şey vardı içinde. Gemi mürettebatı, Valeri, Alya, Hadim, Max, Math ve Tom’la birlikte altı kişiydi ve tedarikli olurlarsa bir sene yetecek kadar erzakları vardı.

    Hadim, muhafızlara Dünya gezegenini ilk sorduğunda, böyle bir gezegenin varlığından haberleri olmadığını öğrenmişti. Muhafızlar ona orta evrenin düzenini ve canlı yaşamı olan galaksilerin dizilimini anlatmış, o da bu bilgilere dayanarak bir harita çıkarmıştı, fakat hiçbir muhafız ona sarı güneşten bahsetmemiş, hatta sorduğunda da onların şaşırdığını fark etmişti. Eski Gaiyadan beri güneşi sarı olan bir sistemi hiç duymamışlardı şimdiye kadar. O da yaklaşık bin yıl önce yok olmuştu zaten. İşin tuhafı ne Gaiyanın ne de sarı güneşin nereden geldiğini bilmemeleriydi. Orta evrendeki tüm sistemlerde mavi küreler ve muhafızları birbirlerinden haberdardı. Güneşi sarı renkte olan bir sistem olsaydı, bilmemelerine olanak yoktu.

    Bu bilgi ona bir fikir verdi. Bulundukları evrenin hiçbir yerinde sarı bir güneş yoksa belki de farklı bir boyutta başka bir sistem vardı. Önemli olan oraya nasıl gideceklerini öğrenmekti. Bu amaçla Gaiyaya gitmek istemiş, ama muhafızlar her seferinde onu durdurmuştu, çünkü Gaiya kayıp ruhların bulunduğu tehlikeli bir bölgeydi ve oraya sağ olarak gidip henüz dönen olmamıştı. Hadim yine de incelemek için kamerası olan ve uzaktan kontrol edilebilen bazı cihazları Gaiyanın içlerine kadar sokmuştu, ama güvenli mesafeyi hiçbir zaman geçmemiş, bu yüzden yeterince araştırma yapamamıştı. Kayıt aldığı görüntülerde ise karanlık ve cansız kaya parçalarından başka bir şey yoktu. Farklı bir yol denemeliydi. Göremediği ve anlayamadığı bir şey vardı orada.

    Oraya gidenler bir şekilde kayboluyorsa buna bir şey sebep olmalıydı. Aldığı eğitimden dolayı fizik bilgisi oldukça ileri düzeyde olan Hadim, boyut değişimi konusunu her zaman farklı algılamıştı. Bir noktaya giden kişi yada cisim, orada ortadan yok oluyorsa aslında zaten oradaydı. Mesele nasıl bakacağını bilmek ile ilgiliydi. Sadece algı değerlerini değiştirmek gerekiyordu. Bunu da ancak oraya farklı dalga frekansları göndererek yapabilirdi. Böylece görünmeyeni görebilecek yada en azından fark edebilecekti.

    İlk gönderdiği değişik frekans yayan cihazlardan bir sonuç alamamıştı. Boşa çabaladığını düşünmeye başlamıştı, ancak sonrasında galaksiyi bir bütün olarak düşünmüş ve Acaba bu binlerce ufak küreden oluşan bölgeyi bir arada tutan sadece onların çekim kuvveti mi? diye sormaya başlamıştı kendi kendine.

    Sanki bir kuvvet özellikle onları bir arada tutuyor gibiydi. Galaksinin en alt ve uç köşesine gitmeye karar verdi. Yeterince güvenli bir uzaklıkta olduğunu düşünüp, en uçtaki meteorun altına doğru gönderdiği takip cihazının yaptığı kaydı izlerken, cihazın kaydının oraya ulaştığında bir anda durduğunu ve ekranın karardığını fark etti. İşin tuhaf yanı cihazı geri çağırdığında hiçbir sinyal alamamasıydı. Cihaz sanki bir anda ortadan yok olmuştu.

    Heyecanlanmış ve aradığı şeyin bu olabileceğini düşünmeye başlamıştı. Hemen daha farklı frekanslarla tarama yapan diğer cihazı gönderdiğinde, bazı görüntüler elde edebilmişti. Cihaz, sarı beyaz renkte sürekli dönen çizgisel şekilleri kaydetmiş sonrasında o da kaybolmuştu. Bir çeşit devasa girdaba benziyordu ve içeriye doğru uzanıyordu çizgiler. Bu bir geçiş veya kara delik olabilirdi. Hiçbir fikri yoktu, ama oraya gitmeye niyetliydi. Aynı işlemi galaksinin en üst noktasına uyguladığında, yine aynı şey olmuştu.

