Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

İbnu Kasım Tercümesi (Şafii Fıkhı)
İbnu Kasım Tercümesi (Şafii Fıkhı)
İbnu Kasım Tercümesi (Şafii Fıkhı)
Ebook1,400 pages9 hours

İbnu Kasım Tercümesi (Şafii Fıkhı)

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Âlemin yaratıcısı olan yüce Allah'a sonsuz hamd olsun. Rahmet olarak gönderilen sevgili Peygamberimiz Muhammed Mustafa'ya, O'nun aline ve ashabına binlerce salat ve selam olsun.

"Gayetü't-Takrib" kitabı İmam Ebu Şuca' tarafından Şafii Mezhebi esasına göre yazılmıştır. Hacmi küçük fakat fıkhın tüm konularını ihtiva eden bu eser mübtediler için hazırlanmıştır.

Şeyh Muhammed İbnu Kasım el-Ğezzi "Gayetü't-Takrib" kitabına bir şerh yazarak biraz daha genişletmiştir. İmam İbrahim Bacuri bu şerhe iki ciltlik bir haşiye yazarak daha faydalı hale getirmiştir. Her üç eser de halen medreselerde ders kitabı olarak okutulmaktadır.

Ana metin olan Ğayetü't-Takrib kitabını, "Delilleriyle Ğayetü't-Takrib Metni Şafii Fıkhı" ismiyle Türkçeye aktardım. Bu kitap basıldı.

İbnu Kasım Tercimesinde Gayetü't-Takrib kitabının metnini italik harflerle belirttim ve imkan ölçüsünde metin ve şerhe bağlı kaldım.

Metin ve şerhi, akıcı bir üslupla eksiksiz tercüme etmeye özen gösterdim. Tüm gayretime rağmen, zühul eseri olarak yazımda; harf eksikliği, fazlalığı veya çarpıklığı çok ender de olsa bulunabilir. Okuyucunun iyi niyetime binaen bunları müsamaha ile karşılamalarını diliyorum.

Samimi tenkitlerini saygı ile karşılayacağımı ve dikkate alacağımı şimdiden ifade etmek istiyorum.

Yüce Rabbime sonsuz hamd olsun. O'nun sevgili ve aziz peygamberine salat ve selam olsun.

Başarı ve hidayet şüphesiz ki Allah'tandır.

Mithat ACAT

LanguageTürkçe
PublisherRohNordic
Release dateApr 27, 2024
ISBN9798224938094
İbnu Kasım Tercümesi (Şafii Fıkhı)

Read more from Roh Nordic Ab

Related to İbnu Kasım Tercümesi (Şafii Fıkhı)

Related ebooks

Related categories

Reviews for İbnu Kasım Tercümesi (Şafii Fıkhı)

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    İbnu Kasım Tercümesi (Şafii Fıkhı) - Roh Nordic AB

    MİTHAT ACAT KİTAPLARI -1

    İBNU KASIM TERCÜMESİ

    (ŞAFİİ FIKHI)

    Muhammed bin Kasım el-Ğezzi

    Türkçesi: Mithat ACAT

    RoH Nordic Publishing House

    MITHAT ACAT KITAPLARI -1

    Kitabın adı: İbnu Kasım Tercümesi (Şafii Fıkhı)

    Yazar: Muhammed bin Kasım el-Ğezzi

    Çeviren: Mithat ACAT

    O

    Yayın No: 226

    O

    ISBN No: ...

    Copyright © 2024

    Bu eserin bütün telif ve yayın hakları RoH Nordic AB şirketine aittir. Kaynak gösterilerek tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışında yayıncının izni olmaksızın hiçbir yolla çoğaltılamaz. Kitapta geçen içerikler sadece yazarını bağlar, yayınevimizin bir sorumluluğu yoktur.

    O

    Yayın yönetmeni: Ramazan F. GÜZEL

    O

    Kapak dizayn: RoH Nordic AB

    O

    Yayın tarihi: 27 Nisan 2024

    O

    İrtibat için E-posta:

    info@publishinghouse.rhnordic.com

    rohnordic@gmail.com

    İÇİNDEKİLER

    Mithat Acat Kitapları -1

    Kitabın adı: İbnu Kasım Tercümesi (Şafii Fıkhı)

    Yazar: Muhammed bin Kasım el-Ğezzi

    Çeviren: Mithat ACAT

    ĞAYETÜ’T-TAKRİB MÜELLİFİ: MUHAMMED BİN KASIM EL-ĞEZZİ

    ÖNSÖZ

    MÜELLİFİN MUKADDİMESİ

    TEMİZLİK (TAHARET) BAHSİ

    Suyun Kısımları

    ÖLÜ HAYVANIN DERİSİ

    ALTIN VE GÜMÜŞ KABLAR

    MİSVAK VE AHKAMI

    ABDEST VE AHKAMI

    Abdestin Sünnetleri

    İSTİNCA BAHSİ

    Tuvalet Adabı

    ABDESTİ BOZAN ŞEYLER

    GUSÜL(BOY ABDESTİ)

    Guslün Farzları

    Guslün Sünnetleri

    Sünnet Olan Gusüller

    MESTLER BAHSİ

    Mesti Bozan Şeyler

    TEYEMMÜM BAHSİ

    Teyemmümün Farzları

    Teyemmümün sünnetleri

    Teyemmümü Bozan Şeyler

    Cebire

    NECASET BAHSİ

    Necaseti Gidermenin Şekli 

    HAYIZ NİFAS VE İSTİHAZE BÖLÜMÜ

    Hayız ve Nifaslı Kadına Haram Olan Şeyler

    Cünüplü Kişiye Haram Olan Şeyler

    Abdesti Olmayana Haram Olan Şeyler

    SALAT (NAMAZ) BÖLÜMÜ

    Namazın Vacip Olmasının Şartları

    Sünnet Namazlar

    Müekket Nafile Sünnetler

    Namazın Dışındaki Şartlar 

    Namazın Rükünleri

    Namazın Sünnetleri

    Namazda Kadının Durumu

    Namazı Bozan Şeyler

    Namazın Rekaat Sayısı

    Sabah namazında otuz, akşam namazında kırk iki, dört rekaatlı bir namazda elli dört rükün vardır. İlh. Bunlar belli olup -söz uzayacağından- burada onları açıklamaya ihtiyaç yoktur.

    Namazı Ayakta Kılamayanın Durumu

    SEHİV SECDESİ

    (Namazda kasten veya unutarak bir şeyi terk etmek)

    Namaz Kılmanın Mekruh Olduğu Vakitler

    CAMAAT HALİNDE NAMAZ

    YOLCU NAMAZI

    Cemı Takdim ve Cemı Tehir

    CUMA NAMAZI

    Cumanın farzları

    Cumanın Heyetleri

    BAYRAM NAMAZI

    GÜNEŞ VE AY TUTULMASI NAMAZI

    YAĞMUR (İSTİSKA) NAMAZI

    KORKU ESNASINDA NAMAZ

    İPEK ELBİSENİN AHKAMI

    CENAZE AHKAMI

    Şehit ve Ahkamı

    Cenazenin Yıkanması

    Cenazenin Kefenlenmesi

    Cenaze Namazı

    Cenazenin Defni

    Taziye 

    ZEKAT BAHSİ

    Ticaret Malı

    Develerin Nisabı

    Sığırların Nisabı

    Koyun ve Keçilerin Nisabı

    Ortaklaşa Beslenen Malın Zekatı

    Altın ve Gümüşün Nisabı

    Ticaret Mallarının Nisabı

    Fıtır Sadakası

    Zekatın Verildiği Yerler

    ORUÇ AHKAMI

    Orucun Farzları

    Orucu Bozan Şeyler

    Oruçlu İçin Müstahap Olan Şeyler

    Haram olan oruçlar

    Oruçun Kaza ve Kefareti

    Nafile Oruçlar

    İTİKAF BAHSI

    HAC BAHSİ

    Haccın Rükünleri

    Umrenin Rükünleri

    Haccın Vacibleri

    Haccın Sünnetleri

    İhramlı Olana Haram Olan Şeyler

    İhramlı İçin Vacip Olan Kanlar

    BEY’ VE DİĞER MUAMELAT

    RİBA

    Muhayyerlik (Cayma) Hakkı

    SELEM AKDİ

    Selem Akdinin Sıhhat Şartları

    REHİN AKDİ

    HACR (KISITLILIK)

    SULH AKDİ

    HAVALE AKDİ

    DAMAN (MALA KEFİL OLMAK)

    KİŞİYİ HAZIR BULUNDURMAYA KEFİL OLMAK

    ŞİRKET (ORTAKLIK)

    VEKALET BAHSİ

    İKRAR (İTİRAF ETME) BAHSİ

    İkrarda İstisna Yapmak

    ARİYE BAHSİ

    GASP BAHSİ

    ŞUF’A (ÖNCELİK) HAKKI BAHSİ 

    KIRAD (MUDAREBE)

    MUSAKAT (AĞAÇLARI SULAMAK)

    CİALE (ÜCRETLE İŞ YAPTIRMAK)

    MUHABERE VE MUZARAA BAHSİ

    İHYAI MEVAT BAHSİ

    VAKIF BAHSİ

    HİBE BAHSİ

    LUKATA (BULUNTU EŞYA) BAHSİ

    LAKİT (BULUNTU ÇOCUK) BAHSİ

    VEDİA (EMANET) BAHSİ

    FARAİZ VE VASİYET BAHSİ

    Yakın Asabeler

    Hacb (Mirastan Menetmek)

    VASİYET BAHSİ

    NİKAH BÖLÜMÜ

    Erkeğin Kadına Bakması

    Nikah Akdinin Sahih Olmasının Şartları

    Veli

    Nikahı Sürekli Haram Olan Kadınlar

    Nikahta Muhayyerlik Hakkı

    Sidak (Mehir)

    Velime (Düğün yemeği)

    Kasm ve Nüşuz

    Hul’

    TALAK (BOŞANMA) BAHSİ

    Hür Kişinin Talakı

    Ric’i Talak

    İla Sebebiyle Ayrılma

    Kazif ve Lian Sebebiyle Ayrılma

    İDDET

    İddet Bekleyen Kadının Ahkamı

    İhdad

    İbra ve Ahkamı

    SÜT EMME (RADA) BAHSİ

    NAFAKA BAHSİ

    HİDANE BAHSİ

    CİNAYET BÖLÜMÜ 

    Kısasın Vacip Olmasının Şartı

    Azalarda Kısasın Uygulanması

    Diyet

    Kaseme/ Levs

    HADLAR (CEZALAR) BÖLÜMÜ

    Zina Haddı

    Kazif (Zina İftirası) Haddı

    İçki Haddı

    Hırsızlık Haddı

    Yol Kesen (Katiu Tarik)

    Seyyal ve Hayvanın Telefe Sebep Olması

    Bağiler (İsyancılar)

    Riddet (Dinden Dönmek)

    Namazı Terk Etmenin Hükmü

    CİHAT (DÜŞMANA KARŞI SAVAŞMAK) BAHSİ

    Selb ve Ganimet

    Ganimet

    Fey

    Cizye

    AVLANMA, KESİM, ÜDHİYE VE YİYECEKLER BAHSİ

    Av Hayvanı ve Şartları

    Kesim Aleti ve Kasap

    ÜDHİYE (KURBAN)

    Kurbanın Kesim Zamanı ve Sünnetleri

    Kurban Etinin Dağıtımı

    Akika Kurbanı

    YARIŞ VE ATIŞ BÖLÜMÜ

    YEMİN VE NEZİR BÖLÜMÜ

    Yemin

    Yemin Kefareti

    ADAK (NEZİR) BAHSİ

    KADILIK VE ŞAHİDLİK KİTABI

    Kadının Şartları

    Kadının Uyması Gereken Hususlar

    TAKSİMAT BAHSİ

    Şahidlik Beyyine (Delil)

    Şahitliğin Kabul Şartları

    HAKLAR VE İSPATI

    KÖLE AZAT ETME BÖLÜMÜ

    Velayet (varis olma) Hakkı

    Tedbir Akdi (Azatlığı Ölüme Bağlamak)

    Kitabet Akdi (Mal Karşılığında Azatlık)

    Ümm’ül -Veled (Çocuk Sahibi Cariye)

    SONUÇ

    KİTABIN YAZARI ve ESERLERİ HAKKINDA

    ĞAYETÜ’T-TAKRİB MÜELLİFİ: EBU ŞUCA’ el-İSFAHANİ

    Ebu Şuca’ Ahmet bin el-Hüseyin bin Ahmet el-İsfahani el-Ubadi el-Basri eş-Şafii. H. 434 yılında Basra’da doğdu. Babası Ubad’a, dedesi ise İsfahan’a yerleşmiş. Basra’da okudu. H. 500 civarında vefat etti. Ebi Şuca’ lakabiyla şöhret bulmuştur.

    Gayetü’t-Takrib kitabı Muhtasaru ebi Şuca’ ismiyle bilinmektedir. Kitabın bir çok şerhleri vardır.

    Bunların bazılarını Hacı Halife Keşfü’z-Zünün’da (S.1625) ve İsmail Paşa el-Bağdadi İdahü’l- Meknun’da zikretmektedir. Menüfi lakabiyle bilinen eş-Şihab ebi’l-Hayr Ahmed bin Muhammed bin Abdü’s-Selam’ın (V.H. 931) el-İkna’ isimli büyük şerhi bunlardandır. Sonra Tesnif’ül-Esma’ bi halli elfazi Muhtasari ebi Şuca’ ismiyle İkna’dan özetlediği kısa bir şerh yazmıştır.

