Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

5. Yıla Armağan
5. Yıla Armağan
5. Yıla Armağan
Ebook412 pages2 hours

5. Yıla Armağan

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Türkiye’de gaybubet hayatı yaşarken 8 Eylül 2017’den itibaren Halit Emre Yaman müstear ismiyle Fuat Baran’ın yönettiği Yeni Hamle internet sitesine yazılar gönderiyordum. Tam 1 yıl sonra 9 Eylül 2018’de Meriç üzerinden Yunanistan’a geçtim.
O tarihlerde aynı sitede yazıları çıkan Deniz Zengin mülteciler için yapılan bir kampanya ile ilgili olarak Yunanistan’a gelecekti. Kampanyanın bir ucundan tutup nasıl yardımcı olabileceğime dair kendisiyle iletişime geçtim ve tanışmış olduk. İlerleyen günlerde yaptığımız görüşmeler sırasında “Neden sitede çıkan yazılarımızı kitaplaştırmıyoruz?” konusu gündeme geldi.
Kağıt baskı yapmamız mümkün değildi çünkü hem mülteciydik hem paramız hem de bu işlerden anlayan tanıdıklarımız yoktu. Deniz Zengin e-kitap konusunu gündeme getirdi ancak bu konuda bilgi ve deneyimimiz yoktu. İrtibat halinde olduğumuz gençlere danıştık ve onlar teknik olarak bize yardımcı oldular, ilk kitapların yayınlanmasını sağladılar.
İlk olarak Deniz Zengin’in Finlandiya’daki mülteci kampında kaldığı sırada kaleme aldığı yazılardan oluşan ‘Kamp Hatıralarım’ isimli kitabını yayımladık. Ardından Fuat Baran’ın duyurusu ile okuyuculardan/takipçilerden gelen ‘yaşanan sürece dair’ yazıları topladığımız ‘Sessiz Çığlıklar’ kitabını ve üçüncü olarak da benim denemelerimden oluşan ‘Sözüm Bize’ kitabını yayımladık.
Sosyal medya hesaplarımızdan kitaplarımızın duyurusunu yapınca bize dönüşler olmaya başladı. Takipçilerimiz, kendilerinin de kaleme aldıkları eserleri olduğunu, yayınlamak istediklerini ve bu konuda yardımlarımızı talep eden mesajlar göndermeye başladılar. Böyle bir şey beklemiyorduk çünkü hedefimizde sadece kendi arkadaşlarımızın kitaplarını yayımlamak vardı.
Bunun üzerine daha planlı bir çalışma yapmamız gerektiğini anladık. Editörlük, yazıların e-kitap formatında hazırlanması, sosyal medya paylaşımları, kapakların tasarlanması gibi konularda toplantılar yapmaya ve bu konularda bize yardımcı olabilecek gönüllü arkadaşlar bulmaya çalıştık. Bir taraftan sistem kurmaya çalışıyor bir taraftan da dosyasını gönderen arkadaşlara bize nasıl yardımcı olabileceklerini soruyorduk.
Beş kişilik kadromuz Finlandiya, İngiltere, Hollanda, Kenya ve Türkiye’de yaşıyordu. O sıkıntılı dönemlerde bir araya gelmemiz de mümkün değildi. Zoom da henüz yaygınlaşmadığından telefondan konferans görüşmeleri ile toplantı yapıyor, mail ve WhatsApp üzerinden dosya paylaşıyorduk.
İşler büyüdükçe yeniliklere ihtiyaç duymaya başladık. İnternet sitemizi kurduk, kitaplarımızın farklı platformlarda satılması için çalışmalar yaptık, yazarlık atölyeleri kurup orada eğitim alanların yazılarını kitaplaştırdık, mutfağında kadınların olduğu ve sadece kadınların yazılarının yayınlandığı KONSOL dergisini çıkardık, alanlarında uzman kişilerin yazılarının yayınlandığı gıda ve sağlık içerikli BÜYÜTEÇ dergisini çıkardık, Zoom üzerinden söyleşiler yaptık, farklı platformlarla ortak projeler gerçekleştirdik.
Zaman içinde gelenler ve gidenlerle kadromuz değişti ama hedefimiz değişmedi: Türkiye’de Hizmet Hareketi ve müntesiplerine yönelik yapılanları kayıt altına alan arşivlik eserler yayınlamak. Bu hedef doğrultusunda yayınladığımız kitapların yarısı gaybubet, hapishane, mülteci kampı hatıraları, şiir, deneme, roman, resim albümü türünde eserlerden oluşuyor. Bu konuda bize gelen dosyaları normal yayın sırasına koymayıp hemen yayınlamaya çalışıyoruz. Çünkü biliyoruz ki yaşananların zamanla unutulması söz konusu. Bu yüzden muhataplarımızın yaşadıklarını sıcağı sıcağına yazıp tarihe not düşmelerini önemsiyoruz.
Bugüne kadar bize birçok konuda yardımcı olan, gönüllü olarak çalışmalarımıza katkı sağlayan herkese teşekkür ediyorum. Yazarlarımız teşekkürü en çok hak edenlerden... Onlar olmasaydı yaşadığımız süreci bu kadar farklı açıdan kayıt altına almamız mümkün olmayacaktı. Bu desteklerin devamı ile daha güzel işler yapıp yeni kitaplar yayınlamak istiyoruz. Kitapla kalın...
Ali Topdağ

