Discover millions of ebooks, audiobooks, and so much more with a free trial

Only $11.99/month after trial. Cancel anytime.

Babam Bir Teröristmiş
Babam Bir Teröristmiş
Babam Bir Teröristmiş
Ebook244 pages2 hours

Babam Bir Teröristmiş

Rating: 0 out of 5 stars

()

Read preview

About this ebook

Bu kitap benim hikâyem, yazarın hikâyesi. Ne uydurma ne masal... Ama kâbus gibi... Ne kadar değer verir ne kadar merak edersiniz bilmem.
Ben 18 yaşında bir kızım. Kimine göre bir genç kimine göre ise hâlâ bir çocuk. Yaşadıklarıma dair duygularımı anlatmaya çalıştım bu satırlarda, içimde ki kırık cam parçalarından kurtulmak için. Pek huzur veren cümleler yok içinde; duyarsanız şayet, sessiz çığlıklar var bu satırlarda. Sadece benim hırçın sessizliğim değil birkaç insanın daha... Kim bilir kiminin diline tercüman olmuşumdur? Bilmeden, kendimi tercüme etmek için çabalarken...
Ne kadar önemsersiniz ya da ne kadar değer verirsiniz yaşadıklarıma, meçhul... Belki ifadelerim basit ya da marjinal gelebilir hatta ergence! Ama şunu biliyorum ve siz de bilin diye söylüyorum; bu satırlarda ve bu hislerde yalan yok.
Yüreğimin anahtarını buldum ve kilidini açtım. Bu kitaptaki her satırda ifade etmeye çalıştıklarım yüreğimden çıkanlardır. Bazen kendime tercüman olamasam da yalnızlığımı unutmak için anlattım kendimi satırlara... O satırlar şimdi sizin elinizde ve yüreğimi avuçlarımın içinde size sunuyorum şimdi... Bu satırlardan başka kendime arkadaş edinmek adına...
Bu kitabı yazmama vesile olan yaşanmışlığıma ve erken yaşta kazandığım tecrübeme teşekkürlerimi sunarım.
Hazan Akarsu

LanguageTürkçe
Release dateMay 23, 2021
ISBN9781005154790
Babam Bir Teröristmiş
Author

Hazan Akarsu

2002 Ağustos'unun hazan mevsimine giden son günlerinde Gümüşhane de doğmuşum. Babamın çok sevdiği mesleği nedeniyle ilk, orta ve yarım kalan lise eğitimimi Anadolu'nun güzel mi güzel 4-5 ilinde gördüm. Ve yine 2018 Ağustos'unun hazan mevsimine doğru giden son günlerinde ailemle birlikte bitmeyen hukuksuzluklar nedeniyle Almanya'ya sığınmak zorunda kaldık. Kitaplarla konuşmayı ve tekvandoyu seviyorum.Artık ümit dolu yeni bir hayatla yoldaşım...

Related to Babam Bir Teröristmiş

Related ebooks

Reviews for Babam Bir Teröristmiş

Rating: 0 out of 5 stars
0 ratings

0 ratings0 reviews

What did you think?

Tap to rate

Review must be at least 10 words

    Book preview

    Babam Bir Teröristmiş - Hazan Akarsu

    BABAMDAN KISA BİR TAKDİM

    Bu süreçte canı yanan çocuklarım...

    Hasrete, ayrılığa, yokluğa, hüzne, ağaç kabuğuna mahkûm edilen annesiz ve babasız yüreği sevgi dolu masumlarımız...

    Soğuk demir parmaklıklar üzerindeki küçücük elleriyle özgürlük bekleyen asrın firavunlarının ihtirasına ve iftirasına maruz kalan minik Yusuflarımız... Eline, vatanî görevleri hariç, silah almamış; öğretmen, hukukçu, doktor, mühendis, öğrenci, iş adamı, esnaf, zanaatkar... Şiddete düşman, güzel Anadolu’mun 'terörist' yaftasına düşmüş, gül gönüllü olabilme ideali taşıyan yüzbinleri...

    Ve bütün olup biteni Sen doğru söylüyorsun ya Musa, lakin ekmeğimizi Firavun veriyor?! felsefesine meftun, sessizliğe gömülmüş ölü milletim…

    Bu zülüm takviminde; Meriç'te, Ege’de, hapishanelerde, kaçış yollarında, kamplarda ve heimlarda yüzbinlerin yüreğine nasır gibi kazınan, binlerce kitaba konu olacak hazin yaşanmışlıkların olduğunu bir gün herkes öğrenecek ve ardına saklanılacak bahanelerin kalmadığı o gün gelecek. Gerçeklerin er ya da geç açığa çıkma huyu, asıl zaman kendini gösterecektir.