    Diğer bazı şerhleri şunlardır:

    1-Ahmed el-Hasi ed-Dımeşki eş-Şafii şerhi

    2-Hatip Şirbini Şemsü’d-Din Muhammed Şerhi; el-İkna’ fi halli elfazi ebi şuca’

    3-Ahmed bin Kasım el-Ubadi eş-Şafii şerhi. Bu şerhe eş-Şeyh İbrahim Bin Muhammed el-Bacuri (V.H. 1276) bir haşiye yazmıştır.

    Abdü’l-Kadir ibnu Muzaffer ve Ahmed el-Ebşiti, Muhtasaru ebi Şuca’ ismiyle Gayetü’t-Takrib’i nazım hale getirmişlerdir.

    İsmail Paşa el-Bağdadi, Hediyetü’l-Arifin kitabında, Fethü’l-Karib’il-Mucib fi şerhi elfazi Takrib şerhi, Şemsüddin Muhammed bin Kasım el-Mısri el-Ğezzi’nin (V. H. 1098) Gayetü’t-Takrib üzerine yazdığı şerhdir, der. Bu şerh tercüme ettiğimiz şerhtir.

    MUHAMMED BİN KASIM EL-ĞEZZİ

    (H .859-818/ M. 1455 - 1512)

    Allame Şeyh Muhammed bin Kasım bin Muhammed bin Muhammed ebu Abdillah, Şemsüddin el-Ğezzi.

    Ğazza’da doğdu ve orada büyüdü. Ğazza ve Kahirede eğitim gördü. Kahirede ikamet etti. Ezher ve diğer fakültelerde değişik görevler üstlendi. Şafii fakihidir.

    Eserleri:

    1. Fethü’l-Karibü’l-Mucib fi Şerhi Elfazi Takrib Ebi Kasım Ala Metni Ebi Şuca Şerhi ile bilinir. Bu elimizdeki kitaptır.

    2. Haşiyetu ala Şerhi Tasrif’. Sadüddin Taftazani’nin Tasrif kitabına taliktir.

    3. Havaşi Ala Haşiyeti Hayali. Nesefi Akaidi şerhinin haşiyesidir.

    ÖNSÖZ

    Âlemin yaratıcısı olan yüce Allah’a sonsuz hamd olsun. Rahmet olarak gönderilen sevgili Peygamberimiz Muhammed Mustafa’ya, O’nun aline ve ashabına binlerce salat ve selam olsun.

    Gayetü’t-Takrib kitabı İmam Ebu Şuca’ tarafından Şafii Mezhebi esasına göre yazılmıştır. Hacmi küçük fakat fıkhın tüm konularını ihtiva eden bu eser mübtediler için hazırlanmıştır.

    Şeyh Muhammed İbnu Kasım el-Ğezzi Gayetü’t-Takrib kitabına bir şerh yazarak biraz daha genişletmiştir. İmam İbrahim Bacuri bu şerhe iki ciltlik bir haşiye yazarak daha faydalı hale getirmiştir. Her üç eser de halen medreselerde ders kitabı olarak okutulmaktadır.

    Ana metin olan Ğayetü’t-Takrib kitabını, Delilleriyle Ğayetü’t-Takrib Metni Şafii Fıkhı ismiyle Türkçeye aktardım. Bu kitap basıldı.

    İbnu Kasım Tercimesinde Gayetü’t-Takrib kitabının metnini italik harflerle belirttim ve imkan ölçüsünde metin ve şerhe bağlı kaldım.

    Metin ve şerhi, akıcı bir üslupla eksiksiz tercüme etmeye özen gösterdim. Tüm gayretime rağmen, zühul eseri olarak yazımda; harf eksikliği, fazlalığı veya çarpıklığı çok ender de olsa bulunabilir. Okuyucunun iyi niyetime binaen bunları müsamaha ile karşılamalarını diliyorum.

    Samimi tenkitlerini saygı ile karşılayacağımı ve dikkate alacağımı şimdiden ifade etmek istiyorum.

    Yüce Rabbime sonsuz hamd olsun. O’nun sevgili ve aziz peygamberine salat ve selam olsun.

    Başarı ve hidayet şüphesiz ki Allah’tandır.

    Mithat ACAT

    ...

    بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

    قَالَ الشَّيْخُ اْلاِمَامُ الْعَالِمُ الْعَلاَّمَةُ شَمْسُ الدِّينِ أَبُو عَبْدِ اللهِ مُحَمَّدُ بْنُ قَاسِمِ الشَّافِعِيِّ تَغَمَّدَهُ اللهُ بِرَحْمَتِهِ وَرِضْوَانِهِ آمِينَ.اَلْحَمْدُ ِللهِ تَبَرُّكًا بِفَاتِحَةِ الْكِتَابِ لأَنَّهَا اِبْتِدَاءُ كُلِّ أَمْرٍ ذِي بَالٍ وَخَاتِمَةُ كُلِّ دُعَاءٍ مُجَابٍ وَآخِرُ دَعْوَى الْمُؤْمِنِينَ فِي الْجَنَّةِ دَارَ الثَّوَابِ. أَحْمَدُهُ أَنْ وَفَّقَ مَنْ أَرَادَ مِنْ عِبَادِهِ لِلتَّفَقُّهِ فِي الدِّينِ عَلَى وِفْقِ مُرَادِهِ وَأُصَلِّي وَأُسَلِّمُ عَلَى أَفْضَلِ خَلْقِهِ مُحَمَّدٍ سَيِّدِ الْمُرْسَلِينَ الْقَائِلِ:]مَنْ يُرِدِ اللهُ بِهِ خَيْرًا يُفَقِّهْهُ فِي الدِّينِ[ وَعَلَى آلِهِ وَصَحْبِهِ مُدَّةَ ذِكْرِ الذَّاكِرِينَ وَسَهْوِ الْغَافِلِينَ.(وَبَعْدُ) هَذَا كِتَابٌ فِي غَايَةِ اْلاِخْتِصَارِ وَالتَّهْذِيبِ

    MÜELLİFİN MUKADDİMESİ

    BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

    Şeyh İmamü’l-alim allame Şemsüddin Ebu Abdullah Muhammed bin Kasım eş-Şafii Allah onu rahmetine ve rızasına gark eylesin, amin. Der ki: Allah’a hamd olsun.

    Bereketli olması için yazdığım bu şerhe Besmele-hamdele ile başladım. Zira fatihetü’l-kitap caiz olan her işin başıdır. İcabet edilen her duanın hatimesidir.

    Mü’minlerin, sevap yeri olan cennette yaptıkları dualarının sonudur. Muradına uygun olarak dinde fakih olmayı irade eden kullarını muvaffak kılması için Allah’a hamd ederim.

    Zikredenlerin zikri ve gafillerin sehvi müddetince yarattıklarının en faziletlisi resullerin efendisi Muhammed (as)’e, -ki O, ‘Allah kimin hakkında hayır dilerse onu dinde fakih kılar.’ der- al ve ashabına salat ve selam ederim.

    Bundan sonra bil ki, bu hazırladığım şerh,Gayetü’l-İhtisar kitabı için bir şerh ve tehzibdir.

    وَضَعْتُهُ عَلَى الْكِتَابِ الْمُسَمَّى بِالتَّقْرِيبِ لِيَنْتَفِعَ بِهِ الْمُحْتَاجُ مِنَ الْمُبْتَدِئِينَ لِفُرُوعِ الشَّرِيعَةِ وَالدِّينِ لِيَكُونَ وَسِيلَةً لِنَجَاتِي يَوْمَ الدِّينِ، وَنَفْعًا لِعِبَادِهِ الْمُسْلِمِينَ، إِنَّهُ سَمِيعٌ دُعَاءَ عِبَادِهِ وَقَرِيبٌ مُجِيبٌ،وَمَنْ قَصَدَهُ لاَ يَخِيبُ ]وَإِذَا سَأَلَكَ عِبَادِي عَنِّي فَاِنِّي قَرِيبٌ[ وَاعْلَمْ أَنَّهُ يُوجَدُ فِي بَعْضِ نُسَخِ هَذَا الْكِتَابِ فِي غَيْرِ خُطْبَتِهِ تَسْمِيَتُهُ تَارَةً بِالتَّقْرِيبِ وَتَارَةً بِغَايَةِ الاختصار فَلِ ذَلِكَ سَمَّيْتُهُ بِاسِمَيْنِ أَحَدُهُمَا فَتْحُ الْقَرِيبِ الْمُجِيبِ فِي شَرْحِ أَلْفَاظِ التَّقْرِيبِ وَالثَّانِي اَلْقَوْلُ الْمُخْتَارُ فِي شَرْحِ غَايَةِ اْلاِخْتِصَارِ. قَالَ الشَّيْخُ اْلاِمَامُ اَبُو الطَّيِّبِ وَيَشْتَهِرُ أَيْضًا بِأَبِي شُجَاعٍ شِهَابِ الْمِلَّةِ وَالدِّينِ أَحْمَدَ بْنِ الْحُسَيِنْ بْنِ أَحْمَدَ اْلاَصْفَهَانِي سَقَى اللهُ ثَرَاهُ ضَبِيبَ الرَّحْمَةِ وَالرِّضْوَانِ وَأَسْكَنَهُ أَعْلَى فَرَادِيسِ الْجِنَانِ

    Bu şerhi, Takrib yani Ğayet diye isimlendirilen kitaba şerh olarak yazdım ki, ahkam ve dinin feri meselelerini öğrenmeye yeni başlayıp ihtiyaç duyanlar ondan faydalansın.

    Ceza gününde kurtuluşuma vesile ve Allah’ın Müslüman kulları için faydalı olsun. Şüphesiz O, kullarının duasını işiten, manen onlara yakın ve icabet edendir. İhtiyacını elde etmek için O’nu kast eden zarar etmez (maksadına nail olur).

    Bir ayette şöyle buyrulmaktadır: Kullarım sana Beni sorarlarsa, işte muhakkak Ben pek yakınım. (Bakara, 186)

    Bilesin ki bu kitabın bazı nüshalarında giriş kısmı dışında bazen Takrib ve bazen Ğayetü’l-İhtisar diye isimlendirilmiştir. Bu itibarla şerhe iki isim verdim:

    1.Fethü’l-Karibü’l-Mucib fi şerhi elfazi’t-Takrib

    2.el-Kavlü’l-Muhtar fi şerhi Ğayeti’l-İhtisar

    Şeyh İmam Ebu Tayyib ki, Ebi Şuca’ lakabiyle şöhret bulmuş, Şihabü’l-Millet ve’d-Din Ahmed bin Hüseyin bin ahmed el-İsfehani, -Allah onun kabrine rahmet ve rızasını indirsin ve onu Firdevs cennetlerinin en üstün olanında iskan etsin- der ki: Bu kitabıma

    (بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ) أَبْتَدِئُ كِتَابِي هَذَا وَاللهُ اِسْمٌ لِلذَّاتِ الْوَاجِبِ الْوُجُودِ وَالرَّحْمَنُ أَبْلَغُ مِنَ الرَّحِ يمِ (اَلْحَمْدُ ِللهِ) وَهُوَ الثَّنَاءُ عَلَى اللهِ تَعَالَى بِالْجَمِيلِ عَلَى جَهْدِ التَّعْظِيمِ (رَبِّ) أَيْ مَالِكِ (الْعاَلَمِينَ) بِفَتْحِ اللاَّمِ وَهُوَ كَمَا قَالَ ابْنُ مَالِكٍ: اِسْمُ جَمْعٍ خَاصٍّ بِمَنْ يَعْقِلُ لاَ جَمْعٌ وَمُفْرَدُهُ عَالَمٌ بِفَتْحِ اللاَّمِ لأَنَّهُ اِسْمٌ لِمَا سِوَى اللهِ وَالْجَمْعُ خَاصٌّ بِمَنْ يَعْقِلُ. (وَصَلَّى اللهُ) وَسَلَّمَ (عَلَى سَيِّدِناَ مُحَمَّدٍ النَّبِىِّ) هُوَ بِالْهَمْزَةِ وَتَرْكِهِ: إِنْسَانٌ أُوحِيَ إِلَيْهِ بِشَرْعٍ يُعْمَلُ بِهِ وَإِنْ لَمْ يُؤْمَرْ بِتَبْلِيغِهِ فَاِنْ أُمِرَ بِتَبْلِيغِهِ فَنَبِيٌّ وَرَسُولٌ أَيْضًا وَالْمَعْنَى يُنْشِئُ الصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلَيْهِ وَمُحَمَّدٌ عَلَمٌ مَنْقُولٌ مِنْ اِسْمِ مَفْعُولٍ الْمُضَعَّفِ الْعَيْنِ وَالنَّبِيُّ بَدَلٌ مِنْهُ أَوْ عَطْفُ بَيَانٍ عَلَيْهِ (وَ) عَلَى (آلِهِ الطَّاهِرِينَ) هُمْ كَمَا قَالَ الشَّافِعِيُّ: أَقَارِبُهُ الْمُؤْمِنُونَ مِنْ بَنِي هَاشِمٍ وَبَنِي الْمُطَّلِبِ

    Bismillahirrahmani’r-Rahim ile başlıyorum.