LanguageTürkçe
Release dateOct 15, 2023
ISBN9798215385449
5. Yıla Armağan
Author

Ali Topdağ

Malatya’da doğmuş olsam da İstanbul’da büyüdüm. Pertevniyal Lisesi’nden sonra Dokuz Eylül Üniversitesi Fizik Öğretmenliği bölümünü bitirdim. Körfez ve Sabah Dershanelerinden sonra Fatih ve Yamanlar Kolejlerinde öğretmenlik ve yöneticilik yaptım. Kitaplar yazdım, seminerler verdim. Bunları yaptığım için ‘terörist’ ilan edildim ve Türkiye’den ayrılmak zorunda kaldım. Birçok arkadaşım gibi yeni bir hayat kurmaya çalışıyorum.Bir eş ve üç çocuk sahibiyim.

Read more from Ali Topdağ

Related to 5. Yıla Armağan

Related ebooks

Reviews for 5. Yıla Armağan

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    5. Yıla Armağan - Ali Topdağ

    TAKDİM

    Ali Topdağ

    Türkiye’de gaybubet hayatı yaşarken 8 Eylül 2017’den itibaren Halit Emre Yaman müstear ismiyle Fuat Baran’ın yönettiği Yeni Hamle internet sitesine yazılar gönderiyordum. Tam 1 yıl sonra 9 Eylül 2018’de Meriç üzerinden Yunanistan’a geçtim.

    O tarihlerde aynı sitede yazıları çıkan Deniz Zengin mülteciler için yapılan bir kampanya ile ilgili olarak Yunanistan’a gelecekti. Kampanyanın bir ucundan tutup nasıl yardımcı olabileceğime dair kendisiyle iletişime geçtim ve tanışmış olduk. İlerleyen günlerde yaptığımız görüşmeler sırasında Neden sitede çıkan yazılarımızı kitaplaştırmıyoruz? konusu gündeme geldi.

    Kağıt baskı yapmamız mümkün değildi çünkü hem mülteciydik hem paramız hem de bu işlerden anlayan tanıdıklarımız yoktu. Deniz Zengin e-kitap konusunu gündeme getirdi ancak bu konuda bilgi ve deneyimimiz yoktu. İrtibat halinde olduğumuz gençlere danıştık ve onlar teknik olarak bize yardımcı oldular, ilk kitapların yayınlanmasını sağladılar.

    İlk olarak Deniz Zengin’in Finlandiya’daki mülteci kampında kaldığı sırada kaleme aldığı yazılardan oluşan ‘Kamp Hatıralarım’ isimli kitabını yayımladık. Ardından Fuat Baran’ın duyurusu ile okuyuculardan/takipçilerden gelen ‘yaşanan sürece dair’ yazıları topladığımız ‘Sessiz Çığlıklar’ kitabını ve üçüncü olarak da benim denemelerimden oluşan ‘Sözüm Bize’ kitabını yayımladık.