    Galaksiyi ve binlerce büyüklü küçüklü göktaşını bir arada tutan, bu iki taraflı kuvvetti. Hadim bunun sarı güneş sistemine giden bir yol olmasını umuyordu. İşte Alex’le yaptığı toplantıda da bundan bahsetmiş ve bu geçiş başka sisteme açılıyorsa orada Dünyanın olabileceğini belirtmişti.

    İki gün boyunca yoğun şekilde çalışmaktan yorgun düşmüş ve önündeki cam masanın üzerini kaplamış olan dijital haritaya, oturduğu yerden elleri iki yana sarkmış şekilde bakarak düşüncelere dalmıştı.

    Hadim, Alex’in danışmanı, en güvendiği adamı ve çok yakın dostuydu. Çocuklukları aynı yerde geçmiş, beraber eğitim almışlar ve tüm yaşadığı maceralarda beraber olmuşlardı. Fikir adamı olan o, uygulayan ise hep Alex’ti. Muhteşem bir uyum vardı aralarında. Şimdi yine bir fikri vardı, ama uygulamaya cesaret edemiyordu. Ah! Keşke Alex olsaydı! dediği andı bu. En yakın dostunu geride, düşmanla bırakmak ona çok zor gelmişti, ama yas tutmaya vakti yoktu, çünkü onun mirasını yerine getirmesi gerekiyordu ki bu dostu için yapabileceği en son ve en önemli görevdi.

    Yavaşça doğrularak ayağa kalktı. İki metrenin üzerindeki boyu, geniş kaslı bir gövdesi olan Hadim, tam bir basketbol oyuncusu gibiydi. Koyu tenli, düz arkadan bağlanmış uzun simsiyah saçları, yine kapkara olan şehla gözleri ile uyum içerisindeydi. Üzerine giydiği ayak bileklerine kadar uzanan siyah paltosu ve diz altına kadar gelen uzun çizmeleri aynı zamanda onun silah deposuydu. Sırtına çaprazlama astığı uzun çift kılıç ise onun tamamlayıcı unsurlarıydı.

    Metal cisimleri uzaktan kontrol edebilme, bıçak ve kılıç ustalığı aile kökeninden gelen özelliklerdi. Swarxlı olmak böyle bir şeydi. Beş köklü aile ve her birinin normal insanlardan farklı olarak geliştirdiği özellikleri vardı. Bu özellikler her yeni doğan çocukta çıkabiliyordu. Metale hükmetmek dışında, yansıtma, yer çekimine karşı koyma, ateş ve ışın oluşturabilme, Dünyadan göç etmeden önce kazanılmış özelliklerdi ve bunun nasıl olduğu hakkında bir fikirleri yoktu. Sadece bazı araştırmaların ürünü olduklarını ve bu araştırmalar yüzünden Dünyanın sonunun geldiğini biliyorlardı. Onların genetik yapısını değiştiren virüs, yeryüzünün sonunu getirmişti. Bu yüzden bu özellikler onlara hediye mi yoksa ceza mı tartışması her zaman var olagelmişti aralarında, ancak bu yeteneklere sahip olan insanların yapabilecekleri sınırlıydı.

    Kontrol ettikleri bu sınırlı güçleri geliştirmek ve nasıl kullanılacağını öğretebilmek amacıyla her ailede özel eğitmenler vardı. Bu eğitmenler, normal bir aileden gelen, ancak üst düzey zekâya sahip insanlardı. Aynı zamanda kendi kendilerini de eğitme yoluna adamış bu kişilere öğreticiler deniyordu. Öğreticilerin bir diğer görevi de iç düzeni sağlamaktı. Çok nadir olarak virüsün geçmiş genetik yapılara olan etkisiyle öğreticilerin aralarında bu beş yetenekten farklı bir yetenek geliştiren çıkıyordu. Genelde yarı vahşi olan bu cinsi hemen yok ediyorlardı. Bu yüzden öğreticilerin, diğer özellikleri olan ailelerin çocuklarıyla birleşmesi yasaklanmıştı. Şimdiye kadar bu gruptan yetenekli olarak çıkıp da sağlıklı bir geçmişe sahip olabilen tek kişi vardı. O da Alex’ti.