    Allah lafzı, varlığı vacip olan zatın ismidir. Rahman sıfatı Rahim sıfatından daha mübalağalıdır. Hamd Allah’adır. Hamd, yücelik yönüyle Allah’ı güzellikle övmektir. O, alemlerin Rabbidir. Alem kelimesindeki ‘Lam’ harfi fethe üzere okunur. Yani malikidir.

    Alemine kelimesi, ibnu Malik’in dediği gibi, akıl sahiplerine has topluluğa delalet eden isimdir. Çoğul olmayıp [gerçekte çoğuldur] tekili alem gelir. [lam harfi fethe ile okunur.] Zira Allah dışında her şeyi içine alan genel bir isimdir. Çoğulu, akıl sahiplerine has bir isimdir.

    Allah, efendimiz nebi olan Muhammed’e salat ve selam eylesin. Nebi kelimesinin son harfi hemzedir. Hemzesiz de gelir. Her ne kadar tebliğ edilmekle emir olunmasa da kendisine din vahiy edilen insandır. Ki o dinle amel edilsin. Dini tebliğ etmekle emir olunursa hem nebi hem de resul olur. Bu cümlenin manası şudur: Salat ve selam O’nun üzerinedir.

    Muhammed kelimesi, özel isim olup ismi mefulden yapılmıştır. Sondan ikinci harfi şeddeli okunur. Nebi kelimesi ondan bedeldir veya O’nun üzerine atfı beyandır ve salat ve selam O’nun temiz olan aline olsun. İmam Şafii’nin dediği gibi Al Muhammed (as)’in Haşim ve Muttalip oğullarından mü’min olan akrabalarıdır.

    وَقِيلَ: وَاخْتَارَهُ النَّوَوِيُّ: أَنَّهُمْ كُلُّ مُسْلِمٍ وَلَعَلَّ قَوْلَهُ الطَّاهِرِينَ مُنْتَزَعٌ مِنْ قَوْلِهِ تَعَالَى: ]وَيُطَهِّرَكُمْ تَطْهِيرًا[ (وَ) عَلَى (صَحَابَتِهِ) جَمْعُ صَاحِبِ النَّبِيِّ. وَقَوْلُهُ (أَجْمَعِينَ) تَأْكِيدٌ لِصَحَابَتِهِ.ثُمَّ ذَكَرَ الْمُصَنِّفُ أَنَّهُ مَسْئُولٌ فِي تَصْنِيفِ هَذَا الْمُخْتَصَرِ بِقَوْلِهِ (سَأَلَني بَعْضُ اْلأَصْدِقاَءِ) جَمْعُ صَدِيقٍ. وَقَوْلُهُ (حَفِظَهُمُ اللهُ تَعَالَى) جُمْلَةٌ دُعَائِيَةٌ (أَنْ أَعْمَلَ مُخْتَصَرًا) هُوَ مَا قَلَّ لَفْظُهُ وَكَثُرَ مَعْنَاهُ (فِي الْفِقْهِ) هُوَ لُغَةً الْفَهْمُ وَاصْطِلاَحًا اَلْعِلْمُ بِاْلأَحْكَامِ الشَّرْعِيَّةِ الْعَمَلِيَّةِ الْمُكْتَسَبُ مِنْ أَدِلَّتِهَا الْتَفْصِيلِيَّةِ (عَلَى مَذْهَبِ اْلاِمَامِ) اْلأَعْظَمِ الْمُجْتَهِدِ نَاصِرِ السُّنَّةِ وَالدِّينِ أَبِي عَبْدِ اللهِ مُحَمَّدِ بْنِ إِدْرِيسِ بْنِ الْعَبَّاسِ بْنِ عُثْمَانَ بْنِ شَافِعٍ (الشَّافِعِىِّ) وُلِدَ بِغَزَّةَ سَنَةَ خَمْسِينَ وَمِائَةٍ وَمَاتَ (رَحْمَةُ اللهِ تَعَالَى عَلَيْهِ وَرِضْوَانُهُ) يَوْمَ الْجُمُعَةِ سَلَخَ رَجَبَ سَنَةَ أَرْبَعٍ وَمِائَتَيْنِ

    Bir kavle göre Nevevi bu görüşü tercih etmiştir: Muhammed (as)’in alinden kasıt tüm Müslümanlardır. Belki ‘Tahir/temiz kelimesi Allah’ın şu sözünden alınmıştır: Allah sizden ancak kiri giderip tam anlamıyla sizi temizlemek ister.(Ahzab-33)

    Ve O’nun tüm ashabına olsun. Sahabe, kelimesi sahibu nebi (Nebi’nin arkadaşı) kelimesinin çoğuludur. Ecmain/tüm kelimesi sahabe kelimesinin te’kididir.

    Bundan sonra musannif, bu muhtasar kitabın kendisinden istendiğini şu sözüyle zikrediyor: Bazı esdikalarım, esdika kelimesi sadik (arkadaş) kelimesinin çoğuludur. Allah onları muhafaza buyursun, bu cümle dua cümlesidir. Fıkıhta muhtasar bir kitap yazmamı istediler. Yani lafzı kısa manası çok olan bir kitap.

    Fıkıh kelimesi, lügatte anlamak manasındadır. Istılahta ise, tafsili delillerinden alınan ameli dini ahkamı bilmektir.

    İmamın Mezhebi üzere cümlesinden kasıt; büyük imam, müçtehit, sünnet ve dinin yardımcısı ebi Abdullah Muhammed bin İdris bin Abbas bin Osman bin Şafii eş-Şafii’dir. Allah’ın rahmeti ve rızası O’nun üzerine olsun.

    وَوَصَفَ الْمُصَنِّفُ مُخْتَصَرَهُ بِأَوْصَافٍ مِنْهَا أَنَّهُ (فِي غاَيَةِ اْلاِخْتِصَارِ وَنِهَايَةِ اْلاِيجَازِ) وَالْغَايَةُ وَالنِّهَايَةُ مُتَقَارِبَانِ وَكَذَا اْلاِخْتِصَارُ وَاْلاِيجَازُ مِنْهَا أَنَّهُ (لِيَقْرُبَ عَلَى الْمُتَعَلِّمِ) لِفُرُوعِ الْفِقْهِ (دَرْسُهُ وَيَسْهُلَ عَلَى الْمُبْتَدِى حِفْظُهُ) أَيْ اِسْتِحْضَارُهُ عَلَى ظَهْرِ قَلْبٍ لِمَنْ يَرْغُبُ فِي حِفْظِ مُخْتَصَرٍ فِي الْفِقْهِ  (وَ) سَأَلَنِي أَيْضًا بَعْضُ اْلأَصْدِقَاءِ (أَنْ أُكْثِرَ فِيهِ) أَيِ الْمُخْتَصَرِ (مِنَ التَّقْسِيمَاتِ) لِلاَحْكَامِ الْفِقْهِيَّةِ (وَ) مِنْ (حَصْرِ) أَيْ ضَبْطِ (الْخِصَالِ) الْوَاجِبَةِ وَالْمَنْدُوبَةِ وَغَيْرِهِمَا (فَأَجَبْتُهُ اِلَى) سُؤَالِهِ فِي (ذَلِكَ طاَلِبًا لِلثَّوَابِ) مِنَ اللهِ جَزَاءً عَلَى تَصْنِيفِ هَذَا الْمُخْتَصَرِ (رَاغِبًا اِلَى اللهِ سُبْحَانَهُ وَتَعَالَى) فِي اْلاِعَانَةِ مِنْ فَضْلِهِ عَلَى تَمَامِ هَذَا الْمُخْتَصَرِ (وَفِي التَّوْفيِقِ للِصَّوَابِ) وَهُوَ ضِدُّ الْخَطَأِ (إِنَّهُ) تَعَالَى (عَلَى مَا يَشَاءُ) أَيْ يُرِيدُ (قَدِيرٌ) أَيْ قَادِرٌ (وَبِعِبَادِهِ لَطيِفٌ خَبيِرٌ) بِأَحْوَالِ عِبَادِهِ

    Musannif muhtasar kitabını bazı vasıflarla vasıflandırmıştır. Bu vasıflardan biri şudur: Bu muhtasar kitap; gayet ihtisar (öz) ve son derece kısadır. Gayet ve nihayet kelimeleri eş anlamlı kelimelerdir. İhtisar ve icaz kelimeleri de eş anlamlı kelimelerdir.

    Diğer bir vasfı da şudur: Fıkhın furuu için öğrenci çabuk okusun ve hıfz eden mübtediler için kolay olsun. Yani fıkıhta muhtasar olanı hıfz etmeye istekli olan kişinin hıfzında hazır bulunması kolay olsun.

    Yine bazı dostlarım, fıkhın ahkamı ile ilgili taksimatı onda çoğaltmamı, yani öz olarak belirtmemi, vacip, mendup ve bunlar dışındaki hasletleri özetlememi, yani kayıt etmemi istediler.

    Bu kısa te´lifatın sevabını Allah´tan dileyerek ve onu tamamlamak üzere Sübhan olan Allah´tan, fazlından yardımını isteyerek, doğru -hatanın zıddı- olana muvaffak kılmasını dileyerek, onların bu isteklerine bu te´lifatla cevap verdim. Şüphesiz ki O, dilediğini yani istediğini yapmaya kadir, kullarına karşı latif (iyilik veren) kullarının hallerinden haberdardır.

    وَاْلأَوَّلُ مُقْتَبَسٌ مِنْ قَوْلِهِ تَعَالَى: ]اَللهُ لَطِيفٌ بِعِبَادِهِ[ وَالثَّانِي مِنْ قَوْلِهِ تَعَالَى: ]وَهُوَ الْحَكِيمُ الْخَبِيرُ[ وَاللَّطِيفُ وَالْخَبِيرُ اِسْمَانِ مِنْ أَسْمَائِهِ تَعَالَى وَمَعْنَى اْلاَوَّلِ اَلْعَالِمُ بِدَقَائِقِ اْلأُمُورِ وَمُشْكِلاَتِهَا وَيُطْلَقُ أَيْضًا بِمَعْنَى الرَّفِيقِ بِهِمْ فَاللهُ تَعَالَى عَالِمٌ بِعِبَادِهِ وَمَوَاضِعِ حَوَائِجِهِمْ رَفِيقٌ بِهِمْ وَمَعْنَى الثَّانِي قَرِيبٌ مِنْ مَعْنَى اْلأَوَّلِ وَيُقَالُ: خَبِرْتُ الشَّيْءَ أَخْبَرُهُ فَأَنَا بِهِ خَبِيرٌ أَيْ عَلِيمٌ. قَالَ الْمُصَنِّفُ رَحِمَهُ اللهُ تَعَالَى.

    Birinci kelime olan ‘latif’ kelimesi, Allah Teala’nın, Allah kullarına karşı latiftir.(Şura, 19) ayetinden alınmıştır.

    İkinci olan ‘habir’ kelimesi ise Allah’ın , "O, Hakim ve Habirdir(Enam, 18) ayetinden alınmıştır.

    Latif ve Habir, Allah’ın isimlerinden iki isimdir. Birinci olan ‘Latif’ kelimesi, gizli işleri ve o işlerin zorluklarını bilen manasınadır. Ayrıca kullarını ibadet etmeye muvaffak kılan manasını ihtiva eder.

    Şüphesiz ki Allah, kullarını bilendir. Yani onları, fiillerini ve sözlerini bilendir.

    Dünya ve ahirette ihtiyaçlarını bilendir. Onların refikidir.Yani, güç yetirmeyecek işleri onlara yüklemez.

    İkinci olan ‘O habirdir’ kelimesinin manası, birinci kelimenin manasına yakındır.

    Denilir ki, bu şeyi haber verdim, onu haber verdim ve ben ondan haberdarım. Yani onu bilenim. Bundan sonra musannif, Allah’ın rahmeti üzerine olsun [Temizlik Bölümü ile] metne başlamıştır.

    (كِتَابُ) أَحْكاَمِ (الطَّهَارَةِ)

    وَالْكِتَابُ لُغَةً مَصْدَرٌ بِمَعْنَى الضَّمِّ وَالْجَمْعُ وَاصْطِلاَحًا اِسْمٌ لِجِنْسٍ مِنَ اْلأَحْكَامِ أَمَّا الْبَابُ فَاِسْمٌ لِنَوْعٍ مِمَّا دَخَلَ تَحْتَ ذَلِكَ الْجِنْسِ وَالطَّهَارَةُ بِفَتْحِ الْطَّاءِ لُغَةً اَلنَّظَافَةُ وَأَمَّا شَرْعًا فَفِيهَا تَفَاسِيرُ كَثِيرَةٌ مِنْهَا قَوْلُهُمْ: فِعْلٌ تُسْتَبَاحُ بِهِ الصَّلاَةُ أَيْ مِنْ وُضُوءٍ وَغُسْلٍ وَتَيَمُّمٍ وَإِزَالَةُ نَجَاسَةٍ أَمَّا الطُّهَارَةُ بِالضَّمِّ فَاِ سْمٌ لِبَقِيَّةِ الْمَاءِ. وَلَمَّا كَانَ الْمَاءُ آلَةٌ لِلطَّهَارَةِ اِسْتَطْرَدَ الْمُصَنِّفُ لأَنْوَاعِ الْمِيَاهِ فَقَالَ: (اَلْمِيَاهُ الَّتِي يَجُوزُ) أَيْ يَصُحُّ (التَّطْهيِرُ بِهَا سَبْعُ مِيَاهٍ مَاءُ السَّمَاءِ) أَيِ النَّازِلِ مِنْهَا وَهُوَ الْمَطَرُ

    TEMİZLİK (TAHARET) BAHSİ

    Lügatte kitap kelimesi , mastar olup katmak ve toplamak anlamındadır. Bir fıkıh terimi olarak, fıkıhla ilgili meseleleri kapsayan bölümlerden her bir bölümün ismidir. Bab kelimesi ise, kitabın kapsadığı bölümlere dahil olan her bir kısmın ismidir.