    Sosyal medya hesaplarımızdan kitaplarımızın duyurusunu yapınca bize dönüşler olmaya başladı. Takipçilerimiz, kendilerinin de kaleme aldıkları eserleri olduğunu, yayınlamak istediklerini ve bu konuda yardımlarımızı talep eden mesajlar göndermeye başladılar. Böyle bir şey beklemiyorduk çünkü hedefimizde sadece kendi arkadaşlarımızın kitaplarını yayımlamak vardı.

    Bunun üzerine daha planlı bir çalışma yapmamız gerektiğini anladık. Editörlük, yazıların e-kitap formatında hazırlanması, sosyal medya paylaşımları, kapakların tasarlanması gibi konularda toplantılar yapmaya ve bu konularda bize yardımcı olabilecek gönüllü arkadaşlar bulmaya çalıştık. Bir taraftan sistem kurmaya çalışıyor bir taraftan da dosyasını gönderen arkadaşlara bize nasıl yardımcı olabileceklerini soruyorduk.

    Beş kişilik kadromuz Finlandiya, İngiltere, Hollanda, Kenya ve Türkiye’de yaşıyordu. O sıkıntılı dönemlerde bir araya gelmemiz de mümkün değildi. Zoom da henüz yaygınlaşmadığından telefondan konferans görüşmeleri ile toplantı yapıyor, mail ve WhatsApp üzerinden dosya paylaşıyorduk.

    İşler büyüdükçe yeniliklere ihtiyaç duymaya başladık. İnternet sitemizi kurduk, kitaplarımızın farklı platformlarda satılması için çalışmalar yaptık, yazarlık atölyeleri kurup orada eğitim alanların yazılarını kitaplaştırdık, mutfağında kadınların olduğu ve sadece kadınların yazılarının yayınlandığı KONSOL dergisini çıkardık, alanlarında uzman kişilerin yazılarının yayınlandığı gıda ve sağlık içerikli BÜYÜTEÇ dergisini çıkardık, Zoom üzerinden söyleşiler yaptık, farklı platformlarla ortak projeler gerçekleştirdik.

    Zaman içinde gelenler ve gidenlerle kadromuz değişti ama hedefimiz değişmedi: Türkiye’de Hizmet Hareketi ve müntesiplerine yönelik yapılanları kayıt altına alan arşivlik eserler yayınlamak. Bu hedef doğrultusunda yayınladığımız kitapların yarısı gaybubet, hapishane, mülteci kampı hatıraları, şiir, deneme, roman, resim albümü türünde eserlerden oluşuyor. Bu konuda bize gelen dosyaları normal yayın sırasına koymayıp hemen yayınlamaya çalışıyoruz. Çünkü biliyoruz ki yaşananların zamanla unutulması söz konusu. Bu yüzden muhataplarımızın yaşadıklarını sıcağı sıcağına yazıp tarihe not düşmelerini önemsiyoruz.

    Bundan 15-20 yıl sonra bugünleri araştıracak ve anlamaya çalışacaklar için farklı türlerde eserler hazırlamak hepimizin sorumluluğu. Elemi gitti, lezzeti kaldı veya İyilik yap denize at; balık bilmezse Hâlık bilir dedik ve sorumluluk alarak elimizden gelenin en iyisini yapmaya gayret ettik. Zira biliyoruz ki geçmişini bilmeyenin geleceği olmaz.

    Elinizdeki kitabı Crab Publishing’in 5 yılda çıkardığı 200 kitaptan yaşadığımız süreçle ilgili olanlarından seçtiğim yazılarla oluşturdum. Mümkün mertebe sürecin farklı yönlerine bakan metinleri eklemeye, böylece genel durumu ortaya koymaya çalıştım. Metinlerin başında ilgili kitabın kısa bir künyesini, sonuna da kitabın internet sitemizdeki linkini koydum. Kitap hakkında detaylı bilgileri burada bulabilirsiniz.

