Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Sedat
Sedat
Sedat
Ebook164 pages1 hour

Sedat

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Galatasaray ve Fenerbahçe formalarıyla başarılı bir futbol hayatı vardı. Kameralar, gazeteciler peşindeydi. Milyonda bir görülen ALS hastalığına yakalandı. Doktorlar, tedavi imkânı olmayan bu hastalığa ancak iki yıl dayanabileceğini söyledi. Önce konuşması, sonra yürümesi, ardından da gözleri hariç tüm organları çalışmaz oldu. Suni solunum cihazına bağlandı ve hareket edemiyordu. Evinde televizyonun karşısında tek çalışan organı olan gözlerini ekrandan ayırmıyor, dünyaya bu ekran ile bağlanıyordu.
Sedat Balkanlı, “2 yıl yaşarsın” diyen doktorlara inat ALS ile savaşını tam 12 yıl sürdürdü. Eşi Şükran Hanım büyük fedakârlıklarla onu bir an olsun yalnız bırakmadı. Tüm zorluklara rağmen “Keşke bir o kadar daha sürseydi” demekten kendini alamayan ve “İyi ki gözleri açıktı” diyerek vefasını gösteren eşinin anlatımıyla Sedat Balkanlı...

LanguageTürkçe
Release dateFeb 19, 2019
ISBN9781370928583
Sedat
Author

Emine Bilgiç

Küçük bir Ege kasabasında doğdu. Küçükken masallar, hikâyeler yazdı, anlattı... Sevdiği bölümü okudu, sevdiği işi yaptı. Hikâye ve metin yazarı, senarist, program editörü, dergi editörü ve biyografi yazarı olarak, 10 yıldan fazla çalıştı. İnsanları, özellikle de anlatacak bir hikâyesi olan insanları ve hayvanları çok sever. Geleceğe dair en büyük hayali, daha çok insanın hayatına dokunabilmek ve onların hikâyelerini aktarabilmek...

Related to Sedat

Related ebooks

Reviews for Sedat

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Sedat - Emine Bilgiç

    GİRİŞ

    Hayat zor…

    Bazılarına daha da zor…

    Daraldığımız, yorulduğumuz ve artık mücadele edemeyeceğimizi zannettiğimiz zamanlar oluyor.

    Kendimizi, bundan daha kötü ne olabilir ki? diye sorarken buluyoruz.

    Böyle zamanları atlatmak için yıllardır kendimce bir yöntem geliştirmişimdir; soru sorma yöntemi…

    Şayet çok ağır bir hastalığa yakalandığını öğrenseydin?

    Ya bir uzvun eksilseydi?

    Ailenden birini kaybettiğini düşün?

    Gözlerini…

    Ya da işitme duygunu yitirseydin?

    Bunlardan herhangi biri olsaydı, şu an dert ettiğin şey hala dert olmaya devam edecek miydi?

    Şimdiye dek bu sorulara hiç evet cevabını vermedim. Vermediğim için de şükrettim ve beni o an için üzen şeylere bir isim verdim; balon dertler…

    ***

    Bundan birkaç sene evveldi. Ulusal bir televizyon programının editörlüğünü yapıyor ve her çekime katılarak daha önce ekranlardan tanıdığım kişilerin başka boyuttaki hikâyelerini dinliyordum. Program işin biraz da bahanesi, benim asıl ilgim insan hikâyelerine… İşte bu vesileyle çalmıştım Balkanlı ailesinin kapısını…

    Anılarla, yaşanmışlıklarla dolu mütevazı bir ev…

    Her şeye rağmen dimdik duran bir Boşnak kadını ve onun genç, yakışıklı, yaşlarına göre oldukça olgun, aslan gibi iki oğlu…

    Sedat Balkanlı ismini daha evvel duymakla birlikte, ALS hastalığıyla ile ilgili detaylı bir bilgiye sahip olduğumu iddia edersem yalan olur. O gün o evden çıkıp giderken, dinlediklerimin etkisinden günlerce kurtulamayacağımı biliyordum.

    Neydi bu ALS?

    ALS, nam-ı diğer motor nöron, merkezi sinir sisteminde ve beyin sapı denilen bölgede motor hücrelerin kaybıyla ortaya çıkıyor. Hücrelerin kaybı, kaslarda zaaf ve erimeyi de beraberinde getiriyor. Kaslardaki zayıflık ellerde, bacaklarda, ağız-yutak bölgesinde, bazen de dilde başlayabiliyor ve işin kötüsü sürekli ilerleyerek yayılıyor. Hastanın zihinsel fonksiyonları ve belleği bozulmazken, ileri devrelerinde solunum yetersizliği baş gösteriyor. Nefes alıp vermeyi sağlayan göğüs kaslarının da etkisizleşmesi nedeniyle kişi, solunum cihazı olmadan nefes alıp veremez hale geliyor. Doktorların dediğine göre hastalık, ilk olarak bir bölgeden başlayarak yayılıyor. Ve beyin, ayaktaki adalelere komut veremediği gün, kişi artık yürüyememeye başlıyor.

