Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Bu Tarafın Manzarası
Bu Tarafın Manzarası
Bu Tarafın Manzarası
Ebook973 pages12 hours

Bu Tarafın Manzarası

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

1962 yılında tüm Çin'de olduğu gibi Şincan Uygur Özerk Bölgesi'nde kuraklığa bağlı olarak kıtlık ve yoksulluklarla boğuşuyordu, aynı zamanda, Çin-Sovyet ilişkileri de giderek bozulmaktaydı. Sovyetler Birliği'ne komşu sınır bölgeleri olan İli ve Tarbagatay gibi azınlık milliyetlerin yaşadığı büyük ilçelerde şiddetli isyanlar patlak vermişti ve bö

LanguageTürkçe
Release dateMar 2, 2023
ISBN9786054923564
Bu Tarafın Manzarası

Related to Bu Tarafın Manzarası

Related ebooks

Reviews for Bu Tarafın Manzarası

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Bu Tarafın Manzarası - Meng Wang

    1

    Tuhaf bir hırsızlık olayı

    Niçin Tugay’da sokağa çıkma yasağı ilan edildi?

    Ağacın çok olduğu yerde kuşlar, çiçeğin çok olduğu yerde arılar, otların çok olduğu yerde sığır ve koyunlar, suyun çok olduğu yerde ise tahıl boldur. İli Vadisi’nde, doğa oldukça cömerttir ve bu nimetlerden tüm canlılar nasiplerini alır; sözün kısası İli Vadisi ağacın, kuşun, çiçeğin, arının, otların, koyun ve sığırların, suyun, ekinlerin bol olduğu bir yerdir. Bahar mevsimi da cabasıdır; baharın gelişi yüzlerce kuşun ötmek için birbirleriyle yarıştığı zamandır. Guguk kuşları tutkuyla birbirlerine seslenir – Uygur halkının güzel bir efsanesi vardır: bu kuşun erkeğine ve dişisine birbirinden zorla ayrılan bir sevdalı çiftin adını vermişlerdir: Zeynep ile Guguk. Ateşli bir şekilde eş arayan küçük serçeler kanatlanıp önce elma dallarından şeftali ağacının tepesine doğru, sonra da çay kulübesinin saçaklarından keçi ağılına uçuyor, keçilerle yiyecek kapmak için çırpınarak cıvıldıyorlardı. Kaya güvercininin sesi tıpkı baştan çıkarmasını iyi bilen ama uzun süredir duygusal olarak kısır kalmış bir kadın gibi nazik ve boğuktu. Sarıasma kuşunun berrak ve ahenkli sesi, sanki yarısına su kaçmış bir düdüğü üfler gibi, gökyüzünde dönerek keyifli bir konser veriyordu. Henüz şafak doğmadan önce evin içinde, İlhami’nin oturma odasının kirişlerine yuvalanmış bir kırlangıç çifti gevezelik ediyor ve hararetli bir tartışma havasında cıvıldıyor, bahar rüzgârı kendilerini ifade etmeye ve serbest bırakmaya heveslendiriyordu. Kırlangıçları çok seven Çolpan nine kırlangıçların yuva yapmak için odayı seçmelerinin ailenin iyilikseverliğinin kanıtı olduğuna inanıyordu. Yaşlı kadın, kırlangıçların odaya giriş ve çıkışını kolaylaştırmak için, marangozdan kapının üstünde onlar için bir delik açmasını istemişti.

    İli’de bir çiftçi yoktur ki, bahar sabahında şafak vakti öten kuşların güzel cıvıltıları ile uyandırılmamış olsun. Kuş sesleri toprağın canlılığı, tüm canlıların yeşerip büyümesi anlamına gelir, çiftçiliğin işlekliğini anımsatır ve yaşamın coşkulu ve hızlı ritmini iletir. İlhami böylesine ‘dört bir yanda öten kuşların’ seslerinin arasında yataktan fırlayarak kalktı. Su kabağından yapılmış maşrapayı sonuna kadar doldurup avlunun ucuna gitti ve bahar sabahının iğneleyici soğuk suyu ile hemencecik ağzını çalkaladı, yüzünü, boynunu ve kollarını yıkadı. Kuvvetli ve sesli bir şekilde yıkandı ve içindeki sonsuz enerjiyi harekete geçirip topladı.

    Ardı ardına üç büyük kâse sütlü çay içti; çayı içtikçe yüzüne kan geldi terledi, kan dolaşımı hızlandı ve içi ferahladı. Sonra da Parti’nin örgütsel ilişkiler ve diğer konularla ilgili formalitelerini Komün’e götürdü.

    Komün* parti komitesinin ve yönetim komitesinin çalışma ofisi aslen zorba toprak sahibi koca göbekli Mahmut’un malikanesinde kurulmuştu. Toprak kiralarını azaltma ve toprak sahiplerinin zorbalıklarına karşı mücadele** zamanında zorba toprak beyi Mahmut idam edilmişti. Toprak sahibesi Meliha Mahmut’un küçük karısıydı. Kurtuluş’un başlarında burada 11. Bölge’nin Halk Hükümeti vardı.*** Şimdiki komün parti komitesi sekreteri Zhao Zhiheng zamanında belediye başkan vekiliydi. Ona bu şekilde hitap etmeye alışık olan bazı çiftçiler Sekreter Zhao’ya hala Başkan Zhao olarak hitap ediyorlar. Komün’de 1960’ların başında ekonomide düzeltme tedbirleri kararları uyarınca, alt yapı çalışmalarına başlandığında, her yerde kereste, tuğla ve kireçtaşı yığınlarını gören İlhami için memnun edici bir manzara ortaya çıkmıştı. İlhami 1951’den beri Komün’ün Gençlik Birliği**** üyesi olarak görev almıştı, 1958’de ise bir yıl üretim takımı lideri olarak görev yaptı ve bu yüzden komündeki yoldaşları çok iyi tanırdı. Komün avlusunun girişinde, üyelerle bitmek bilmeyen el sıkışma ve selamlaşma ile karşılanırdı. Uygurlar, nezakete çok özen gösteren bir halktır. Gün içinde karşılaştıklarında uzun uzun birbirleri ile selamlaşırlar ve nezaket gösterirler; o anda acil bir şehirlerarası telefon görüşmesi yapıyor olsalar bile görüşmeye bir an ara vererek gelen misafire hal hatır sorarlardı. Kaldı ki, İlhami uzun bir süre buralarda bulunmamıştı. İlgili personelle formalitelerden geçtikten sonra Zhao Zhiheng’in ofisinin kapısını açtı. Komün lideri Zhao Zhiheng’in karşısında oturan bir başka kişi, İlhami’nin trenden indiğinden beri birçok kez adını duyduğu Yurtsever Tugay’ın sekreteri Kutukuzar’dı.

    Sekreter Kutukuzar bu yıl 42 yaşına girmişti, son dönemlerde hantal ve ağır hareketleriyle biraz kilo almaya başlamış gibi görünüyordu. Bununla birlikte, yüzü hala dinçti, dudağının üstündeki siyah ve parlak kısa bıyıklarıyla ince yapılı bir görünüme sahipti. Kül renginde yepyeni bir görevli üniforması giymiş, ceketinin cebine dolmakalem takmıştı. Bu ceket ve dolmakalem onun sıradan köylülerden farklı olduğunu gösteriyordu. Sekreter Kutukuzar, açık ve net, fakat kulak tırmalayıcı, bir tür falset***** sesini kullanarak İlhami’ye selam verdi. Sekreter Kutukuzar tokalaşma esnasında, tıpkı kentteki aydın insanlar gibi sağ eliyle İlhami’nin elini sıktı, aşağı ve yukarı hareketle birkaç kez salladı ve sonra elini gevşetti ve serbest bıraktı. Sonra sol elini uzattı ve İlhami’ye kibarca oturabileceğini işaret etti.

    Acaba daha sonra mı gelseydi? Komün lideri Zhao Zhiheng, İlhami’nin tereddüt ettiğini görür görmez, »Buyrun oturun konuşalım, konuştuğumuz olayların hepsi sizin Tugay’la ilgili,« dedi.

    Kutukuzar İlhami’yi gözleriyle süzdü ve içten bir şekilde: »Duydum ki o kadının geri dönmesine yardımcı olan sensin. Gerçekten de çok iyi ve insaflı bir adamsın! Oğlunu mu kaçırmışlar ne? Bu da Allah’ın ona bir cezası, doğrusu hak etmiş!« dedi. Kaşlarını çattı, bir tür derin düşünce ve ciddi bir ifadeyle dönüp Zhao Zhineng’e baktı, »Şimdi, komitemizin en önemli görevi bu hırsızlık olayını çözmektir. Bu sorun çözülmezse, komün üyeleri huzur içinde yaşayamayacak, söylentiler kesilmeyecek ve bölgede istikrar sağlanamayacak. Şu anda, buğday hırsızlığının asli faili olan Hüsamettin’in karısı Ruhan sahalara geri döndü. Ben, onun Yüksek Kamu Güvenliği Bürosu tarafından tutuklanıp sorgulanmasını öneriyorum, aksi takdirde Tugay örgütü tarafından eleştiri ve kınamaya tabi tutulacak ve halk milislerimiz tarafından da yakından izlenecektir.« Sekreter Kutukuzar yeniden İlhami’ye dönerek küçük bir şaka yaptı, »Kardeşim, umarım ki sen ona bir şey söylemezsin?«

    İlhami dikkatle komün lideri Zhao Zhiheng’e baktı, Kutukuzar’ın alayının altındaki imayı duymamış gibi görünüyordu.

    Zhao Zhiheng derinlemesine düşünüyor, göz kenarlarındaki kırışıkları onun uyanık ve tecrübeli karakterini ortaya çıkarıyordu. Esmer yüzü, soluk mavi üniforması ve bir çift kalın tabanlı Kurtuluş ayakkabısı ile rüzgarla gelip yağmurla giden kırsal kadroların tipik özelliklerini gösteriyordu. Zhao Zhiheng, tam doğru olmayan fakat sade bir Uygurcayla şunları söyledi: »Ruhan’ı tutuklayıp sorgulamak ya da yargılamak mı? Hangi sebeple?«

    »Ruhan, Hüsamettin’in karısı ama nedense kocasının yapıp ettikleri hakkında hiçbir şey bilmiyor. Dahası, Ruhan da zaten haince davrandı. Sovyetler Birliği’ne kaçtı ve tuhaf bir şekilde geri döndü, bu da büyük kuşku uyandırıyor.«

    Zhao Zhiheng, »Sen ne dersin?« diye İlhami’ye sordu.

    »Ben daha yeni döndüm, konuya hakim değilim.«

    »Ruhan’ı sen de mi tanımıyorsun?«

    »Ruhan…« dedi İlhami bir an için, »Evet, Ruhan çok yoksul bir aileden geliyor. Toprak reformu sırasında aktif bir Parti üyesiydi, Kore Savaşı olduğu sırada gönüllü olmak için başvuru yaptı, ayrıca ilçe içindeki propaganda faaliyetlerine ve gösterilere de katılırdı. Evlendikten sonra, ev işleri ona engel oldu. Hüsamettin tekrar onun üretim takımına ve siyasi faaliyetlere katılmasına izin vermedi. Benim düşüncem, Ruhan özünde kötü biri değil. Bir süre sonra Hüsamettin’in kötü işlerine göz yummasına rağmen, o özünde temizdir…« Zhao Zhiheng bir şey söylemedi, ama İlhami’nin sözlerinin pek açık ve kesin olduğunu da düşünmüyordu. Bu tür kargaşa anlarında, birçok kişi gerçek düşüncesini söylemekte sıkıntı içine girer, belirsiz ifadelerde bulunur ya da ortada bir yerde konum alır. Ne bir eşek ne de bir at olmayı öğrenebilmiş değillerdir. Bir açıklama yapmanın esası, söylediklerinin doğru ya da gerçek olup olmadığı değildir; aslında net bir açıklama yapmamak veya görüş belirtmekten çekinmek herhangi bir sorumluluk almamak, kişilerle karşı karşıya gelip birebir bir sorun yaşamaktan kaçınmaktır. Özellikle böylesi liyakatsiz bir ortamda ufacık bir hata, büyük bir soruna yol açabileceğinden, töhmet altında bırakılmaya açık meselelerde, bir karmaşa anında insanlar daima, ‘mümkün’, ‘söylemesi zor’, ‘doğru olamaz!’, ‘yine de tam olarak emin değiliz’ şeklinde muğlak cevaplar verirler. Zaten böylesi güvensiz ortamlarda kim başkası hakkında tam olarak işin aslını bilebilir ve bunu söylemeye cesaret edebilir ki!