    Taharet kelimesi ‘ط’ harfinin fethesiyle lügatte, temizlik manasındadır. Fıkıh terimi olarak taharetin birçok tarifi yapılmıştır. Fakihlerin yaptıkları tariflerden bir tanesi şudur: ‘Namazı caiz kılan fiildir.’Yani abdest, gusül ve teyemmümü caiz kılan ve necasetin gideren fiil.

    ‘ط’ harfi ötreyle ‘Tuharet’ gibi okunursa temizlikte kullanılan sudan arta kalan su demektir. [Mesela ibrikle abdest alırken ibrikte arta kalan suya tuharet denir.]

    Su, temizlik vasıtası olunca, yeri olmadığı halde burada münasebet düştüğü için suların kısımlarını açıklamak için müellif der ki: Taharette kullanılması caiz, yani sahih olan sular yedi çeşittir: gök suyu. Gökten inen su. Bu yağmurdur.

    (وَمَاءُ الْبَحْرِ) أَيِ الْمِلْحِ (وَمَاءُ النَّهْرِ) أَيِ الْحُلْوِ (وَمَاءُ الْبِئْرِ وَمَاءُ الْعَيْنِ وَمَاءُ الثَّلْجِ وَمَاءُ الْبَرَدِ)

    Deniz suyu. Bu tuzlu olan sudur. Nehir suyu, bu tatlı olan sudur. Kuyu suyu. Çeşme suyu. Kar suyu ve dolu suyu.

    (Bu sularla temizlik yapmanın caiz olmasının delili ayet ve hadislerdir. Bu ayetlerden bir tanesi şudur:

    وَيُنَزِّلُ عَلَيْكُم مِّن السَّمَاءِ مَاءً لِّيُطَهِّرَكُم بِهِ sizi temizlemek için üzerinize gökten bir su indiriyordu. (Efal, 11)

    Bu sular için delil olan hadislerden bir tanesi şudur: Ebu Hüreyre (ra.)’den rivayete göre, bir adam Resulullah'a (sa) gelip: "Ey Allah'ın Resulü! Biz gemiye Bu sularla temizlik yapmanın caiz olmasının delili ayet ve hadislerdir. Bu ayetlerden bir tanesi şudur:

    وَيُنَزِّلُ عَلَيْكُم مِّن السَّمَاءِ مَاءً لِّيُطَهِّرَكُم بِهِ sizi temizlemek için üzerinize gökten bir su indiriyordu. (Efal, 11)

    Bu sular için delil olan hadislerden bir tanesi şudur: Ebu Hüreyre (ra.)’den rivayete göre, bir adam Resulullah'a (sa) gelip: Ey Allah'ın Resulü! Biz gemiye binip, beraberimizde az bir su alabiliyoruz. Abdestlerimizi bu su ile alsak susuz kalacağız. Deniz suyu ile abdest alabilir miyiz? diye sordu. Resulullah (sav):

    مَاؤُهُ الْحِلُّ مَيْتَتُهُ هُوَ الطَّهُورُ Evet, denizin suyu temizdir, meytesi de helaldir cevabını verdi. İmam Tirmizi, bu hadis hasen ve sahihtir demiş. Ayrıca bak: Ebu Davud, Taharet, Hadis no; 83; Tirmizi, Taharet, Hadis no: 69; Nesai, Taharet, Hadis no: 259; 332

    İbnu Mace, Hadis no: 386

    ‘Meytesi helaldir’ yani, balık ve benzeri hayvanlar dini -kesim olmaksızın- denizde ölürlerse onları yemek helaldir.)

    وَيَجْمُعُ هَذِهِ السَّبْعَةَ قَوْلُكَ: مَا نَزَلَ مِنَ السَّمَاءِ أَوْ نَبَعَ مِنَ اْلأَرْضِ عَلَى أَيِّ صِفَةٍ كَانَ مِنْ أَصْلِ الْخِلْقَةِ.(ثُمَّ الْمِيَاهُ) تَنْقَسِمُ (عَلَى أَرْبَعَةِ أَقْسَامٍ) أَحَدُهَا (طَاهِرٌ) فِي نَفْسِهِ (مُطَهِّرٌ) لِغَيْرِهِ (غَيْرُ مَكْرُوهٍ اِسْتِعْمَالُهُ وَهُوَ الْمَاءُ الْمُطْلَقُ) عَنْ قَيْدٍ لاَزِمٍ فَلاَ يَضُرُّ الْقَيْدُ الْمُنْفَكُّ كَمَاءِ الْبِئْرِ فِي كونه مطلقا

    Hangi sıfat üzere olursa olsun, bu yedi çeşit su, oluşma itibariyle asıl şekli üzere gökten inen veya yerden fışkıran su sözüyle ifade edilmiştir. Bu açıklamadan sonra bu suların [her biri] dört kısma ayrılıyor.

    Suyun Kısımları

    1. Temiz ve başka şeyi temizleyici olan su. Bu su kullanılması mekruh olmayan, [gül suyu gibi] gerekli bir isimle ifade edilmeyen mutlak [tabii hali üzere] olan sudur.

    Mutlak su, ‘kuyu suyu’ gibi ayrı bir isimle ifade edilirse [böyle bir ismin] suya bir zararı yoktur.

    (Mutlak suyun temiz olduğunun delili şu ayetlerdir:

    فَلَمْ تَجِدُواْ مَاء فَتَيَمَّمُوا ..su bulamazsanız temiz toprakla teyemmüm edin. (5, 6)

    وَأَنزَلْنَا مِنَ السَّمَاء مَاء طَهُورًا Gökten tertemiz su indirdik. (Furkan,48)

    Mutlak suya delil olan hadislerden biri şudur:

    قَامَ أَعْرَابِيٌّ فَبَالَ فِي الْمَسْجِدِ فَتَنَاوَلَهُ النَّاسُ فَقَالَ لَهُمْ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ دَعُوهُ وَهَرِيقُوا عَلَى بَوْلِهِ سَجْلًا مِنْ مَاءٍ أَوْ ذَنُوبًا مِنْ مَاءٍ فَإِنَّمَا بُعِثْتُمْ مُيَسِّرِينَ وَلَمْ تُبْعَثُوا مُعَسِّرِينَ

    Bir bedevi kalkıp mescide idrarını yaptı. Bunun üzerine insanlar söylenmeye başladılar. Hz. Peygamber oradakilere şöyle buyurdu: Onu bırakın. İdrarının üzerine bir kova su dökün. Siz kolaylaştırıcılar olarak gönderildiniz, zorlaştırıcılar olarak değil (Buhari, 217))

    (وَ) الثَّانِي (طَاهِرٌ) فِي نَفْسِهِ (مُطَهِّرٌ) لِغَيْرِهِ (مَكْرُوهٌ اِسْتِعْماَلُهُ) فِي الْبَدَنِ لاَ فِي الثَّوْبِ (وَهُوَ الْمَاءُ الْمُشَمَّسُ) أَيْ الْمُسَخَّنُ بِتَأْثِيرِ الشَّمْسِ فِيهِ وَإِنَّمَا يُكْرَهُ شَرْعًا بِقَطْرٍ حَارٍّ فِي إِنَاءٍ مُنْطَبِعٍ إٍلاَّ إِنَاءُ النَّقْدَيْنِ لِصَفَاءِ جَوْهَرِهِمَا وَاِذَا بَرُدَ زَالَتِ الْكَرَاهَةُ وَاخْتَارَ النَّوَوِيُّ عَدَمَ الْكَرَاهَةِ مُطْلَقًا وَيُكْرَهُ أَيْضًا شَدِيدُ السُّخُونَةِ وَالْبُرُودَةِ

    2. Temiz ve başka şeyi temizleyici, bedende kullanılması mekruh olan elbisede kullanılması mekruh olmayan, su: Bu, güneşte yani, güneşin tesiriyle ısınan sudur.

    (Bu su, Hicaz gibi sıcak memleketlerde bakır, demir veya alüminyum madeninden olup çekiçle dövülerek yapılan kaplarda ısıtılan sudur. Buna güneşte ısıtılmış su denir.

    Bu suyun mekruh olmasının nedeni, kullanılmasından dolayı vücutta alaca hastalığının meydana gelmesidir. Soğuduktan sonra kullanılması mekruh değildir. Vücuda zarar verecek derecede sıcak veya soğuk olan suyu kullanmak da mekruhtur.

    1. Mutlak su, sonradan üç vasfı veya bunlardan biri değişmemiş olan sudur. Gül suyu, şerbet ve meyve suyu gibi isim alan veya üç özelliğinden biri değişmiş olan su mutlak su değildir. Fakat kuyu suyu, çeşme suyu gibi bulunduğu yerden dolayı isim alan su mutlak sudur.

    Keza kaplıca ve deniz suyu gibi yapısı itibariyle rengi, kokusu veya tadı değişik olan sular da mutlak su olup temizlikte kullanmak caizdir.

    2. İmam Şafii (ra), Hz. Ömer’in güneşte altın ve gümüş madeni dışında bir kapta su ile yıkanmayı mekruh görüp şöyle dediği rivayet ediyor: Güneşte ısınmış suyun kullanmasını tıp açısından mahzurlu görüyorum. Zira güneşte ısınan su, alaca hastalığına sebeb olmaktadır. Çünkü şiddetli güneş, kapta yağımsı bir tabaka oluşturur. Bu madde ısındıktan sonra vücuda değerse alaca hastalığına sebep olması mümkündür.)

    Sıcak bölgelerde, güneşin etkisiyle çekiçle dövülerek yapılan kaplarda ısınan suyu [bedende] kullanmak dini açıdan mekruhtur.

    Güneşin etkisiyle altın veya gümüş kapta ısınan suyu kullanmak mekruh değildir. Zira bunların madenleri temizdir. Güneşte ısınan su, soğuyunca mekruh olma vasfı kalkar. İmam Nevevi, güneşte ısınan suyu kullanmanın mutlak surette mekruh olmadığını tercih etmiştir. Çok sıcak veya çok soğuk olan suyu bedende kullanmak mekruhtur.

    (وَ) الْقِسْمُ الثَّالِثُ (طَاهِرٌ) فِي نَفْسِهِ (غَيْرُ مُطَهِّرٍ لِغَيْرِهِ وَهَوَ الْمَاءُ الْمُسْتَعْمَلُ) فِي رَفْعِ حَدَثٍ أَوْ اِزَالَةِ نَجِسٍ

    3. Bizzat temiz, başka şeyi temizleyici olmayan su. Bu su, abdestte kullanılan veya pisliği gidermede kullanılan sudur.

    (Kullanılmış suyun temiz olduğunun delili Cabir'in Abdullah (ra)’dan rivayet ettiği  şu hadistir:جَاءَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَعُودُنِي وَأَنَا مَرِيضٌ لَا أَعْقِلُ فَتَوَضَّأَ وَصَبَّ عَلَيَّ مِنْ وَضُوئِهِ Ben hasta olduğum sırada, aklım başımda değil iken Resulüllah (sa) beni ziyaret etti. Abdest alarak üzerime abdest suyundan döktü. (Buhari, 191; Müslim, 1616)

    Şayet abdestte kullanılan su temiz olmasaydı Resulüllah (sa) Cabir’in üzerine dökmezdi, Resulüllah (sa)’in böyle yapması böyle bir suyun temiz olduğunun delilidir. Kullanılmış suyun temizleyici olmadığının delili ise, Ebû Hüreyre (r.a)’den rivayet edilen şu hadistir: لا يَغْتَسِلُ أَحَدُكُمْ فيِ الماءِ الدّائِمِ وهوَ جُنُبٍ فَقالوا يا أبا هُرَيْرةَ  َكيْفَ يَفْعلُ؟ قال يَتَناولُهُ تناولاً Herhangi biriniz cunüp iken durgun suda yıkanmasın. Peki nasıl yaparız Ey Ebu Hureyre! diye sorduklarında: suyu avuçlar onunla abdet veya gusül alırsınız" demiş. (Nesai, 220, İbn Mace, 605; Ebû Davud, 36; Müslim, 283)

    Burada abdestin hükmü de guslün hükmü gibidir. Çünkü her ikisinde de amaç abdestsizliğin giderilmesidir.

    Hükmi necaset, var olduğu kesin olarak bilinen ancak tadı, rengi ve kokusu bilinmeyen necasettir. Böyle bir necasetin yıkanmasında kullanılan ve bir kapta biriken suyun bu üç vasfından biri değişmemişse ve ağırlığında artma olmamışsa temizdir temizleyici değildir. Kuruyup belli olmayan ve kokusu olmayan idrar ve necis su gibi.