    Bugüne kadar bize birçok konuda yardımcı olan, gönüllü olarak çalışmalarımıza katkı sağlayan herkese teşekkür ediyorum. Yazarlarımız teşekkürü en çok hak edenlerden… Onlar olmasaydı yaşadığımız süreci bu kadar farklı açıdan kayıt altına almamız mümkün olmayacaktı. Bu desteklerin devamı ile daha güzel işler yapıp yeni kitaplar yayınlamak istiyoruz. Kitapla kalın…

    Ali Topdağ

    15 Ekim 2023

    KAMP HATIRALARIM

    Deniz Zengin

    Yayın no: 1 / Hatıra: 1

    16 Ekim 2018

    BEN KİMİM?

    Yanlış bildiğin yolda, herkesle yürüyeceğine; doğru bildiğin yolda, tek başına yürü. Seni hayallerine ulaştıracak en önemli şey, cesaretindir. diyerek yola revan olmuş birisiyim.

    Üniversitede doktora öğrencisiydim, gazetelerde yazılarım yayınlanırdı, sivil toplum kuruluşlarında aktif görev alırdım, oldukça iyi bir çevrem vardı ve tanınırdım. En önemlisi kimseyi incitmemiş bir anneydim ben.

    Hayat, bir fotoğraf makinesi objektifi değildi. O yüzden, maalesef, her karesinde gülemiyorsunuz.

    Küçük dünyalarında, kendi halinde yaşayan, hayata bir kenarından tutunmaya çalışan bir sürü insanın başına olmadık şeyler geliyordu.

    Bu olağan dışı olaylar elbette benim sokağımdan da geçecekti. Geçerken de objektife gülümseyemeyecektim.

    Doktoram yarım kalmış, gazetem kapatılmıştı. Güzel niyetlerle başladığım her şey baltalanmıştı.

    Onlarca insan tutuklanıyordu. Binlerce kadın, kadınlarla birlikte binlerce çocuk, her meslekten, her kesimden kişiler, hatta öğrenciler bile tutuklanıyordu birer, beşer, yüzer… Sayıları her geçen gün çoğalan gönül kırmamış, gönül dahi koymamış binlerce kişi.

    Bu kasırga beni de içine alacaktı. Benden hiçbir farkı olmayan on binlerce kadın gibi hiç bir suç işlemeden ben de hapishanelere düşebilirdim. Adaletin olmadığı yerde suçsuzluğumu nasıl ispat edebilirdim? Üstelik üç çocukla tek başıma kalmışken. Çocuklarımı gölgemden nasıl mahrum edebilirdim ya da onlarla dört duvar arasına nasıl girebilirdim?

    Tek başıma kalmışken diyorum. Çünkü artık hayatı tek başıma omuzluyorum.

    Kadınlar bir çınara yaslanıp yaşlanmak ister, adamlar bir papatyaya sarılıp uslanmak...

    Adam kadına çınar, kadın adama papatya olduğu sürece

    ne papatya incinir ne de çınar devrilir.

    Aynı yolun sevdalıları olarak başladığımız, aynı yastığa baş koyduğumuz çocuklarımın babası ile bu süreçte yollarımızı ayırdık.

    İfadesi kolay ama yaşaması oldukça zor olan, birbiri içinde birçok problemle aynı anda mücadele ediyordum. Bir zamanlar birbirimize hülyalarımızdan bahseder, koca bir dünyayı değiştirme idealleri uğrunda her şeyi göze alırdık. Bu uğurda fedakârlık gerekiyorsa bundan hiç çekinmezdik. Kendimizi değiştirdiğimizde, dünyanın değişeceğine inanırdık. Aynı yolun yolcusuyduk. Onun (eşimin) mefkûresine inanmıştım. Nihayet, aramızdaki sevda ile nikâh masasına oturmuştuk. Bu beraberlik ahret beraberliği olacaktı.

    Her şey çok güzeldi. Bir tek evlilik ağacının meyvesi eksikti. Etrafımızda anne babalar görüyorduk. Biz de boğazımız düğümlene düğümlene onların mutluluklarını seyrediyorduk. Onlar yavrularını severken gözlerimiz buğulanıyordu. Dualarla birlikte tedavi süreci başladı. Zorlu günlerin, imtihan dolu yılların sonunda ikiz çocuklarımız dünyaya geldi.