    Kızım Hazan, her ne kadar bu satırlarda sadece bizim ve ailemizin başından geçen hadiseleri kaleme almış ise de yüzbinlerce insanla benzer taraflarımızın olduğunu biliyorum; az veya çok…

    Çile ve ızdırap ile dolu bir çocukluk. Bu ifritten süreç başladığında daha 12 yaşında idi. Şimdi ise 19’una yaklaştı. Kâğıda dökemediği duygu ve yaşanmışlıkların aslında çok daha fazla olduğunu biliyorum. Eksik ya da fazla iyi bir baba olmaya çalıştım. Bu soykırım sürecinde de bu gayretimi bırakmamaya özen gösterdim. Lakin kaç kere gözyaşlarımı tutabildim bilmiyorum. Bir baba yavrularının yanında ağlar mıydı ki!.. Klişe bulduğum ama özen gösterdiğim erkekler ağlamaz kuramını, ben ve benim gibi babalar çocuklarının yanında çoktan yıktılar. Hem de defalarca ve yıllar boyunca...

    Bu durumun çocuklarımızın ruh dünyasında nasıl bir etki bıraktığını eminim ileride psikolog ve sosyologlar tanımlayacaktır. Eğer bu, bir evladın babası üzerindeki hakkı ise kızımın helal etmesini istiyorum. Dileğim o ki bundan sonra çocukların yanlarında babalar ağlamasın.

    İnanıyorum ki bu asrın Firavunları yıkılıp yerle bir olacaklar. Çünkü onlar, yüreğinde sevgiden başka hiç bir şey olmayan bebeklere, çocuklara, eli öpülesi analara ve ihtiyarlara düşmanlık yaptılar; savaşta bile izin verilmeyen yöntemlerle.

    Son nefesime kadar çocuklarımın başını öne eğdirmeyen bir baba olarak yaşamayı Allah’tan diliyorum. Sen ve senin gibi yavrularımızın da kendi çocuklarının başlarını öne eğdirmemelerini diliyorum. Tüm dünyada, iyiliğin ve iyilerin, saz ve sözünün bayrak bayrak dalgalanmasını diliyorum.

    Kemal Akarsu

    ÖNSÖZ

    Bu kitap, yazarın hikâyesi. Ne uydurma ne masal… Ama kâbus gibi… Ne kadar değer verir ne kadar merak edersiniz bilmem.

    Ben 18 yaşında bir kızım. Kimine göre bir genç kimine göre ise hâlâ bir çocuk. Yaşadıklarıma dair duygularımı anlatmaya çalıştım bu satırlarda, içimde ki kırık cam parçalarından kurtulmak için. Pek huzur veren cümleler yok içinde; duyarsanız şayet, sessiz çığlıklar var bu satırlarda. Sadece benim hırçın sessizliğim değil birkaç insanın daha… Kim bilir kiminin diline tercüman olmuşumdur? Bilmeden, kendimi tercüme etmek için çabalarken…

    Ne kadar önemsersiniz ya da ne kadar değer verirsiniz yaşadıklarıma, meçhul... Belki ifadelerim basit ya da marjinal gelebilir hatta ergence! Ama şunu biliyorum ve siz de bilin diye söylüyorum; bu satırlarda ve bu hislerde yalan yok.

    Yüreğimin anahtarını buldum ve kilidini açtım. Bu kitaptaki her satırda ifade etmeye çalıştıklarım yüreğimden çıkanlardır. Bazen kendime tercüman olamasam da yalnızlığımı unutmak için anlattım kendimi satırlara... O satırlar şimdi sizin elinizde ve yüreğimi avuçlarımın içinde size sunuyorum şimdi… Bu satırlardan başka kendime arkadaş edinmek adına…

    Bu kitabı yazmama vesile olan yaşanmışlığıma ve erken yaşta kazandığım tecrübeme teşekkürlerimi sunarım.