    Temiz bir maddenin karıştığı su ise, temiz maddenin karışmasıyla tadı rengi veya kokusu değişen sudur. Ayran, pekmez vb. bir şeyin karıştığı su gibi. Böyle bir suyun temizleyici vasfını kayıp etmesinin iki şartı vardır:

    1. Suyun mutlak su ismi almayacak kadar değişmiş olması. Pekmez suyu denilecek kadar suyun pekmezle değişmiş olması gibi.

    2.  Suya katılıp onu değiştiren maddeden korunmanın kolay olması. Kendisinden suyun korumasının zor olduğu yosun, tuz, kil ve katran gibi maddeler sebebiyle asıl özelliği değişen su temizleyici vafını kayb etmez.)

    اِنْ لَمْ يَتَغَيّرْ وَلَمْ يَزِدْ بَعْدَ اِنْفِصَالِهِ عَمَّا كاَنَ بَعْدَ اِعْتِبَارِ مَا يَتَشَرَّبُهُ الْمَغْسُولُ مِنَ الْمَاءِ (وَالْمُتَغَيِّرُ) أَيْ مِنْ هَذَا الْقِسْمِ الْمَاءِ الْمُتَغَيَّرُ أَحَدُ أَوْصَافِهِ (بِمَا) أَيْ بِشَيْءٍ (خاَلَطَهُ مِنَ الطَّاهِرَاتِ) تَغَيُّرًا يَمْنَعُ اِطْلاَقَ اِسْمِ الْمَاءِ عَلَيْهِ فَاِنَّهُ طَاهِرٌ غَيْرُ طُهُورٍ حِسِّيًّا كَانَ التَّغَيُّرُ أَوْ تَقْدِيرِيًّا كَأَنْ اِخْتَلَطَ بِالْمَاءِ مَا يُوَافِقُهُ فِي صِفَاتِهِ كَمَاءِ الْوِرْدِ الْمُنْقَطِعِ الرَّائِحَةِ وَالْمَاءِ الْمُسْتَعْمَلِ فَاِنْ لَمْ يَمْنَعْ اِطْلاَقَ اِسْمَ الْمَاءِ عَلَيْهِ بِأَنْ كَانَ تَغَيُّرُهُ بِالطَّاهِرِ يَسِيرًا أَوْ بِمَا يُوَافِقُ الْمَاءِ فِي صِفَاتِهِ وَقُدِّرَ مُخَالِفًا وَلَمْ يُغَيِّرْهُ فَلاَ يَسْلُبْ طُهُورِيَّتَهُ فَهُوَ مُطَهِّرٌ لِغَيْرِهِ

    Böyle bir suyun vasfı değişmemiş ve yıkanan elbiseden ayrıldıktan sonra elbisenin emdiği miktar dikkate alındıktan sonra ölçüsünde ziyadelik olmamışsa müstamel su olur.

    Değişmiş olan su. Yani içine temiz bir şey katılmış, üç vasfından biri değişmiş olan su, üçüncü kısım sudan sayılmıştır. Sudaki bu değişim, suya mutlak su demeye mani ise su temiz olup temizleyici değildir.

    Değişim, hissen olsun değerlendirmek şeklinde olsun aynıdır. Kokusu kesilmiş özellikleri aynı olan gül suyunun karıştığı su gibi.

    Mustamel su, şayet değişim, mutlak su ismine mani değilse, şöyleki değişim temiz bir madde ile az olmuş veya özelliklerinde suya uygun bir şeyle olmuşsa suya muhalif olan bu şey, takdir edilir ve suyu değiştirmiyorsa temizleyici olma vasfı kalkmış olmaz ve başka şeyi de temizleyicidir.

    وَاحْتَرَزَ بِقَوْلِهِ: خَالَطَهُ عَنِ الطَّاهِرِ الْمُجَاوِرِ لَهُ فَاِنَّهُ بَاقٍ عَلَى طُهُورِيَّتِهِ وَلَوْ كَانَ التَّغَيُّرُ كَثِيرًا وَكَذَا الْمُتَغَيِّرُ بِمُخَالِطٍ لاَ يَسْتَغْنِي الْمَاءُ عَنْهُ كَطِينٍ وَطُحْلُبٍ وَمَا فِي مَقَرِّهِ وَمَمَرِّهِ وَالْمُتَغَيِّرُ بِطُولِ الْمُكْثِ فَاِنَّهُ طَهُورٌ.(وَ) الْقِسْمُ الرَّابِعُ (مَاءٌ نَجِسٌ) أَيْ مُتَنَجِّسٌ وَهُوَ قِسْمَانِ أَحَدُهُمَا (وَهُوَ الَّذِي حَلَّتْ فِيهِ نَجَاسَةٌ) تَغَيَّرَ أَمْ لاَ (وَهُوَ) أَيْ وَالْحَالُ أَنَّهُ مَاءٌ (دُونَ الْقُلَّتَيْنِ) وَيُسْتَثْنَى مِنْ هَذَا الْقِسْمِ الْمَيْتَةُ الَّتِي لاَ دَمَ لَهَا سَائِلٌ عِنْدَ قَتْلِهَا أَوْ شُقَّ عَضْوٌ مِنْهَا كَالذُّبَابِ إِنْ لَمْ تُطْرَحْ فِيهِ وَلَمْ تُغَيِّرْهُ وَكَذَا النَّجَاسَةُ الَّتِي لاَ يُدْرِكُهاَ الطَّرْفُ فَكُلٌّ مِنْهُمَا لاَ يَنْجُسَ الْمَاءَ وَيُسْتَثْنَى أَيْضًا صُوَرٌ مَذْكُورَةٌ فِي الْمَبْسُوطَاتِ. وَأَشَارَ لِلْقِسْمِ الثَّانِي مِنَ الْقِسْمِ الرَّابِعِ بِقَوْلِهِ (أوْ كَانَ) كَثِيرًا (قُلَّتَيْنِ) فَأَكْثَرَ (فَتَغَيَّرَ) يَسِيرًا أَوْ كَثِيرًا

    Musannifin temiz bir şey katılmış sözü ile suyun çevresindeki şeyler kapsam dışı kalmıştır. Su çevresindeki şeylerle çok değişse bile temizleyici olarak kalır. Keza su, zorunlu olan bir şeyin karışmasıyla değişirse, temizleyici olarak kalır. Mesela evsafı toprakla veya yosun tutmakla, bulunduğu yerde veya geçtiği yerde bulunan bir şeyle veya fazla beklemekle değişen su temizleyicidir.

    4. Necis su, yani pis olmuş su. Bu su iki kısımdır:

    Birincisi az olan sudur. Bu, özelliği değişsin veya değişmesin içine pislik düşmüş kulleteynden az olan sudur.

    Bu kısım az sudan, şu necasetlerin kirlettiği az su istisna edilmiş pis sayılmamıştır: Öldürüldüğünde veya bir azası koparıldığında akıcı kanı olmayan sinek meytesi gibi bir meyte kendiliğinden suya düşer evsafını değiştirmese su necis olmaz. Keza gözün idrak etmediği pislikler ile akıcı kanı olmayan meyteler de suları pis kılmazlar.

    Geniş kitaplarda zikredilen bir takım pislikler de istisna edilmiş olup suyu pis kılmazlar. Musannif dördüncü kısım suyun ikinci kısmına şu sözüyle işaret ediyor: Su, kulleteyn kadar veya ondan fazla olur da [özelliği] az veya çok değişirse pis sayılır. [Bu değişiklik, kendiliğinden veya başka bir şeyle yok olursa su temiz olur.]

    (وَالْقُلَّتَانِ خَمْسُ مِائَةِ رِطْلٍ بِالْبَغْدَادِيِّ تَقْرِيبًا فِي الأَصَحِّ) فِيهِمَا وَالرِّطْلُ الْبَغْدَادِيُّ عِنْدَ النَّوَوِي مِائَةٌ وَثَمَانِيَةٌ وَعِشْرُونَ دِرْهَمًا وَاَرْبَعَةُ اَسْبَاعِ دِرْهَمٍ وَتَرَكَ الْمُصَنِّفُ قِسْمًا خَامِسًا وَهُوَ الْمَاءُ الْمَطَهِّرُ الْحَرَامُ كَالْوُضُوءِ بِمَاءٍ مَغْصُوبٍ أَوْ مُسْبَلٍ لِلشُّرْبِ.

    Kulleteyn (iki kule), asah görüşe göre, Bağdat ritlesi ile ortalama beş yüz ritledir.

    (Necis olan su da iki kısımdır: Kulleteynden az olup içine necaset giren su. Kulleteyn kadar olup içine bir necasetin girmesiyle rengi, kokusu veya tadı değişen su. Bu değişme az olsa da su necis olur.

    Kulleteyn, kulle büyükçe su küpüdür. Kulleteyn ise iki büyük su küpü demektir. Eni, boyu ve derinliği altmışar cm. olan havuzdur. Takriben 190 litre kadardır. Abdullah bin Ömer (ra.) rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Binek hayvanları ile yırtıcı hayvanların peş peşe geldikleri çöldeki suyun hükmü Resulullah (sa.)'e sorulduğunda şöyle cevap verdiğini duydum:

    إِذَا كَانَ الْمَاءُ قُلَّتَيْنِ لَمْ يَحْمِلْ الْخَبَثَ

    Su iki kulleye ulaştığı zaman hiç bir şey onu necis etmez. (Ebu Davud, 6563; Tirmizi, 67; Nesai, 52; İbnu Mace, 517, 518) Bu hadisten anlaşılan şudur: Su kulleteynden az ise rengi, tadı veya kokusu değişmemişse de necistir.

    İmam Buhari ve Müslim’in rivayet ettikleri şu hadis de bu mefhuma işaret ediyor: Biriniz uykudan uyandığında elini üç sefer yıkamadan su kabına sokmasın çünkü elinin nerede gecelediğini bilemez. (Buhari, 160)

    الْمَاءُ طَهُورٌ لا يُنَجِّسُهُ شَيْءٌ إلَّا مَا غَيَّرَ طَعْمَهُ اوْ رِيحَهُ

    Su temizdir. Bir şey tadını veya kokusunu değiştirmedikçe onu necis kılmaz.

    Bu hadisin senedi zayıftır. İmam Nevevi diyor ki: Bu hadisi delil göstermek sahih değildir, İmam Şafii bu hadisin zayıf olduğunu hadis alimlerinden nakil etmiştir. İbnu Kasım’ın ifadesine göre suyun beşinci kısmı da vardır. Bu su kullanılması haram olan sudur. Gasp edilmiş veya içmek için tahsis edilmiş su gibi.)

    [Bu miktar 216 litre kadardır.] İmam Nevevi’ye göre, Bağdat litresi, yüz yirmi sekiz dirhem ve dirhemin yedide dördü kadardır. Suyun beşinci bir kısmı daha vardır ki, musannif bu kısmı terk edip [burada zikretmemiştir.] Bu su, temizleyici fakat haram olan sudur. mesela, gasp edilmiş su veya içmek için sebil bırakılan su ile abdest almak haramdır.

    (فَصْلٌ) فِي ذِكْرِ شَيْءٍ مِنَ اْلأَعْيَانِ الْمُتَنَجِّسَةِ وَمَا يَطْهُرُ مِنْهَا بِالدِّبَاغِ وَمَا لاَ يَطْهُرُ (وَجُلُودُ الْمَيْتَةِ) كُلِّهَا (تَطْهُرُ بِالدِّبَاغِ) سَوَاءٌ فِي ذَلِكَ مَيْتَةُ مَأْكُولِ اللَّحْمِ وَغَيْرِهِ وَكَيْفِيَةُ الدَّبْغِ أَنْ يَنْزِعَ فُضُولُ الْجِلْدِ مِمَّا يَعْفُنُهُ مِنْ دَمٍ وَنَحْوِهِ بِشَيْءٍ حَرِيفٍ كَعَفْصٍ وَلَوْ كَانَ الْحَرِيفُ نَجِسًا كَزَرْقِ حَمَّامٍ كَفَى فِي الدَّبْغِ (إِلاَّ جِلْدَ الْكَلْبِ وَالْخِنْزِيرِ وَمَا تَوَلَّدَ مِنْهُمَا أَوْ مِنْ أَحَدِهِمَا) مَعَ حَيْوَانٍ طَاهِرٍ فَلاَ يَطْهُرُ بِالدِّبَاغِ (وَعَظْمُ الْمَيْتَةِ وَشَعْرُهَا نَجِسٌ) وَكَذَا الْمَيْتَةُ أَيْضًا نَجِسَةٌ وَأُرِيدُ بِهَا الزَّائِلَةَ الْحَيَاةِ بِغَيْرِ ذَكَاةٍ شَرْعِيَّةٍ فَلاَ يُسْتَثْنَى حِينَئِذٍ جَنِينُ الْمُذْكَاةِ اِذَا خَرَجَ مِنْ بَطْنِ أُمِّهِ مَيِّتًا لأَنَّ ذَكَاتَهُ فِي ذَكَاةِ أُمِّهِ وَكَذَا غَيْرُهُ مِنَ الْمُسْتَثْنَيَاتِ الْمَذْكُورَةِ فِي الْمَبْسُوطَاتِ.

    ÖLÜ HAYVANIN DERİSİ

    Bu fasıl, pis eşya ve dibağla temizlenen ve temizlenmeyen eşyanın beyanı hakkındadır. Her meytenin derisi dibağla temizlenir. Meyte, eti yenen veya yenmeyen hayvandan olsun fark etmez.