    Kutukuzar daha da şaşırdı, bu sefer içinde kötü niyet olmaksızın istemsizce sordu:

    »Ruhan ve kocasının masum olduğuna emin misin?«

    »Ben sadece, geçmiş izlenimime göre, onların kötü insanlar olmadıklarını söyledim. Ayrıca durum ne kadar karışık olursa olsun mücadelenin de o kadar keskin olacağını sanıyorum. Bizler Başkan Mao’nun ilkelerine uygun hareket etmeliyiz ve insanın suçlu olup olmadığını iyice araştırmadan insanlara haksız muamele etmemeliyiz. Siz ne düşünüyorsunuz?«

    »Ah, tabii ki,« şeklinde cevap verdi Kutukuzar.

    Komün lideri Zhao Zhiheng başını İlhami’nin sözlerini onaylarcasına salladı ve kendini sorgulayan bir tonda söyledi.

    »Ruhan’ı gözaltına alıp, tutuklamak mı? Ne sebeple? Onu bir mücadele oturumunda****** yargılayıp Kamu Bürosu’na teslim etmek mi? Hangi suç ve gerekçe gösterilerek mücadele oturumu yapılacak? ‘O tarafa’ gittiği için mi? Önceden çok sayıda ‘o tarafa’ giden insanları da dikkate alarak Sovyetler Birliği’ne giden ve geri dönüp aramızda normal yaşamlarını sürdüren insanların artık düşman olarak damgalanmamalarını karar almıştık. Biz, sosyalist revizyonizmin******* karşısındayız, ama kesinlikle Sovyet halkına, Sovyet insanına karşı değiliz. Ayrıca Ruhan kendi isteğiyle geri geldi, durum ne olursa olsun, asla buradan ayrılmayacak. Kocasının faaliyetleri hakkında bir şey biliyor mu? Belki biliyor, belki de hiçbir şey bilmiyor. Belki çok şey biliyor, belki de sanıldığının aksine kayda değer bir şey bilmiyor. Bu konu, titizlikle yapılan ideolojik çalışma ve ideolojik eğitime dayanarak çözülür. Eğer keyfi bir mücadele oturumu olursa, konu örtbas edilebilir ya da zorlama bir itirafa yol açabilir ve buna inanmak zorunda kalınır ancak bu yöntem davanın çözülmesine yardımcı olmaz. Daha vahimi şu ki, bu yargılama esnasında izleyici olan ve bocalayan bazı üyelerimiz de bundan etkileneceklerdir ve kafalarında taşıdıkları karmaşık düşünceleri daha da karmaşık hale gelecektir. Ayrıca unutma, Hüsamettin’in bu hırsızlık olayında, nasıl bir rol aldığı henüz bir açıklığa kavuşmadı. Hüsamettin’in suçlu olduğuna dair dayanağınız nedir?«

    Kutukuzar bu soru karşısında bocaladı: »Bu… Tabii ki, o…«

    Zhao Zhiheng, »Tabii ki belli değil. Bu konu soruşturup incelenecek,« dedi. İlhami’ye döndü ve dedi ki: »İyi ki geldin, büyük mücadele için tam zamanı. Şu anda ana görevimiz, ülkemizin düzenini bozacak yıkıcı faaliyetlerin karşısında olmak ve onları bertaraf etmek. Onlar, ülkemizde üretimdeki aksaklıklardan ve halkın karşılaştığı bazı geçim koşullarından yararlanıp ulusal birliği bozma ve anavatanın birliğini bölmek amacıyla ülke içindeki düşman kesimleri kışkırttılar. Şincan’ı, özellikle İli-Targabatay bölgesini faaliyetlerinin odağı olarak görüyorlar. Eskiden beri bu böyle olmuştur. Bunun bir nedeni var, bu tercih hiçbir şekilde bir tesadüf değil. Bize gelince, Parti’yi sevmek, anavatanı sevmek, halkımızın birlik ve beraberliğini korumak için sıkı ve sağlam bir ideolojik eğitim yapacağız. İçimizdeki düşman güçlere karşı etkili olmak ve ulusal birliği sürdürmek için eğitim çalışmalarını başlatacağız. Bu kötü rüzgarların ortasında direnmenin tek anahtarı, ikili durumu doğru bir şekilde ayırt etmek ve ele almaktır. Biz Marksistiz; halkımıza inanıyoruz, onlara güveniyoruz ve her zaman halkın büyük çoğunluğu için çalışıyoruz. Çoğunluğu birleştirmeden, düşmanı yenemeyiz. Aynı şekilde, düşmana karşı sıkı önlemler almazsak, halk kitlelerini birleştiremez ve onlara karşı bilinçlendiremeyiz. Kutukuzar yoldaş, sizin Tugay’daki düşmanların durumu nedir? Dört tip unsura karşı hangi faaliyetlerde bulunuyorsunuz?«********

    »Onlar… Önemli bir şey yok.«

    »Önemli bir şey yok mu? Biz, bazı şeyler duyduk.«

    »Evet, geri döndüğümde ortaya çıkaracağım, mecburen…« Kutukuzar elini kullanarak sert bir hareket yaptı.

    Zhao Zhiheng gülümsedi. İlhami’ye, »İlhami yoldaş, dün döndüğünüzü duydum…« dedi.

    İlhami, »Dün mü duydunuz?«

    Zhao Zhiheng, »Gece sizin Tugay’a gidin ve nöbetçi milisleri dinleyin. Az önce Ayşen başkan ile görüşüp tartıştık, bizim fikrimizce, öncelikle tugayın ve üretim takımının çalışmalarına yardımcı olmak için Parti Tugay Şube Komitesi’ne temsilci olarak katılmalısınız. Şu anda, iktidarı devirmeye çalışanlara karşı güçlü bir mücadele yürütmeliyiz. Bir dakika, komiser Talip yoldaşa git, sana söyleyecek bir şeyi var. Bu arada, Kutukuzar yoldaş senin fikrin ne? Bu konuda sen ne düşünüyorsun?«

    Kutukuzar, »Tabi, tabi,« diyerek veda etmek için ayağa kalktı.

    »Bir şey daha, Tugay üyeleri bize sizin bir kararınızı bildirdi; siz, Tuğay’da acilen bir sıkıyönetim ilan etmişsiniz, doğrumu bu?« diye sordu Zhao Zhiheng.

    »Eh, buğdayları çaldırdıktan sonra, benzer olayları önlemek için ve üyelerin karmaşık ideolojik durumları da göz önüne alındığında, biz Tugay halkına akşam saat dokuzdan sonra dışarı çıkılmamasını duyurduk…«

    »Sekreter, şimdi bu yaptığınız hiç uygun oldu mu?« dedi komün lideri Zhao Zhiheng, tutumu ciddileşmişti ama sesi hala kibardı. »Üstlerden izin almadan, Kamu Güvenliği Bürosu’ndan onay almadan, bu böyle nasıl bir sıkıyönetim ilanıdır? Üst komitenin bu kararı almanıza engel olacağını mı düşündünüz? Tugay Komiteniz’den bu sıkıyönetim düzenlemesini yeniden incelemesini isteyin ve Komün yönetiminden onay aldıktan sonra üyelerinize ilan ediniz!«

    Sekreter Kutukuzar, »Ah, ah… Evet, komün yönetiminin tüzüğüne uymalıyız.«

    Zhao Zhiheng’in ofisinden ayrıldıktan sonra sekreter Kutukuzar, »Öğlen çay için bana gel, konuşalım,« diyerek İlhami’yi çaya davet etti.

    »Olur« diyerek İlhami elini göğsüne koyup Kutukuzar’ı selamladı.

    Bir deri bir kemik bedeni, çukur gözlü ve keskin bakışlı komünün emniyet komiseri Talip, telefonda konuşmaktaydı. Telefon, komün merkezinden çok uzak bir yerden, at ile gidildiğinde iki günde varılabilen hayvancılıkla uğraşan bir üretim tugayından gelmişti. İli farklı etnik grupların birlikte yaşadığı bir yerdir. Burada birçok insan, özellikle memurların hepsi birkaç dili konuşabilir. İlhami odaya girdiğinde, Talip, Hayvancılık Tugayı’nın lideri ile Kazakça konuşuyordu.

    »Ne! Hayvanlar kesilecek mi?… Yasaktır… İkna edeceğiz ve eğiteceğiz, bir atak yapıp, kötü insanlara karşı tetikte olmalıyız. Ne? Urumçi merkezli Sovyet-Çin Dostluk Derneği’nden******** yetkili kişiler dağlara gidip Çinli sığır ve at yetiştiricilerine Gurbetçi Çinli Sertifikası mı veriyorlarmış? Def olsunlar! Söyle onlara, Hükümetimiz, Sovyet-Çin Dostluk Derneği üyeliğini keyfi olarak yaygınlaştırmanın ve Çinlilere göçmen sertifikalarını uygunsuz olarak dağıtmanın uluslararası yasaları ihlal eden, yasadışı eylemler olduğunu çok açık ve kesin bir şekilde belirtmiştir. Rastgele verilen göç sertifikalarına gelince, bunları yeniden tek tek incelemeliyiz. İncelemeden geçmeyen göç sertifikası sahiplerinin yurt dışına çıkmalarına izin verilmemeli. Dernek yöneticileri bu yasadışı eylemi sona erdirmezlerse, biz gerekli tedbirleri alarak ülkemizin haklarını ve çıkarlarını ve halkın huzurunu koruyacağız… Evet, Lao Zhao ve ben bölgeye hemen gideceğim.«

    Talip kafasının seyrek saçlı tepesini kaşıyarak, 7. Üretim Takımı’nda karşı devrimci hırsızlık olarak kabul edilen olayın tüm hikayesini başından sonuna kadar İlhami’ye anlattı.

    30 Nisan akşamı, çok nadir olarak görülen şiddetli bir fırtına çıkmıştı, rüzgar 7-8 kuvvetindeydi. Gökyüzü kapkara ve loştu. Gecenin geç saatinde şiddetlenen rüzgarda kumlar havada uçuşuyor, zifiri karanlık yeryüzünde kocaman çakıllar oradan oraya yuvarlanıyordu. Abdullah o gece, köyde görevdeydi, gece saat 2 civarında (onların saati yoktu, zaman tahmin edildi, aşağı yukarı aynı tahminde bulundular.) Niyazi öfkeden çıldırmış halde koşup gelmişti ve Abdullah’ı bulmuştu. Ona Haşim’in evine yarım kilometre uzaklıktaki ana su kanalındaki metal çatlağının onarılmadığını söyledi. Abdullah Niyazi’yi takip etti ve olay yerinde sekreter Kutukuzar’ın çamura bulanmış halde tek başına çabaladığını gördü. Sekreter Kutukuzar, Abdullah’tan bir yıl öncesinin hasatı olan buğdayların muhafaza edildiği tahıl deposuna gidip, suyu durdurabilmek için bir yığın saman ve kaoliang******** saplarını getirmesini istedi. Abdullah koşturarak depoya gitti. Geri döndüğünde, su sızması daha da büyümüştü, üç adam bir saat uğraştıktan sonra suyu ancak durdurabildiler. Bu sırada rüzgar da yavaş yavaş diniyordu. Abdullah yorgun adımlarla köye geri döndü ve tahıl deposunun önüne geldi. Bir de ne görsün? Aman Yarabbi! Kapı açık ve asma kilit yok!?

    İçeri girdiğinde gözlerine inanamamıştı, buğdayların ve çuvalların büyük çoğunluğu kaybolmuştu. Sayımdan sonra toplamda 2400 kilodan fazla buğday ve 35 çuvalın kaybolduğu ortaya çıktı. Abdullah hemen bağırmaya başladı. Depodan İli şehrine giden bir toprak yolun ortasında, Liyonika yerde yatar halde bulundu. Biri tarafından kafasına vurulmuş ve bilinçsiz bir şekilde yere yığılmıştı. Abdullah, Haşim’in oğlu Komünist Gençlik Birliği üyesi, olay yeri güvenlik görevlisi olan Emincan’ı uyandırdı. Abdullah bir ata binip üretim takımına ve Tugay karargahına hızla gitti ve durumu hemen komüne bildirdi. Talip, Kutukuzar, Rahmi ve Haşim olay yerine birbirleri ardı sıra geldiler. Liyonika ayılmış, olayı anlatıyordu. Gecenin bir yarısı gürültü duyduğunu söyledi. Liyonika’nın evi depoya en yakın olandı. Gömleğini hızla üstüne giyerek çıkmış, lastik tekerlekli bir arabanın deponun kapısına park ettiğini belli belirsiz görmüş. Çuvalları taşıyan iki ya da üç adam gölgesini görmüş. Neler olduğunu anlamak için yanlarına gitmiş, birdenbire arkadan darbe alarak yere yığılmış, kısa bir süre sonra baygın düşmüş ve bilincini kaybetmiş.