    Hadim, güverteye doğru gidecek ve son durumu kontrol edecekti. Onun aksine Alex’in yasını tutan Valeri ise iki gündür ortalıkta görünmemiş ve odasına kapanmıştı. Şimdiye kadar sadece Alya ile görüşen Valeri bir anda Hadim’in komuta odasının kapısında belirdi. Gözleri ağlamaktan kızarmış, yüzü renksiz, ifadesi buz gibiydi. Hadim onu görünce şaşırmış, ama belli etmemişti. Ayrıca görüntüsü henüz toparlanamadığını gösteriyordu.

    Yavaşça,Valeri! Na... demek istediği sırada hüzünlü kadın onu kaldırdığı sağ eliyle durdurarak, Yapma! Sadece beni dinlemeni istiyorum. Sen aileden birisin bizim için ve Alex’i neden arkada bıraktığını anlamıyorum, ama sözünden çıkmayacağını da biliyorum. O yüzden seni yargılamıyorum. Sadece olanları anlamaya ve sindirmeye çalışıyorum. Artık önemli olan bir tek şey var bizim için. O da Alex’in bize sunduğu hayatı ve geleceğimizi kurmak. Bunun için Alex’in sana güvendiği kadar ben de güveniyorum. Bizi Dünyaya götürebilir misin bilmiyorum, ama verdiğin kararlarda hep yanında olacağım. Sadece şunu bilmeni istiyorum. Bizler yaşayan insanların son temsilcileriyiz ve yaşamak için ne gerekiyorsa yapacağız. O da bunu isterdi diyerek gerisin geriye odasına doğru yöneldi.

    Şimdiye kadar sadece yolculuğu ve nasıl oraya gidebileceklerinin hesabını yapan Hadim, omuzlarına yüklenen sorumluluğun tam olarak farkına varmıştı. Alex’in ona verdiği görevi ne pahasına olsun başarmalıydı. Artık neredeyse Gaiya galaksisinin alt bölümüne doğru yaklaşmışlardı. Bundan sonrası onlar için çok daha zorlu olacaktı, çünkü binlerce irili ufaklı göktaşının içinden geçip geçit dediği yere girmeleri gerekiyordu. Bu arada Gaiya sınırlarına da girecekleri için, muhafızların onu uyardığı tehlikelere göğüs germek zorundaydılar. Asıl sorun ise bu tehlikelerin ne olduğunu bilmemesiydi.

    Hadim, güverteye girdiğinde mürettebat her zaman ki yerlerindeydi. Sağda tüm gemi göstergelerini takip eden Math vardı. Kısa boylu, sarışın, kısa saçlı olan Math’in sarıya çalan yeşil gözleri her zaman parlıyordu. O, ateş ortaya çıkaranların son temsilcisiydi. Ailesinin ve akrabalarının neredeyse hepsini yitirmiş, geride kalanlardan ise haber alamamıştı.

    Hadim, onun sadece yeteneğini kullanmadaki becerisinin diğerlerini aşmış olmasından değil aynı zamanda cesareti ve özverili oluşundan dolayı özellikle yanında tutmuştu. Swarxlı öğreticiler, ondaki bu gücü değerlendirmek için elleriyle oluşturduğu ateşi yönlendirmesi ve dizginleyip kontrol altına almasını sağlamak amacıyla, koluna, vücuduna sinirlerle bağlanmış bir çeşit düzenleyici cihaz takmışlardı. Bu cihaz kolunun üst kısmında, iki uzun borunun birleşmesiyle yapılmış ve avuç içinde kontrol mekanizması olan bir çeşit silah görünümündeydi.

    Solda, tüm uzay boşluğunu tarayan çeşitli frekans mekanizmalarının ve radarın olduğu geniş sırada oturan Tom’du. Esmer, orta boylu, sıfıra yakın kafa tıraşı olan, top sakallı rahat bir tipti. Yer çekimine karşı koyanlar grubunda olan Tom, bu yeteneği sayesinde yerden elli metre yukarılara sıçrayabiliyor, diğerlerinden atik ve çevik olabiliyordu. Makineli silahlara olan düşkünlüğüyle bilinen Tom’un yeteneği normalin altında bile sayılabilirdi, ama Hadim’in bu göreve onu özellikle seçmesinin amacı bu değildi zaten. Özgürlüğünü önemseyen ve bu uğurda yapması gereken her ne varsa sonuna kadar götürecek olan karakteri onu bu gruba dâhil etmişti. Çıplak vücuduna giydiği siyah deri yeleğinin sırtına astığı, özel kılıf içinde olan çift makineli haricinde, elindeki uzak görüşü de olan, lazer odaklaması yapan seri silahı, onun en değerli oyuncağıydı.