    Dibağın keyfiyeti, derinin küflenmesine sebep olan derideki kan ve benzeri fazlalıklarını mazı/palamut [veya şap] gibi acı bir şeyle gidermektir. Acı olan madde; güvercin gübresi gibi pis de olsa dibağ için yeterlidir.

    Köpek ve domuz derisi veya ikisinden veya birisinden doğan hayvanın derisi, yani ikisinden birinin temiz bir hayvanla birleşmesi sonucu doğan yavrunun derisi dibağla temiz olmaz.

    Meytenin kemiği ve kılı pistir. Keza meyte de pistir. Meyteden kastım, şer’i kesim dışında hayatın yok olmasıdır. Bu durumda kesilen hayvanın karnından [annesinin ölümü sebebiyle] ölü çıkan cenin bu hükümden istisna edilmemiştir. Çünkü onun kesimi annesinin kesimine bağlıdır. [Yani şer’i kesim dışında kesilen hayvanın karnından ölü çıkan cenin meyte hükmündedir. Fakat şer’i kesimle kesilen hayvanın karnından çıkan cenin meyte değildir. Zira onun kesimi annesinin kesimine bağlıdır.]

    Keza geniş kitaplarda zikredilen cenin dışındaki [vurulan av hayvanı gibi] meyteler de bu hükümden istisna edilmemiştir.

    ثُمَّ اسْتَثْنَى مِنْ شَعْرِ الْمَيْتَةِ قَوْلُهُ (إِلاَّ اْلآدَمِىَّ) أَيْ فَاِنَّ شَعْرَهُ طَاهِرٌ كَمَيْتَتِهِ.

    Bu açıklamadan sonra musannif meytenin kılından ancak insanın tabiriyle istisna yapmıştır. Yani insanın kılı, ölüsü gibi temizdir.

    (Derinin dibağla temizlendiğine delalet eden hadis Buhari ve Müslim’in İbnu Abbas’tan rivayet ettikleri şu hadistir:

    وَجَدَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ شَاةً مَيِّتَةً أُعْطِيَتْهَا مَوْلَاةٌ لِمَيْمُونَةَ مِنْ الصَّدَقَةِ فَقَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ هَلَّا انْتَفَعْتُمْ بِجِلْدِهَا قَالُوا إِنَّهَا مَيْتَةٌ قَالَ إِنَّمَا حَرُمَ أَكْلُهَا

    (Ümmü'l-mü'minîn) Meymune radiya'llahu (anh)'in azadlısı, kendisine sadaka malından verilen bir koyunu ölmüş buldu. Resulüllah (sa): Bunun derisinden istifade eder misiniz? diye sordu. Orada bulunanlar:

    Ya Resula'llah! Bu koyun ölüdür diye cevap verirler. Resulullah: Ölü hayvanın ancak etini yemek haram olur buyurdu. Müslim’in İbnu Abbas’tan rivayet ettiği hadis de şöyledir: İbnu Abbas der ki, Resulüllah’ın şöyle dediğini: إِذَا دُبِغَ الْإِهَابُ فَقَدْ طَهَرَ Deri dibağlandığı vakit temiz olur duydum.

    Köpek ve domuzdan her biri canlı iken necistirler. Öldükten sonra temizlenmemesi daha evladır. Zira onlardan her biri necisül ayındır. Böyle necis olan bir şeyin temizlenmiş olması mümkün değildir. Meyte, deri ve kılının necis olması şu ayet sebebiyledir:  حُرِّمَتْ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةُ Meyte size haram kılındı. (Maide, 3)

    Meyte, dini kesim dışında hayatını kayıp eden hayvandır. Bu hükme eti helal olmayan hayvanlar da dahildir. Eti helal olan hayvanın kesimi dini kesimle olmasa eti haramdır. Her ne kadar sağlığa zararı olmasa da mürtet olanın yaptığı kesim gibi. Fakat insanın ölüsü necis, keza bedeninin bir parçası da necis değildir. Zira ayette şöyle geçmektedir: وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنِي آدَمَ   Şüphesiz biz insanı saygın kıldık. (İsra, 70) Bir hadiste şöyle buyrulmuştur  إِنَّ الْمُسْلِمَ لَا يَنْجُسُ Müslüman hiçbir zaman pis olmaz. (Buhari)

    Dibağ, deriyi bozan ve küflenip bozulmasına sebep olan rutubeti, kan ve et gibi fazlalıkları giderip kullanılabilir hale getiren işleme denir. Mesela deri yakıcı özelliği olan mazı veya güvercin gübresi gibi maddelerin içine bırakarak temizlenir. Böyle bir deri suya batırılsa da bozulmaz. Diri olan hayvandan kesilen parça meytesi gibidir. Bunun delili şu hadisdir: Canlı olan hayvandan kesilen parça meytesi gibidir. (Ebu Davud, Tirmizi) Ancak canlı hayvandan kesilen yünü, tüyü ve kılı temizdir. Bunun delili Nuh suresinin 80. Ayetidir.)

    (فَصْلٌ) فِي بَيَانِ مَا يَحْرُمُ اِسْتِعْمَالُهُ مِنَ اْلأَوَانِي وَمَا يَجُوزُ وَبَدَأَ بِاْلأَوَّلِ فَقَالَ: (وَلاَ يَجُوزُ) فِي غَيْرِ ضَرُورَةٍ لِرَجُلٍ أَوِ امْرَأَةٍ (اِسْتِعْماَلُ) شَيْءٍ مِنْ (أَوَانِي الذَّهَبِ وَالْفِضَّةِ) لاَ فِي أَكْلٍ وَلاَ فِي شُرْبٍ وَلاَ غَيْرِهِمَا وَكَمَا يَحْرُمُ اِسْتِعْمَالُ مَا ذُكِرَ يَحْرُمُ اِتِّخَاذُهُ مِنْ غَيْرِ اِسْتِعْمَالٍ فِي اْلاَصَحِّ وَيَحْرُمُ أَيْضًا الاِنَاءُ الْمَطْلِيِّ بِذَهَبٍ أَوْ فِضَّةٍ إِنْ حَصَلَ مِنَ الطَّلاَءِ شَيْءٌ بِعَرْضِهِ عَلَى النَّارِ (وَ يَجُوزُ اِسْتِعْماَلُ) اِنَاءُ (غَيْرِهِمَا) أَيْ غَيْرِ الذَّهَبِ وَالْفِضَّةِ (مِنَ الأَوَانِي) النَّفِيسَةِ كَإِنَاءِ يَاقُوتٍ وَيَحْرُمُ اْلاِنَاءُ الْمُضَبَّبُ بِضَبَّةِ فِضَّةٍ كَبِيرَةٍ عُرْفًا لِزِينَةٍ فَاِنْ كَانَتْ كَبِيرَةً لِحَاجَةٍ جَازَ مَعَ الْكَرَاهَةِ أَوْ صَغِيرَةً عُرْفًا لِزِينَةٍ كَرُهَتْ أَوْ لِحَاجَةٍ فَلاَ تَكْرُهُ

    ALTIN VE GÜMÜŞ KABLAR

    Bu fasıl, kullanılması haram olan ve kullanılması caiz olan kabların beyanı hakkındadır.

    Musannif birinci kısımla [haram olan kısımla] söze başlayarak der: Bir zaruret yoksa erkek ve kadının altın ve gümüş kabları kullanması caiz değildir.

    Bu madenleri yemek ve içmekte kullanmak caiz olmadığı gibi yemek-içmek dışında başka şeylerde kullanmak da caiz değildir. Zikr edilen bu madenleri kullanmak caiz olmadığı gibi, kullanım dışında edinmek de asah görüşe göre caiz değildir.

    Kaplaması ateşte eritildiğinde bir miktar elde edilmesi halinde altın veya gümüşle kaplı kabları da kullanmak haramdır. Onların dışında yani, altın ve gümüş dışında kalan yakut gibi değerli kapları kullanmak caizdir.

    Süs için olup örfe göre yaması büyük sayılan gümüş yamalı kabları kullanmak haramdır.

    Yama, ihtiyaç sebebiyle büyük ise kerahetle birlikte caizdir. Şayet yama örfe göre küçük olup süs için ise mekruhtur. Yama, ihtiyaç sebebiyle olup küçük ise mekruh değildir.

    أَمَّا ضَبَّةُ الذَّهَبِ فَتَحْرُمُ مُطْلَقًا كَمَا صَحَّحَهُ النَّوَوِيُّ.

    Fakat, altın yama ile yamalı olanı kullanmak mutlak şekilde haramdır. Nitekim İmam Nevevi de bu görüşü sahih görmüştür.

    (Altın veya gümüş kullanmanın haram olduğuna delalet bazı hadisler vardır. Bu hadislerden bir tanesi şudur:

    لَا تَلْبَسُوا الْحَرِيرَ وَلَا الدِّيبَاجَ وَلَا تَشْرَبُوا فِي آنِيَةِ الذَّهَبِ وَالْفِضَّةِ وَلَا تَأْكُلُوا فِي صِحَافِهَا فَإِنَّهَا لَهُمْ فِي الدُّنْيَا وَلَنَا فِي الْآخِرَةِ

    Harîr ve dîbac adıyla anılan ipekli kumaşlardan yapılmış elbiseler giymeyiniz. Altın ve gümüş kaplardan bir şey içmeyiniz ve bu ikisinden yapılan tabaklarda bir şey yemeyiniz. Çünkü bu tabaklar (sıhaf) dünyada müşrikler için, ahirette ise bizim içindir. (Buhari, 5110; Müslim, 2067)

    Saat ve kalem gibi sair kullanımların haram olması yemek ve içmeye kıyas edilmiştir. Haramlık hükmü açısından erkek ve kadınlar eşittir.

    Hakkında dini bir delil olmadıkça eşyada asıl olan mübah olmasıdır.

    Not: Altın veya gümüş kapları kullanmak veya evde bulundurmak erkek ve kadınlar için haram kılınmıştır. Sürme çubuğu, kürdan gibi küçük şeyler de olsa kullanmak caiz değildir.

    Altınla kaplı kablar kaplamalarının ateşte erimesi sonucu bir miktar altın birikirse bunların kullanılması caiz değildir. Altın parçalarıyla tamir edilmiş veya yamalanmış kapları kullanmak veya süs için büyük gümüş parçalarıyla yamalanmış kapları kullanmak da caiz değildir. İhtiyaç için büyük gümüş parçasıyla veya süs için küçük gümüş parçasıyla yamalanmış kabı kullanmak mekruhtur. (Bak:Hediyetü’l-Habib; Minhac Tercümesi.))

    (فَصْلٌ) فِي اِسْتِعْمَالِ آلَةِ السِّوَاكِ وَهُوَ مِنْ سُنَنِ الْوُضُوءِ وَيُطْلَقُ السِّوَاكُ أَيْضًا عَلَى مَا يُسْتَاكُ بِهِ مِنْ أَرَاكٍ وَنَحْوِهِ (وَالسِّواَكُ مُسْتَحَبٌّ فِي كُلِّ حَالٍ) وَلاَ يُكْرَهُ تَنْزِيهًا (اِلاَّ بَعْدَ الزَّوَالِ لِلصَّائِمِ) فَرْضًا أَوْ نَفْلاً وَتزُولُ الْكَرَاهَةُ بِغُرُوبِ الشَّمْسِ وَاخْتَارَ النَّوَوِيُّ عَدَمَ الْكَرَاهَةِ مُطْلَقًا (وَهُوَ) أَيِ السِّوَاكُ (فِي ثَلاَثَةِ مَوَاضِعَ أَشَدُّ اِسْتِحْبَابًا) مِنْ غَيْرِهَا: أَحَدُهَا (عِنْدَ تَغَيُّرِ الْفَمِ مِنْ أَزْمٍ) قِيلَ: هُوَ سُكُوتٌ طَوِيلٌ وَقِيلَ: تَرْكُ اْلأَكْلِ. وَاِنَّمَا قَالَ (وَغَيْرِهِ) لِيَشْمُلَ تَغَيُّرَ الْفَمِ بِغَيْرِ أَزْمٍ كَأَكْلِ ذِي رِيحٍ كَرِيهٍ ثَوْمٍ وَبَصَلٍ وَغَيْرِهِمَا

    MİSVAK VE AHKAMI

    Bu fasıl, misvak aleti kullanmak hakkındadır.

    Misvak kullanmak abdestin sünnetlerindendir. Misvak, kendisiyle misvaklanan Erak ağacı ve benzeri [sert] şeylere de denir.

    Her halükarda misvak kullanmak müstehaptır.

    (Misvak, dişleri ovma aletidir. Istılahta, Herhangi bir şeyin diş temizliğinde kullanılması demektir.

    Misvak sünneti, dişlerdeki kiri gideren her sert madde ile meydana gelir. Erak ismiyle bilinen ağacı misvak olarak kullanmak daha faziletlidir.

    Misvak kullanmanın sünnet olduğunun delili şu hadistir:

    اَلسِّوأكُ مُطَهّرَةٌ للفَمِ مَرْ ضَاةٌ لِلرّبِّ  Misvak Allah'ın rızasını kazandırır ve ağzı temizler. (Buhari, 289; Ahmed, Müsned, 1/3))

    Ancak oruçlu olan kişinin zevalden sonra kullanması tenzihen mekruhtur.