    Hazan Akarsu

    8 Mart 2021 / Almanya

    Kötülük adına yeni bambaşka bir pencere açıldı; eşi olmayan farklı tasarlanmış tuhaf bir pencere. İzleyenler belli… İzlenenler ise ben ve benim gibiler…

    BU SORU BİR BAŞLANGIÇ

    Bazen hiç kimsenin beni görmediği bir yerde, sadece Rabbimle kalmak ve ona dertlerimi, isteklerimi, hissettiklerimi, kırgınlıklarımı anlatmak istiyorum sessizce haykırarak… Ama bazen anlatamamak, susmak, susabilmek istiyorum, her bir zerreme kadar. Sonra yığılmak… Olduğum gibi kendim gibi yığılmak sevgilinin karşısına…

    Sadece ağlamak. Dilimle değil de yüreğimle anlatmak. Anlatırken, nefes almak isterken, kırık yüreğim bir cam gibi bana batarken ve bunu iliklerime kadar hissederken ağlamak… Nefes alırken almamayı dilemek, belki yanlış olduğunu bile bile bu isteklerin, her an istemek. En kötüsü de sonunu getirememek defalarca paragraf açmak…

    Hayallerim ve isteklerim gerçek olacak mı diye beklerken, kafamı duvarın en temiz yerine yasladım. Camdan kuru sonbahar yapraklarını süzerken, hayal kurmaya kalktım ve aniden gerçeklerle yüzleştim…

    ***

    Ben Hazan 12 yaşında bir kız çocuğuyum. Henüz büyümek için can atan yaşlarımdayım ve hayatın tozpembe kısmında... Orada yaşıyorum daha doğrusu yaşamak için oradayım, tek tesellim ise çocukça kurduğum hayallerim, beni mutlu edecek hediyeleri aldığım gün bile.

    Tutunacak bir dal bulamadığımda sanki varmış da tutunuyormuş gibi kendimce uydurma felsefesini mecburen benimsediğim zamanlar… Ama ben istememiştim, böyle yükü omuzlayarak sırtımı ağrıtmak istememiştim.

    Buna kader denilirmiş. Öyle okumuştum bir kitapta. Mantığıma yatmıştı, böylelikle yürek acımı da dindirmiş, yapayalnız yürürken artık gerçek anlamda yaşadığımı hissetmiştim. Çocuksu hayal dünyamı buruşturup bir paçavra misali çöplüklerin en derinine kırık bir kalple gömmüştüm.

    ***

    Korkusuzca düşüncelerimi haykırdığım, bana kendimle baş başa kalma fırsatını sunan odama attım adımımı. İnsan harici canlı olan varlıklarla yüz göz olma ve mekân değiştirme adına kafamı pencereden dışarı çıkartıp, kavrulmuş fındık ve çay kokusunu ciğerlerime tereddütsüz doldurdum. Bu hareketin bana bir zaman sonra özgürlüğü çağrıştıracağını bilmeden...

    Annem; Hazan gelip bana yardımcı olur musun.

    Geldim anne…

    Elime lavabonun önüne serilmiş, temiz ama aşınmış bir bezi alıp masanın üstünü sildim. Sonrasında bu ve bunun gibi birkaç işle uğraşırken kulağım, bir haber spikerinin sözlerine misafir oldu. Hani şu televizyonda en düzgün Türkçeyle profesyonel bilgilendirme yapan…

    …sabaha karşı göz altına alındı…

    O yarım cümleyi duymak bana yetmişti. Elbezini masanın üzerine anında bırakıp oturma odasına koştum ve televizyona kilitlendim. Birileri göz altına alınıyordu. Öyle birileriydi ki, yüzlerine baktığımda masum olduklarını söyleyebiliyordum çocuk aklımla. Bu yüzden işin aslını daha çok merak edip babama sordum;

    Baba, ne oluyor?

    Bu soru bir başlangıçtı. Küçücük yaşlarımdan itibaren hayatıma ağır bir yük, aynı zamanda anlam yüklediğim başlangıç. Belki o bile değil ya…

    Babam bir şeyler anlattıktan sonra, koskoca bir haritanın basit bir taslağı kadar anladım. Yani geçmişten birkaç zincir halkasıyla bağdaştırdım.

    Bundan yaklaşık yedi ay öncesinde Türkiye'de büyük bir hırsızlık olmuştu. Soruşturması açılmış ve konuya uygun 17-25 aralık yolsuzluk soruşturması diye bir başlık da atılmıştı. Bu olayın bu kadar ses getirmesi, devlet büyüklerinin hırsızlık yapmasıydı. Kendi devleti ve milletinin alın teriyle, tırnaklarıyla kazıyarak kazandığı parayı ilk önce ayakkabı kutularına (!) sonrasında ise kasasına ya da bir başka deyişle sarayına yatırmıştı.