    Talip ve adamları olay yerini incelediler ve kilidin veya kapının zorlandığına dair bir belirti bulamadılar. Tahıl yığınının yanında sönük sönük yanan, zamanında söndürülmemiş iki adet ahır feneri vardı. Yük arabasının lastik izlerine baktı, hırsızlar İli Nehri tarafındaki toprak yol boyunca Gulca şehri******** yönüne doğru kaçmışlardı. Talip yol güzergahı üzerinde bulunan tek geçiş noktası olan Yeni Yaşam Tugayı’na telefon açtı. Aldığı bilgiye göre, oradaki milisler saat dört civarlarında kuru yonca taşıyan bir at arabası bulmuştu. Araba aşırı yüklenmemişti ama at arabayı çekmekte zorlanıyordu. Milis güçleri soru sorduğunda, arabanın seyisi yazılı belgesini çıkarıp göstermişti, belgenin üstünde Yurtsever Tugayı’nın, İli Kızıl Mayıs Taşıma Kooperatifi’ne yem bitkisi sattığı yazıyordu. Belge, Tugay’ın resmi mührü ile damgalanmıştı, üstelik Rüştü’nün (Yurtsever Tugayı’nın lideri) imzası vardı. Neden gece vakti nakliyat yaptığı sorusuna seyisin yanıtı ise; aslında aynı akşam geri dönmeyi planladığını ancak fırtına yüzünden ertelediği şeklindeydi. Milisler kuşkulu bir durum görmediklerinden, at arabasının gitmesine izin vermişlerdi. Milisler hırsızlık olayı soruşturması sırasında at arabasıyla ilgili bir noktayı hatırlamışlar. Milislerin ifadesine göre, bu lastik tekerlekli at arabası, Yurtsever Tugay’ın seyisi Tevekkül’ün genelde sürdüğü arabalara çok benziyormuş.

    Talip, Yeni Yaşam Tugayı’na telefon açtığı zaman, Rüştü ve diğerleri depo bekçisi Hüsamettin’in evine geldi, sadece Hüsamettin’in karısı Ruhan ve çocuğu oradaydı. Ruhan’a göre, Hüsamettin o gece saat 10 sıralarında uyuduktan sonra bir adam tarafından çağrılmış ve bu çağrı üzerine aceleyle yatağından kalkan Hüsamettin, dışarı çıktıktan sonra bir daha geri dönmemişti. O gece Hüsamettin’i çağıran adam kimdi? Ruhan ne kimseyi görmüş ne de çağrı sesini tanımıştı. Kadın panik içinde görünüyordu. Kadına soru sorulduğunda çoğunlukla yanıtı: »Bilmiyorum, hatırlamıyorum, duymadım.« Ayrıca kadın durmadan ağlıyordu. Ertesi gün Talip resmi olarak sorgulama için Ruhan’ı komüne çağırdı, ama bu sorgulamadan da hiçbir sonuç çıkmadı.

    Göz önüne alınacak hususlar; birincisi, Liyonika’nın evi tahıl deposuna en yakın olandı, o sırada Liyonika olay yerinde görünün tek kişiydi; ikincisi, Liyonika’nın babası Markov, ifadesinde bütün bir gece evde yalnız olduğunu söylemişti, adam her zaman soğuk birisiydi, kendini komünden ve sosyal hayattan uzak tutuyordu. Sovyetler Birliği’ne gitmişti ve Sovyet- Çin Dostluk Derneği’nden Muratov, önce İli eyalet kadrosunda, sonra Sovyet-Çin Dostluk Derneği’nde şube müdürü (komiser) olarak çalışmıştı, daha önce onların evinde yaşamıştı; üçüncüsü, daha da önemlisi, Tugay Şubesi, Liyonika’nın evinin zemin katında önemli miktarda buğdayın gizlendiğini bildirdi. Liyonika, İlçe Kamu Güvenliği Bürosu tarafından gözaltına alındı ve birkaç kez sorgulandı. Liyonika 30 Nisan akşamı yaşanan hırsızlığa karıştığına dair yöneltilen suçlamayı şiddetle reddediyordu. Liyonika, Çin vatandaşlığını tercih ettiğini, babasının yolunu takip etmeyi istemediğini, Çin vatandaşlığının tüm yükümlülüklerini yerine getirmeyi gönüllü olarak kabul ettiğini ve buna göre yasal haklarının güvence altına alınmasını talep ettiğini yineledi. Evde bulunan buğday fazlasına gelince, Kamu Güvenliği Bürosu gerekli incelemeyi sonuçlandırmıştı; Liyonika’nın evinin zemin katında 400 kilogramdan fazla buğday vardı, Liyonika babasının onu terk ettiğini, buğdaylardan bazılarını karaborsadan satın aldığını, bazılarını su değirmeninde çalışırken küçük kaçamaklarla biriktirdiğini, ayrıca bazılarını da yaz hasadı sırasında hasattan arta kalan buğdayları yerden toplayarak biriktirdiğini itiraf etti. Liyonika İlçe Kamu Güvenliği Bürosu’nda bir şeyi daha itiraf etti; o gece deponun girişine park etmiş olan at arabasının, tam olarak üretim takımının Tevekkül tarafından sürülen at arabasının ‘tekerleği’ olduğundan emindi. Yukarıdaki delillere göre, İlçe Kamu Güvenliği Bürosu, Liyonika’nın bu hırsızlığa karıştığına dair kanıtların yetersiz olduğuna dayanarak, beş günlük gözaltı ve incelemeden sonra adamı serbest bıraktı.

    Bu durumda, Tevekkül üzerinde büyük kuşkular oluşmuştu, özellikle, 7. Üretim Takımı’nın kayıt görevlisi******** ve hayvan yetiştiricileri tarafından, kesin olarak 30 Nisan akşamı Tevekkül’ün at arabasıyla geçmediği, İli’de bir otelde kaldığı iddia ediliyordu. Sıkı araştırmadan sonra tuhaf olan, 30 Nisan’da Tevekkül’ün gıda şirketine mal taşımadığının anlaşılmış olmasıydı. Tevekkül, at arabası sürücülüğünden kazandığı gelirini üretim takımına teslim ettiğinde, beklenmedik bir şekilde makbuz koçanından bir gün daha fazla paraya sahip olduğu görülmüştü. Tevekkül’ün, o bir günlük fazla olan parasının kaynağına ilişkin açıklaması son derece belirsizdi.********

    Komiser Talip, gıda şirketinin sattığı ürünlerin yazılı tutanaklarını sıralayıp, resmi olarak Tevekkül ile temasa geçene kadar beklemeye hazırlandı.

    İlhami’nin kuşkucu ifadesini gören Talip, »Tabii ki herkes Tevekkül’ün kökenini, hayat hikayesini ve karakterini iyi bilir; Tevekkül diplomatik oyunlardan yoksun bir adamdır, onu kandırmak kolaydır; içki içmeyi sever ve gelişigüzel arkadaş edinir. Son zamanlarda, araba ile bölgede başıboş gezdiğine dair her yerden birçok dedikodu duydum. Tugay Şubesi, Tevekkül’ün anormal bir halde göründüğünü bildiriyor. Bu nedenle, Tevekkül üzerindeki kuşkular kaldırılamaz.

    Muratov’un faaliyetlerine gelince, bu konuyla ilgisi olduğu kesin, ancak aslında Muratov çoktan buradan ayrıldı, bu durum da komün yetkililerine rapor edildi. Her neyse…«

    Talip’in konuyla ilgili son sözleri, »Bu dava hakkında henüz kesin ipuçları yok. Şu anda, tek umut, Tevekkül’ün at arabasını kullanan, arabayı yükleyen ve hırsızlığa kalkışan adamlara ulaşabilmek. Dikkat edilmesi gereken husus; bu sıradan bir hırsızlık olayı olmayabilir; aksine komünü ele geçirmek için başlatılan, ülke içindeki vatan hainleriyle ve düşmanlarla iş birliği yapanların faaliyetlerinin bir parçası olabilir. Bunlar muhtemelen Gulca’dan gelen failler ya da başka yerlerden gelmiş hainlerdir, ancak ‘yerli hırsızların’ iş birliği ile eylemlerini başarılı bir şekilde gerçekleştirebilirler. Hüsamettin yerli hırsızlardan biri gibi görünüyor, deponun anahtarı sadece onda vardı, ama Hüsamettin’in tek başına böyle büyük bir olayı gerçekleştirmesi olanaksız. Bu suça başka kimlerin katıldığını araştırmalıyız.«

    İlhami, »Ana su kanalındaki metal çatlağı nereden kaynaklandı, sizin bir bilginiz var mı?« diye sordu.

    Talip, »Sekreter Kutukuzar, kanalın 1958’de uzatıldığını ve su yüzeyinin zeminden daha yüksek olduğunu söyledi. Sekreter Kutukuzar bu tip kanalların inşa edilmesinden yana değildir, bu yapıların büyük tehlike yarattığı düşüncesindedir. Ona detayları yine sorarsınız, konuyla ilgili kişi odur. Bir de Abdullah var, nöbet tutarken nöbet yerinden ayrılma gafletini göstererek, asıl görevini ihmal etmiştir. Ama biliyorsun ki, bizim buralarda, kanal kurtarmak çok önemlidir; yani Abdullah kanalı kurtarmak için kendi hayatını ortaya koymakta tereddüt etmedi diye, böylelikle görevini ihmal etti diye suç mu işlemiş oldu? Adam (Abdullah) olay yerinde ağır bir ruh halindeydi. Bu durumları gidip bizzat yerinde öğrenmeniz benden öğrenmenizden daha uygun olur. Başkan Mao, kamu güvenliği çalışmalarının halkla birlikte yürütülmesini, yetkili kadroların ele aldıkları davaları çözüme ulaştırırken halktan kopmamalarını ve onlarla sıkı iş birliği içinde olmaları gerektiğini söylemiştir. Umarım halkla iş birliği içinde oluruz. Şimdi, önümüzde çözmemiz gereken çok sorun var, ancak gücümüz sınırlı değil mi? Gün ortasına kadar dağa çıkmalıyız, dağda olup bitenler hakkında belirsiz olmamamız lazım. Oradaki üretim çalışması, yetiştirilen hayvanlara uygun ve dengeli olarak düzenlenmiştir. Herhangi bir aksilik, onarılamaz ciddi sonuçlar doğuracaktır.«

    İlhami, »Tekrar sormak istiyorum, Meliha hakkında ne biliyorsunuz?«

    »Mart ayında, Meliha’nın burnunun hala havada olduğu bildirildi. Nisan ayının ikinci yarısından bu yana hasta olduğu söyleniyor, tamamen yatalak olmuş.«

    »Tamam,« İlhami ayağa kalktı.

    Talip, »Bir gelişme olursa, sizi tekrar arayacağım,« dedi.


    * Halk Komünü, 1958’den 1983’e kadar ilçelerin yerini aldığı Çin Halk Cumhuriyeti’nin kırsal bölgelerindeki en yüksek üç idari seviyeden oluşuyordu. En büyük kolektif birimler olan komünler, sırasıyla üretim tugaylarına ve üretim takımlarına ayrılmıştı. Komünlerin, Kültür Devrimi sırasında yönetim, siyasi ve ekonomik işlevleri vardı. Halk komünü, işçilerin yerel refahı paylaşmalarına olanak tanıyan emek ve gıda üretimi de dahil olmak üzere, bu alanlardaki kolektif faaliyetleri örgütlüyordu.

    ** Toprak reformunun önündeki engelleri kaldırmaya yönelik toprak ağalarının egemenliğine karşı yürütülen mücadele kastedilmektedir.

    *** Halk Hükümeti, Çin Halk Cumhuriyeti’nin idari, yasama (Halk Kongresi, CPPCC dahil), yargı ve askeri kuruluşlar ve kurumlar dahil olmak üzere merkezi seviyeden yerel seviyelere kadar siyasi gücünün genel adıdır.1954’ten sonra Halk Kongresi sistemi altında Çin Halk Cumhuriyeti’nin merkezi ve yerel düzeyindeki halk hükümetlerine atıfta bulunuyor. Çin Halk Cumhuriyeti’nin idari bölümünün genel adıdır.

    **** Çin Halk Cumhuriyeti, halk örgütlerinden biridir.

    ***** Tiz ses.

    ****** Mücadele Oturumu, Çin Komünist Partisi’nin Çin Devrimi döneminde hata yapan kişilerin ve parti üyelerinin topluluk önünde eleştiri ve özeleştiri yoluyla kendi hatalarını düzeltmelerinin istenmesi, bu uygulama Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra da 1980’lere kadar sürdü. Bu toplantılarda hata yapanlara karşı hata veya suç kanıtları sunularak psikolojik baskı uygulanıyordu.