    (Orucun değiştirdiği ağız kokusunun gitmemesi için. Zira Resulüllah (sa) bu kokuyu misk kokusuyla vasıflandırmıştır. Hadiste şöyle buyrulmuştur:

    لَخُلُوفُ فَمِ الصَّائِمِ أَطْيَبُ عِنْدَ اللَّهِ مِنْ رِيحِ الْمِسْكِ

    Oruçlunun ağız kokusu Allah katında misk kokusundan daha güzeldir. (Buhari, Müslim))

    Oruç farz olsun nafile olsun hüküm aynıdır. Güneşin batmasıyla mekruh olma hükmü kalkmış olur. İmam Nevevi, misvak kullanmanın mutlak olarak mekruh olmadığını tercih etmiştir. Belirtilen bu yerler dışında şu üç yerde misvak kullanmak daha müstahaptır:

    (وَ) الثَّانِي (عِنْدَ الْقِيَامِ) أَيِ اْلاِسْتِيقَاظِ (مِنَ النَّوْمِ وَ) الثَّالِثُ (عِنْدَ الْقِيَامِ اِلَى الصَّلاَةِ) فَرْضًا أَوْ نَفْلاً وَيَتَأَكَّدُ أَيْضًا فِي غَيْرِ الثَّلاَثَةِ الْمَذْكُورَةِ مِمَّا هُوَ مَذْكُورٌ فِي الْمُطَوَّلاَتِ كَقِرَاءَةِ الْقُرْآنِ وَاِصْفِرَارِ اْلاَسْنَانِ وَيُسَنُّ أَنْ يَنْوِيَ بِالسِّوَاكِ السُّنَّةَ وَأَنْ يَسْتَاكَ بِيَمِينِهِ وَيَبْدُأَ بِالْجَانِبِ اْلأَيْمَنِ مِنْ فَمِهِ وَأَنْ يَمُرَّهُ عَلَى سَقْفِ حَلَقِهِ اِمْرَارًا لَطِيفًا وَعَلَى كَرَاسِي أَضْرَاسِهِ.

    1. Ağız tadının değişmesi. Bir görüşe göre uzun süre susmakla ağız tadı değişir. Bir başka görüşe göre, ağız tadının değişmesi, yemek yememek suretiyle olur. Musannif, uzun süre konuşmamak kaydını koymuş ki ağız tadının değişmesi, başka şeylere de şamil gelsin. Sarımsak, soğan ve bunlardan başka kokusu hoş olmayan yemekleri yemek gibi.

    2. Uykudan kalkarken. Yani uykudan uyanırken misvak kullanmak.

    (Şu hadise binaen: إِذَا قَامَ مِنْ اللَّيْلِ يَشُوصُ فَاهُ بِالسِّوَاكِ Resulüllah (sa.) gece uykudan uyanınca ağzını misvakla  ovardı. (Buhari, Müslim)

    Not: Misvakın bazı sünnetleri şunlardır:

    1. Niyet getirmek. نَوَيْتُ اَلاِستِياَكَ   Misvak kullanmaya niyet ettim.

    2. Sağ elle ağzın sağ tarafından başlamak.

    3. Azı dişlerini hem uzunlamasına hem de genişlemesine, diğer dişleri sadece genişlemesine misvaklamak.

    4. Dil ve boğazın üst kısmını uzunlamasına yumuşakça misvaklamak.

    5. Misvakın bir karıştan daha uzun olmaması. (Bak; Bacuri, Misvak) Bir hadiste mealen şyle buyurulmuştur: Ümmetime - veya insanlara-  zor gelme korkusu olmasaydı her abdestte misvak kullanmalarını emr ederdim. (Buhari, 847))

    3. Farz namaz olsun nafile namaz olsun namaza başlarken misvak kullanmak daha müstahabtır. Zikredilen bu üç yerden başka, geniş kitaplarda zikredilen; Kur’an’ı okumak ve dişlerin sararması gibi durumlarda misvak kullanmak müekked sünnettir. Misvak kullanırken, misvak sünnetine niyet etmek, sağ el ile kullanmak, misvakı ağzın sağ tarafından başlayarak damak ve dişler üzerinde yavaşça gezdirerek kullanmak sünnettir.

    (فَصْلٌ) فِي فُرُوضِ الْوُضُوءِ وَهُوَ بِضَمِّ الْوَاوِ فِي اْلاَشْهَرِ اِسْمٌ لِلْفِعْلِ وَهُوَ الْمُرَادُ هُنَا وَبِفَتْحِ الْوَاوِ اِسْمٌ لِمَا يُتَوَضَّأُ بِهِ وَيَشْتَمِلُ اْلأَوَّلُ عَلَى فُرُوضٍ وَسُنَنٍ

    ABDEST VE AHKAMI

    Bu bölüm, abdestin (vüduun) farzları hakkındadır.

    Vüdu kelimesi, ‘vav’ harfinin ötreli okunmsı halinde meşhur görüşe göre, yapılan işin ismidir. Burada kastedilen de budur. V harfinin fethasıyla vedu kendisiyle abdest alınan şeyin ismidir. Birincisi (yapılan iş), abdestin farzlarını ve sünnetlerini ihtiva eder.

    (Abdestin meşru kılındığını bildiren ayet şudur:

    يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ إِذَا قُمْتُمْ إِلَى الصَّلاةِ فاغْسِلُواْ وُجُوهَكُمْ وَأَيْدِيَكُمْ إِلَى الْمَرَافِقِ وَامْسَحُواْ بِرُؤُوسِكُمْ وَأَرْجُلَكُمْ إِلَى الْكَعْبَينِ

    Ey iman edenler! Namaz kılmaya kalktığınız zaman yüzlerinizi, dirseklerinize  kadar ellerinizi yıkayın; başlarınızı meshedip, topuklara kadar ayaklarınızı da (yıkayın). (Maide, 6)

    Ayette geçen Merafik kelimesi, pazu kemiği ile kol kemiğinin birleştiği yerdir. Kabeyn ise bacak kemikleriyle ayak kemiklerinin birleştikleri yerdir.

    Ayette geçen إِلَى kelimesi مع ‘beraberlik’ manasınadır. Buna göre merafik ve kabeyn denilen kemiklerin yıkanmaları farz kapsamına girmektedir. Buna İmam Müslim’in Ebu Hüreyre’den rivayet ettiği şu hadis delalet etmektedir: Resulüllah (sa) abdest alırken önce yüzünü yıkadı, sonra pazusuna kadar sağ kolunu, sonra sol kolunu yıkadı. Sonra başına mesh etti, sonra topukları (ökçe kemikleri dahil) sağ ayağını, sonra aynı şekilde sol ayağını yıkadı ve ben Resûlullah (sa)’in böyle abdest aldığını gördüm. (Müslim, 246)

    Ayette geçen birüusiküm kelimesi, yani başınızın bir parçasına mesh ediniz. Buna Muğire b. Şube’nin hadisi işaret etmektedir: Resulüllah (sa.) abdest aldı sadece nasiyesini ve sarığını mesh etti. (Müslim, 274)

    Nasiye, başın ön kısmı ve başın bir cüzüdür. Nasiyenin mesh edilmesinin yeterli olması, başın bir parçasını mesh etmenin farz olduğunun delilidir. Başın herhangi bir parçasını mesh etmekle bu farz yapılmış olur.)

    وَذَكَرَ الْمُصَنِّفُ الْفُرُوضَ فِي قَوْلِهِ: )وَ فُرُوضُ الْوُضُوءِ سِتَّةُ أَشْيَاءَ( أَحَدُهَا (اَلنِّيَّةُ) وَحَقِيقَتُهَا شَرْعًا قَصْدُ الشَّيْءِ مُقْتَرِنًا بِفَعْلِهِ فَاِنْ تَرَاخَى عَنْهُ سُمِّيَ عَزْمًا وَتَكُونُ النِّيَّةُ (عِنْدَ غَسْلِ) أَوَّلِ جُزْءٍ مِنَ (الْوَجْهِ) أَيْ مُقْتَرِنَةً بِذَلِكَ الْجُزْءِ لاَ جَمِيعِهِ وَلاَ بِمَا قَبْلَهُ وَلاَ بِمَا بَعْدَهُ فَيَنْوِي الْمُتَوِّضِئُ عِنْدَ غَسْلِ مَا ذُكِرَ رَفْعَ حَدَثٍ مِنْ أَحْدَاثِهِ أَوْ يَنْوِي اِسْتِبَاحَةَ مُفْتَقِرٍ اِلَى وُضُوءٍ أَوْ يَنْوِي فَرْضَ الْوُضُوءَ أَوِ الْوُضُوءَ فَقَطْ أَوِ الطَّهَارَةَ عَنِ الْحَدَثِ وَاِذَا نَوَى مَا يُعْتَبَرُ مِنْ هَذِهِ النِّيَّاتِ وَشَرِكَ مَعَهُ نِيَّةَ تَنَظُّفٍ أَوْ تَبَرُّدٍ صَحَّ وَضُوؤُهُ.

    [Bu itibarla] musannif, abdestin farzlarını şu sözüyle zikretmiştir: Abdestin farzları altıdır:

    1. Niyet Etmek: Niyetin dini anlamı, fiil ile birlikte bir şeyi kast etmektir. Niyet fiilden önce olursa buna azmetmek denir.

    (Niyetin farziyetine delalet eden  اِنَّمَا الْاَعْمَالُ بِاالنٍّياَتِ  Ameller niyete göredir. hadisidir. Yani ameller niyete göre değer alır. (Buhari, 1; Müslim, 1907)

    Abdest için şöyle niyet etmek yeterlidir:

    نَوَيْتُ اِسْتَبَاحَتَ فَرْضَ الصَلاَةِ  نَوَيْتُ رَفْعَ الْحَدَثِ الْاصْغَرِ   نَوَيْتُ اَدَاءَ فَرْضَ الْوُضُوءِ  Abdestin farzını eda etmeye niyet ettim.

    Namazı mubah kılmaya niyet ettim / Küçük abdestsizliği gidermeye niyet ettim.  

    Tertibin farz olduğuna delili ise şudur: Abdest azaları ayette sırayla sayılmıştır. Resulüllah (sa.)’in fiili sünneti bunu teyit etmektedir. Resulüllah (sa.) yanlış namaz kılan adama şöyle demesi de bunun başka bir delilidir:

    إذا قُمْتَ إلى الصَّلاةِ فَتَوَضَّأْ كما أمَرَكَ اللهُ

    Namaz kılacağın zaman, Allah’ın sana emrettiği gibi abdest al. (Tirmizi, 302) Allah (cc.) abdest azalarını sıra ile yıkamayı emretmiştir.)

    Niyet, yüzün ilk bölümünün yıkanması esnasında söylenir. Yüzün tümünü yıkamakla birlikte değil veya yıkamadan önce veya yıkadıktan sonra değil, ilk yıkanan kısım ile birlikte söylenmelidir.

    Abdest alan kişi, yüzden yıkanması farz olan kısmı yıkarken abdestsizliklerden birini kaldırmaya veya abdestle yapılması gereken şeyi helal kılmaya niyet eder. Veya abdestin farzına veya sadece abdest almaya veya abdestsizlikten temizlenmeye niyet eder. Kişi muteber olan niyetlerden birini söyler ve bu niyetle birlikte temizlenmeye veya serinlemeye niyet ederse abdesti sahih sayılır.

    (وَ) الثَّانِي (غَسْلُ) جَمِيعِ (الْوَجْهِ) وَحَدُّهُ طُولاً مَا بَيْنَ مَنَابِتِ شَعْرِ الرَّأْسِ غَالِبًا وَآخِرِ اللَّحْيَيْنِ وَهُمَا الْعَظْمَانِ اللَّذَانِ يَنْبُتُ عَلَيْهِمَا اْلأَسْنَانُ السُّفْلَى يَجْتَمِعُ مُقَدَّمُهُمَا فِي الذِّقْنِ وَمُؤَخَّرُهُمَا فِي اْلأُذُنِ وَحَدُّهُ عَرْضًا مَا بَيْنَ اْلأُذُنَيْنِ وَاِذَا كَانَ عَلَى الْوَجْهِ شَعْرٌ خَفِيفٌ أَوْ كَثِيفٌ وَجَبَ اِيصَالُ الْمَاءِ اِلَيْهِ مَعَ الْبَشَرَةِ الَّتِي تَحْتَهُ وَأَمَّا لِحْيَةُ الرَّجُلِ الْكَثِيفَةُ بِأَنْ لَمْ يَرَ الْمُخَاطَبُ بَشَرَتَهَا مِنْ خِلاَلِهَا فَيَكْفِي غَسْلُ ظَاهِرِهَا بِخِلاَفِ الْخَفِيفَةِ وَهِيَ مَا يَرَى الْمُخَاطَبُ بَشَرَتَهَا فَيَجِبُ إِيصَالُ الْمَاءِ لِبَشَرَتِهَا وَبِخِلاَفِ لِحْيَةِ امْرَأَةٍ وَخُنْثَى فَيَجِبُ اِيصَالُ الْمَاءِ لِبَشَرَتِهِمَا وَلَوْ كَثِفَا وَلاَبُدَّ مَعَ غَسْلِ الْوَجْهِ مِنْ غَسْلِ جُزْءٍ مِنَ الرَّأْسِ وَمَا تَحْتَ الذِّقْنِ.(وَ) الثَّالِثُ (غَسْلُ الْيَدَيْنِ إِلَى الْمِرْفَقَيْنِ) فَاِنْ لَمْ يَكُنْ لَهُ مِرْفَقَانِ اُعْتُبِرَ قَدَرُهُمَا وَيَجِبُ غَسْلُ مَا عَلَى الْيَدَيْنِ مِنْ شَعْرٍ وَسُلْعَةٍ وَأُصْبُعٍ زَائِدَةٍ وَأَظَافِيرَ وَيَجِبُ اِزَالَةُ مَا تَحْتَهَا مِنْ وَسِخٍ يَمْنَعُ وُصُولَ الْمَاءِ.