    İyi şeyler inandığında, daha iyi şeyler sabrettiğinde ve en iyi şeyler hiç vazgeçmediğinde gelir.

    Şimdi beş yaşında olan kızlarım; Halide ve Refika ömrümü uzatmıştı benim. Öpüp koklayıp bağrımıza bastığımız yavrularımız, hayatımızı şenlendirmişti. Mutluluk bu muydu? Huzuru yudum yudum çocuğunun kokusunda içine çekmek bu muydu? Masallardaki krallara tavsiye edilen altıntop bu muydu?

    Masal odur ki,

    Bir ülkenin kralı çok mutsuzdu. Tebdili mekân halkının arasında dolaşırken bir evden gelen kahkahaların sebebini merak etti. Evin sahibini çağırdı. Mutluluğun sebebini sordu. Yoksul adam iki büklüm, başı öne eğik cevap verdi:

    Bizim bir altıntopumuz var kralım. Hanımla karşılıklı oturur, bu altıntopu birbirimize atarız. Topu tutan da atan da çok mutlu olur. Kahkahalarımızın sebebi budur. dedi.

    Kral bu yoksul adamın nasıl bir altıntopu olabilir diye düşündü. Ama bundan daha önemli olan, bir an önce mutlu olmaktı. Bu yüzden hemen bir altıntop yaptırdı. Kraliçeyi karşısına aldı. Topu ona attı, tuttu. Ama bir türlü kahkaha atamadı.

    Yoksul adamı yeniden çağırdı. Kızdı. Öfkesini kustu. Kendi mutsuzluğunun sebebini sordu.

    Yoksul adam: Kralım benim gerçekte altın bir topum yok. Bu yüzden altıntopu Kraliçeye atınca, o da tutup size atınca neden mutlu olmadınız bilemiyorum. Ama bizim altıntopumuz, çocuğumuz. Bizim çocuk her akşam bir anasına, bir bana gülücükler saçar, biz de onun için mutlu olur kahkahalar atarız. dedi.

    Kral mutluluğun kaynağı altıntopun çocuk olduğunu anlayınca, sarayı çocuk sesleri ile doldurdu. Kraliçe ve çocukları ile sonsuza kadar mutlu yaşadılar.

    Biz de kendi sarayımızda, sonsuza kadar mutlu yaşayacaktık. Bunun için çıkmıştık yola, üstelik bizim altıntopumuz değil, altıntoplarımız vardı. Fakat günler geçtikçe, Sonsuza kadar mutlu yaşadılar. ifadesinin bizim için geçerli olmadığını öğrenecektim.

    Tam iki yıl sonra, hiç beklemediğimiz bir zamanda erkek evladımız dünyaya geldi. Minik yavrum Numan'ın doğumu ile hayatımızın zor sınavları başlamış oldu. Zira 2013 yılsonu ve o günlerle birlikte hayatlarımıza giren bir Aralık zemherisi vardı. Zihinler bölünmüştü, herkesin çevresinde derin izler bırakacak ayrılıklar yaşanıyordu. Aileler, dostlar akrabalar herkes karmakarışık bir kaosun içine düşmüştü. Memleketimiz bunları yaşarken, çok geçmedi; bu derin zihni bölünmeler bizim ailemizde de yerini aldı. Sadece zihinsel ayrılıkla kalmadı, zamanla duygusal ayrılıklar da yaşanmaya başladı.

    İnsanlar değişir ve genellikle asla olmam dedikleri insanlar olmaya başlarlar.

    Ne doğru bir cümle değil mi?

    Zorlaşan aile hayatımızın yükü, çatışmalarla içinden çıkılmaz bir hal alarak daha da ağırlaştı. Çalışma hayatım sebebiyle her kadın gibi parçalara bölünüyordum. Hem fiziksel hem de psikolojik şiddet görmeye başlamıştım. Sırtımı dayadığım çınarın da destek olmaması ile hayatım çekilmez bir hal almıştı.