    ******* Sosyalist Revizyonizm: Marksist hareket içinde revizyonizm sözcüğü, önemli Marksist öncüllerin çeşitli fikirlerinin, ilkelerinin ve teorilerinin değişikliğe tabi tutulması gerektiğine inanan bir düşünce tarzıdır. Sosyalist Revizyonizm böyle değişikliklerin herhangi bir gerçekçi araştırmaya dayanmadığına inanan Marksistler tarafından Marksizmi yumuşatmaya veya Marksizm’in yol gösterici düşüncelerini inkar etmeye çalışanları eleştirmek kullanılan bir ifadedir.

    ******** Dört tip unsur: Kültür Devrimi (1966-1976) zamanında; toprak sahipleri, zengin köylüler, karşı devrimciler ve kötü unsurlar dahil olmak üzere dört farklı kategorideki insanların ortak adını ifade eder. Belirli bir sınıfa ait veya belirli sosyal özelliklere sahip insanların oluşturdukları kümelerdir.

    ******** Sovyetler Birliği’ne kaçmak için kışkırtılan Çinliler, Göçmen Sertifikası almak için Sovyet-Çin Dostluk Derneği’ne başvuruyorlardı. Bu Göç Sertifikası’nı alan kişilerin Sovyetler Birliği’ne gitmeleri yasaldı.

    ******** Bir bitki türü.

    ******** Çince ‘Yining’, Uygurca adı Gulca, Sincan Uygur Özerk Bölgesi içinde İli Kazak Özerk İli’nde Çin Halk Cumhuriyeti’nde bir şehirdir.

    ******** Kayıt memuru denebilir. Kayıt memurunun en önemli görevi, işçilerin çalışma puanlarını zamanında not etmek. Her komün üyesine bir çalışma puanı defteri verilir. Kayıt memuru bu deftere çalışma gün ve saatleri, verilen işin içeriğini kaydeder, bir hafta kadar sonra kayıt memuru çalışma puanı defterini alıp bir komün üyesinin evine gider.

    ******** Makbuz gibi bir doküman koçanından onu koparan kişi tarafından alınan kısmı.

    2

    Ördek, oğul, yüksek bilekli deri ayakkabılar

    Sovyet-Çin Dostluk Derneği’nden Maksimov

    Sekreter Kutukuzar, kısa süre önce tugay karargahının karşısındaki yeni yerleşimlerin inşa planına uygun olarak yapılan ilk konut evine taşınmıştı. Evin avlu kapısı mor-kahverengi boya ile yeni boyanmış ve çift taraflı kapı tokmağı takılmıştı. İlhami kapıyı iki kez çaldı ve oldukça dar olan kapı arasından sekreter Kutukuzar’a seslendi. Bir köpek yavrusunun havladığını duydu. İnce giysili, pantolonunun paçaları kıvrılmış ve bacaklarının her yeri ıslak çamura batmış, zayıf bir çocuk kapıyı açtı. İlhami’nin sorusuna yanıt vermedi, hatta ona bakmadı bile. Çocuk, çamurlu bir çukura atladı ve yalın ayaklarıyla harcın üzerine bastı. Sekreter Kutukuzar, yepyeni geniş koridorun önünde göründü ve İlhami’ye coşkulu bir sesle gülerek onu içeri aldı.

    »Buyurun odaya geçin! Oturun lütfen!« Kutukuzar odanın kapısını açtı.

    »Gerek yok.« İlhami teşekkür ederek eğildi ve dış odadaki kang’a doğru gitti ve bacak bacak üstüne atarak oturdu. İlk bakışta, pencere kenarında ince bir kuş kafesi gördü. Kafeste ak başlı, siyah tüylü küçük bir kuş vardı.*

    »Bak, ben kadın oldum!« Kutukuzar, yan tezgahtaki doğranmış koyun eti, soğan, patates, kurutulmuş domates ve biberi işaret etti. Yemek hazırlıyordu.

    »Sizin yemekleriniz ünlüdür. Paşahan abla evde yok mu?«

    »Ablan köye çalışmaya gitti.«

    »Sağlığı yerinde mi?« İlhami, ona tüm yıl boyunca eşi Paşahan’ın hastalıklı görünümünü hatırlattı.

    »İyi olmasa ne olacak? Bu dönemde, kadroların aile üyeleri çalışmalara öncülük etmeli. Ne yazık ki, yapacak bir şey yok! »Kutukuzar ön tepeyi işaret etti. »Buradaki komün üyeleri epey sorunlu. Hem de çok! Çalışmalara katılım oranı çok düşük, işe gelenler de iyi çalışmıyor.«

    Kutukuzar sebzeleri kesmek için hançer şeklindeki Uygurların kesme bıçağını kullandı, kaynar çaydanlığı ocaktan çekti ve sobanın içindeki kömürleri kenara ayırdı, külleri savurduktan sonra, ateş daha harlı hale geldi. Sonra, bezi aldı, demir tencereyi sildi ve kızartmaya hazırdı.

    »Yemek için erken.« dedi İlhami.

    Sekreter Kutukuzar, »Ne erken ne geç? Biz köylüler saati hiç önemsemeyiz. Aç olduğumuzda yiyoruz, içkimiz varsa içiyoruz ve misafir gelince de yemek pişiriyoruz!«

    Kutukuzar üç litre yağ alan büyük bir şişeyi aldı ve bir miktar sıvı yağı, gudu gudu tavaya döktü. »Yağ olmadan ne yapabiliriz ki« diyen Kutukuzar, elinde demir bir kaşık tutarak bir yandan yağın dumanını beklerken diğer yandan yorumda bulundu. »İnsanlar şeytanı kum kullanarak yemek pişirmeye çağırdı. Şeytan dedi ki, ‘Yağ al gel!’ Yani, yağ olduğu sürece, kum pişirsen bile lezzetli bir yemek çıkar. Hayatımızda ve işimizde, başka bir tür yağ vardır, o da yağcılıktır. Akıllı, güzel ve hoş bir konuşma her ilişkiyi sorunsuz bir şekilde çalıştırabilir, doğru mu söylüyorum kardeşim?«

    İlhami güldü, »Harika! Söyledikleriniz gerçekten çok doğru.«

    Yağ kızdığında, Kutukuzar yemeği kızartmaya başladı odanın içi kolza yağı ve koyun eti kokusuyla doldu. Kutukuzar devam etti.

    »Rüştü ağabey tam da bunu yediği için mahvoluyor, o sadece wok tekniği ile pişirir, ama yağ koymaya karşıdır, o, soteleme yönünde tavsiyede bulunur. Geçen yılın sonunda, bölüm şefi Mahsum’un tavsiyesi ile birkaç köylü üyemiz komündeki tüm toplumun açık eleştirisi yolu ile düzeltilmeleri amacıyla tugayımıza yönlendirildi.** Komündeki halkın açık eleştirisi ile düzeltme uygulaması, komündeki tüm üyelerin davranışlarını düzeltmesine katkıda bulunan bir uygulama ve düzenli olarak her yıl yapılmalıdır. Biz de yönetim takımımızı gözden geçirmeliyiz. İşte sana benim özeleştirim: yönetim tarzımızda bürokratizm var; planlarımızda bir eksiklik var, planlarımızla çalışmalarımız yeterince uyumlu değil. Bence bir yıl içinde iki alanda düzeltme yapılması kesinkes gerekli: hem komünde kadrolu olan yönetici yoldaşlar düzeltilmeli ve hem de tüm üyelerin tutumları gözden geçirilmeli!« Sekreter Kutukuzar özeleştiri yaparken konuşmasının tonunu ayarlamayı iyi biliyordu. »Seviyemiz çok düşük; eksik yönlerimiz çok, gerçekten halimiz iyi görünmüyor, sanki bataklığın içine düşmüş gibiyiz, herkes bizi bu bataklıktan çekip çıkarmak için yardım etmeli. İşte, hepsi bu. Bu suç mu? Lider Rüştü ise her zaman çıkmaz sokağa takılıyor; ne gözden geçirilebilir, ne gözden geçirilemez? Eleştirilecek şeyler nelerdir, eleştirilemez olanlar nelerdir? Yani kılı kırk yarıyor. Sonuç olarak, bölüm şefi Mahsum sonuçtan hiç memnun değil…«

    »Rüştü ağabeyin böyle yapması doğru değil mi?« diye reddeden İlhami, »Başkan Mao da Komünist Parti’nin en çok endişe duyduğu şeyin vicdanlılık olduğunu söyler. Rüştü iyi bir yoldaş…«***

    »Tabi ki iyi bir yoldaş!« dedi Kutukuzar, »O ve ben on yılı aşkın süredir beraber çalışıyoruz. Aslında, ben de onun lider olmasını, ben de onun yardımcısı olmayı istiyorum. Önemli meselelerle o ilgilensin, ben alt yapı işleriyle, üretimin yan işleriyle uğraşayım. İşçileri, malzemeleri organize edeyim. Bu kadar basit! Ama bu sefer, sekreterin görevleri bana kaldı. Böyle olunca bazı insanlar Rüştü’den kurtulmak için lider olmak istediğimi düşünüyor.«

    İlhami, »Bu saçmalık da ne! Nafile!«

    »Güzel kardeşim, sen böyle düşünmüyor musun? Ama böyle düşünen birileri olabilir. Sen henüz bilmiyorsun, geçmişte bazı Uygurlar uzun beyaz bir bezi başlarına dolar ve sarık yaparlardı. Uygurlar kendi aralarında birbirlerine şaka olarak ‘sarıklı’ diye seslenirler. Sen yönetici olduktan sonra kötü huylu, kıskanç kişiler senin sekreterlik yaptığını gördüklerinde kızarlar… Ha ha… Bu işi yapmak kolay değil. Az önce komün yönetiminde yapılan uyarıyı gördün mü? Sıkıyönetim ilan etmez ve komünün yiyeceklerini çaldırırsak, o zaman biz yöneticilerden yani, hepimizden şüphelenmezler mi?«

    »Herkesten şüphelenmek mi? Herkese karşı güvensizlik mi? Niçin?«

    »O gece çok şiddetli bir rüzgar vardı. Ne kadar rüzgarlı ve yağmurlu olursa, kadrolar o kadar endişeli olur! Köyü gezip teftiş etmek için atıma binip dolaştım. Ağabeyim Asımu’nun evinin önünde, yarabbim, büyük kanalda ne kadar büyük bir yarık açılmıştı ki… Hemen Niyazi’yi aradım, Niyazi ahır lambasının orada sanki bir ölü gibi yatıyor ve uyuyordu. Onu uyandırdım ve yarıktan akan suyu durduracak birilerini bulmasını istedim. Kim bilebilirdi kiNiyazi’nin gidip te nöbet tutan Abdullah’ı bulacağını… O hainler bu durumdan yararlanmış olmalılar ve yiyecekleri çaldılar. Bu durumda başta ben, Niyazi ve Abdullah hepimiz şüphe altındayız. Sadece bu değil, lider Rüştü’den şüphelenen insanlar bile var.«

    »Rüştü’den şüphelenmek mi?«

    »Bilmiyor musun?« Kutukuzar sesini alçalttı. »Komiser Talip sana söylemedi mi? Hırsızlar kaçarken, Rüştü’nün imzaladığı belgeyi de almışlar. Bazıları Gafur’da da bir soru işareti olduğunu söylüyor!«

    »Hangi Gafur?«

    »Başka hangi Gafur var, 4. Üretim Takımı lideri fanfanzi Gafur; fanfanzi, ters dönerek uçabilen güvercin anlamına gelir. Burada çok inatçı ve çoğu zaman başkalarıyla atışan insanlara, ‘Gangtou’ diyorlar.«

    »Onunla ne ilgisi var?«

    »Tugayda buğday hırsızlığı olduğunda Gafur yataktan, uykusundan kalkmamış. Duyduğuma göre ‘o tarafa’ gitmek için gereken seyahat belgesini de edindiği söyleniyor. Kayınpederi ona Tatar Özerk Cumhuriyeti’nin başkenti Kazan’dan bir mektup göndermiş, aman Allah’ım kafam tamamen karıştı. Böyle bir anda kime inanabilirsin? Sovyetler Birliği, Çin halkının en iyi dostudur. Şimdi kötü kokular geliyor. Çok kötü kokular alıyorum. Düşünebiliyor musun! Üyelerimiz, komşularımız, kardeşlerimiz bugün Çinli, yarın yabancı olacaklar…« Sekreter Kutukuzar başını umutsuzca salladı ve iç çekti.

    »Şüpheyi bu kadar geniş bir alana yaymak doğru mu?« diye sordu İlhami.

    »Evet! Kim böyle bir şüpheye dayanabilir ki! Bizim tugayı açık bir şekilde aklayamıyorsak, o zaman soygunu kabullenir, sorumluluğu alır ve buğdayların parasını aramızda paylaşır ve öderiz.«

    »Bu söylediğiniz yapılabilir mi?« diye sordu İlhami şaşkınlıkla.