    2. Yüzün tümünü yıkamak: Yüzün uzunlamasına sınırı, genellikle baştaki saçın çıktığı yerden ve her iki çene kemiğinin sonu arasında kalan yerdir.

    Bu iki kemik [yay gibi eğilmiş olup] üzerinde alt dişlerin bulunduğu kemiklerdir. Başuçları zakn denilen [üzerine sakal kıllarının çıktığı] yerde birleşir, son uçları da şakakla birleşir. Yüzün genişlemesine sınırı her iki kulak arasıdır. Yüzün üzerinde hafif veya gür kıllar varsa, alttaki deriyle birlikte suyu kıllara ulaştırmak vaciptir. Ama erkeğin gür olan sakalı, bu kendisine hitap eden kişinin kıllar arasından deriyi görmemesidir. Hafif sakalın aksine yalnız dış kısmının yıkanması kafidir.

    Hafif sakal, hitap eden kişinin alttaki deriyi gördüğü sakaldır. Hafif sakalda suyun deriye ulaşması vaciptir.

    Gür sakalın sadece dış kısmını yıkamak, kadın ve hünsanın sakalının aksinedir. Bunların sakalı gür de olsa suyun deriye ulaşması vaciptir. Yüzle birlikte başın ve boynun bir kısmı ile çene kemiğinin (zakn) altını yıkamak gerekir.

    3. Her iki eli dirseklere kadar yıkamak: Dirsekler yoksa kesilen miktar dikkate alarak kalan kısımdan yıkanır. El üzerinde bulunan kılları, yarık, fazla parmak ve tırnakları yıkamak vaciptir. Tırnağın altına suyun ulaşmasına mani olan tırnak altındaki kiri gidermek vaciptir.

    ...

    (وَ) الرَّابِعُ (مَسْحُ بَعْضِ الرَّأْسِ) مِنْ ذَكَرٍ أَوْ أُنْثَى أَوْ خُنْثَى أَوْ مَسْحُ بَعْضِ شَعْرٍ فِي حَدِّ الرَّأْسِ وَلاَ تَتَعَيَّنُ الْيَدُ لِلْمَسْحِ بَلْ يَجُوزُ بِخِرْقَةٍ وَغَيْرِهَا وَلَوْ غَسَلَ رَأْسَهُ بَدَلَ مَسْحِهَا جَازَ وَلَوْ وَضَعَ يَدَهُ الْمَبْلُولَةَ وَلَمْ يُحَرِّكْهَا جَازَ. (وَ) الْخَامِسُ (غَسْلُ الرِّجْلَيْنِ إِلَى الْكَعْبَيْنِ) اِنْ لَمْ يَكُنِ الْمُتَوَضِّئُ لاَبِسًا لِلْخُفَّيْنِ فَاِنْ كَانَ لاَبِسَهُمَا وَجَبَ عَلَيْهِ مَسْحُ الْخُفَّيْنِ أَوْ غَسْلُ الرِّجْلَيْنِ وَيَجِبُ غَسْلُ مَا عَلَيْهِمَا مِنْ شَعْرٍ وَسُلْعَةِ وَأُصْبُعٍ زَائِدَةٍ كَمَا سَبَقَ فِي الْيَدَيْنِ. (وَ) السَّادِسُ (اَلتَّرْتيِبُ) فِي الْوُضُوءِ (عَلَى مَا) أَيِ الْوَجْهِ الَّذِي (ذَكَرْنَاهُ) فِي عَدِّ الْفُرُوضِ فَلَوْ نَسِيَ التَّرْتِيبَ لَمْ يَكْفِ وَلَوْ غَسَلَ أَرْبَعَةَ أَعْضَائِهِ دَفْعَةً وَاحِدَةً بِإِذْنِهِ اِرْتَفَعَ حَدَثُ وَجْهِهِ فَقَطْ. (وَسُنَنُهُ) أَيِ الْوُضُوءِ (عَشَرَةُ أَشْيَاءَ) وَفِي بَعْضِ نُسَخِ الْمَتْنِ عَشْرُ خِصَالٍ

    4. Başın bir kısmını mesh etmek: Erkek olsun kadın olsun hünsa olsun hüküm aynıdır. Veya başın sınırında olan kılların bir kısmını mesh etmek.

    Meshin el ile yapılması belirlenmemiştir. Belki meshin bir bez parçası veya başka bir şeyle yapılması caizdir.

    Kişi meshe bedel başını yıkarsa caizdir. Şayet ıslak elini başına koyar hareket ettirmese de mesh için yeterlidir.

    5. Abdest alan kişi mest giymemişse, her iki ayağını topukları (ayak bileğindeki topuk kemikleri) ile birlikte yıkaması. Şayet giymişse mestleri mesh etmesi veya her iki ayağı yıkaması vaciptir.

    Elleri yıkamak bahsinde geçtiği gibi ayaklar üzerinde bulunan kılları, yarık ve fazla parmakları yıkamak vaciptir.

    6. Abdestin farzlarını sayarken zikrettiğimiz sıraya uymak: Tertibi unutanın abdesti yeterli olmaz. Kendisinin izniyle dört uzvu bir defada yıkanan kişinin sadece yüzünün hadesi kalkmış olur.

    Abdestin Sünnetleri

    ABDESTIN SÜNNETLERI on tanedir. Metnin bazı nüshalarında on haslet olarak geçmektedir.

    (اَلتَّسْمِيَةُ) أَوَّلَهُ وَأَقَلُّهَا بِسْمِ اللهِ وَأَكْمَلُهَا بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ فَاِنْ تَرَكَ التَّسْمِيَةَ أَوَّلَهُ أَتَى بِهَا فِي أَثْنَائِهِ فَاِنْ فَرَغَ مِنَ الْوُضُوءِ لَمْ يَأْتِ بِهَا.(وَغَسْلُ الْكَفَيْنِ) إِلَى الْكُوعَيْنِ قَبْلَ الْمَضْمَضَةِ وَيَغْسِلُمُهَا ثَلاَثًا اِنْ تَرَدَّدَ فِي طُهْرِهِمَا (قَبْلَ اِدْخَالِهِمَا الاِنَاءَ) الْمُشْتَمِلَ عَلَى مَا دُونَ الْقُلَّتَيْنِ فَاِنْ لَمْ يَغْسِلْهُمَا كَرُهَ غَمْسُهُمَا فِي اْلاِنَاءِ وَاِنْ تَيَقَّنَ طُهْرَهُمَا لَمْ يَكْرُهْ لَهُ غَمْسُهُمَا.

    1. Abdestin evvelinde besmele çekmek.

    (Enes b. malik şöyle rivayet etmiştir: Ashab’tan bazıları su aradılar, fakat bulamadılar.Resulüllah yanında su olan var mı dedi. Resulüllah’a biraz su getirildi. Elini su kabına atırdı ve الّلهِ تَوَضَّؤُا بِاِسْمٍ Haydi Allah’ın ismiyle abdest alın, dedi. Resulüllah’ın parmakları arasından su fışkırdığını gördüm. Sahabenin tümü abdest aldı, sayıları yetmiş kadardı. (Nesai, 78) Şu hadis de bunun bir başka delilidir:

    كُلُّ اَمْرٍ ذِى بَالٍ لَا يُبْدَأُ فِيهِ بِبِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ فَهُوَ اَبْتَرٌ Besmele ile aşlanmayan her iş bereketsizdir. (Ebu Davud)

    Bu hdisin dışında daha birçok hadis vardır.)

    Besmelenin en kısa şekli Bismillah dır. Eksiksiz şekli ise, Bismillahi’r-Rahmani’r-Rahim dır. Besmeleyi başta okumayı terk eden kişi abdest esnasında okur. Besmeleyi çekmeden abdest almayı bitiren artık besmeleyi okumaz.

    2. Her iki eli mazmazadan önce bileklere kadar yıkamak. Temiz olduklarından tereddüt varsa ve su kulleteynden az ise henüz kaba batırmadan her iki eli bileklere kadar üç defa yıkamak sünnettir. Kişinin ellerini yıkamadan kaba batırması mekruhtur. Şayet ellerinin temiz olduğunu kesin olarak bilirse kaba batırması mekruh olmaz.

    (Bu dört sünnetin delili şu hadislerdir:

    إِذَا قَامَ أَحَدُكُمْ مِنَ اللَّيْلِ فَلَا يُدْخِلْ يَدَهُ فِي الْإِنَاءِ حَتَّى يُفْرِغَ عَلَيْهَا مَرَّتَيْنِ أَوْ ثَلَاثًا ؛ فَإِنَّ أَحَدَكُمْ لَا يَدْرِي أَيْنَ بَاتَتْ يَدُهُ

    Herhangi biriniz uykusundan uyandığı zaman elini hemen abdest suyunun bulunduğu kaba sokmasın. Önce dışarıda üç defa yıkasın. Çünkü insan, geceleyin elinin nerelere dokunduğunu bilemez.(Buhari, Müslim)

    (Ayrıca bak: Buhari, 184, 187; Müslim, 235))

    ...

    (وَالْمَضْمَضَةُ) وَيَحْصُلُ أَصْلُ السُّنَّةِ فِيهَا بِاِدْخَالِ الْمَاءِ فِي الْفَمِ سَوَاءٌ أَدَارَهُ فِيهِ وَمَجَّهُ أَمْ لاَ فَاِنْ أَرَادَ اْلاَكْمَلَ مَجَّهُ (وَاْلاِسْتِنْشاَقُ) بَعْدَ الْمَضْمَضَةِ وَيَحْصُلُ أَصْلُ السُّنَّةِ فِيهِ بِاِدْخَالِ الْمَاءِ فِي اْلاَنْفِ سَوَاءٌ جَذَبَهُ بِنَفْسِهِ اِلَى خَيَاشِيمِهِ وَنَثَرَهُ أَمْ لاَ فَاِنْ أَرَادَ اْلأَكْمَلَ نَثَرَهُ وَالْمُبَالَغَةُ مَطْلُوبَةٌ فِي الْمَضْمَضَةِ وَاْلاِسْتِنْشَاقِ وَالْجَمْعُ بَيْنَ الْمَضْمَضَةِ وَاْلاِسْتِنْشَاقِ بِثَلاَثِ غُرَفٍ يَتَمَضْمَضُ مِنْ كُلٍّ مِنْهَا ثُمَّ يَسْتَنْشِقُ أَفْضَلُ مِنَ الْفَصْلِ بَيْنَهُمَا. (وَمَسْحُ جمِيع ِالرّأْسِ) وَفِي بَعْضِ نُسَخِ الْمَتْنِ: وَاِسْتِيعَابُ الرَّأْسِ بِالْمَسْحِ أَمَّا مَسْحُ بَعْضِ الرَّأْسِ فَوَاجِبٌ كَمَا سَبَقَ وَلَوْ لَمْ يَرِدْ نَزْعَ مَا عَلَى رَأْسِهِ مِنْ عَمامَةٍ وَنَحْوِهَا كَمُلَ بِالْمَسْحِ عَلَيْهَا.

    3. Her iki eli yıkadıktan sonra Mazmaza yapmak. Suyu ağza almakla asıl sünnet meydana gelmiş olur.

    Kişi suyu ister ağzında çalkalasın ve dışarıya boşaltsın ister böyle yapmasın hüküm aynıdır. Kişi mazmazayı tam olarak yapmak isterse suyu dışarıya atar.

    4. Mazmazadan sonra istinşak yapmak.

    Suyu burna çekmekle asıl sünnet hasıl olur. Kişi ister bizzat suyu genize çeksin ve sümkürsün veya böyle yapmasın hüküm aynıdır. Ama mazmazayı tam yapmak isterse suyu sümkürür.

    Mazmaza ve istinşakta mübalağa yapmak istenmiştir. Mazmaza ve istinşak birlikte üç avuçla yapılır. Her bir avuçla önce mazmaza sonra kalan su ile istinşak yapılır. Böyle yapmak aralarını ayırarak her birini ayrı ayrı yapmaktan faziletlidir.

    5. Başın tümünü mesh etmek. Metnin bazı nüshalarında bu cümle başı mesh ile istiab etmek şeklindedir. Ama başın bir kısmını mesh etmek daha önce geçtiği gibi vaciptir. Şayet kişinin kafasında sarık veya benzeri bir şey olup çıkarmak istemese kafasına geçirdiği şeyin tümünü mesh eder.

    ...

    (وَمَسْحُ) جَمِيعِ (اْلأُذُنَيْنِ ظَاهِرِهِمَا وَبَاطِنِهِمَا بِمَاءٍ جَدِيدٍ) أَيْ غَيْرِ بَلَلِ الرَّأْسِ وَالسُّنَّةُ فِي كَيْفِيَةِ مَسْحِهِمَا أَنْ يُدْخِلَ مُسَبِّحَتَيْهِ فِي صَمَاخَيْهِ

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1