    Toplumun yaşadığı çatırtılardan ben de nasibimi aldım. Başlangıçta şefkat ve ilgiyle yaklaştım, saygı duydum, sabrettim. Zamana bıraktım. Bütün acıları, yaşananları, yaşayamadığınız kayıpları saran zaman, bizi bir türlü sarıp sarmalamıyordu. Zaman bize ilaç olmadı. Açılan her yara büyüdü. Aramızdaki ilişki, iletişim gittikçe zayıflıyordu. Konuşmuyor, konuşup anlaşamıyor, bir noktada uzlaşamıyorduk. Artık kavga ediyorduk. Yaptığımız en iyi şey kavga etmekti.

    Evliliği sürdüren, vücut değil ruhtur. diyenler ne de doğru demişler.

    Eşref saatlerinin birinde Evlenirken sana verdiğim sözü tutamayacağım. deyiverdi. Lafa başlamanın cesareti ile yavaş yavaş kalbindekiler ve aklındakiler döküldü. En sonunda, Hayatta bir hakkım daha olduğuna inanıyorum. dedi. Yani benden ayrılmak, bir başkası ile yeni bir hayat kurmak istiyordu.

    Karmakarışık duygular içinde kaldım bir anda. Beraber başladığımız yolda, beni duygu ve düşüncelerimle yargılıyordu. Ne değişmişti ki? Belli ki yeni dostlarıyla kurduğu dünyasında, duyduğu jargon ve sloganlar onu büyülemişti.

    Boşanma teklifini kabul etmedim. Biz bunun için yola çıkmamıştık. Üç tane birbirinden masum yavrularım babasız mı büyüyeceklerdi?

    Fakat tek başıma yüklendiğim bu mücadeleye bir yıl dayanabildim.

    O meşum Temmuz gecesinden sonra her yanda olduğu gibi, bizim ailemizde de iş, fiziki şiddete dönüştü. Önce KHK zulmü ile tanışıp üniversitedeki akademisyenlik vadeden öğrenciliğim sebebiyle soruşturma geçirdim. Sonra her yanda masum avı başladı. En yetkili ağızlar, İhbar edin! diyordu.

    Eşimin de eline bir koz geçmişti. İffetimi, hayatımı, doğurduğum çocukları, sırlarımı, en mahrem duygularımı emanet ettiğim adam beni ihbar etmekle tehdit ediyordu. Nasıl dayanılırdı buna? Evindeki sahipsiz, çaresiz kadına gücü yeten bu adam karşısında fazla direnemeyeceğimi anladım.

    Günlerce, pek çok defa elini telefona götürüp beni tehdit etti. Olmaz, olamaz dedimse de söz dinletemedim, kabul etmek zorunda kaldım. Boşanma kararı aldığında Türkiye'nin en prestijli firmasında işe başlamıştı. İstediği medeni hayata da adım atmış oldu.

    Ailesi çok iyi insanlardı. Aynı çevreden, aynı duygu-düşünce etrafında birleşmiş insanlardık. Mevcut durumdan dolayı kimse, kimse ile irtibat kuramıyordu. Ailesinden güvendiklerime -arananlar listesinde olduklarından- ulaşamadım. Annesine ulaşmaya çalıştım, ulaşamadım. Ulaşabildiklerim ellerinden geleni yaptılar mı? Hayır, yapmadılar. Çünkü herkes düşünce kaymaları yaşıyordu. Kendi ailemden büyüklerimi devreye soktum, bundan da netice alamadım.

    Çok mücadele ettim ama bu yaşadıklarımı bilmeyen her birey bana dul damgasını vuracaktı. Hem dışarıdan hem içerden çetin bir imtihanın ortasında kalmıştım.

    Hayattaki en büyük zafer hiçbir zaman düşmemekte değil, her düştüğünde ayağa kalkmakta yatar. (Nelson Mandela)

    Üç çocukla yoluma devam etmek zorundaydım. Düşündüm, maalesef ülkemde kendim ve çocuklarım için bir çıkış yolu bulamadım. Önüne çıkana engel dersen, takılıp düşersin; basamak dersen, bir basamak yükselirsin. Bu duygularla hayatıma yeni bir rota çizmeye karar verdim.