    »Elbette yapılamaz. Kesin bir şekilde araştırılacak! Gerçekten soygunla ilgili somut kanıt istiyorsan, kötü adamları ortaya çıkarman lazım. Ama nereye bakmalı? Kötü adamlar çoktan oraya, ‘o tarafa’ gitmiştir.«

    »Sabah Ruhan’ı gözaltına alıp tutuklamak istediğini söylememiş miydin?«

    »Tabii ki, onu gözaltına almayıp da kimi gözaltına alacağım? Kaçıp, gitmesine izin mi verelim? Ah ah!« Kutukuzar yanmış bir duman kokusu aldı ve tencerenin kapağını hızla açtı. »Oh, çok sıcak. Vay anasını…«

    Kutukuzar fazla öngörülemeyen bir kişiliğe sahipti. Onun yüzü bazen ifadesiz olur, bazen umursamaz ve ilgisiz görünürdü; bazen kararlı görünür bazen de canı istediğinde samimi olurdu. Bazen toplantıda birini öfkeli bir şekilde eleştirir, ama eleştirdiği kişi daha sonra tartışmak için onu aramaya gittiğinde, Kutukuzar tam tersi halde şakacı davranır, hafifçe omzuna vurur, koltuk altını dürter. Fakat gelecek sefer ilk fırsatta belki bir öğün ders vermeye kalkardı. İlhami ve Kutukuzar bir buçuk yıldır birbirleriyle bir iletişim kurmuyorlardı.

    Kutukuzar anlaşılması öyle zor biridir. Bir bakarsınız ciddidir, bir bakarsınız dalgacıdır, bir bakarsınız sakin ve kararlı, bir bakarsınız samimi ve kayıtsızdır. Bazen bir toplantıda birisini eleştirirken öfkeli ve asık suratlıdır ama daha sonra tartışmak için yanına gittiğinizde neşeli olur, ya omzunuza vurur ya da koltuk altınızı dürter. Bir dahaki sefere fırsat bulduğunuzda sizle iyi sohbet edebilir. İlhami bir buçuk yıldan fazladır Kutukuzar ile alakadardır ama onun dibine inemez. Onu bir dinleyiniz, Marksizm-Leninizm ve Kur’an ve her türlü atasözü ve hikaye, her türlü deneyim ve tertip ile adeta bir bulmaca gibidir; hangisi gerçek hangisi şaka hangisi kasıtlı ironi taşıyor, mümkün değil anlayamazsınız. Bazen size sıcak davranmakla kalmaz, üstelik sizi eleştirir ve şikâyette bulunur, size bazı ‘özel’ olarak ettiği şeyler söyler ve size samimi bir tavır ve iyi niyetle dolu, bazı ‘samimi tavsiyelerde’ bulunurdu. Bazen aniden sizi birçok insanın önünde kışkırtır, yarı gerçek ve yarı sahte bir şekilde şaka yapar, bu da sizi allak bullak eder. Örneğin, herkesin içinde aniden size şöyle bir şey söyleyebilir: »Bolang veya Bokun yoldaş! Dikkat et! Son günlerde evli bir kadınla ilişkiniz olduğunu söyleyen çok fazla duyum alındı!« Eğer umurunda değilseniz bu sefer de, »Bütün bu yaptığın işleri biz anlıyoruz ama eğer yine de gizleyecek olursan, işte o zaman senin için kötü olur…« der. Eğer utanmış, mahcup ya da öfkeliysen ve karşılık vermeye hazırsan… gözlerinde bir pırıltıyla suratını asacak, küstahça gülecek, öksürecek ve gözyaşlarını tutacak, sonra yüzünü çevirip başka tarafa bakacaktır…

    Kutukuzar’ın görünümünde baştan sona onu anlamayı zorlaştıran bir gölge vardır. İlhami’nin kurtulmak isteyip de kurtulamadığı bir anısı var; çocukluk yıllarından kalan küçük bir şey, çok küçük bir şey… Küçük şeyler göreceli olarak küçüktür. Bugün, komünden çıktığında ve Kutukuzar’ın evine çay için davet edilmesinin arkasında başka bir niyet olup olmadığını düşündüğünde, İlhami geçmişte küçük bir mesele yüzünden asla bir yoldaşına karşı önyargılı olmayacağına dair komün liderine söz vermişti. Mücadelenin bu kritik anında tugay sekreterine karşı kuşku duymasının nedeni neydi? Bu düşüncelerle, Kutukuzar’ın yemek sofrasına oturdu. Ancak, Kutukuzar’ın söylediklerini duyduğu anda, içinde kötü duygularının kabarmasını durduramadı. Her ne kadar Parti’nin ilkelerini sezgilerine kapılarak değiştiremeyeceğini kendisine hatırlatsa da içinde her zaman bir içses vardı: Kutukuzar, sinsi bir tilki, bir aldatma uzmanı, ikiyüzlülükte usta bir adam!

    Nan gözlemesi, çay ve yiyecek sebzeler hazırdı. Tam bu sırada bir ördek sesine benzer bir kahkaha duydu. Kahkahalarla kapı açıldı ve Han milletinden (Hanzu) olan bir çift, erkek ve kadın içeri girdi.

    »Sekreter Yakexi mi?« Her ikisi de aynı anda aynı şeyi söyledi.

    İçeri giren adam ellili yaşlarında ince, uzun ve hafif kamburdu. Yüzünde bir yara izi vardı ve bir çift eski moda siyah ve yuvarlak çerçeveli bir gözlük takıyordu, anlaşılan yakını iyi göremiyordu. Kadının yüzü kırışıklıklarla doluydu ve giysileri oldukça düzgündü. İçeri girdikten sonra büyük solunum maskesini çıkardı.

    »Bu Bao Tinggui, üretim takımımızın yeni üyesi, kendisi ustadır.« diye tanıttı Kutukuzar.

    »Bu, benim karım.« diye Bao Tinggui yanındaki kadına işaret etti.

    »Ben Hao Yulan.« dedi kadın kendinden emin bir şekilde İlhami ayağa kalktı ve oturmalarına izin verdi, Han Çinlisi çift selamlama faslı olmadan oturdu.

    »İlhami, 7. Üretim Takımı’nın eski lideri.« Kutukuzar, İlhami’yi bu iki (Han) Çinli’ye takdim etti. »Urumçi’den geri döndü. Benim aksine yoldaş İlhami ilkelere sıkı sıkıya bağlı bir kadromuzdur. İlerde eğer herhangi bir işiniz olursa mutlaka İlhami liderimizden yardım isteyin. Aksi taktirde karşınızda kendisini bulursunuz, ha ha…«

    »Bugünden itibaren lider İlhami’den daha yakın ilgi daha çok yardım istiyoruz.« Kutukuzar’ın taktimini dinledikten sonra, ikisi arasında mütevazi bir gülümseme oldu ve tekrar İlhami ile el sıkıştı.

    »Bao ve ailesi köyde yaşıyor. Gün boyunca tugayda çalışmak zorundalar. Öğlen arası geri dönemezler. Bazen bana çay için gelirler. Etnik halklar arasındaki birlik ve beraberliğe özen göstermeliyiz. Bazı insanlar benim hakkımda, ‘Kutukuzar’ın gönlü hep Han halkını kayırıyor’ diyorlar, ben bunu umursamıyorum…«

    Bao Tinggui, Kutukuzar’ın sözlerini biraz anlıyor gibiydi. Başparmağını uzattı ve »Sekreter, işte böyle bir lider!« dedi.

    İlhami Tevekkül’ün söylediği, ‘yüksek bilekli deri ayakkabıları’ düşündü. Buraya gelirken, Bao Tinggui’nin ‘şirket’ini görmüştü. 7. Üretim Tugayı’nın üretim fabrikasında yeni bir birim kurulmuştu. Birimin üstündeki tabelada şunlar yazıyordu: Araba tamiri, su deposu tamiri, lastik tamiri, kaynak ve gaz kaynağı vs. birçok şeyin tamiri. Birimin tabelası üzerine bir kamyon ve iki tekerlek eğri olarak çizilmişti. Bao Tinggui’ye bir göz attı ve Bao Tinggui çifti de onu dikkatle izliyordu. İlhami hafifçe gülümsedi, »Uygur halkı günlük iletişimde genellikle saygı içeren terimlerini kullanır; ‘siz’ Uygurca saygı ve nezaket gereği bir hitaptır.

    »Nereden geliyorsunuz?« diye sordu.

    »Bao Tinggui, Siçuan’dan**** geliyor.« diye yanıtladı Kutukuzar.

    »16 yaşımdan beri, 30 yılı aşkın çırak olarak araba tamirinde çalışıyorum. 1960’da bizim orada ciddi bir felaket oldu ve zor bir hayat yaşadık. Ben de yersiz yurtsuz, işsiz biri olarak İli’deki Gulca ilçesine bir akrabamın yanına geldim. Bir eşek arabası yaptım, kömür ocağına gittim, biraz kömür topladım ve pazarda sattım. Zanaatim, iş aletlerim, oksijen maskem, kauçuk lastiğim vardı ama bunları kullanabileceğim bir yer yoktu. Daha sonra bizim tugayın bir üretim fabrikası kurmak isteğini duydum. Tavsiyeler üzerine buraya geldim ve Yurtsever Tugay’ın üyesi oldum. Araç tamirinden elde edilen gelir üretim tugayının kasasına aktarılıyor…«

    Kutukuzar, »Bao Tinggui yarım yıldır burada ve yediyüz yuan üzerinde bağış yaptı,« diyerek ona eşlik etti.

    »Yediyüz Yuan bağış yapma konusunda bu kadar harika olan nedir? Yedibin yuan, yetmişbin yuan da mümkün olabilir. Aslında, paranın miktarı önemli değil. Ben var olan yeteneklerimi halka hizmet etmek için kullanmak istiyorum.«

    Sekreter Kutukuzar başını salladı, »Dedikleri gibi, dünya ustalar için geniştir. Çin’in Han halkının da benzer bir sözü söylediğini hatırlıyorum. ‘İyilik yapan iyilik bulur.’***** Bao Tinggui, size yanınızda çalışacak iki genç çırak göndermeyi düşünüyorum.«

    »Hayır, Hayır.« Bao Tinggui ısrarla itiraz ederek elleri ile işaret ederek itirazını vurguladı. »Benim, sadece bu konuda bir problemim var. Çıraklarla geçinmekte sorun yaşıyorum. Örneğin, bu yıl yine bir yaş daha aldım ve huysuzlaştım, o yüzden yanımda bir çırakla uğraşacak sabrım ve enerjim yok.«

    »Tek başına mısınız, yoğun musunuz? Az önce üretim fabrikasından geçtim ve sizin tabelanızı gördüm. Bizim tugayın son zamanlarda elektriği yok. Siz elektrik kaynağını nasıl sağlıyorsunuz?« İlhami adamın ağzını aramak için sordu.

    »Ha ha… Kaynak birçok yerden sağlanabilir. Böyle bir ihtiyaç varsa, ben bu işi üstlenebilirim ve bunu yapmak için bir yer bulurum. Sizden sadece taşıma ücretini alırım…«

    »Başka bir yer mi? Nerede?«

    »Bunun için çok fazla yer var.« Bao Tinggui olumsuz bir yanıt vermekten kaçındı.

    »Bao Tinggui için birçok yol vardır. Hao Yulan ise doktordur. Yetenekli bir çift!« Kutukuzar aniden bir şey düşünüyor gibiydi. Kapıyı itip açtı ve seslendi, »Kurban, evladım, gel çay iç!«

    Bir süre sonra, o yalın ayaklı ve çamura belenmiş çocuk geldi. Başını indirdi, çekinerek diz çöktü ve koltuğun dibine oturdu, bir kase aldı, yavaşça nan’ı****** parçalara ayırdı ve kaseye koydu.

    »Sen daha önce görmedin, değil mi? Bu, benim oğlum.« Kutukuzar çocuğu işaret etti.

    Oğlu? İlhami hayrete düştü. Sekreter Kutukuzar’ın Paşahan tarafından dünyaya getirilen tek bir kızı olduğunu bilmeyen yoktu. Kızı çoktan büyümüş, beş yıl önce Zhaosu ile evlenmişti.

    »Paşahan’ın kardeşinin çocuğu, geçen yıl bize verdi. Güney Şincan’dan,« diye fısıldadı Kutukuzar.

    Kurban kasesine bir kepçe çay doldurdu. O da çubuk kullanmadı. Başını eğdi ve çayını içti.

    İlhami, »Kaç yaşındasın?«

    Kurban ses çıkarmadı.

    »On iki.« Kutukuzar onun yerine yanıt verdi.