    ***

    Mesleğinin zirvesinde ünlü ve sevilen bir futbolcu olan Sedat Balkanlı’nın şikâyeti dilinden başlamıştı. Önce dili dolanmış, aşırı hızlı ve anlaşılmaz konuşmaya başlamıştı. Artık kelimelerin hakkını veremiyordu. Sedat, arabayla sürat yapmayı seviyordu, pencereyi açık bıraktığı için mi rahatsızlanmıştı acaba? Sonraki zamanlarda bir ameliyat geçirmek durumunda kalmış ve doktorunun dediğine göre operasyon sırasında ayılınca fazladan anestezi vermeleri gerekmişti.

    Kesin ondandı…

    Ama geçecekti sonuçta. Geçecek, sezon açılmadan Sedat iyileşip çocukluğundan bu yana en büyük sevdası olan Fenerbahçe formasını tekrar giyip, top koşturacaktı.

    Oysa sapasağlam gittiği Prof. Dr. Halil Atilla İdrisoğlu ona pek de iyi haberler veremeyecekti. Sedat, ALS hastalığına yakalanmıştı ve iki yıl ömrü kalmıştı. Bu iki yıl için de, kaliteli bir dönemden söz etmek mümkün görünmüyordu. Önce yürüyemeyecek, ellerini kullanamayacak, konuşamayacak, hiçbir yerini hareket ettiremeyecek, yutkunamayacak, yiyemeyecek ve yatalak hale gelecekti.

    Şuuru yerinde ama beden hâkimiyeti sıfır derecesinde…

    Ve bir çift göz var elde…

    Dünyaya açık, hayata bağlayan bir çift göz…

    ***

    ALS, bir yerde yarım kalmışlığın adı…

    Sevinçlerin, başarıların, hayallerin ve amaçların yarım kalıyor ve her şeyi öylece yarım bırakıp, bambaşka bir hayata başlıyorsun…

    Yaşamını kökten değiştiren bir yolun başında buluyorsun kendini.

    Sedat Balkanlı, sonrasında İsmail Gökçek ve Suna Kıraç ülkemizde bu zorlu yolun ilklerinden…

    Dünyadaysa, hepimizin bildiği gibi yarım asra yakın ALS ile yaşayan ve ölen Stephen Hawking meşhur hastalardan…

    ALS ile ilgili yaptığım kısa araştırmalar sırasında program da yayınlanmıştı. Ve ben tekrar çaldım Şükran Balkanlı’nın kapısını. Bu kez kendi adıma konuştum. Lafı dolandırmadım, sende sıcak bakarsan, Sedat’ın hikâyesini yazmak istiyorum dedim.

    Öylece başladık…

    Defalarca bir araya gelip sohbet ettik. Kaydı kapatarak oturup hıçkıra hıçkıra ağladığımız da oldu, trajikomik olaylara birlikte güldüğümüz de…

    Tıpkı hayatta yaşandığı gibi…

    Bazen de işi gücü bir kenara bırakıp kadınsal küçük dedikodular yaptık. Şükran’a fazla kişisel sorularım da oldu. Ancak onlar ikimizin arasında…

    ***

    Senaristim... Mesleğim gereği şimdiye dek onlarca hikâye yazdım. Pek çoğu, içinde ağır dramlar barındıran bir sürü hikâye…

    Tanıştığım insanlar bana hep nerden beslendiğimi sorarlar ve eklerler:

    Bunlar yaşanmış hikâyeler mi?

    Her seferinde aynı cevabı veririm; yaşanası hikâyeler…

    Ve ilk kez, yaşanmış bir hikâyeyi yazmak üzere kolları sıvadım. Yaşanası hikâyelerimin aksine ne iddialı bir duruş sergiledim, ne de başarılı olma gayreti güttüm.

    Yaşanılanın fotoğrafını çektim…

    Ben bir biyografi yazarı değilim.

    İş iştir, duygularımı katmadan dinledim ve yazdım diye bir şey yok.

    Ağlayarak -kesinlikle acıyarak değil- dinlediğim bir hayat hikâyesini, kendi anladığımca ama yine gözyaşları içinde yazmaya çalıştım.

    Hayat gerçekten zormuş ve bu zorluk çok yerde yaşanıyor da haberimiz yok…

    Yaprakları çok da kabarık olmayan bu kitabı bitirmem -itiraf edeyim- biraz zaman aldı.

    Bir başkasının yaşadığı bu hayat beni çok yordu.

    Bu yaşanmış hikâyeyi derinlemesine öğrendikten sonra hem rahmetli Sedat’ın, hem de eşi Şükran’ın metanetlerine hayranlık duydum…

    Defalarca elimden bırakıp haftalarca yüzüne bakmadığım zamanlar oldu. Sebebini kendime bile itiraf edemesem de ruhumun daraldığını biliyorum.

    Bırakıp başladım, kaçtım ve yine geldim…

    Üzerinde çalıştığım günlerde kendimi eve kapattığımı, sebepsiz yere bahaneler üretip ağladığımı belirtmeliyim.