    Artık benim için yeni bir süreç başlamıştı. Memleketin her yanından cadı avı haberleri geliyor, lakin medya bundan hiç ama hiç bahsetmiyordu. Bilinen bir insandım. Kapatılan gazetelerde yazılarım yayınlanmıştı.

    Geceler harap olmuştu benim için. Her gece buraya da gelirler mi düşüncesi ile uykuya dalıyordum. Hayatım daraldıkça daralıyordu. Bir fikir çilesi dönemi yaşadım. Çok düşündüm. Evet, hayat dar, ama yeryüzü çok genişti.

    Çocuklarımın babasına, bir Avrupa ülkesine vize için yardım edip istediğim nafaka miktarını kabul ederse ayrılacağımı söyledim. Buna hakkım vardı. Çocuklarımın velayetini vermeye hiç niyetim yoktu. Velayetin bende olmasını, aylık dört kişi için bir asgari ücret nafaka ödemesini şart koştum. Yaklaşık iki yıl evliliğimi bitirmemek için yaşadıklarımı kimse bilemez. Korkmadığımı ilk söylediğimde tavrımdan dolayı şaşırmıştı. O beni tehdit ettikçe ben de onu tehdit ettim. Çocuklarımın varlığı bana güç veriyordu.

    Kadın zayıf ama anne güçlüdür. deyişlerini yaşayarak tecrübe ediyordum. Bir Avrupa ülkesinin vizesi için yardımcı olmazsa boşanmayacağımı söyledim. İtibarlı bir holdingde çalıştığı için turist vizesi alabiliyordu. Sözün kısası, 2017 Ocak ayında çocuklarımın velayetini alarak boşandım.

    Boşanmamıza rağmen hala peşimi bırakmıyordu. Bize nafaka olarak kişi başı vereceği iki yüz lirayı kabul ettirmeye çalışıyor, eğer kabul etmezsem ihbar edeceğini söyleyip, savurduğu tehditler ile zulmünü artık zirveye çıkarıyordu. Her yanım karanlıklarla çevrilmişti. Boşanır boşanmaz üç çocukla annemin evine taşındım. İşsiz, eşsiz kalakalmıştım.

    Çocuklarımın babasına vize aldığımız ülkeye kadar da bize eşlik etmesini şart koşmuştum. Annem emekliliğiyle biriktirdiği hac parasını cebime koydu. O paralarla hem aile vizesini hem de biletlerimizi aldım. Son bir görev olarak gideceğimiz ülkeye kadar -bana değil- çocuklarına refakat edecekti. Kendi gidiş-dönüş ücretini de benim ödemem şartıyla refakati kabul etti. Tüm bilet ve vize masraflarını karşıladım.

    Bir taraftan da şaşkınlık içerisindeydim. Yurtdışına, uzaklara gidiyorduk; Çocuklarım var, götüremezsin. diyemiyordu. Yoksa demek istemiyor muydu? Bu kadar yardım etmesini ise bizi başından atma gayreti gibi sezdim. Çocukları uzaklara, çok uzaklara gidiyordu. Ne zorluklarla bu hayata gelen yavruların gidiyordu işte!

    Yolculuk günü geldi çattı. Dört bavul, üç çocukla havaalanındaydım. Yola revan olmak ne zordu, anlatamam. Kontrolden geçebilecek miydim? İsmim arananlar arasında var mıydı? Çocuklarımı benden alacaklar mıydı? Hicret diyarına ayak basabilecek miydim? Ben bunlarla meşgul, kurdeşen dökerken; çocuklarımın babası Türkiye'de uçağa binmeden, gümrük sahasında pasaportlarımıza el koyup Çıkarmam sizi buradan, 10.000 TL nafaka verdiğime dair kâğıt imzalayacaksın. dedi. Böyle bir para vermemesine rağmen, benim ve yavrularımın gözyaşlarını göre göre bize bu kötülüğü de yaptı. Çaresizdim ve imzaladım. Denize düşüp yılana sarılanın haliydi halim.