    Polisler, domino taşlarının ilk basamaklarıydı… Göz altına alınanların çoğu ‘henüz başlangıçta’ olanlar. Aslında, yıllarca hizmet ettikleri ve karşılığında güya samimi (!) bir ilgi ve değer gördükleri halka, böyle bir iyilik yaparak gözlerini açmış sayılırlardı. Fakat onlar bir aşağılık beşere çoktan boyun eğmiş, hemen hemen hepsi bastonsuz birer kör olmuşlardı. Her şeyi unuttular… Anlamlandıramadığım ilginç bir atasözü vardı, insanoğlu çiğ süt emmiş diye. İnan hiç bu kadar aydınlanmamıştım…

    Yıllar geçmesine rağmen aklımda bu olayla ilgili tertemiz kalan iki kirli şey var;

    1. Para

    2. Ayakkabı kutusu

    Çocuk aklımla, öyle alakasız gelmiş, öyle kavrayamamıştım ki o zamanlar, aralarında bir ilişki kurabilmek için, zihin odacıklarımda onlara defalarca satranç bile oynatmıştım. Gözümdeki hırsızlık kavramı büsbütün değişmiş, hatta bu şekilde yapılan hırsızlığa hırsızlıktan başka bir kavram bulmak istemiştim.

    FİRAVUNLAR ÖLMEMİŞ

    Bir insan hayatında hiç akıl sahnesine bile yansıtmadığı senaryoyu yaşayınca ne hisseder? Aklını atlatır mı sizce? Öz eleştirimi yapmam gerekirse kötü huylarım artık daha baskın. Bir zamanlar ise gerçekten çekilmezdi… Peki neden? Kendimi geçmişe sürükleyip en basit dille o an hissettiklerini haykırmasını isteyeyim;

    Ben nereden bilebilirdim bir çift ayakkabı kutusunun hayatımı değiştireceğini benden yıllarımı fütursuzca çalacağını ve beni dönüm noktasına sürükleyeceğini? İlk operasyon İstanbul'daydı ve benim babamın çalıştığı yerden çok uzaktı. Nereden bileyim benden kilometrelerce uzak afetin bana sıçrayacağını? 12 yaşında firavun tanıdım ben 12! Zordu ama zorundaydım. Nihayet her dalı meyve dolu bir ağacın sarktığı gibi sarkmaya başlamalıydım ben de...

    Gerçekten normal. Özellikle benim gibi iradesi ham bir insan için az bile…

    ***

    Neyse ki şu an babama bir şey olmamıştı ümitliydim ama bir yandan da hissediyordum. Depremi önceden sezen kuşlar gibi... Dua ettim, sadece dua… Şu zamana kadar hemen hemen hiçbir şeyin eksikliğini hissetmediğim için dua ederken ağlamak ya da sızım sızım sızlamak nedir bilmiyordum. Dua edemediğimi o an fark ettim.

    Babamla annemin endişe veren konuşmalarına kulak asmak istemeyerek ordan uzaklaştım mutfağa geçtim masanın üzerindeki yırtık el bezini bir kenara attım. Mutfağın bir köşesine çöküp batikonsuz pamuk misali basit cümlelerle korkak yüreğimi sarıp sarmalamaya çalıştım: Bir şey olmaz operasyon bize çok uzak zaten ne olabilir ki? diye konuştum kendi kendime.

    İnsanın zihni içinde hem psikoloğu hem de akıl hastası yatıyor. Fark edersen, pekâlâ ama ne tuhaf…

    Oturma odasına soluk almak ve düşünmek üzere biraz uzandım, hayallerimi zorunlu terk edip dalgın dalgın düşünürken babam girdi içeri. Normalde halini hatırını şakasına dahi olsa sorarım fakat orada sormadım, istemedim, çünkü cevabı biliyordum.

    Çocuk olduğum için kendimi de düşünürdüm çoğu zaman. Temiz çocukluk bencilliklerim, bu ağır yükten uzak kalmam için gözlerimi babamın dalgın ve sıkıntısını hissettirmek istemeyen bakışlarından uzak tuttum.

    Koca yastıkların döşendiği kahverengi koltuktan kalkarken, geveze evhamlarımın ağzına son bir tokat vurdum. Senin baban vatanını sevmekten ve ona hizmet etmekten başka ne yaptı ki? Aman Hazan bir şey olmaz sen içini ferah tut. dedim, babamın en büyük suçunun bu olduğunu bilmeyerek.

    Bu düşüncelerin sahtekâr moralleriyle, manzarasında derinlikler yakaladığım, kendime ve her şeye rağmen, hayallerimle baş başa kalabildiğim güzel odama doğru yürüdüm. Camdan dışarı bakıp dünyanın genişliğini kavramaya çalışırken, belki yalnızca iğne ucu kadar yaşadığım kötü olayları unutarak, tabiata ve her canlının içinde barındırdığı koca kâinata, birkaç şiirimsi sözcük heceledim içimden. Fazla geçmedi, sarımtırak güneşin vurduğu yatağımda, bu derinliğe karşı koyamamış ve uyuya kalmıştım.