    »Yemek ye.« İlhami bir çift yemek çubuğu aldı ve onları Kurban’a verdi. Kurban hala sessizdi ve çubukları almadı.

    Bao Tinggui ve Hao Yulan, esasen Kurban’ın oradaki varlığını görmezden geldiler. Onlar sadece büyük lokmalarla yemek yemekle kalmıyor, aynı zamanda yemek çubuklarıyla yemeğin içinden etleri seçip duruyorlardı.

    »Sanki küçük bir çocuk, anlaşılan dilini yutmuş.« Sekreter Kutukuzar Kurban’ın yerine çubuklarını aldı. »Yemek ye, beni duyuyor musun?«

    Kurban hala bir şey yemiyordu.

    Bao Tinggui, »Bırak onu. Gençler çok fazla et yediklerinde kolayca sinirlenirler.«

    »Sekreterin yemeği lezzetli değil« dedi sırıtarak ve dişlerine dolan kıyılmış eti çıkardı. »Koyun eti nerede böyle yapılabilir? Soya sosu koyulmamış, soğan, sarımsak, zencefil, biber, yemek şarabı koyulmamış, taze koyun eti kokusu insanı öldürüyor!«

    »Aptal! O yöntemle gidip yap, etin tadı kalacak mı, gör bakalım!« »Kutukuzar İlhami’ye göz kırptı, Uygurca küfretti ve Bao Tinggui’ye gülümseyerek, »İyi! İyi! Bir dahaki yemeği lütfen Yulan yapsın.« dedi

    Yemek iyi geçmemişti. Kurban’ın aşırı sessizliği, Bao Tinggui’nin kabalığı ve Kutukuzar’ın zor yutkunulan ve sindirilen yemekleri tartışmaları arttırmıştı. Sanki nan üzerinde toz, etin içinde lastik ve sütlü çay kasesinde sinek uçuyor gibi görünüyordu. Çayı son kez yudumladıktan sonra, İlhami, yeterince yediğini göstermek için eliyle kaseyi kapattı. Geri adım attı ve sersemlememek için duvara yaslandı.

    »Uykun mu geldi?« Kutukuzar hızla üzerinde yatılacak bir şilte ve yastık çıkardı, İlhami’nin omzuna koydu, »Bir süre burada kestir istersen?«

    »Uyumayacağım, biraz dinlenip köye gitmeyi düşünüyorum.«

    Bunu söylerken İlhami ayağa kalktı ve dışarı çıktı.

    »Köye mi? Köyde ne yapacaksın?«

    Kutukuzar sıkı bir şekilde sordu.

    »Çalışmaya.«

    »Daha yeni dün gece buraya döndün! Daha üç gün misafir sayılırsın. Akşam, Paşahan ablanın gelmesini bekleyin ve ona sizin için bir lağmen******* yapmasını isteyeceğim.«

    »Teşekkür ederim, gerek yok. Ben diğer komün üyelerini de görmek istiyorum…«

    »Hayır, gidemezsin, gitme, bu öğleden sonra Parti Komitesi’yle bir toplantı yapmak istiyorum. Lider Zhao sizin de katılmanız gerektiğini söyledi.«

    »Toplantı akşam yapılsa, olmaz mı? Gerçekten köyde yoğun bir iş ortamındayız.«

    İki adam birbirlerini ikna etmeye çalışırken, yavru köpek aniden tekrar havlamaya başladı. Kurban, emir beklemeden, avlunun kapısını açmak için ayağa kalktı. Sonra, boz kahverengi bir takım elbise giymiş, bej puanlı bir kravat takmış biri sallanarak ağır ve basit adımlarla içeri girdi. Adamın sarı saçları ve sakalları, oval bir yüzü vardı.

    Sekreter Kutukuzar şaşkınlıkla seslendi: »Bölüm Şefi Mahsum!«

    »Bölüm Şefi sonsuza dek gitti« dedi, Mahsum kendi yüzüne hafifçe dokundu. »Ben Sovyet gurbetçi Maksimov,« diyerek kendisini tanıttı.

    1962’lerin İli’sinde ne tuhaf şeyler meydana gelmiyordu ki? Yoldaş Mahsum, Çin Komünist Partisi üyesi ve İlçe Halk Komitesi şefi, bir anda yabancı göçmen Maksimov olmuştu.

    Kutukuzar’ın yüzü değişti ve İlhami ona çarpık bir bakışla soğuk bir tavırla baktı. Bao Tinggui yanındaki Hao Yulan’a göz kırptı ve sessizce çıktılar.

    »Sen, ne diyorsun?« Sekreter Kutukuzar’ın sesi biraz titriyordu.

    »Ben şimdi Sovyet gurbetçi Maksimov’um. Aslen Tatarım. Uygur değilim. Benim asıl memleketim orada, Kazan’da…«

    Kutukuzar sordu: »Peki, siz… Burada ne yapıyorsunuz?«

    »Ah, ah, senin bir misafire sorman gereken şey bu mu? Siz Uygurlar misafirlerine böyle mi davranıyorsunuz? Değerli kardeşim Kutukuzar, ben hala sizin eski şefinizim!« Mahsum’un nefesinden şarap kokusu geliyordu ve sanki Kutukuzar’ın boynunu kollarıyla dolamaya çalışmak için dans ediyormuş gibi yaklaştı. Kutukuzar uzaklaşmaya çalıştı. »Ben o, İlçe Halk Komitesi ve bölüm şefi Mahsum ya da Sovyet gurbetçisi, Rusya Tatar Özerk Cumhuriyeti’nin yoldaş Maksimov, sizin yoldaşınız, akrabanız ve kardeşinizim. Yarından sonraki gün, ülkeme geri dönüyorum. Bugün, sizin gibi eski arkadaşlarıma veda etmek için buradayım. Bu, bir tür medeni görgü kuralı ve eski bir Müslüman geleneğidir. Hoşça kalın, umarım benden memnun kalmışsınızdır…«

    Kutukuzar, kibar bir şekilde veda eden Mahsum’a dikkatlice baktı. Bir de İlhami’ye baktı, İlhami sessizce öylece duruyordu. Kutukuzar gözlerini çevirdi ve güçlükle dengede durarak, ‘Maksimov’a şöyle dedi:

    »Kibarca veda etmeye geldiyseniz, doğal olarak sizi kibarca iç odaya davet edeceğim. Ancak, size hatırlatmak isterim, zaten gördünüz, ben buraya çimentoyla kaplı bir ev inşa ettim: Bundan emin olarak söylemeliyim ki ben bir Çin vatandaşıyım, sonsuza kadar Çin’de yaşayacağım, eğer bizi buradan gitmeye teşvik için geldiyseniz, sonuç almanız mümkün değil…«

    Mahsum ellerini havada salladı: »Bu söylediğiniz çok saçma! Ne kadar kaba!«

    »O zaman, lütfen buyurun!« Kutukuzar iç kapıyı açtı.

    »Lütfen!« Mahsum, İlhami’nin önden girmesi gerektiğini işaret etti.

    Kimliğini değiştiren ve soyunu unutan bu adam ne yapmak istiyor? Sonuç olarak neye ihtiyacı var, görülmeye değerdi. İlhami bunu düşününce gülümsedi ve iç odaya yavaşça yürüdü.

    Mahsum, »Siz?«

    »İlhami. Duydunuz…« Kutukuzar onun yerine cevap verdi.

    »Evet, İlhami, evet, çok iyi! Memnun oldum!« Mahsum, »Çok iyi,« dedi sınırlı Rusçasıyla. »Duydum. Geçen yıl buraya işe geldiğimde birçok kişinin sizin hakkınızda konuştuğunu duydum.« Mahsum elini uzattı ama İlhami onu görmezden geldi.

    »Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin vatandaşlığını edindiğim için bana düşman mısınız? Bu doğru olamaz. Bu doğru olamaz. Komünistler enternasyonalisttir. Dahası, Sovyetler Birliği ve Çin Halk Cumhuriyeti candan dost iki ülkedir. Ayrıca, dünyada Tatar ve Uygur gibi birbirine çok yakın olan çok az etnik ulus var.«

    »Sovyet misin?« diye İlhami aniden sordu, kızgın gözlerini Mahsum’a dikti.

    Mahsum başını indirdi, »Ben… Evet.«

    İlhami, »Tatar mısınız?«

    Mahsum ısrarla, »Ben… Evet.« dedi.

    »Lütfen Tatarca söyleyin, ‘Ben bir Sovyetim, Çinli değilim’ diye.«

    »Ben… Ben… Ne demek istiyorsunuz!«

    Mahsum İlhami’nin saldırısına direnmek istermiş gibi ellerini uzattı.

    İlhami homurdanarak aşağılayıcı bir şekilde gülümsedi.

    Kutukuzar, »Yiyecek bir şeyler getireyim.«

    »Hayır, gitmeyin.« Mahsum İlhami’yle yalnız kalmaktan korkuyordu. »Herhangi bir şarap varsa, lütfen konukseverliğin gereği olarak bana bir bardak doldurun.« Sonra İlhami’ye döndü, »Hakkımda ne düşünürseniz düşünün, ben buraya dostça veda etmeye geldim.«

    »Dostluktan söz eden siz misiniz? Doğrusunu söylemek gerekirse bir Çin balkabağı gibi konuşuyorsunuz. Sahte bir Sovyetin, dostluk ve enternasyonalizm hakkında konuşması komik değil mi? Tiyatro mu oynuyorsunuz siz?«

    Kutukuzar şişeyi çıkardı, Mahsum için bir bardak şarap doldurdu, ona uzattı ve »Ev sahibi olarak, benim evimde olduğunuz için sizi tekrar uyarmak istiyorum ve veda etmenin dışında başka bir konu konuşmanızı istemiyorum.«

    »Pekala, pekala! Sağlığınıza! Bana iyi yolculuklar! Lütfen unutmayın, büyük bir ülke her zaman Şincan’daki Uygurlara özen gösterir.«

    İlhami birdenbire kahkaha attı, bu da sadece şarabını içmek için bardağını kaldıran Mahsum’u korkuttu. İlhami Mahsum’u işaret etti ve bir gülümseme ile şunları söyledi: ah, arkadaş, neden bahsediyorsunuz? Fiyaka yapmayı keser misiniz? Ne yapmaya çalışıyorsunuz? Yürüyün gidin. Siz kimsiniz? Kimin adına konuşuyorsunuz? Çok mu fazla içtiniz? Oysa, biz daha içmedik.«

    »Ne medeniyetsiz bir Kaşgarlı. (Sovyetler Birliği’nin Orta Asya bölgesindeki bazı insanlar, genellikle Uygurları Kaşgarlılar diye çağırıyor. -ed.n.)« dedi Mahsum, bardağı tekrar keçe üzerine koydu ve sakince dedi ki: evet, Ben Sovyetler Birliği’ni temsil edemem. Lenin’in büyük ülkesi adına konuşan Nikita Sergei’dir…« dedi ve bardağını tekrar aldı.

    İlhami kahkahalara boğuldu, »Kruşçev’i kast ediyor olmalısınız. Kruşçev’i tanıdınız mı… Aşağılık herif.«

    »Buna nasıl cüret edersiniz… Siz…« Mahsum çok bozulmuştu, ona daha fazla dayanamadı. Elleri titredi ve bardağındaki şarap dışarı sıçradı.

    »Ben İlhami, Başkan Mao önderliğinde Çin Komünist Partisi üyesiyim.«

    Başkan Mao’nun adını duyan Mahsum’un bardağı yere düştü. Şarap keçe üzerine döküldü ve bir şarap gölü oldu.

    »Siz zavallı Sarmatlar********, Seni barbar Kaşgarlı! Sarıklı cahil! Araban yok! Ulusal gururun yok! Ne kadar sefil görünüyorsun…«

    »Lütfen evimi terk et! Çık dışarı! Şu andan itibaren seni asla tanımayacağım!«

    Mahsum ayağa kalkınca, İlhami ileri bir adım attı ve onun yüzüne karşı, »Siz ulusal gurur hakkında konuşma hakkına sahip misiniz? Şimdi, siz sonradan öğrendiğiniz Rus lezzetleri hakkında da konuşmak istersiniz ama daha öğrenmemiş olmalısınız! Sizin Tatarcanız benimki kadar bile iyi değil ama kendinizi bir Tatar gibi göstermek istiyorsunuz. Ne aptal görünüyorsunuz! Şu kılık kıyafetinize bir bakın! Ayrıca nasıl yeni bir isim aldınız, isminiz önceden Mahsum ise sonra da Mahsum’dur, Maksimov nereden çıkıyor? Diğer yoldaşlara gelince, geçmişte çevre baskısı ve başka nedenlerle isimlerinin sonlarına Slavca takı (son ek) eklendi. Ama sizinki bir maske, gitmeyin, beni dinleyin hemen bitireceğim! Siz, Uygur halkının bile kabul etmek istemediği komik bir palyaçosunuz. Ulusal gurur hakkında nasıl konuşabilirsiniz? Telaffuz ve görünüşünüzden bir Tatar olmadığınızı söyleyebilirim! Hadi öyleyse Tatar olduğunuzu anlayalım, Tatarca konuşmaya cesaretiniz var mı? Yıllardır Çin’de yaşıyorsunuz. Çin çayı içerek ve Çin tuzuna banarak büyüdünüz. Çin’de sayısız akraba ve arkadaşınız var, ancak Başkan Mao’nun önderliğinde Uygur halkımız onur ve itibar kazandı ve parlak ve mutlu bir yeni hayata başladı! Eğer gerçekten Sovyet vatandaşlığınız varsa, elbette ülkenize geri dönebilirsiniz ve biz de vedanızı kabul edebiliriz. Eğer gitmek istiyorsanız ve Sovyet yetkilileri sizi kabul ediyorsa, bu sizin bileceğiniz bir iş. Ama oyunculuğu ve aptalca hareketleri keser misiniz, Mahsum kardeş!…«

    Mahsum’un yüzü ve kulakları kıpkırmızı olmuştu. Kendi kendine mırıldandı ve geri çekildi.