    Yeteneği normalin çok çok üzerinde olan Max ise kaptanın oturduğu yerin hemen sağ altında tüm veri girişlerini işliyor ve kontrol ediyordu. Her zamanki gibi sanki yarış arabasının içindeymiş gibi giydiği siyah güneş gözlüğü gözündeydi. Esmer, hafif dalgalı ve uzun koyu kahverengi saçları, yakışıklı ve bebeksi bir yüzü vardı. Uzun boylu olan Max aralarında en genciydi ve ışın ortaya çıkaran tek kişiydi. Geliştiremediği şey ise bir türlü bunu kontrol altına alamamasıydı. Sadece Zirkonyum’dan yapılan ve kafasının arkasından sıkıca birleştirilen bir gözlük onun ölümcül göz ışınlarını engelleyebiliyordu. Hadim’in kız kardeşinden olan Max’i ilk doğduğundan beri yetiştiren komutan için, o kendi öz evladı gibiydi.

    Ekibine baktığında Hadim, onların içini kaplayan karamsarlığı ve yalnızlığı hissedebiliyor, ama elinden hiçbir şey gelmiyordu. Kısa süre önce hepsi sevdiklerini ve yaşadıkları gezegeni kaybetmişlerdi. Güvertede de cihazların mekanik mırıltıları dışında hiç ses olmaması da bunu kanıtlar nitelikteydi.

    Hadim’in belirttiği koordinatlara gelmek üzereydiler. Hadim bu noktadan sonra geri dönüş olmayacağını hissediyordu.

    Ekibe seslenerek, Belirlediğimiz koordinatlara yaklaşmamıza çok az kaldı. O yüzden beni dikkatle dinlemenizi istiyorum! dedi ve bekledi.

    Ne söyleyeceğini tartıyordu. Bu arada güverte giriş kapısı açılmış, Alya, yanındaki Valeri ile içeri girmişti.

    Gelmeniz iyi oldu. Ben de bundan sonra ne yapacağımız hakkında bazı bilgiler vermek üzereydim dedi eliyle oturmalarını işaret ederek. Diğerleri de koltuklarını ona doğru çevirerek dinlemeye başladılar.

    Biliyorum! Geride bıraktığımız şeylerin acısı tarif bile edilemez. Hepimiz sevdiklerimizi ve vatanımızı kaybettik. Evrenin bundan sonra nasıl bir yer olacağını tahmin edemiyorum, ama bundan sonra yapacaklarımızla, ruhları kopartılıp, tutsak edilen yada yok edilen tüm canlıların kaderi ve bu kaderi değiştirmek, bizim elimizde olacak. Bu amacı gerçekleştirmek için yapacağımız en önemli şey ise, bir zamanlar kopmak zorunda kaldığımız öz vatanımızı bulmak ve hayatımızı devam ettirerek yeni bir gelecek inşa etmek. İşte bu nedenden dolayı liderimiz...

    Duraksadı, Alex’i ne kadar özlediğini ve ona ne kadar ihtiyaç duyduğunu hissetmişti. Bu tarz konuşmalar hiç ona göre değildi. Bu, gerçek bir liderin yapması gereken şeydi.

    Alex, bizi bu yolculuğa gönderdi. Araştırmalarım, geldiğimiz yerin bu evrende değil başka bir boyutta olabileceğini gösteriyor. Bu nedenle muhafızlardan aldığım bilgiler beni Gaiya sistemine yöneltti. Bu galakside milyonlarca yıl önce yok olan bir güneş sistemi olduğunu öğrendim ve onların bu sistemin nereden geldiğini bilmemelerinden dolayı bu bölgeyi araştırdım

    Hadim, yavaşça kaptan koltuğuna doğru ilerleyip masada bulunan panelden birkaç işlem yaptı ve bir anda güvertenin cam ekranı kendi çizmiş olduğu harita ile kaplandı. Aynı zamanda kendi önünde de haritanın küçük bir hologramı çıkmıştı. Math’e ışıkları göstererek kapatmasını istedi. Güvertenin ışıkları sönmüş, sadece hologram, harita ve göstergelerin ışıkları vardı şimdi. Hadim yerine oturarak anlatmaya devam etti.

    Ortadaki büyük mavi küreyi ve etrafındaki gezegenleri göstererek, Bu bizim sistemimiz, ortadaki galaksi sistemi ise Gaiya

    Resmi yaklaştırarak, "Girmekte olduğumuz yer, binlerce irili, ufaklı

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1