    Uyandığımda vakit ikindiye doğru gidiyordu. Aklım bedenime ağır geliyor gibiydi, taşıyamıyordum. Kollarımda ise acemi bir yorgunluk.

    Oturma odasına gittim. Babam uzanmış TV izliyordu hemen yanına oturup başımı omzuna yasladım ve onunla beraber TV kanallarında gezindim.

    Babam… Babamın yanında olmak ona sarılmak bana her zaman huzur verirdi. Hele onunla, karlı soğuk kış akşamlarında bitirmek zorunda olduğum bir fincan ıhlamur çayının kokusu eşliğinde zaman geçirmek, çocukluk hatıralarımın cevheriydi. Karlı kış akşamlarını hep iple çektim. En mutlu zamanlarımdı.

    Kanalları teker teker gezerken, hep aynı habere denk geldik. Artık sabah akşam bu türlü kaoslara şahit olmak zorundaydım. Evet, yaşadıklarımdan çok duyduklarım beni değiştirecekti ya da beni daha bir ben yapacaktı…

    Babamın bana her daim güven veren ve çocukluğumu bana anımsatan yüzüne baktım o an. Aslında hâlâ genç görünüyordu, sadece ölürken olur diye düşündüğüm yaşanılanların göz önünden film şeridi gibi geçme olayı o an sanki gelecek adına göz seyrime misafir oldu. Babamın yüzünün kırışacağı, saçlarının seyrekleşeceğini görür gibi oldum… Kederli hayal dünyamın bir yansımasıydı o bir şerit film.

    Üzülmek istemedim, üzüntüden kahrolmayı ise asla düşünemezdim... Vereceği moralli cümlelere ümit bağlayarak düşüncelerimi seyrekleştirmek, aklımı ve ruhumu rahatlatmak adına Baba ne olacak? klasikleşmiş soruyu usanmadan tekrar yönelttim.

    Baba ne olacak? Bu adamlar seninle aynı işi yapıyordu.

    Hangileri kızım?

    Gözaltına alınanlar. Sana da bir şey olur mu?

    Allah bilir kızım. Dua et. Böyle bir şey olursa dahi bize düşen tek şey budur.

    Peki dedim ve bununla yetinmek istedim. Bu konuyu asla açmamak üzere kapattım, kendimce…

    TASFİYE

    O derin düşüncelerden, çılgın paradokslar ve Texas Çölünde çalı topu misali karışık zihin örgüsü düşüncelerden hemen hemen 1,5-2 hafta kadar geçmişti. Bu konuyu açmamak için kendime yemin ettiğim günden beri daha hiç açmamıştım. Başka bir açıklaması yok, umursamaz olmak istiyordum. Düşüncesiz ve bencilceydi biliyorum ama takındığım tavrın kötülüğe dair bir sıfat olduğunu bile yeni yeni kavramaya başlamıştım.

    Yaz tatilindeydik. Havalar sıcak. Bir dondurmanın insanı dünyanın en mutlu varlığı yaptığı o kavurucu aylardayız. Bu güzel havalarda tertemiz anılar depolamak isteyen annemle evi çoktan temizlemiş, dizlerime koyduğum bir meyve tabağıyla oturuyorduk. Meyve bıçağının ayırdığı portakal kabuğunun eşsiz kokusu burnumda dolanırken, yakıcı suyu yanaklarıma sıçramıştı. Elimin tersiyle sildim. Güneşin ışığı, camların sonunda sallanan perdelere karşın, elimdeki bıçağın metal ucuna yansımış, hiçbir kalemin sahip olmadığı o renk, göz bebeklerimi dahi boyamıştı.

    Ayaküstü birkaç matematik problemi çözüyordum.

    Zil çaldı. Gelen babamdı. İçimdeki korkunun şiddeti kollarıma vurmuştu sanki. Babama sarılırken ilk defa onu bu kadar sıkmıştım.

    Babamla annem balkonda konuşuyorlardı aralarına geçip kollarını boynuma dolamış, konuşulanları dinliyordum. Bir yandan da başımı balkon demirlerinden sarkıtıp, insanların, ne kadar ufak göründüklerini hayretle izliyor, onlara rüzgârda bir sağa bir sola savrulan karınca benzetmesi yapıyordum. Bu sırada daha önce de gördüğüm, babamın ekip arabasının, binanın önünde olduğunu fark ettim.

    "Baba emniyet arabası

    Enjoying the preview?
    Page 1 of 1