    »Defol buradan, utanmaz!« diye bağırdı Kutukuzar.

    »Bekle!« İlhami öne çıktı ve Mahsum’un önünde durdu. »Enternasyonalizm ve Sovyet-Çin dostluğu hakkında ne hakla konuşuyorsunuz. Umarım oraya vardığınızda dostça davranırsınız. Ama eğer böyle iki yüzlülüğe devam ederseniz, oradaki insanlar da sizden tiksinecektir! Bir gün hak ettiğiniz cezayı alacaksınız…«

    Mahsum’un gözleri donuklaştı. Aniden, çok fazla tuzlu balık yiyen bir kedi gibi avluya koştu ve midesini ovalayıp kusmaya devam etti, sonra tökezledi ve kapıya tutundu, sanki biri onu takip ediyormuş gibi ardına bakmadan koştu.


    * Tuğla veya pişmiş topraktan yapılan iki metre uzunluğunda, altında ısınmak için bir ocak bulunan geleneksel Çin yatağı.

    ** 1960 kışında, Çin Komünist Partisi Merkez Komitesi, Mao Zedung’un Komünist Parti’nin yönlendiriciliğinden yoksun olan halk tabanında önemli bir kesim üzerindeki, ‘Parti ilkelerine aykırı hareket eden insanların yetkilerini geri alma’ yönergelerine uygun olarak, ülkenin kırsal bölgelerindeki tüm halk içinde tutum ve davranışları düzeltmek için başlattığı bir kampanya.

    *** Mao Zedung’un 17 Kasım 1957’de Sovyetler Birliği’ni ziyaretinde Moskova Üniversitesi’nde Çinli öğrencilere yaptığı konuşmadan alınan bir cümle.

    **** Çin’de bir eyalet.

    ***** Genellikle bir işte patronlar tarafından söylenen bir söz.

    ****** Mayalı, fırında pişmiş gözleme.

    ******* Lağmen: bir tür Uygur eriştesi

    ******** Sarmat: önceleri Sarmat’ın asıl anlamı iş adamıydı ama daha sonra Uygurlar için aşağılayıcı çağrışımlarda bulunan bir takma isim olmuştu.

    3

    İli’de bir Rus gencin aşk hikâyesi

    Ruhan’a kim bakıyor?

    »Ah, komutan İlhami! Ah İlhami kardeş! Evime geleceğinizi hiç beklemiyordum. Geri döneceğinizi biliyordum. Çalıştığım değirmende olup biten her şey kulağınıza geliyordur. Belki beni görmeye gelirsiniz diye düşündüm. Fakat, daha sonra bu düşüncelerimi içime attım, buraya geleceğinizi hiç sanmıyordum. Böyle bir zamanda, kim gözaltına alınmış bir Rus’u görmek için İli Nehri’nin bu yakasına gelmek ister? Şu ana kadar, bazı insanlar benimle konuşmaktan ve hatta benimle el sıkışmaktan bile kaçındı. Ama sizin gelebileceğinizi düşünmüştüm. Çünkü siz sıradan bir insan değilsiniz. Siz bir Komünist Partisi üyesisiniz. Bir komünistsiniz. Komünistler bütün insanları kurtarmak istiyorlar, yani kalpleriniz tüm ülke ve tüm dünya insanlarına karşı dostluk ve sevgi ile dolu. Büyük Çin’de bir Şincan var, Şincan’da da bir İli var ve İli Nehri’nin bu tarafında benim gibi tek başına kalmış bir Rus genci var, bu yüzden siz de benim burada niçin yapayalnız yaşamaya devam ettiğimi merak ediyorsunuz, burada ne yaptığımla ilgileniyor olmalısınız, yanılmıyorum değil mi?«

    Hayır, şimdi bir şey söylemeyin, dinleyin lütfen. İzin verin sözlerimi bitireyim. Ben yalnız bir adamım. Bir zamanlar dünyanın birçok köşesinde başıboş dolaşan, eski Çarlık Rusya’sının aristokrat düşünceleri doğrultusunda Lenin ve Stalin’den ve Bolşevik Partisi’nden ve yeni kurulan Sovyet iktidarından nefret eden, Büyük Rus Devrimi’nden kaçan Beyaz Ruslar vardı. Bunlar devrimci kızıllara karşı çıktıkları için Beyaz Ruslar olarak tanınıyordu. Artık onlar çoktan ülkelerine döndüler ve yeni bir hayata kavuştular, ama ben gitmedim ve tek başıma burada kaldım.

    Hayat hikayeme babam Markov’dan başlayalım. Bu yıl babam 63 yaşına girdi. Ekim Devrimi sırasında on sekiz yaşındaydı. O ve büyükbabam Vladivostok’tan Kuzey Kore’ye, Kuzey Kore’den Çin’in kuzeydoğusuna, yani Harbin ve Changchun’a gelmişler, ayrıca oralardan sonra Şandong‘daki Çindao şehrine ve Şanghay’a gitmişler. Peki ya benim büyükbabam kim? Eski Rusya’nın bir aristokratı mı, Çarlık Rusya’sının bir subayı mı, yoksa bir Rus casusu mu? Bu Rus adam Uzak Doğu’da Şanghay’da öldü.Babam Çinli bir iş adamı tarafından işe alınmış. O yılın ortalarında bir ticari kervan ile iş için Şincan’ın İli şehrine gelmiş. Bayrağımızdaki beş yıldıza baktığında, babamın epilepsisi (sara hastalığı) başlıyordu; dahası, tarlada çalışırken hilal şekline benzeyen orak bile kullanmamıza izin vermiyordu, çünkü Çin Komünist Parti’sinin bayrağı üstünde bu orak işareti vardı… Ben İli’de doğdum. Ben doğduktan sonra, annem çıkan şiddetli bir rüzgar yüzünden öldü. Annemin yokluğunda hayatta kalmamı sağlayan, birkaç Çinli kadının sütüydü. Belki de benim karakterimin bir kısmında bebekken içtiğim bu Çinli annelerin sütünün etkisi olmuştur. Siz tabi ki böyle kanıtlanması olanaksız bu tür şeylere inanmazsınız. Bunu söylemek bilime aykırı ama ben bu tür şeylerin değerli olduğuna inanırım ve bunu asla unutamam.

    30 yıldan uzun süredir, babam ve ben İli’de neler yaptık? Arı yetiştirir, balık yakalar, Hollanda cinsi inekleri yetiştirir, kvas* mayalarız. İli’li insanlar Rus tarzı kvas bira diyorlar, bu kafa karıştırıcı. Heileba** ve yuanleba*** yaparız, su değirmenleri yapar ve onları izleriz, evleri boyarız. İli’deki Rus kadınları rengarenk boyalı evleri ile bilinir. Ama bir şey var, Beyaz Rusların son nesilleri ne fabrikalarda çalışır ne de kırsal kesimde çiftçilik yapar. Neden peki? Bunun birçok nedeni olabilir, ama ben asıl nedenini biliyorum. Onlar günün birinde nasıl olsa buradan ayrılıp gideceğiz ve kendi ülkemize döneceğiz, umudunu taşıyorlar, yani tümüyle bu toprakları benimsemiş değiller.

    Babam İli’de 30 yıldan fazla yaşadı ve 30 yıl boyunca, o bu topraklarda hep dönüş anını bekleyen geçici bir misafir veya geçici bir yolcu gibi yaşadı. İli, onun için adeta bir bekleme odası gibiydi. Kendimi bildiğimden beri, bir zamanlar Avustralya’ya gideceğini söyledi. Avustralya’da kuzenlerimden biri vardı. Daha sonra yine Arjantin’de amcalarımdan biri olduğunu söyledi. Kanada, Amerika Birleşik Devletleri ve Belçika’ya gideceği konusunda da çeşitli söylentiler vardı. Ancak ilginçtir ki Sovyetler Birliği’ne gitme düşüncesi yoktu. Bir süre geçtikten sonra Avustralya’daki kuzenimden bir mektup geldi. Onların ailesindeki herkes işsizdi, sosyal yardımlarla geçiniyordu ve oraya gitmememiz konusunda bizi uyarmıştı. Bir süre sonra da Arjantin’den mektup geldi, muhtemelen o da göçmenlik büro ve makamlarının bunu onaylamadığını söylüyordu. Hemen hemen her türden mektup almıştı. Örneğin, İkinci Dünya Savaşı yıllarında savaş ortamında bir tarafa casusluk yaptığına dair kendinden şüphelenildiği de muhtemeldir. Sonuçta, babam hiçbir yere gidemedi.

    En korkuncu, bir zaman aralığında Sovyetler Birliği, Ekim Devrimi sırasında sürgün edilen Rusları, yeni kurulan Sovyetler Birliği’ne geri kabul edebileceğini duyurmuştu ve bu kişilerin atalarının ve geçmişlerinin araştırılmayacağını ve ülke dışında yürüttükleri siyasi faaliyetlerin de dikkate alınmayacağını bildirmişti. Benim ailemin statüsünde olan birçok aile, o süreçte Sovyetler Birliği’ne geri döndü, gidişlerini takiben kısa süre sonra nerde olduklarına dair izleri kayboldu. Oh, biliyorum, buna inanmıyorsun. Önemli değil. Ülkelerine yerleşmeleri gerçekleşmiş ya da gerçekleşmemiş olsun, dünyanın en kuytu köşelerinden yola çıkan Rusların ülke topraklarına ulaşmış olmalarını diliyorum.

    İlhami kardeş, sizi ne kadar kıskandığımı bilemezsiniz! Siz Uygurlar, Kazaklar, Şibeler, Dongganlar (Hui milleti) ve Hanlar**** yaşadıkları topraklara bir türlü alışamayan, kendini yabancı hisseden, her an ayrılmaya hazır bekleyen bir insanın gaddar bir karaktere dönüşebileceğini anlayamazsınız. Sizler bu topraklarda mesut ve emin bir şekilde yaşıyorsunuz, sürekli koşuşturuyorsunuz, çok meşgulsünüz… Bazen tatminkar ve mutlu, bazen zorluk çekiyorsunuz, üzgünsünüz ancak sizin yanınızda aileniz, arkadaşlarınız, kendi toprağınız, kendi ormanlarınız, nehir ve gökyüzünüz var… Sonuç itibariyle kendi ülkenizdesiniz, kederiniz ve sevinciniz, aşk ve nefretiniz sadece kendiniz için değil, tüm halkınız içindir. Eğer bir insan etrafındaki şeylere ilgisiz ve kayıtsız ve yabancı ise, peki bu insan yaşama gücünü nerden alsın, acılarını kimle paylaşsın? İnsan hayatında midenin yeri büyüktür, daima midemize hizmet etmek için meşgulüz. İnsan olarak büyük çabamız sadece kıvranan bir midenin peşinde koşmaktan ibaret olsa gerek. Babam uzun yıllar İli’de yaşadı. Şimdiye kadar bir insanın dahi iyi biri olduğunu söylemedi. İnsanlarla ilişki kurmayan biri için nasıl ‘iyi adam’ söz konusu olabilir ki? Hiç kimsenin kötü olduğunu da söylemedi. Benzer şekilde, onunla hiçbir ilgisi olmayan bir kişi neden ‘kötü insan’ olsundu? Bizler galaksideki herhangi bir yıldızın daha iyi ya da daha kötü olduğunu söyleyemeyiz, değil mi? Bugünkü bilgimizle en yüksek ihtimalle, hangi yıldızın bizim için daha parlak olduğunu biliyor ve ayrıca yönümüzü bulmak için kullanıyoruz. Babam da sadece bir kişiden daha fazla para kazanabilme yolunu, bir başka kişiden ise para kazanmanın başka bir yolunu öğrenebilir. Para kazanmanın amacı sadece mide içindir. İli’de, Rus Devrimi’nden kaçıp Çin’e gelen Beyaz Rus kökenli tüccarların itibarları pek iyi değildir, çünkü onlar kendi ülkelerine, Sovyetler Birliği’ne karşı düşman oldukları için kimse onlara güven duymaz ve onlarla dost olmak istemez.