    ***

    Dile kolay, 12 yıl…

    İçinde hüznü, umudu, hayal kırıklığı, az da olsa sevinci ve bol gözyaşıyla geçen upuzun, bir o kadar da kısacık 12 yıl…

    Fakat geriye dönüp bakıldığında şükrü şikâyetinden çok olan bir 12 yıl…

    Tüm güçlüklerine rağmen, keşke bir o kadar daha sürseydi denilen bir 12 yıl…

    Kelimelerin bittiği yerde, görevi harflerin yüklendiği, 29 harfin hepsinin tek tek ve defalarca şahitlik ettiği bir 12 yıl…

    Gözlerine bakılarak geçen 12 yıl…

    İyi ki gözlerin açık diye düşünülen 12 yıl…

    Sedat, hayata gözleriyle tutunmuştu…

    Ve insan hayata en son gözleriyle veda ediyor…

    BÖLÜM 1

    BENDEN BİZE

    YAŞ 17

    Sedat’la aynı semtin çocuklarıyız. Babası Abbas Bey semtin saygın esnaflarından ve herkes tarafından sevilen biri… Gaziosmanpaşa meydanında da sakatatçı dükkânı var. Sedat’ın ismini de duyuyorum, Abbas’ın oğlu diyorlar, varlığından haberdarım fakat hiç tanışmamışız. Ben o zamanlar henüz on yedi yaşımdayım ve ilkokulu bitirdikten kısa bir süre sonra, ablamın çalıştığı fabrikada işe girmişim ve birlikte gidip geliyoruz.

    Erkek kardeşim Saffet de Gaziosmanpaşa Spor Kulübünde oynuyordu. Sedat da orada ve beraber oynuyorlar fakat ben, bırak tanışmayı, daha yüzünü bile görmemiştim.

    Ta ki o akşama dek…

    1985 yılının yazıydı. İşe gidip gelirken sabah ve akşamları dükkânın önünden geçiyorduk. Ben fark etmedim ama meğer o beni uzun zamandır takip ediyormuş. O akşam iş çıkışı ablamla geliyoruz, o zamanlar 17 yaş diye bir dergi yeni çıkmış, bende hemen gidip almışım. Sinemalar, tiyatrolar, etkinlikler nerede, ondan haberler veriyor dergi. Birden önüme bir genç çıktı, Hanımefendi durur musunuz? dedi, Acaba rica etsem derginizi bana verir misiniz? Şaşırmakla birlikte biraz sinirlendiğimi hatırlıyorum; Niye vereyim ki? diye sordum. Oldukça saygılı ve kibardı, kendini tanıttı. Saffet’le (ünlü bir futbolcu) aynı kulüpte oynadıklarını, Abbas beyin oğlu olduğunu söyledi. Ama ben yine de geri adım atmadım, Bakın ileride gazete bayii var, gidin ve oradan kendinize bir dergi alın. dedim. Ben sizin derginizi istiyorum ama diye cevapladı beni.

    LAKABI DATKU

    O olay vesile oldu ilk tanışmamıza. Bu arada onun lakabı ‘Datku’ydu. Kimse ismiyle hitap etmiyordu, ona Datku diyorlardı. Datku (Ilie Datcu), Fenerbahçe’nin eski kalecisiymiş, Sedat da futbol oynarken kaleciymiş ve Datcu’ya benzeyen kurtarışları olduğundan arkadaşları o ismi takmışlar ona. Böylece adı Datku kalmış.

    Uzun boylu ve yakışıklıydı. Etkilenmedim diyemem ama dergiyi de vermedim. Lakin sonraki günlerde isteyeceğini bildiğimden işe giderken dergiyi de elimde taşıdım. Yanımda hep ablam oluyordu ve sabah akşam geçerken mutlaka o dükkânın önüne çıkıyor ve selamlaşıp geçip gidiyorduk.

    Ablam, Sedat’ın benden hoşlandığını düşünüyordu ama ben hiç inanmadım. İnanmadım, çünkü Sedat o zaman Gaziosmanpaşa’da çok popüler bir gençti. İyi bir aileden geliyor, çok yakışıklı, uzun boylu, çok efendi, kötü alışkanlığı yok. Hep bunlar konuşulurdu Gaziosmanpaşa’da. Bir de futbol kariyerinin parlak olduğu, bir gün iyi yerlere geleceği… Bütün kızların onun peşinde koştuğunu bildiğimden, açıkçası benimle ilgileneceğine pek ihtimal vermemiştim sanırım.

    Yaş 17… Beğenilmek müthiş bir duygu…

    Makyaj yapmıyordum. Zaten o yıllarda ablan yapmıyorsa -ki yapmıyordu- senin makyaj yapma şansın hiç yoktu. Ama giyimime daha çok özen gösterir olmuştum, saçımı tarıyorum, bir gün fön çekiyorum, bir gün gazete kâğıtlarını bigudi niyetine kullanıp bukle veriyorum.

    Tam bir ay böyle sürüp gitti… Bir ay boyunca elimde dergiyle sabah işe gittim, akşam işten döndüm. Ama

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1