    Sineme saplanmış hançerlerin sızısı beni sarsmışken Atina havaalanına indik. Ucuz olsun diye biletleri aldırdığım Yunanistan'da bir tanıdığımıza vermesi için zarfın içine koyduğum 1.500 euroyu emanet ettim. Emanet ne demektir? O tanıdık havaalanına gelemedi. Bu defa o paraya el koydu. Bir ay kadar sonra parayı yatırdı ama yolladığı paranın açıklama kısmına Nafaka yazmış, beni iyice ademe mahkûm etmek istemişti. Anacığımdan borç bilet parası olarak aldığım parayı kurnazlık yapıp o anki durumdan istifade ederek bana nafaka olarak yatırmış oldu.

    Helsinki'ye direk uçuş olmadığından Atina’da çocuklarımın babasından ayrılıp Münih'e uçtuk. Münih havaalanında üç çocuk ve iki el bagajı ile beklediğim saatler bir kadının başına gelebilecek en zor saatlerdir diye düşünüyorum. Çocukları zapt edemiyordum. İhtiyaçlarını tek başıma karşılayamıyordum. Onlar ağladıkça ben de ağlıyordum. Neyse ki uçağa bindik. Özellikle en küçüğümüz Numan, uçakta hiç susmadı. Yolculardan ikaz edenler bile oldu. Ama yaşadıklarımdan sonra etraftaki hiçbir şeye aldırış etmiyordum. Zalimlerin zulmünden kurtulmuştum.

    Şu an bir Avrupa ülkesinde sadece Müslümanların bulunduğu bir mülteci kampındayım. Sadece Müslümanların bulunduğu bu kampta banyo-tuvalet, mutfak ortak kullanılıyor. Otuz beş kadar ailenin yaşadığı bir yerdeyim. Avrupalı bir Hıristiyan olsam bu dini seçmezdim diye düşündüm çoğu zaman. Zira kampın her yanı pislikten dökülüyor. Sanki Avrupa'da değil de Orta Doğu'da bir köyde hissediyorum kendimi. İslam âlemi diye bir âlemden bahsetmesem iyi olacak diye düşündüm. Müslümanlar var ama âlemden eser yok sanki.

    Mülteci olarak sığındığım devlet, şimdilik bana geçinebileceğim kadar para veriyor. Daha önce tanımadığım, tanıdıkça arkadaş olduğum insanlar bana yardımcı oldular ve kalacak bir yer buldular. Buranın şartlarına göre gayet uygun fiyatlı, tek odalı bir yer. Bu eve çıkmaya gönlüm el vermedi. Geride bıraktığım mahzun, mazlum ve mağdur emsalim, on binlerce kadın varken bunu yapamadım. Akla hayale gelmeyen zulümler altında hayatı kararmış kadınlar çocuklar varken bunu göze alamadım.

    Bana verilen ücretin bir kısmını memlekete ihtiyacı olanlara gönderip, zor şartlarda bu kampta kalmayı tercih ettim. Düşkünlüğü ve miskinliği iliklerime kadar hissediyorum, insanların giymeyip ortalığa attığı kıyafetleri yıkayıp çocuklarıma giydiriyorum. Bir zeytini üç ısırıkla yediriyorum çocuklara. Onlara oyuncaklar yapıyor, memleket türkülerinden ninniler söylüyorum. Kendime ait bir banyom bile yok. Edep timsali yetişmiş bizlerin umumi banyolardaki utancını anlatmam mümkün değil.

    Hissiyatımda gelişmeler ve bakış açımda değişmeler var. Mülteci kampında gün saymak yerine sabırla ayakta kalmaya devam ediyorum. Şartlar zor malum... Muhtemelen sonrasında, günler daha da zor geçecek. Beterin beteri vardır değil mi? Sabır taşım çatladı. demeyeceğim. Ey Sabır! Sen çatlayana kadar sabredecek ve dayanacağım.

    Kuruluşuna baktığımda hayran kaldığım ve bugün hâlihazırda demokratik olan bu ülke, benim rehberim oldu. Finlandiya, imkânları ile çocuklarıma babalık yapıyor. Ümit varım… Geçmişe hiç bakmıyorum,

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1