    Siz de Gulca şehrindeki Batı köprüsünün yanında Mohe tütünü ve kayısı kurusu satan Rus seyyar satıcıyı tanıyor musunuz?***** O tüm İli ilinde cimriliğin sembolüdür.

    Ama ben babamdan farklıyım. İlhami ağabey, bunu biliyorsunuz. Ben burada doğdum. Çocukken, yediğim besin bu topraklardan gelen tahıldı. İli Nehri’nin suyuna alışığım. Yaz aylarında, akan suyun üzerinde Çapçal Şibe Özerk İlçesi’ne kadar yüzmeye cesaret eder, karşı kıyıdan tekrar yüzerek geri dönerdim.****** İli’nin rüzgarına aşinayım. Hangi rüzgarın yağmur ve soğuk getirdiğini, hangi rüzgarın ılık ve hoş bir esinti getirdiğini iyi bilirim. Ayrıca hangi rüzgar estiğinde buğdayı olgunlaştıracağını da biliyorum. Benim Uygurcam Rusçamdan daha iyidir ve Çincem de fena değildir. Ben sadece Uygurca iletişim kurmakla kalmıyor, aynı zamanda bir şeyleri de Uygurca düşünüyorum. Mesela önce dilime Başi (Uygurca 5 sayısı) sözcüğü geliyor, sonra pyat sözcüğünü (Rusça 5) düşünüyorum…

    En önemlisi, buradaki, Şincan’daki insanları, buradaki her şeyi seviyorum. Çocukken, elma ağaçlarının her tarafını saran hanımeli çiçeğini izler, bir iki saat durup onları seyretmekten kendimi alamazdım. Uygur şarkılarını her duyduğumda, o kalbin derinliklerinden haykırırcasına çıkan ve sayısızca katlanarak geri dönen, yoğun duygu yüklü şarkıları her dinlediğimde, hemen gözyaşlarına boğuluyorum. O muhteşem Meşrep eğlencelerinde sizlerle birlikteydim. Düğünlerinize katıldım, bebeklerin doğumlarını tebrik ettim…******* Başkan Mao tarafından gönderilen Halk Kurtuluş Ordusu Şincan bölgesine geldikten sonra, Kuomintang’ın (Çin Milliyetçi Partisi), suç işleyen bürokratları ve askerleri tutuklandıktan sonra, toplumsal ve politik yaşama müdahale eden din hocalarının etkisi kırıldıktan sonra ve feodal toprak ağaları düzeninin ortadan kaldırılmasından sonra, toprak kiralarının düştüğünü, köylülere toprak dağıtılması reformunu, köylülerin aralarında üretimde karşılıklı yardım ve iş birliğinin hayata geçirilmesini, insanların üretime teşvik edilmesini, bizim buranın gerçekten bir günün diğer günden daha aydınlık, daha güzel olarak değişmesini kendi gözlerimle gördüm. Sizin türkünüz olan, ‘Dünyadaki tüm sular mürekkep olsa, dünyadaki tüm ağaçlar kalem olsa, yine de Başkan Mao’nun yaptığı iyilikler yazmakla bitmez’i söylediğiniz zaman, ben de sürekli bu dizeleri tekrarlıyor, müthiş duygulanıyorum…

    Uygur atasözünüz şöyle der: ‘Kendini övmek bir numaralı aptallık, eşini övmek ise iki numaralı aptallıktır.’ Tamam, ben bir aptal olduğumu kabul ediyorum ve şimdi Dilnar hakkında konuşacağım. Dilnar’ın İli Nehri’nde şarkı söylediğini duymayan kaldı mı? O, şarkı söylediğinde, kırlangıçlar yüksekten uçmaz ve koyunlar ot yemeyi bırakırdı. Dünyanın hiçbir yerinde böylesi uzun kaşları ve yuvarlak gözleri olan bir kız daha bulunmaz. Onu uzun zaman önce fark ettim, ama bu olay Gulca’ya gittiğimde oldu. Geçtiğimiz bahar, yeşil kayısılar fasulye kadar büyük olduğunda, o gün iş yapmak için Gulca şehrine gittim. Yolda bisiklet sürüyordum. Aniden, bir kız daha merhaba bile demeden bisikletimin arka koltuğuna atladı. Bu oydu. Bazen bir eliyle benim sırtımdan destekler ve sonra elini çeker, her zaman onun üstüne düşmemden endişelenirdi. Sonuç olarak, sevinçten kabıma sığamaz, pedalları hızlıca çevirirdim. Gulca’ya geldiğim zaman arkamı döndüğümde ani bir şok oldu, Xisha Hezi’nin kavak ormanında kaybolmuştum, bir peri kızı büyülemişti beni!

    …Onun için, her gece akordeon çaldım. Onun için, her yıl karlı olabilecek İli’nin özel mor sarımsaklarından yetiştirmek için toprağı kazdım, evimin önüne öylesine parlak kırmızı güller diktim. Bir gün o ve kadın yoldaşları, öğlen dinlenirken, İli Nehri kıyısına vakit geçirmeye gittiler. Ben de onların peşinden gittim. Onun önünde, aniden şiddetli İli Nehri’ne daldım, korkuyla bağırdı. Bir dakika sonra, elimde büyük bir sazan ile çıktım. Biliyorsunuz babası Yasin, 4. Üretim Takımı’nda iyi tanınan bir marangoz ve koyu inançlı bir müezzin. Kızı benimle birlikte olduğu zaman babasının ne kadar öfkeleneceğini bildiğimden, çevremdeki insanlara İsa ve Muhammed Peygamberlerin soyuna yakın olduğumu ona izah etmelerini söyledim. Hemen sünnet oldum. Çocukluğumdan beri domuz eti yemedim. Ama onu istemeye gittiğim zaman babasının verdiği yanıt olumsuzdu, Dilnar’ı eve kapatmak oldu. Dilnar sonunda kaçtı ve bana geldi. Müslümanlığa geçiş için bir tören düzenledim. Çin Halk Cumhuriyeti’nin evlilik yasasına göre, komün bize bir evlilik belgesi verdi. Sekreter Rüştü ve diğer bazı önde gelen kişiler de kızı vermeye ikna etmek için Yasin amcaya gittiler, ancak Yasin amca yine de Dilnar’ın eve dönmesine izin vermedi ve hala bize yan yan bakan bazı geri kafalılar var. Benim için, Dilnar, böylesine muhteşem bir kadın…

    Oh, sözü çok uzattım, sadede geleyim. Aniden, bir felaket, zehirli bir yılan, iki bacaklı bir kurt ortaya çıktı: Muratov. Muratov, Nisan ayı başında, Sovyetler Birliği Komünist Partisi 20. Kongresi’nde ilan edilen yeni politikaları övmek için ve babamı kendi yanına çekmek için evimize geldi: ‘Bütün ülkelerin işçileri kardeştir’, ‘Tüm Halkın Partisi’ ve ‘Tüm Halkın Devleti’ politikalarının çok iyi olduğunu anlattı.******** Muratov ve babam sessiz sessiz uzun bir süre aralıksız bir biçimde konuştular. Babam belini eliyle desteklemiş, kaşları havada asılı kalmış ve sesi yükselmişti. Onca yıl, babam kurutulmuş tuz balığı gibiydi. Muratov’un gelişiyle sanki o tuzlu balık ılık suya koyulunca, artık balığın yaşayan bir ruhu olmamasına rağmen genleşip esnemişti.

    Babam bana, »Artık, ülkemize dönme zamanı geldi.« dedi.

    »Hangi ülke?« diye sordum.

    Onun yanıtı şuydu: »Sovyetler Birliği.«

    Bu yıl 26 yaşındayım. Babam geçtiğimiz bu 26 yıl içinde, bana hemen hemen dünyadaki tüm ülkelerin isimlerini söylemişti, ancak Sovyetler Birliği’nden, hatta ‘Çarlık Rusyası’ ya da Ukrayna’dan ise hiç bahsetmemişti. Onun bu, sözde ülkemize dönme isteği beni çok şaşırtmıştı. Sizin de bildiğiniz gibi, uzun zamandır su değirmenlerinde çalışıyorum ve nadiren siyasi çalışmalara katılıyorum. Kruşçev, Stalin’i çok ağır biçimde eleştirdi ve bunu ben dahi değirmendeki müşterilerden duydum. Bununla birlikte, o kadar boş bir aptal değilim, doğru ile yanlışı ayırt edebilirim. Yani, babam Sovyetler Birliği’ni kendi yurdu olarak görse bile, bu benim için hiçbir zaman gerçekçi olamaz, orası benim yurdum olamaz. Babamın burada Şincan’da duyduğu yabancılık duygusu neyse, benim başka bir ülkede hissedeceğim yabancılık duygusu aynı şey ve aynı seviyede. Ayrıca, Çin’den ayrılmayı, Gulca şehrinin Jinding Tapınağı’nı ve İli Nehri kıyısının malan çiçeklerini, dahası İli Nehri vadisindeki köylüleri şimdiye kadar terk etmeyi hiçbir zaman düşünmedim, hayal bile etmedim. Karıma gelince, onun vatanına olan vefası, ayın on beşindeki dolunay gibi tam ve sağlamdır, o bu konuda çok nettir.******** Dilnar, yatak odamıza Halkın Resimli Dergisi adlı dergiden (Renmin Huabao) kestiği Pekin’deki Tiananmen Meydanı’nın bir resmini astı, belki de bu yaptığı şey babamın kendi gelininden nefret etmesinin başlıca sebebiydi. Bu olaydan sonra yarım yıl boyunca babam Dilnar’ın yüzüne bakmadı, Dilnar da onunla konuşmadı. Bu yüzden, babama tereddüt etmeden dedim ki:********

    »Gitme!«

    »Ne?« Babam çok kızmıştı.

    »Sovyetler Birliği’ne gidip ne yapacağım? Sovyetler Birliği’nde bana ait, benim benliğime ait ne var? Ben Çin’de doğdum, Çin’de büyüdüm, ben Çinliyim…«

    »O… çocuğu!« Bana küfürler etti, hatta öldürmekle tehdit etti. Bense, gözlerimi iyice açtım, yumruğumu sıktım. Sonra, o tek başına çekip gitti.

    Daha sonra, şiddetli fırtınanın çıktığı 30 Nisan günü, Meliha bana iğrenç bir şey söyledi. Gece uyuyamadım, ansızın rüzgarda bir ses duydum. Kapıyı açtım ve dışarı fırladım. Ses depodan geliyordu. O tarafa doğru yürüdüm, sonrasını hatırlamıyorum, anlaşılan benim kafama sopayla vurmuşlardı.

    İlçe Kamu Güvenliği Bürosu beni tutukladı, o anda şunu düşündüm: Artık bittim! Meliha haklıydı. Beş gündür ilçede kalıyorum, bu aldığım en önemli dersti. İlçe Kamu Güvenliği Bürosu’nun yoldaşları ciddi, pratik vedürüst bir şekilde bana yasaları sabırla açıkladılar. Çin Komünist Partisi’nin işleri idare etmede ne kadar adil, makul ve gerçekçi olduğuna şahsen tanık oldum. Evimde bir miktar buğday saklamıştım. Aslında bu konuyu uygun bir şekilde açıklamanın zor olduğunu düşündüm. Durumu olduğu gibi açıkladığımda ve tanık olarak verebileceğim insanların bir listesini ortaya koyduğumda, İlçe Kamu Güvenliği Bürosu beni serbest bıraktı. Ayrılmadan önce benimle el sıkıştılar, bana iyi bir yurttaş ve toplumun iyi bir üyesi olmamı öğütlediler ve bu davayı açıklığa kavuşturmak için yardımcı olabileceğimi umduklarını söylediler. Yetkililer bana davanın çözülmesine yardımcı olmam için, ilk kez ciddi bir görev verdi, bu tavırlar ilk kez erişte öğütmek veya balık yakalamak dışında yapacak başka görevlerimin olduğunu fark etmemi sağladı. O günden itibaren Çin’de hakları ve yükümlülükleri olan bir yurttaş olduğumu anladım. İlçeden mutluluktan havalara uçarcasına döndüm…

    Ama Dilnar beni görmezden geldi. Gözleri ağlamaktan şişmişti. Açıklama yapmamı dinlemedi. İş aletlerinin ve kullanılmayan çeşitli

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1